İbrahim ERLER

 

 

Şehit Düştüğü Tarih: 19 Eylül 2001

 

Şehit Düştüğü Yer: İstanbul, Tekirdağ F Tipi Hapishanesi

 

Doğduğu Tarih: 1972

 

Doğduğu Yer: İstanbul, Kasımpaşa

 

 

15 Eylül’de panzerler, infaz mangaları, Küçükarmutlu’da yüzlerce gündür ölüm orucunda olan direnişçilerin üzerine gaz bombaları, plastik mermiler yağdırırken, aynı saatlerde, Tekirdağ ve Edirne F Tipi hapishanelerinin hücrelerinde, üç devrimci tutsak bu saldırıyı protesto etmek için bedenlerini tutuşturuyorlardı

Bu yoldaşlarımızdan, Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nde bulunan ve aynı zamanda 4. Ölüm Orucu Ekibi direnişçisi olan İbrahim Erler, 19 Eylül 2001’de şehit düştü...

 

Yoldaşımız İbrahim ERLER: “İNSAN OLMANIN DESTANI”NIN YARATICILARINDAN’dır. İbrahim Erler, 1972 İstanbul Kasımpaşa doğumludur. Ailesi aslen Ordu’ludur. Topraksızlık, ekmek kavgası, onları İstanbul’a sürüklemiştir.

1972, Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcıdır. Devrimin yolunun aydınlatıldığı yıldır. İbrahim o yıllarda doğmuş olmasını şöyle anlatır bir mektubunda: “Türkiye'de, birçok şeyin değişmeye, değiştirilmeye başladığı yılda doğmuşum, birçok çocuğa Mahir, Ulaş diye isimler konurken herhalde kaderimiz Bizimkilere’ benzemesin diye adımı İbrahim koymuşlar.”

Ama o “bizimkilere” benzer. “Bizimkiler”den olur.

Liseyi İçerenköy-Bostancı’da okur. Bu defa 12 Eylül yıllarıdır. Kuşatılmıştır beyinleri. Birçok şeyden uzak tutulur o da tüm liseli arkadaşları gibi. Ama 1987’lerden itibaren yeniden gelişir devrimci hareket. Gençliğe ulaşmaya başlar. İbrahim 1989’da tanışır devrimci mücadeleyle. 1990-92 arası onun için mücadelenin içine girdiği yıllardır: “Hayatımın belki en güzel dönemleridir bu yıllar, birçok güzel insan tanıdık, birçok güzelliklere tanıklık ettim ve parçası olmaya çalıştım... yavaş da olsa, kaplumbağa hızıyla da olsa adım adım geliştik.

Mücadele eden herkesi olduğu gibi, onu bekleyen de gözaltılar işkencelerdi.

... derken 16-17 Nisan'ı yaşadık. Tam da yeni bir dernek açtığımız döneme denk geldi. Üsküdar'da bir dernek açmıştık ve daha faaliyetimiz bile başlamadan orak-çekicin dalgalandırıldığı o şanlı günü derneğimizde andık. Ve ilk faaliyetimiz dernek adına kahramanları uğurlamak oldu. Onbinler Karacaahmet’e akın etmişti ama her taraf abluka altındaydı. İlk gözaltına orada alındım, 13 günlük bir deney oldu. Tekmeyi yedikçe çelikleştik...

Bir süre Bayrampaşa Hapishanesi’nde tutsak kaldı. 94 Mart’ında tahliye oldu.

Kısa süreli tutsaklıklar, mücadele içinde çeşitli görevler birbirini izledi.

1997’de milis komutanı olarak görev aldı. Bir süre bu görevini sürdürdükten sonra tutsak düştü ve şehit düşünceye kadar bir özgür tutsak olarak, zindanlarda, hücrelerde mücadelesini sürdürdü. 19 Aralık katliamı sırasında Ümraniye Hapishanesi’ndeydi. F Tipi hapishanelerin hücrelerine atıldıktan sonra, şehit yoldaşlarının bayrağını devralmak için yeni ölüm orucu ekiplerinin çıkarılması gündeme geldiğinde, o gönüllülerden biri olarak yine en öndeydi. Ölüm Orucu 4. Ekibinde ölüme yattı.

Şöyle dedi o günlerde: “Belki insanlık ve tarihin tanıklık ettiği en büyük destan, insan olmanın destanı... mevsim mevsim kucaklandı Anadolu toprağı. Acı, açlık bedenlerde bal edilip içildikçe umut oldu... Ve bugün ben de önde yürüme koşma onuruna eriştim.Armutlu’daki saldırı gündeme geldiğinde, özgür tutsaklar adına, barikatlara kendi bedenini koymak için bir adım daha öne fırlayarak ölümsüzleşti.

