Zeynep Arıkan GÜLBAĞ'ı Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Zeynep Arıkan’ı Yoldaşları Anlatıyor:

 

"BİZ ARTIK 14'LÜYÜZ, 14'LÜ GİBİYİZ. ARTIK GEZ, GÖZ, ARPACIK ZAMANI..."

 

Zeynep, bir Dev-Genç'li olarak başladığı devrimci mücadelesinde Ölüm Orucu şehidi olarak ölümsüzleşti. Onbeş yıllık kesintisiz devrimci yaşamında, mücadelenin her alanında oldu. Okulda bir Dev-Genç'li, yayın alanında devrimci bir gazeteci, mahallelerde örgütçü, yeraltında bir savaşçı, hapishanelerde özgür tutsaktı.

1968 yılında Malatya'nın Hekimhan ilçesi Akpınar köyünde doğdu. Alev inancına sahip kürt milliyetinden yoksul bir ailenin kızıdır. Ailesi 1974 yılında İstanbul'a göçer. Zeynep okula İstanbul'da başlar. Orta öğrenimini Davutpaşa lisesinde tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanecelik Bölümünü kazanır.

Üniversitede Dev-Genç'lilerle tanışır. Kısa sürede örgütlenir. Hırslı ve inatçıdır, Militandır. Bu özellikleriyle devrimci mücadele içerisinde hızla gelişir.

12 Eylül'le birlikte susmuş-örgütsüzleşmiş üniversite gençliği içerisinde ilk eylemleri, direnişleri örgütleyerek sessizliği yırtan Dev-Gençli'lerle birlikte militan mücadelenin örgütleyicilerinden olur. Kavrama yeteneği iyi, hızlı ve pratiktir. Gençliğin eylemlerinde faşistlerle, polislerle çatışır gözaltına alınır defalarca.. Okul idaresi daha ikinci sınıftayken Zeynep'in okulla ilişkisini keser. Okulla ilişkisinin kesilmesine rağmen gençlik içindeki mücadelesini sürdürür. 1991 yılında Devrimci Gençlik Dergisi'nin sahibi olarak yayın faaliyeti içinde yer alır. Bu alandaki görevini daha sonra Mücadele Dergisi'nde sürdürür. Aynı dönemlerde, Kazım Gülbağ ile evlenir.

Zeynep '92 yılı sonlarında harekette darbe olayı yaşandığında önderliği sahiplenerek darbecilere karşı tavır aldı. Yine aynı dönemde  devrimci hareket içinde olan ablası darbecilerin saflarındaydı. Ablasının tüm çabalarına rağmen, önderliği sahiplendiği, darbecilere karşı tavır aldığı için darbecilerin hedefi haline geldi. Darbeciler '93 yılında Mücadele Dergisi çıkışında öldürmek için silahla saldırdılar. Bu saldırıda yaralandı.

'94 yılında yapılan operasyonlar sonucu aranır duruma düştüğü için yeraltına geçti. Bir süre yurtdışında görevler aldı. Daha sonra yeniden bir savaşçı olarak ülkeye döndü...

Cepheli bir savaşçı olarak halkın adaletinin uygulayıcısı oldu. Halk düşmanlarından halka yönelik işkencelerin, katliamları, zulmün sorumlularından hesap sorar oldu. İstanbul'daki işkenehane merkezi olan İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve Harbiye Orduevinin lav'la vurulması eylemlerini gerçekleştirdi.

11 Eylül '97'de tutsak düştü, Ümraniye hapishanesine götürüldü. Bir direnişçi  olarak tahliye edileceği 2001 Haziran'ına kadar sürecek tutsaklık dönemi başlamıştı..

Zeynep, becerikliliğin, çok yönlülüğün, "On parmağında, on marifet" diye tanımlanan Anadolu kadınına özgü yanlarıyla devrimciliğini  bütünleştirmiştir.

