Zeliha GÜDENOĞLU'nu Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Yoldaşları Anlatıyor:

ONURUMUZ, GURURUMUZ, Kavgaya Sevdalı Zelişimiz:

 

Tanıdığım, sevdiğim bir insanı mücadele içinde kısa bir sürede şehit vermenin hüznü olsa da, O'nu tanımaktan onur duyuyorum. Zeliha, tertemiz bir insan. Zeliş, devrimci saflığa sahip insan güzeli kardeşimiz.

Canlılığı, hareketliliği, pırıl pırıl yanan gözleriyle büromuzun yaramaz çocuğuydu. Yerinde duramazdı. Mutlaka O'nu bir şeylerle uğraşırken, birileriyle konuşurken görürdük. Aynı coşku ve heyecanı arkadaşlarına taşımasını, onlarla paylaşmasını bilirdi. Aldığı görevi en ince ayrıntılarına kadar düşünerek, bununla yetinmeyip ağabeylerinin, ablalarının görüşlerine başvururdu. Bir çalışmasına tanık olmuştum. DLMK olarak Konya Özgür-Der'in açılışında tiyatroda görevliydi. Biryandan derneğe gidip hazırlıklara yardımcı olmaya çalışırken, diğer yandan çalışabileceği bir arkadaşını bulsa bir köşede prova yaparken bulurduk onu. Açılış günü gelmişti. Çok heyecanlıydı. “Hata yapmayalım”,”N'olur güzel olsun” diyerek arkadaşlarıyla konuşuyor, onları motive etmeye çalışıyordu. Ölüm orucundan başlayarak zaferle sonuçlanan, müzik ve hareketlerle tamamlanmış çok güzel bir tiyatro sergilemişlerdi. Konya'dan, Ereğli'den, Niğde'den, Ankara'dan oluşan izleyiciler uzunca bir alkışla beğenilerini sunmuşlardı. Parlayan gözleriyle yanımıza geldi. “Gerçekten güzel miydi abla?” dedi ve sarıldı.

Bütün güzelliği yüzüne yansıyan, yaşı küçük, yüreği büyük kardeşimiz. Son gördüğüm günü ve söylediklerini hiç unutamıyorum. Mutfakta bulaşık yıkıyordu. Beni görünce işini bırakıp hemen sarıldı. Bir yandan sorular soruyor, bir yandan yaşadığı olayları anlatıyordu. “Sen ne yapıyorsun” diye sordum. “Evdeyim okula gidip geliyorum, artık büroya gitmiyorum” dedi. Gözlerime baktı ve “beklemedeyim abla” dedi. Ama evde biraz sıkılıyorum. Pek kimseyi göremiyorum. Bir de şu üç canavar yok mu, bazen başımı ağrıtıyorlar. Arkadaşlarla kalırken gürültü yapan yoktu. 24 saat birlikte olup herşeyi konuşuyorduk. Özledim, biran önce gitmek için sabırsızlanıyorum”. Ailesini de çok seviyordu ama inançları, umutları için kavganın içinde, elde silah savaşmakta tereddüt etmemişti. Babasıyla vedalaşmamıştı, engel olmaya çalışabilir düşüncesiyle. Giderken annesine; “Hepinizi çok seviyorum ama mücadelemi daha çok” der.

Dağlara sevdalı Zeliha'mız, sevdalısına kavuşmuştur. Öğrendik ki birliğin “küçük kızı” kararlılığı, azmiyle büyümeyi başarmış. Çok sevdiği insanların safları terk edişine, ihanetine tanık oldu. Onlara emek vermekten, el uzatmaktan kaçınmamıştı ama savaştı bu.

Savaş gerçekliğini biliyordu. Yenilgiler karşısında yılmamayı öğrenmişti. Ve elde silah halk düşmanlarına kurşun sıkarken yoldaşlarını korumayı partiye olan sadakatini ölümüyle bir kez daha gösterdi.