Hiç kaygın olmasın yoldaşımız: Yaratıcılarından biri olduğun destan; son sayfasına zaferi yazacak!

 

(Bu özgeçmiş bilgileri, Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi Basın Bürosu’nun

19 Eylül 2001 tarihli, 212 No’lu Açıklamasından alınmıştır.)

 

 

***

 

İbrahim Erler'in Küçükarmutlu Direniş Evi'ne

yolladığı faks

 

Can ne ki can

Can ne ki

İşte o da bitti

Deniz yine mavi

Ve zafer yine bizim

 

Güneş evine merhaba

 

Gülsüman anamız, Cananımız, Şenay Ablamızı bir bir uğurladınız. Başımız sağolsun.

Anaydılar, kardeştiler,

Analarımızdınız, kardeşlerimizdiniz. Ne zaman bir şey olsa, ilk sizin sesiniz duyulur, ilk kopan çığlık sizden olurdu. O yüzden korkar düşman sizden.

Ve şimdi daha fazla korkar oldu düşman sizden. Şu dünyanın kirletilmişliği, yozluğu içinde, hiç bir şey için ölmeye değmez’ denirken, sizler, siz kahraman analarımız, kardeşlerimiz, onur için, namus için, gelecek için, her şeye inat, acılarınıza açlığınızı katık edip bizimle baş koydunuz zafere. Yiğitçe, mertçe, koca bir dünyaya insanlık dersi vererek öldünüz.

Koca dünyaya insanlık dersi vererek, insanlara insanlığını hatırlatarak, ta ki zafer halaylarında omuzlarınızdan tutana kadar da öleceğiz.

Çok acı çektik, çok bedel ödedik. Yine ödemeye hazırız ve ödemeye devam ediyoruz.

Bizim de günümüz geliyor; hesap günümüz. Cananlarımızın canını alanların canını alacağız. Bu öfke hiçbir zaman kınına girmeyecek. Yürüyeceğiz dalgalar gibi.

 

İbrahim Erler

23 Nisan 2001

Tekirdağ F tipi

 

Fazla söze gerek yok. Biz haklıyız ve bu haklılığımızı ölümüne dek savunacağız. Amacımız tüm dünyayı, ülkemizi yaşanabilir bir duruma getirmek. Emperyalizme karşı savaşmak. ... Yaşamım partime, halkıma, vatanıma feda olsun.

 

***

 

İbrahim Erler'in şiirlerinden:

 

Memleketim sarı,

Memleketim kızıla kesmiş,

Tarlalarına insan ekilir.

En güzelinden, en olgunundan

Bereketli olsun diyedir toprağı.

 

Ve zafer biçilir

En görkemlisinden

Zafer tarlalarının

Boy veren başaklarından...

 

 

***

 

İbrahim Erler'den Bir Arkadaşına Mektup

 

MERHABA Metin

Önce seni ve arkadaşları sımsıkı kucaklıyorum. Evet Metin yine ben, hani sürekli yazacağım deyip de bir türlü yazmayan ama farklı isimlerle ara ara uğrayan İbrahim... Tabii tam da bizim muhabbeti koyulaştıracakken benim mektuplar kesildi 2 ay. Neyse ama gene buluştuk. Mektupla da olsa dışarıya olan hasreti gidereceğiz burada. ... Bu sefer asıl niyetim kendimi tanıtmaktı sana... Ben ta doğduğum yıllara gideyim mi, hem böylece yaşımı da öğrenmiş olursun. Kavganın başkentinde (şimdi hasretiyle kavruluyoruz) doğmuşum. Hem de bizimkilerin fırtına gibi estiği mahallelerin birinde ve o zamanlar çok gelişmiş bir yer olmadığı için Kasımpaşa diye geçiyor. 1972 yani bu yolculuğa çıkış tarihimiz. Hayat bir gemi dünya bir liman, diye bir söz var ya. Hayat gemisine Kasımpaşa’dan binmişiz dolaşıyoruz 1972'den beri. Kasımpaşa’nın bir de Hacıhüsrev'i bilindiği için adımız "Çingene" olarak kaldı. Kasımpaşalıyız ne de olsa...