Hapishane de eğitmendir, güvenlikçidir, sağlıkçıdır, yazardır, tiyatrocudur, kabinlerde iyi bir örgütçüdür...

Eğitmendir...Hapishanelerin devrimin okulları olduğu bilinciyle bilgisin birikimini yoldaşlarına aktarandır. Öğretirken öğrenendir. Yaşamın her alanında eğitmek doğal bir faaliyettir onun için. Kimi zaman arkadaş, kimi zaman bir komutan olarak eğitim faaliyetlerini sürdürür.

Yazardır... Ümraniye hapishanesi'ndeki Tavır ve Vatan dergi'lerinin yazı kurulundadır.

Sağlıkçıdır... Hapishane'nin genel sağlık sorumlusudur.

Tiyatrocudur.. O dönem hapishanede birlikte kaldığı yoldaşlarının hafızasında onun oyunculuk yeteneği, canlandırdığı, "Şarlo" tiplemesiyle yer etmiş, unutulmamıştır. Hele oyunun sonunda faşist Nazi tiplemesinin kaçına tekmeyi vurup sahneden atması yok mudur, oyunu izleyen herkesin unutamayacağı  bir finaldir bu.

Zeynep, Dev-Gençlidir, gençlik kökenlidir. Ama devrimcilik yaşamı boyunca Anadolu kadınının olumluluklarını, güzelliklerini kendi kişiliğinde büyütür, bunlarla bütünleşir. Doğaldır, mesela kadınlar koğuşunda şalvar giyer, şalvarla dolaşır. Malatya'lılar, memleket sevdalısıdır, "Malatya, malatya bulunmaz eşin..." türküsüyle hemen geçer halayın başına. Bir bakarsın Malatya'nın yöresel yemeği olan, aynı zamanda zahmetli ve el becerisi gerektiren ünlü "Analıkızlı köftesi"ni yapar, yedirir yoldaşlarına. Hamarattır, beceriklidir. Becerilerini devrime, yoldaşlarına sunar. Yaşamda belki küçük sayılabilecek ayrıntıları görür, düşünür, üretir. Daktilo başında sürekli oturan, çalışan arkadaşlarının çalıştığı banklara minderlerden sırtlıklar yapar. Sürekli daktilo başında olan yoldaşlarından biri de Ali Rıza Demir'dir. Ali Rıza daktiloya çekeceği yazıları masanın üzerine koyup, iki büklüm vaziyette daktilo edeceği yazıyı okumaya çalıştığını görür. Bir gün elinde yazılı kağıtları dik, daha kolay okunur halde tutacak tahta kıskaç yapıp getirir, hediye eder yoldaşına...

Üzüntüsünü de, mutluluğunu da tutmaz içinde, paylaşır. Kızdı mı "de get" der, sinirlendiğini belli eder.

Çalışmaktan zevk alır. Çalışmaları zevkli hale getirmesini bilir. Sağlıkçıların eğitim ya da çalışma toplantılarını adeta pikniğe dönüştürür. Bulur, buluşturur çaylı-çerezli toplantılar haline getirir. On parmak daktilo bilir. Kadınlar koğuşunun en hızlı daktilo yazanlarındandır. Koğuşta yazılan yazıların çoğunu Zeynep daktilo eder.

Örgütçüdür... Ümraniye'ye ziyarete gelenlerden onu tanımayan, onunla sohbet etmeyen yok gibidir. Ziyaretçilere sevdirir kendisini, ilişkilerini kalıcılaştırmaya-süreklileştirmeye çalışır.

Özgür tutsaktır o. Yaşamın direnmek olduğunu bilir. Tecrite karşı başlatılacak "Büyük direniş"in gönüllerinden olur. Direniş  öncesinde sürdürülen tartışmalarda duygularını, hayallerini anlatır. Devrimi görmek en büyük hayalidir. Taksim Meydanında önderimizin kürsüden halka hitap ederken silahlarını kuşanmış vaziyette o alanda olmak en büyük hayalidir.

