İbrahim
ERDOĞAN'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
EŞİ, CAN YOLDAŞI, OMUZDAŞI VE ÖLÜM ORUCU
ŞEHİDİ SEVGİ ERDOĞAN ANLATIYOR:
25 Haziran 1984, İstanbul. DEVRİMCİ SOL Davası
tutsaklarından bir kısmı Haydarpaşa Hastanesi'nden cezaevine sevk edildi. Morgdan,
yakınlarımızın ölüm haberlerini alabiliyoruz. Hastane ve cezaevinin giriş-çıkış
kontrolleri çok sıkı. Üç şehitten sonra daha da artırdılar. Yeni ölümler
bekleniyor.
Adli Tıp'ta DEVRİMCİ SOL timi de bekliyor. Telefonla
arıyorum; soyadını tekrar soruyorum. "Sevgi, İbrahim de burada gel"
diyor telefondaki ses. Her an bir ölüm haberi beklentisindeyiz. Hemen taksiye
atlayıp gidiyorum. Kapıda DEVRİMCİ SOL timinden bir polis "Yanlışlık olmuş"
diyor. İsim benzerliği. Tartışıyorum içeri girmek için, giriyorum. Morgun soğuk
duvarlarına "Acaba başka kaç şehidimizi göreceğim?" duygusuyla
bakıyorum. Beyaz önlük giymiş DEVRİMCİ SOL timi polisinin "Bakamazsın,
korkarsın. Sana, yanlışlık olmuş diyoruz" sözlerine karşılık "Siz
yaşayan insanları öldürürken korkmuyorsunuz da ben ölülere bakarken mi korkacağım"
diyorum ve ölüler arasında bir deri bir kemik kalmış ama ölüm hoşgeldi sefa geldi gülümsemesi dudaklarda Hasan'ı
görüyorum. Ve hepsine bakıp çıkıyorum.
13 Temmuz 1991, Malatya. Her operasyon doğal olarak
ilgilendiriyor beni. Sabah belirtilmese de 10 ölünün bizim ölülerimiz olduğundan
eminim. Sabah arkadaşları, gazeteleri arıyorum. Henüz kimlik tespiti yok. Ama bizimkilerin operasyonu. Cezaevine gidiyorum. Öğle
tatilinde gene gazeteleri arıyorum. Telefondaki ses "Üzgünüm." diyor,
"Benden duymanı istemezdim. Eşin de var, diğer isimler belli değil." Sağol deyip telefonu kapatıyorum. Haber alamıyoruz ondan.
Temmuz 1991 'de o çok arzuladığı sıcak özgürlük mücadelesinde şehit düşmesiyle
bilgilenmiş oluyorum. Eşim ve 9 arkadaşı katledildiler.
Ben hemen kızımla birlikte İstanbul'a gidiyorum.
Eşim ve 9 arkadaşı, 10 yiğit DEVRİMCİ SOL savaşçısı katledildi. Onlara en yakışır
cenaze törenini yapmak sorumluluğuyla baş başayız.
Şimdi ondan bahsetmek, onu tanıtabilmek... Onları tanıtmak. Anlatmak...
Mükemmel bir insanı anlatmak zordur. Eksik bırakmak
istemezsiniz. Onu en iyi şekilde tanıtmak istersiniz. Benim eşimle, can
yoldaşımla olan birlikteliğimin mayası mücadeleydi, kavgaydı. Birbirimizi
kavganın sıcaklığında tanımıştık. O belli bir toplumda konuşması, tavrı ve siyasi
olgunluğuyla daima dikkat çekerdi. Onun yaşamı içerisinde kavgaya her saniye
bütün sıcaklığıyla katılmayı arzu ettiğini biliyorum. Arta kalan zamanında
benim eksikliklerimle uğraşmaya çalışırdı. Yakınlarının zaaflarına ve
eksikliklerine karşı tahammülsüzdü. Yumuşaktı ama liberal değildi. İnsan
sevgisini, yoldaşlık bağını yemek yerken, otururken dahi kavratırdı. Yaşamı mücadeleyle
bütünleşmiş bir önderdi.
İşkence tezgahlarında bana
ve çocuğumuza işkence yapılırken, halklarının kurtuluşuna duyduğu inanç,
insanlık onuru ona kalkan olan güçlerdi. İşkencecilerin pislikleri,
zorbalıkları kavganın güzelliğini bozamamıştı: Hiç unutmam. Tanıdığım bazı
yoldaşlarımız öldürülmüş, resimlerini göstermişlerdi. Benim de nikahta hediye edilen bileziklerime el konulmuştu.
