İbrahim YALÇIN ARKAN'ı Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
Devrimci Sol
Anlatıyor:
12 Eylül'ün tüm baskı ve
zulmüne karşı kararlı ve militan tavrını sürdürdü. Kendisinden daha ileri sorumluluklarda
bulunan bir kısım insanların can telaşına kapılıp, mücadeleyi terk etmeleri
karşısında cesaretle öne atılarak, doğan bu boşlukları doldurdu ve hareketi
sahiplendi. Ülkenin dört bir yanında, "Vur emriyle aranıyor" resimlerini
astılar. Bir gün merakla bu afişlere bakarken kendi resmini görür ve gülerek
yoluna devam eder. Daha sonra bir yoldaşına, kendi afişini seyretmenin hazzını
anlatır. Vur emriyle aranmak, ona rağmen mücadele etmek ve oligarşiye meydan
okumaktan daha haz verici ne olabilir ki... İbrahim'in yaşadığı haz bu olsa
gerekti.
(...) Bu süreçte hareketimizde
darbe olmuş ve İbrahim aylarca hiçbir görev verilmeden bekletilmiştir. Ancak
darbenin kadrolara açılması söz konusu olduğunda hatırlanır. Sadece
darbecilerin yazılarını okuduğu halde, darbecilere tavır alır ve meşru
olmadıklarını söyler. 19 Ocak 1993 tarihli "Yoldaşlar" başlıklı
yazısında şöyle der: "Hareketimizin bünyesinde yaşanan ve bünyemize,
kültürümüze, ahlakımıza, hukukumuza, geleneklerimize yabancı olan bu çarpık
durum -darbecilik olayı- hangi gerekçeyle yapılmış olursa olsun meşru görülmez,
suçtur..."
Hareketin sancılı bir dönem
yaşadığı, ama bu sancıyı dindirmemiz gerektiği bilinciyle hareket etti.
Hareketimiz İbrahim'i birçok arkadaşla tartışmaya gönderdi. İbrahim'e özellikle
de kendilerine tarafsız diyen darbecilerle bağını koparmamasını, onları
kazanmak istediğimizi belirterek bu kesimle görüşmeler yapması görevi verildi.
Yine vur emriyle aranıyordu, yine afişleri vardı. Ama o tüm bu riskleri göze
alarak, nerelere girip çıktıkları belli olmayan bu ikiyüzlü, sahtekarlarla
görüşmekten çekinmedi. Onları çok iyi tanıyordu. Fırsatçılıklarını, hesaplarını
biliyordu. Buna rağmen ısrarla onları ikna çabalarını sürdürdü. Şehit düştüğü
ana kadar da her şeye rağmen bu görevine devam etti. Ve bu çabaları
yanıltılmış, eksik bilgilendirilmiş bazı arkadaşların, hareket saflarına
dönmesinde etkin bir rol oynadı.
(Yukarıdaki anlatım, Devrimci Sol'un 26 Mart 1993 tarihli
55 No'lu açıklamasından alınmıştır.)
***
Bir yoldaşı
anlatıyor:
“Hareketin özlerindendi, köktü.”
1989 yılında hareketin “h”sini,
mücadelenin “m”sini bilmeyen ben, önerilerle Gaziantep Hapishanesine gitmiştim.
Gittiğimde çok mu cüretli biriydim. Hayır, korkular... kaygılar... Ta ki
hapishaneden içeriye girinceye kadar. İlk anda herşey yabancı geliyordu.
Kapılar, sürgüler, koğuşlar, su kapları, ciltlenmiş kitapların içinde yeraldığı
kütüphane. herşey yabancı. O'nu en geç görmüştüm. Yani yanımıza gelip oturana
kadar görmemiştim. Bıyıklı, esmer, kısa boylu, oldukça zayıf bir görünümü
vardı. Sessizdi. Öyle sessiz konuşurdu ki, yanında oturmayan kesinlikle
anlamazdı konuştuğunu. Anlatmamızı isterdi, bizi tanımayı ne yapmak
istediğimizi, neler yapabileceğimizi hesaplardı. Ama herşeyi bilen, ağzı hiç
kapanmayan bazı sorumlu ve yöneticileriniz olur ya, hiç onlara benzemezdi. Çünkü
O, on yıllardır bu hareketin içinde olan biriydi. Hareketin özlerindendi,
köktü.
Mutlaka iyi şeyler konuşmuştuk,
ama özellikle politik olan şeyleri anlamamış öylece bakmıştım. O da bunu çok
rahat anlamıştı ki çok basit, kendi yaşamlarımız üzerinden sohbetler etmiştik.