Yeraltına geçtikten sonra bir süre yurtdışında görev almıştır. Bir savaşçı olarak yeniden ülkeye dönecektir. Yoldaşları kendisini yolculamaya gelmiştir. Zeynep, sarılıp kucaklaşmak vedalaşmak ister, duygu yüklüdür onun bu halini gören yoldaşları "sen savaşçısın" der ve... bu vesileyle "duygusallık-duygular tartışmasında başından geçen bu olayı anlatır. Duygusaldır ama duyguları devrime dönüktür. Ülkedeyken evlendiği, mücadele yoldaşı olan Kazım Gülbağ'ın içine düştüğü zaafları nedeniyle örgütle ilişkisi kesildiğinde, çok sevdiği eşiyle tereddütsüz evlilik ilişkisini de keser atar o dönem.

20 Ekim 2000'de Ümraniye Hapishanesi 1. Ölüm Orucu ekibinde yerini alır. Kızılbandını kuşanırken, "Bütün güzellikleri, insana dair her şeyi halkımızdan öğrendik ve diyorum ki bu halk için ölmeye değer. Ve diyorum ki bu can, halkım sana feda olsun" der.

19 Aralık katliamını Ümraniye hapishanesinde direnişçi olarak karşılar. Yanı başında şehit düşen, yaralanan yoldaşlarının hesabını sorma isteğiyle yanıp tutuşur. İşkenceli sevkle Kartal hapishanesine götürülür. Katliam ve işkenceler karşısında direnişini daha büyük bir coşkuyla ve moralle sürdürmeye  devam eder.

Zeynepler Kartal hapishanesi'nde direnişin ilerleyen günlerinde Bayrampaşa Hastanesi'ne getirilirler. Ümüş Şahingöz, Gülay Kavak ve diğer kadın direnişçilerle birliktedirler. Düşman asılsız dedikodular yayıp, aileleri birbirine karşı kışkırtır, direnişçiler arasında güvensizlik yaymaya, moral bozmaya çalışır. Aileleri kullanır. Direnişten vazgeçirmek için yanlarında yemek yemeye kadar her türlü aşağılık, adice psikolojik saldırılara başvurmaktan çekinmez.

Zeynep ve Ümüş hapishanede de hep birliktedirler. Birbirinden ayrılmaz ikilidirler. Kartal hapishanesinde, ondan sonraki Bayrampaşa hastanesi sürecinde de birliktelikleri sürer. Birbirinden hiç ayrılmazlar.

Zeynep tahliye edildiğinde bedeni ufalmış, rengi solmuş ama gözleri ışıl ışldır. Neşeli, şakacıdır yine... Hastaneden Armutlu'ya onları taşıyan ambulanstan sedyeyle indirilirken başlar slogana, Hoşgeldin ölüm, merhaba zafer!" Ümüş’le birlikte atarlar bu sloganı. Tahliye olduktan sonraki 1-2 günü Ümüş'le birlikte ailesinin evinde geçirir. Daha sonra Armutlu'daki direniş evlerine geçerler..

Düşmanın hastanedeki yoğun kuşatmasından sonra Armutlu'ya gelmek canlandırmıştır Zeynep'i..       Konuşmayı sever. Ziyaretçilerle, refakatçilerle konuşur, anlatır bol bol... Bazen gülmekten kırar geçirir bazen ağlatır... Tam da bugünlerde yurtdışında, tecriti protesto etmek, süren ölüm orucu direnişine destek vermek amacıyla Almanya'da kendisini yakarak şehit düşen Kazım Gülbağ'ın haberi gelir. Bir dönem örgütsel ilişkilerin dışında kalan, bu nedenle evlilik ilişkisini kopardığı Kazım Gülbağ'ın feda eylemi onun için bir moral ve güç kaynağı olur. Öncesinde üzüldüğü, "Acaba kendi adıma neyi eksik bıraktım, neyi yapmadım da böyle bir duruma düştü" dediği eşinin feda eylemiyle yaptığı özeleştirisi, hareketin , "şehidimizdir" demesi bir yanıyla da bu üzüntüden sıyrılmasına, duyduğu sevginin yeniden canlanmasına ve gurura dönüşür.