Gayrettepe'de 77 gün kaldıktan sonra, sevk işlemlerimiz sırasında ilk kez
(işkencelerin dışında) karşılamıştık. Bileziklerimi sordu. Ben de, yoldaşlarımızın
öldürüldüğü bir sırada, bileziklerim diye ısrar etmenin bana doğru gelmediğini
söylediğimde, bunun yanlışlığını kavrattı. Sorgucuyu çağırdı. Ve bileziklerimi
yeniden istedim. Bizi 45 gün daha tutmakla tehdit ettiler. İbrahim ceketini
çıkardı, "Tamam ben 45 gün daha kalırım, ama sen bilezikleri
vereceksin." dediğinde, bu kez yaralı olan ve sıcaklar bastırmadan ameliyat
olması gereken bir arkadaşı da bizimle bekleteceklerini söylediler. İbrahim
öfkeyle "Siz de biliyorsunuz ki, yoldaşlarımızın yaşamı önemlidir." dedi.
Ve biz bu yoldaşımız nedeniyle ayrılırken İbrahim tutanak yazdırdı.
Bileziklerimin hangi polisçe alındığının tespit edilemediğini, bilinemediğini
ve bana teslimi yapılmadığını yazdırttı. Ve eşimde en ufak hakkımızı dahi
düşmana verdirmemenin kararlılığını gördüm. 10 yıllık tutsaklık yaşamında buna
defalarca tanık oldum. (...)
Cezaevi görüşlerimiz çok sınırlıydı. O dakikalarda
mücadelenin tutsak aileleri cephesini tartışır, konuşurduk. Açık görüşlerde
kendimize ayıracak vakit olmazdı. İbrahim duruşma ve görüşleri her kesimden,
her yaştan insana kavgamızı, örgütlü gücümüzü tanıtmak için değerlendirirdi.
Sevgi, saygı ve mücadeleye bağlılığıyla örnek bir insandı. Hiçbir zaman
aramızdaki duygusal bağdan dolayı liberal davranmadı. Tam tersine, iyi bir dava
insanı olmam için yeri geldiğinde acımasız da oldu.
Ölüm Orucu döneminde ilk şehit olma isteğiyle
kavrulduğunu gördüğümde, bir kez daha kavgada ölüm bedeli, sakatlık bedeli,
inanılan, güvenilen mücadelenin haklılığını hissettim.
Ben, eşimle yoldaşlarımı hiçbir zaman ayrı
düşünmedim. 12 Temmuz katliamında 10 yoldaşımızı kaybettiğimizde duyduğum
öfkenin yanında kavgamızın haklılığı, DEVRİMCİ SOL savaşçılarının bir kez daha
görülen savaşçılığı bana güven vermişti. Düşman beni gözaltına alarak
şehitlerin, en yakınımın cenazesine katılmamı engelledi. Biz de 1. şubede aynı
hücrede Nurten Demir'le (Kasımpaşa'da ölen Devrimci Sol savaşçısı) "Devrim
Şehitlerimiz Ölümsüzdür" sloganını atıp saygı duruşumuzu yaptık.
12 gün sonra gözaltından çıktığımda DEVRİMCİ SOL
tutsaklarının yanına gittim. Onyıllarını paylaştıkları
kavga adamlarını yitirmişlerdi. Onlardaki acıyı, öfkeyi gördüğümde kendi
yaşadıklarımı, hissettiklerimi çok hafif buldum. Onların yıllardır her direnişte,
günün 24 saatindeki yoldaşlık paylaşımlarıydı gözlerinde gördüklerim.
İşkence tezgahını,
tutsaklığını ve yıllarca ayrı kalsak da mücadeledeki birlikteliği yaşamıştım.
Eşimle ölümü, şehitliği de paylaşmak isterdim. Ben onda DEVRİMCİ SOL'u, DEVRİMCİ SOL savaşçılarını tanıdım. Kopmaz bir bağ
içine girdim. Haklılığımızı gördüm ve "Şehitlerimize Devrim Sözümüz
Var" diyerek kavgama daha sıkı sarıldım. Öfkemi, inancımı, kararlılığımı, Türk
vs Kürt halklarının örgütlü gücünde bütünleştirdim. Onun disiplinini, kavgaya
bağlılığını hedefledim. O diğer yoldaşlarımız gibi bizlerde yaşatılıyor. Acımız
büyük, boşluklarını hissetmememiz mümkün değil. Ama mücadele her an o boşluğu
dolduracak yeni insanlarla büyüyor. Bu da hasretimizi gideriyor. O iyi bir
eşti. Özelleştirdiğinizde anlatacak çok şey bulurdunuz. Ona olan sevgim ve sevdam
kavgamızda yaşıyor. HALKLARIMIZIN BAŞI SAGOLSUN.
(Yukarıdaki anlatım, Haziran Yayınevi tarafından yayınlanan “Bize
Ölüm Yok” adlı kitaptan alınmıştır.)