Öğretmen olacağımı duyduğunda “bu devletin öğretmeni olacağına bizim
öğretmenimiz ol.” demişti. Sonra da “madem öğretmen oluyorsun Makarenko'nun
Yaşam Yolu'nu oku” diye salık vermişti. Çok mütevazi, yalın, sade bir görünümü
vardı. Filtreli sigara içmezdi. Cebinde Maltepe taşır, ama içerken pamuğunu
çıkarırdı. Neden diye sorduğumuzda “kesmiyor” demişti.
'91 Ocak ayında Ercüment
yoldaşıyla birlikte, özgürlük eylemiyle koşmuşlardı savaşa. Darbeciliğin
yaratmış olduğu olumsuzlukları gidermek için birçok şeyi göze alıp, önderine,
yoldaşlarına ve örgütüne olan bağlılığını perçinledi. Avni ve Recai yoldaşıyla
birlikte düşmanla saatlerce çatışarak şehit düştü. And olsun ki, savaşı
direnişlerle büyüteceğiz. O büyük zaferi de “SENİNLE, SİZLERLE” birlikte
kucaklayacağız.
***
Bir yoldaşı
anlatıyor:
Ve şerefsiz kumlar üstünde
Özgürlüğün çıplak çiçeğini
yücelteceğimize
And olsun,
Ve halkın zaferine kadar
Yolunu izleyeceğimize
And olsun,
1992 Ekim ayının son günleri
yaşanmaktadır. Sorumlu arkadaş hareketten birisinin kalabileceği, bilinmeyen
bir ev istiyor. Bir süre deşifre olmamış, fazla kimsenin bilmediği ev arıyoruz.
Birkaç yer öneriyoruz, güvenlik gerekçesiyle kabul edilmiyor. Sonunda arkadaşlara
kendi kaldığım evi öneriyorum. Evi yeni tuttuğumdan ve ilişkilerim çok sınırlı
olduğundan güvenlik açısından bir sakıncası yok. Kabul ediliyor. Hemen gelecek
arkadaşın beni bulabileceği iki adet telefon numarası veriyorum. Arkadaşın
verdiğim telefonları iki üç gün içinde arayacağı söyleniyor. Ancak 15 gün
boyunca kime aramıyor. Telefonların kaybedilmiş olduğunu düşünerek tekrar yazıp
gönderiyorum. Nihayet telefonlardan biri 1 süre sonra aranıyor. Randevulaşıyoruz.
Akşam telefon ettiği yerde buluşacağız. Biraz erken gidip bekliyorum. Tam
saatinde geliyor. İçeri girdiğinde bir taraftan beni soruyor, bir taraftan da
içeriye şöyle bir bakmak istiyor. Hemen yerimden kalkıp ona doğru yürüyorum.
(Bu sırada telefona çıkan arkadaş beni gösteriyor) Yüzünde tebessüm beliriyor.
Kucaklaşıyoruz. Hemen 15 gündür beklediğimi, nerede kaldığını soruyorum. Çok
içten başına bir şey gelmişçesine sorma diyor. Çaylarımızı içip biraz sohbet
ettikten sonra çıkıyoruz.
Yolda başına gelenleri
anlatıyor. Telefonların kendisine yanlış iletildiğini, 15 günden beri dışarıda
olduğunu, geceleri sürekli şehirlerarası otobüslerle yolculuk yaptığını
anlatıyor. Ondan sonra "gerçek telefonlar elime bugün ulaştı" diyor.
Diğer taraftan 15 gün boyunca yaşadıklarını anlatıyor. Tam bir komedi, birlikte
gülüyoruz. Yolculuğu boyunca birçok insanla tanıştığını, onlarla yaptığı
zorunlu sohbetleri anlatıyor. Bu arada ilettiğim telefonların ulaşıp
ulaşmadığını soruyorum. “Ulaştı bunlar değil miydi?” deyip, ilgisiz isim ve
telefonları özenle sakladığı yerden çıkarıp gösteriyor. Telefonlar ve isimler
yanlış şifrelenmiş. Şifreli telefon ve isimler ona ulaşana kadar isimlerden
harfler eksilmiş tabii rakamlar da değişmişti... Başka bir eve gidiyoruz.
(Esasen ilk gördüğümde hiç de yabancı gelmemiş, sanki tanıdık birisine
benzetmiştim. Ancak bunu öylesine aklımdan geçirmiştim. Fazla da düşünmek
istememiştim.) Evde bir süre kaldıktan sonra evde kalan diğerlerinden erkek
olanı, bir gece "Sen İbrahim Yalçın Arıkan'a çok benziyorsun" diyor.
İbrahim abi ise hissettirmeden ciddileşiyor ve konuyu kapatmak için çok ciddi
bir konuyu tartışmaya açıyor. Bizimki diretiyor ısrarla sen o'sun diyor.
İbrahim abi hayır benzetmişsindir gibisinden şeyler söylüyor... Hangi ortamda,
koşulda olursa olsun, illegalitenin gereklerinden sapmıyordu.