Zeynep'lerin tahliye oldukları günlerde, tutsak düşmeden önce aynı ekipte yeraldığı, birlikte savaştığı yoldaşlarından biri de ölüm orucunda zorla müdahaleyle gazimiz olmuş, tahliye edilmişti. Gazimiz ilk defa Armutlu'ya gelecek direnişçileri ziyaret edecektir. Son 3-4 yılı hayal meyal, o da sadece belli olayları hatırlamaktadır. Belli isimler aklında kalmıştır. Bunlardan biri de Zeynep'tir. Zeynep komutanıdır, aynı birlikte savaşmış, tutsak düşmüşler, aynı ekipte ölüm orucu direnişçisi olmuşlardır. Gazimiz daha hastane günlerinde kafasına yerleştirmiştir, ölüm orucunda olan direnişçilere sarı ve kırmızı karanfiller götürecektir. Özellikle de yüzünü tam olarak hatırlayamadığı  ama ismi hafızasından çıkmayan Zeynep'e bir demet sarı-kırmızı karanfil verecektir. Gazimizin ellerinde karanfilleriyle güçlükle yürüyerek Zeynep’i ziyareti ilk karşılaşmaları, kucaklaşmaları duygusal anlar yaşatır herkese. Hemen ardından gazimizin, "Yahu sen sarışın değil miydin" demesi ise o duygusal atmosferin dağılmasına, gülmelere neden olur. Zira gazimiz Zeynep'in tutsak düşmeden önceki makyajlı-sarışın halini hatırlamaktadır.

Zeynep'in Armutlu'daki son günlerinde hep yanında olan refakatçilerinden bir yoldaşı onu şöyle anlatıyor;

"Zeynep, direnişi bıraktırmak isteyen ablasının, ailesinin anlattıklarını sabırla dinler, sonra da onlara neden bırakmayacağını anlatırdı. Ama ne ailesi, ne de Zeynep abla birbirlerini ikna edemediler. Ve bu durum hemen hemen şehitliğine bir hafta-on gün kalana kadar sürdü. Böyle "ikna" zamanlarında sabrı bir tarafa bırakıp kızdığı, sert çıktığı da olurdu. Öfkesi, zaten tanıyan bilir bıçak gibi keskindir. Öfkelendiğinde gözleri alev alev olurdu. İnsan doğallığında gözlerine bakamaz, gözlerini kaçırırdı. Bir de otoriter sesi... Minyon tipinden beklenmeyecek ya da düşünülemeyecek kadar otoriter, disiplinliydi. Bu hali kimi vakit öfke olarak patlardı..

Ümüş abla ile Zeynep abla arasındaki ilişki çok farklıydı. Yoldaşlık, kardeşlik, arkadaşlık, sırdaşlık ilişkisiydi... Ümüş ablanın şehit düştüğü haberini verip-vermeme konusunda ilk başta tereddüt ettik. Ani bir etkilenme olsun istememiştik. Ama sonra bunun anlamsız olacağını düşünüp açıkladık, Ümüş ablanın şehit düştüğünü. Ki zaten hissetmişti, sorular soruyor, öğrenmeye çalışıyordu. Ümüş ablanın şehitliğinden sonra koşusunu da hızlandırdı zaten.

Ümüş ablanın cenazesinde, polis cenazeyi Adli Tıp'a götürmek için ambulansa bindirilirken kitleye saldırmıştı. Bu saldırıdan sonra polis Armutlu'ya yığınak yapmıştı. Gergin bir hava vardı. Operasyon bekliyorduk. Ki polis de hazırlığını yapıyordu, operasyon havasındaydı.