***
"O DEVRİMCİ SOL'cuların
ağabeyiydi"
Aldığı her, türlü görevi ve sorumluluğu büyük bir
ciddiyetle yerine getiren bir yoldaşımızı sorsak, akla gelen ilk isimlerden
biridir İbrahim...
İstanbul mahalli örgütlülüğünün ve Devrimci İşçi Hareketinin yaratıcılarındandır. 12
Eylüllerde işkenceciler eşine ve çocuğuna her türlü işkenceyi yaparken, devrimci
inancı ve onuru hiç sarsılmamıştı.
Bir önderde olması gereken ilkeli yaşam, İbrahim
yoldaşta tam içselleşmişti. İnsanlarla ve özellikle emekçi kesimlerle kolayca
diyalog kurabilen özelliğinin yanı sıra, düşmana karşı inatçı ve uzlaşmaz
tutumu da mücadeleye çok şey kazandırmıştır. O DEVRİMCİ SOL'cuların
"Ağabeyi"ydi. Örnek devrimci yaşamı ile hep
İbrahim ağabeyleri olarak yaşayacak ve yaşatılacaktır.
En zor koşullarda dahi eğitici, öğretici, güç
vericiydi.
Cunta dönemindeki operasyonlar için, İbrahim Ağabey;
"Evet, büyük darbeler yedik, kadro
kaybımız küçümsenmeyecek boyutta. Ama biz varız, kayıplarımızın yerini doldurma
cüretimiz olursa başarılı olmamamız için hiçbir neden yok" dediğinde
12 Eylül'ün hemen sonralarıydı. '81 Nisan'ında Gayrettepe'de karşılaştık.
İşkence tezgahından sonra, moral bozukluğumu anlayarak
her zamanki sevecen ve ciddi halini takınarak, "Karamsar olma, adamlar tabii ki üzerimize ciddi ciddi gelecekler. Operasyon yiyoruz, ama mücadeleyi gücümüz
yettiğince devam ettiriyoruz. Bu onları rahatsız ediyor, saldırganlaştırıyor.
Ancak yılmamalıyız. Belki de bizden sonra da operasyona devam edecekler, ama
operasyondan kurtulan her arkadaşımız sürecin gereklerini yerine getirmede,
bizlerin yerini doldurmada cüretkar olabilirse,
kazanan mutlaka biz olacağız. Ayrıca artık bunları düşünme, burada üzerimize
düşen görev, en önemli görev düşmana sır vermemektir. Savaşın her cephesinde
biz üzerimize düşen görevleri yapabilirsek, dışarıda kalan arkadaşlarımız da,
kendi üzerlerine düşen görevleri yerine getirirler." dedi. Ve işkencehanedeki bu sohbet direncimizi artırdı.
Sözünü sakınmazlığı, direngenliği ve inatçılığı ile
tanınırdı. Yüksek sesle konuşan, ağız dolusu kahkaha atan, kinlendiğinde ise
ortalığı çın çın inleten biriydi. Her şeye rağmen
moral güçlülük konusunda ondan az şey öğrenmedik. Onun disiplinini, irade
gücünü bilenler buna şaşılmadılar. Kıtlama şekeri yoksa üzümüyle çay tiryakiliği
cezaevlerinde bilinirdi. Sigara düşmanıydı. Ama aynı zamanda koşulların
farklılığında, yoldaşlarının sigarasını düşünen ince biriydi. Açıkyürekli olmasıyla, ne düşündüğünü hemen dolaysız olarak
belirtmesiyle tanırdık.
Subaylarla tünel sonralarında tartışırdı hep. Onlara
en son "Eğer firar etmekte haklı
olduğumuzu kabul ediyorsanız, ki biraz önce kabul
ettiniz, haklı olanı engellemeye kalkmak görev değil suçtur. O nedenle
firarları engelleme hakkına da sahip değilsiniz. Engellemeye kalkıştığınızda
haklılığımızı reddetmiş olacaksınız. Onu reddetmediğinize göre engellemeye
kalkışmayın. Halk nezdinde suç işlemiş olursunuz" dedi. Bu mantık
karşısında subaylar şaşkına dönerken yetkilileri "İyisi mi bu tartışmayı keselim, yoksa tartışma devam ederse,
İbrahim bizi cezaevindeki tüm tutsakların güvenliklerini alıp firar etmelerini
sağlamakla yükümlü olacağımız noktasında ikna edecek" diyerek tartışmayı
bitirdi.
İbrahim yoldaş cezaevindeki komün yaşamımızı,
gelecek sosyalist toplumun nüvesi olarak görür, komün malarına
da bu anlayışla kıskançlıkla sahip çıkardı. Komüncü de olduğundan komün
eşyalarının kullanımında hepimize kök söktürürdü.