Türkiye'de, birçok şeyin değişmeye, değiştirilmeye başladığı yılda doğmuşum, birçok çocuğa Mahir, Ulaş diye isimler konurken, herhalde kaderimiz "Bizimkilere" benzemesin diye adımı İbrahim koymuşlar. Ne yapalım bu yaştan sonra isim değiştirecek halimiz yok. Gerçi bizim aile çevre o zaman politik olsa da, çok da politik bir yapıya sahip değiller. Siyasete büsbütün ilgisiz değillermiş ama içinde de olmamışlar hiçbir zaman. Kendi hallerinde, işinde gücünde olmayı ilke edinip kendi yağlarında kavrulmuşlar. Ama gel gör ki bizim ülkede kendi yağında kavrulmaya bile müsaade yok. Yağın varsa az buçuk ona da göz koyarlar. Tıpkı bugün olduğu gibi, baksana Ölüm Orucundayız. Gerçi bizimkiler ne kadar da uzak durmaya çalışsalar da sonuçta ellerinde avuçlarında neleri var neleri yok uçup gitmiş. Bugün iki ihtiyar baş başa vermişler benim için ağlıyorlar. Durumları gerçekten vahim yani kafaya takma diyorsun ama ister istemez takılıyor. Nihayetinde tüm bunların hesabını soruyoruz zaten.

Çocukluğumuz biraz vurdulu kırdılı geçse de asıl olarak tarihimizin en önemli parçasından birşey hatırlamıyorum. Bende pek bir izi kalmamış yani. Biz de biraz 12 Eylül mağduru kuşağıyız. 12 Eylül'den ilk mağduriyetim babamdan yediğim tokattır... Bu tokadı o gün bugündür unutamam işte. Bir taraftan babam vurduğu tokat için üzüldü, bir yandan da tokadı yememe neden olan polis yüzünden... Ben, daha doğrusu ailem aslen; Allahın kendine cennet diye yarattığı Karadeniz’in şirin ve fındık bahçeleriyle, çam ve meşelikleriyle, armut ağaçlarıyla yemyeşil Ordu'sundandır. Ordu Akkuşlular. İstanbul'a göç nedenleri bildik; topraksız ve yoksul oluşun bir sonucu... Bir yer yurt edinememişler o cennet köşede yani. Ama sana bir sır vereyim Canan’ın, Zehra’nın özlemini giderdiği gibi ben de gidereceğim o özlemi. Hatta bir yoldaşımız bana güzel bir yer dahi ayırdı. Tam fındık ve yemiş bahçelerinin olduğu Karadeniz’i tepeden gören ufak da olsa bir cennet köşem var yani. Neyse bu da bir vasiyet gibi oldu iyi mi...

Ailem emekçi bir aile anladığın gibi. Ama benim yetiştiğim çevre (İçerenköy-Bostancı) burjuva özlemlerin ve yaşam tarzının hâkim olduğu bir çevre ve deyim yerindeyse bana yemediler yedirdiler, içmediler içirdiler. Okulumu, liseyi Bostancı’da okudum. Ve aklımızın ermeye, kişiliğimizin oluşmaya başladığı dönem 12 Eylül’ün saldırısının en yoğun yaşandığı dönem. Bu erozyonun zararlarını 90'dan sonra bayağı çektim desem yeridir. Bir bakışta anlayan ve kavrayan olamadığımız için de bu çarpık kişiliğin temel yapısı da oldu diye bilirsin. Ne demiştim. Gerçekten öyle bir dediğim iki edilmeden yetiştirildim. Çok rahat bir gençlik dönemim oldu. Hiçbir konuda kısıtlama getirilmedi. Hatta teşvik bile edildim. Tabii ki serserilik dönemimiz de oldu. Ailemden kopuşumuz bu döneme rastlar aslında. Ailemden ve oturduğum çevreden. Bu dönemin sonunda zaten ailemizle tanıştım. Hareketle tanışmadan önce küçük bir grubumuz vardı. Asıl vasıta olan o oldu 89'larda. Dernekler süreciydi yani.