Saldırı ve ortamın gerginliği ve operasyon beklentisinden dolayı hemen direniş evinin içinde pencerelere vb. yerlere barikat örmeye başladık. Bu arada Zeynep abla tekerlekli sandalyesiyle evin balkonuna çıkmış ve gerekli hazırlığını yapmıştı. Saldırı olduğu taktirde feda eylemi yapacaktı.

Biz evin içine kurduğumuz barikatları sağlamlaştırıyoruz. Barikat yapılmayan sadece evin ana giriş kapısı kalmıştı.

Aileler operasyon başladığında feda eylemi yapılacağını tahmin ettikleri için evin önünden gitmek istemiyorlardı... Zeynep abla bir ara evin balkonundan annesine dönerek "Anne" dedi "saldırı başlarsa burada kendimi yakacağım, buna ne sen ne de bir başkası engel olamayacaksınız. Bana engel olmak istersen de seni de kendimle birlikte yakarım. Madem benim, bizim burada kendimizi yakmamızı istemiyorsanız, o halde burada bizim önümüzde duracağınıza gidin o katil ve işkenceci sürüsünün önünde böyle durun" dedi. Zeynep ablanın bu konuşmasından sonra anneler evin önünden ayrılıp gittiler..

Zeynep abla 300'lü günleri geçmişti. İhtiyaçlarını tek başına göremiyordu ve yatalak durumdaydı. Mesela çok acı çekiyordu, ama bir gün bir an olsun şikayetlendiğini görmedim-duymadım. Müthiş bir direnci vardı. Onca şeye rağmen bilincini açık tutmak için olağanüstü çaba sarfediyordu.

Şehitliğinden 7-8 saat öncesinde hala bilinci yerindeydi ve günlük olarak yaptığı şeyleri refakatçisinin yardımıyla yapmaya çalışıyordu. Salona çıkarmıştık, hafızası zaman zaman gidip geliyordu. Konuşmakta zorlanıyordu. Ama o yine de sohbetleri dinliyor ve katılmaya çalışıyordu. Oysaki durumu epeyce ağırlaşmıştı ama o son anına kadar direncini korumaya çalışıyordu ve böyle da yaptı...

Akşam saatleriydi, saat 20.00’de odasına aldık. Ne tesadüf yatağında yatarken, duvarda asılı olan Zehra'nın resmi yerinden çıkıyor ve sanki özellikle yerleştirilmiş gibi başının yanına düşüyor. Şimdi yan yana yatıyor Zehra ve Zeynep iki Dev-Genç'li...

Yatağına uzandıktan kısa bir süre sonra durumu iyice kötüleşmeye başlamıştı...

Konuşmaya çalışıyordu, ama ancak çok zorlanarak konuşuyordu...

Son isteği çok sevdiği "Huma kuşu" türküsünü dinletmemizi istedi. Bir de birlikte, aynı ekipte savaştığı, direnişe yattığı gazimizin yanına gelmesini istemişti. Her ikisini de yapmıştık. Türküyü dinledikten kısa bir süre sonra komaya girdi. Son nefesini de sabaha karşı 04.00 sularında verip şehit düştü...

Zeynep, devrimci yaşamıyla, direnişiyle, ölümüyle hep etkiledi insanları. Hep doğaldı. Göreviyle bütünleşir, kendini katarak, yüreğini, beynini, hünerini katarak yapardı üstlendiği görevi. Oynadığı bir tiyatro ya da halkın adeleti olup, halk düşmanlarından hesap sorduğu silahlı bir eylem veya bir sağlıkçı olarak yoldaşlarıyla şefkatle ilgilenmesi... Hep aynı istekle, aynı görev bilinciyle, kendini katarak yaptığı işlerdi. Direnişi ve şehitliği de böyle oldu. Doğallığından hiç bir şey yitirmedi. Sevdiği türkülerle ölümle kucaklaştı... Anısı önünde saygıyla eğiliyorum...

 

Geri