Firari yoldaşlarla son anda oturmuş sohbet ederken
bile "Bunlar şu konu ile ilgili, gerek görürsen şöyle halledersin" gibi
şeyler söylüyordu, "Yahu ağabey giderken bile senden kurtulamayacağız
anlaşıldı. Allah bilir dışarıda da millete çektireceksin;" diye takıldım.
İbrahim yoldaşın çok sevdiği diğer yoldaşımız ise "Hele öyle bir şey
yapsın, dağda onu yalnız bırakırız, ayılarla uğraşıp durur," dedi. Ben son
kez kızdırmak içinse "Son vasiyetimizdir, belki bir daha görüşemeyiz, bunu
dağda bir ağaca bağlayın; her tarafını bal ile sıvayın, ayıların bol olduğu yer
olsun ama..." deyince meşhur kahkahasını atarak üzerimize atladı. Diğer
yoldaşı gülmekten nefes nefese kalınca başka bir yoldaşımız da "Ağabey sen
rahat durmuyorsun, kusura bakma seni mecburen bağlayacağız" diyerek iyice kızıştırdı.
İbrahim Ağabey "Şu adamlara bakın yahu, bugün bile benimle uğraşıyorlar."
Diye söylendiğinde bizler kahkahaları koyverdik.
İbrahim yoldaş yine düzenliliğini, disiplinini
konuşturdu. Ve en son anına kadar o sıcaklığı ve içtenliğiyle neyin nereye
konacağını, şunun ne olacağını, bunun kime verileceğini vb. şeyler üzerinde son
işlerini de tamamladı. Canlı, neşeli ve dinamik olarak ayrılmıştı cezaevinden.
En son anında da neler yaptığını, neler düşündüğünü tahmin etmek zor olmadı...
(Bu anlatım, Haziran
Yayınevi tarafından yayınlanan «Bize Ölüm Yok» adlı kitapta yayınlanmıştır.)
Bir yoldaşı
anlatıyor:
Aynı disiplini, aynı bağlılık ve sahiplenmeyi
İbrahim'in
bulunduğu her yerde görmek mümkündü.
`80
öncesi bir arkadaşın işyerinin düşman tarafından tespit edilmesi durumuyla karşılaştık.
İşyerinde harekete ait pekçok silah vardı. İçerideki
silahların taşınması için ben bir araba, bir arkadaş ise işyerindeki tezgahları sökmek için gerekli aletleri ayarlayacaktı. İbrahim
de bize yardım edecek ve hep birlikte söküp
taşıyacağız. Sabah işyerinin önüne gittiğimizde tezgahları sökecek aletleri ayarlayacak olan
arkadaşın gelmediğini gördük. Biraz bekledik, gelen olmayınca İbrahim'le
birlikte elimizde olan bir tornavidayla sökmeye başladık. Diğer arkadaş "Bu
şekilde de ancak üç günde sökeriz, şimdi bırakalım başka bir gün sökeriz" dedi.
İbrahim ona döndü ve "Başka bir gün,
ne zaman? Başka bir gün insanlara işlerinizi bırakın gelin mi diyeceğiz? Bizim arkadaş bugün takımları getirmemiş, o
zaman getireceğinin garantisi var mı? Tam da DY'lilerin
mücadeleye bakışı gibi bakıyorsun bu işe. Onlar da hep başka zamana
erteliyorlar. Hem konuşacağımıza hepimiz çalışsak bu işi bitiririz" dedi
ve birlikte çalışmaya başladık. Koca koca kasaları
çekip indirdik. İki saatte sökme işini bitirdik ve silahları araca yerleştirip
güvenli bir yere taşıdık. Bir gün sonra ise sökme işini yaptığımız işyeri
basıldı ama düşman eli boş dönmek zorunda kaldı. İbrahim'in işini ertelemek
istememesi silahların düşman
eline geçmesini engellemişti.
Aynı disiplini, aynı bağlılık ve sahiplenmeyi İbrahim'in bulunduğu her
yerde görmek mümkündü.
Gecekondu mahallelerinde evlerin
yapılmasında, yıkımlara karşı direnişlerde, her yerde... İbrahim Erdoğan bu
özellikleriyle tanıştığı her yeni insan üzerinde öğretici olmuş ve kısa sürede
büyük bir saygıyla karşılanmıştı. 12 Temmuz 1991'de çatışarak şehit düştüğünde kavga adamı İbrahim
Erdoğan'la yaşadığımız herşey bir fılm şeridi gibi gözümün önünden geçti. Onu saygıyla anıyor
ve mücadelesine, öğrettiklerine layık olacağız diyorum.