Bu küçük grubumuzun hemen hepsi okuldan arkadaşlardı. Özünde devrimcilik diye bir düşüncem yoktu. Yaşadığımız bir dönemin özgünlüğü, kendi içinde bir tatminsizlik vardı ve bu bizi hep farklı şeylere itiyordu. Bu aslında devrimci düşüncelerle tanışmama neden oldu. Biraz da şanslıydık diyebilirim. Derneklerle birlikte yavaş yavaş öğrenmeye başladık kendi gerçeğimizi, ülke gerçeğini. Gerçi demin dedim ya. Bir bakışta kavrayan olamadık. Hızla gelişen olamadık. Derneklerde çok güzel insanlar tanıdım ve onlardan öğrendim birçok şeyi. Olcay ablayı, Nurten'i, Yasemin'i buralarda tanıdım. Ve o süreçler boyunca da birlikte olduk hep. Dedim ya hızla gelişen gidiyordu, biz hep yerimizde sayıyorduk. Bu süreç hem hareketin kendini baştan yeniden yarattığı, hem de yılların etkisinin kırılmaya başladığı bir dönem oldu. Etkisizliği, yetersizliği kendi içinde tartışılır ama bu bize büyük coşku ve moral veriyordu. 90 ve 91'de birçok şey değişti hem ülkemizde, hem dünyada. Ama biz kafayı değiştirmekte güçlük çektik desem yeridir. Diyeceksin sende ne kalın kafalıymışsın. Deme öyle de, sosyal siyasal koşulların ürünü. İlgi ve alaka bekleyen bir kişilik olarak, koşullar bize uymadı, daha doğrusu biz koşulların hızına ayak uydurmak için alışkanlıklarımızdan vazgeçmedik.

Hayatımın belki en güzel dönemleridir bu yıllar. Dedim ya birçok güzel insan tanıdık, bir çok güzelliklere tanıklık ettim ve parçası olmaya çalıştım. Yavaş da olsa, kaplumbağa hızıyla da olsa adım adım geliştik yani. Gerçekten çok hareketliydi ve şöyle dönüp ardına bakma fırsatın olmuyordu. Tökezleye tökezleye 92'lere kadar geldik.

Dünyada orak çekiçli bayraklar çöplüğe atılırken sanki kabahat orak çekicin temsil edildiği milyonlarca işçinin köylünün kabahatiymiş gibiYeni dünya düzeni” adlı zulmün çarkları bütün hızıyla dönmeye devam ederken 16-17 Nisan'ı yaşadık. Tam da yeni bir dernek açtığımız döneme denk geldi. Üsküdar'da bir dernek açmıştık ve daha faaliyetimiz bile başlamadan orak çekiçin dalgalandırıldığı o şanlı günü derneğimizde andık. Ve ilk faaliyetimiz dernek adına kahramanları uğurlamak oldu. Binler Karacaahmet’e akın etmişti ama her taraf abluka altındaydı. Tabii biz de nasibimizi aldık. İlk gözaltı sayılır, orada alındım 13 günlük bir deney oldu. Tekmeyi yedikçe çelikleştik... Yüzlerce çevik üzerimizden geçti resmen...

Ondan sonra polisle aramız hiç hoş olmadı, zaten hoş değildi ya. Ama mimlenmiştik bir kere. Kısa bir süre sonra 92 Kasım’ında tutsak düştüm. Bayrampaşa'daydım yoldaşlarımın arasında... Ve açlık grevini ilk gözaltında yaşamıştım, ama hapishane direnişini yeni yeni yaşamaya başlamıştım. 90 sonrasının en uzun süreli açlık direnişlerini hep zaferle sonuçlandırdık. Hatta barikat başında geçirmiştik 93 yılbaşını, unutmak mümkün mü? Hapishaneler değişimin, dönüşümün en hızlı yaşandığı yerlerdi. Ve tutsaklığım da aslında kendi içinde bu değişim dönüşüme tanıklık ettiğim dönemler olmuştur. Yani düşman hep devrimci tutsakları teslim almak için hücreleri, hak gasplarını dayattı. Hep saldırdı ama hepsinin cevabını aldı. 94 Mart'ında tahliye oldum. Benim açımdan sürpriz oldu. Hapishanede çok şeyi öğrenmiş kavramış olsam da dışarısı için bir hesaplaşma düşüncem olmadığından aslında bocaladığım bir tahliye oldu. Zaten kısa bir özgürlük oldu. Aynı yıl yeniden tutsak düştüm. 95 yılbaşına iki gün vardı. Dedim ya, bocaladığım dönem, diye. Aslında çok daha farklı olabilirdi benim açımdan ama asla düşüncelerimden, düşlerimden vazgeçmeyi düşünmedim, yine düşündüğümü söylemeye devam ettiğim için yine tutsaklık yaşadım. O gün bu gündür tutsağım.

Ama tutsaklar cephesi olarak onurlu bir tutsaklığım oldu diyebiliriz. Tarihimiz açısından, hapishanelerin hep koç başı olduğu, öne çıktığı ve devrimci tutsakların teslim alınmadan bu halkın teslim alınamayacağının gösterileceği, bunun yaşandığı bir dönemdir. 93 Buca (Bundan önce birçok saldırı vardı Anadolu hapishanelerinde) 96 Ümraniye, 96 Ölüm Orucu ve Ulucanlar’a kadar onlarca saldırı ve direniş. Ve bugünlere gelirken Ulucanlar ayrı bir dönüm noktası ve bugün 2000-01 Ölüm Orucu.

Belki insanlık ve tarihin tanıklık ettiği en büyük destan, insan olmanın destanı. 19 Aralık, 21 Mart, Nisanlar, Mayıslar mevsim mevsim kucaklandı Anadolu toprağı. Acı, açlık bedenlerde bal edilip içildikçe umut oldu... Ve bugün ben de önde yürüme koşma onuruna eriştim. Düşmanımız elinden geleni ardına koymuyor. Yapabileceği herşeyi yapıyor. Bizim gibi herkes farkında, farkında olmayanlar da yavaş yavaş farkına varıyor. F tipi sadece içine birkaç tutsağın konulduğu hücre değil özce. F tipi, insanların beynine ve yüreğine konulmak istenen, kurulmak istenen dört duvar hücredir. Ve yıkılan, parça parça edilen, yalanları tarumar edilen bu politikadır. Bu düzenin yaşamak için hayata geçirmesi gereken en temel politikadır. İşte ölerek bu düzeni dinamitliyoruz. DÜŞMAN BU YÜZDEN PANİK, BU YÜZDEN ŞAŞKIN.

Zehramız, Gökhanımız peşpeşe geldi. Peşinden şahanımız, onlar da Boranlarımızla kanat çırpmak istediler ve çırpıyorlar ve en son Ali Koç Sincan’dan sesini verdi. Bir bir uğurluyoruz yoldaşlarımızı, için için kavrulan Anadolu topraklarına...

Hani bir söz vardı ya "Yanık yerlerin filizleri gür olurmuş" diye. Bugün aynen böyle oluyor. Yandıkça, yüreklerimiz acıyla açlıkla kavruldukça, bedenlerimiz filizlerimiz daha da bir gürleşiyor, daha da bir boy atıyor. Bu düzende ayak oyunu çok. Önce sakat bıraktı, ölümleri seyretti, şimdi tahliye etti birer birer. Hesapta F tipinde kimse ölmedi. Şimdi Armutlu direnişten bir kale gibi, zulmün karanlığı parçalanıyor o yoksul gecekondularda. Bir güneş doğuyor oradan her gün. Yaşama sevinci, hayatı ve insanlığı sahipleniş olan bir çığlığa dönüşüyor ve yükseliyor. Yükseliyor direnç çiçeklerimizin sesleri ve her geçen gün daha da gürleşiyor. Şimdi gaziler orada, bizler biraz geriden geliyoruz ama Ali Koç, KOÇ gibi bir vuruş yaptı Sincan zindanlarından...

Artık bu mektubu bitirsem iyi olacak öyle değil mi Metin. Bugün gerçekten benim açımdan güzel bir gün oldu. Ama kötü de bir gün. Cezam bitti, mektuplarıma kavuştum. Sanki özgürlüğüme kavuşmuş gibi, deli gibi yazıyorum. Kötülüğü de şurada: Bugün ziyaretti ve tahmin edersin belki bizimkileri gördüm, ama kavga... 2-3 ay görüşme ondan sonra kalk kavga et... Durumları aslında iyi değil. Birde benim savaşçı olmam onları iyice yıprattı. Ama ben yine de mutluyum. Onlarla bu mutluluğu paylaşamadık, beni üzen de bu oldu. Yani gönül isterdi ki onlar da mutlu olsunlar ama anne ve baba üstelik iki yaşlı beden ve yürek. Yüreklerine söz geçiremiyorlar...

Neyse biz de ejderha gibiyiz bu arada. Gerçi ağzımızdan ateş çıkmıyor ama ateş gibi kavuran Anadolu türküleri ezgileri dilimizde. Hadi seni ve tüm arkadaşları sımsıkı kucaklıyorum. Sevgilerle...

 

İBRAHİM ERLER (4. EKİP BORANI)

31.07.2001

 

ONURUN BAYRAĞINI TAŞIYANLAR

BEDENLERİNİ ÖLÜME YATIRIP,

EMEKÇİ HALKIN YÜREĞİNDE KIZILLAŞARAK,

FEDA KUŞAĞININ KAHRAMANLARI

VE BİLİNCİN ÖZGÜRLEŞEN GÜLLERİ OLDULAR.

 

 

Hakkında Daha Geniş Bilgi İçin...


2000-2007 Büyük Direnişi:


Yoldaşları, yakınları İbrahim Erler’i Anlatıyor:

 

Geri