Sen dağların güzeli, sen bozkırın onuru, Konya'nın sevgili fidanı Zeliş. Yaşın küçük olduğu için sana böyle derdik ya, senden öğreneceğimiz, seni anlatacağımız çok şeyler var. Seninle aynı topraklarda büyümenin, seni tanımanın sevinci var yüreklerimizde. İhanetlere verilecek en güzel yanıt oldu yaşamın ve ölümün. Yüzünü zalimler parçalasa da, annenin dediği gibi; bembeyaz yüzün ve bütün güzelliğinle gülümseyişinin eksilmediğini görüyoruz. Bebelerimiz senin adını aldı şimdiden. Verimli topraklarımıza bıraktığın mirası yeni Zelihalar omuzlayacak. Seni unutmayacak, unutturmayacağız! Onurumuz, gururumuz, kavgaya sevdalı ZELİHAMIZ...

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

“Konya'dan Tokat Dağlarına”

 

Zeliha devrimcilerle ilk defa ablası cezaevindeyken tanışmıştı. Devrimcileri anlamaya çalışan, onları çok seven ama tam olarak anlamakta güçlük çeken bir ortaokul öğrencisiydi.

Daha sonraları Konya Mücadele Gazetesi bürosuna gelmeye başladı. Okuldan artan zamanlarda düzenli olarak büroya yardımcı oluyordu. Okuldaki, mahalledeki bütün arkadaşlarına büroyu, büroda çalışanları anlatıyordu. İlk başlarda sadece büro işlerine yardımcı olmaya çalışırken, yavaş yavaş kendine olan güveni arttı. Bu arada gazetemizi ve diğer yayınlarımızı düzenli olarak okumaya başladı. Kendi deyişiyle de “SANDİNO'NUN KIZLARI”nı okuyunca da bu güveni daha da pekişti. Dünyaya bakışı değişti.

Ortaokulu bitirdiği yaz Konya Özgür-Der kuruluş çalışmalarına aktif olarak katılmış, çalışmalarımızı değişik alanlara yaymamıza yardımcı olmuştu. Artık Zeliha her şeyiyle örgütlü mücadeleye hazırdı.

Liseye başlarken Konya'daki Liseli Dev-Genç ve DLMK örgütlenmesinin yöneticileri arasında yer alıyordu. Bundan sonra adım adım liseli gençliğin mücadelesini Konya'da yaygınlaştırmak için sürekli çalıştı ve önüne çıkan bütün zorlukları kararlılığı ve yoldaşlarına olan güveniyle aştı. Tayyar Turhan SAYAR'ın Balgat'ta polis tarafından katledilmesinden sonra mezarı başında yapılan anmadan sonra ilk defa gözaltına alındı. İlk gözaltısı olmasına rağmen tam bir direniş gösterdi. Ve düşmanı daha yakından tanıdı. Zeliha gün geçtikçe kabına sığmıyor ve hızla gelişiyordu.

Örgütlü mücadele içinde yer aldığı '91 yazından 6 ay kadar sonra farklı bir alanda görev alabileceği ve büyük ihtimalle illegal faaliyetler alanında yer alacağı kendisine iletildiğinde coşkusu görülmeye değerdi. O ilk konuşulduğu andan itibaren yurdunun dağlarında gerilla olmak istediğini belirtiyordu. Ve biran önce Kır gerillası faaliyetleri içinde yer almak için sabırsızlanıyordu.

Sonunda birçok devrimciye göre kısa sayılabilecek devrimci yaşamında hızla gelişti ve sevdalısı olduğu dağlarda halkımızın kurtuluşu için kendi yaşamını ortaya koymuştu. Coşkusu, ataklığı, insan sevgisi ile yüklü yüreğinde esas olarak hareketine ve yoldaşlarına olan güveni taşıyordu ve bu güveni hiçbir zaman sarsılmadı. Konya'dan Tokat Dağlarına uzanan yaşamında pırıl pırıl bir örnek olarak şehitlerimiz arasına katıldı. Seni unutmayacak, unutturmayacağız...

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

YOLU YOLUMUZ OLACAK

 

Bir yoldaşımızın şehit düştüğünü öğrendiğimizde hepimiz üzülürüz. Bu savaşta ölmek, öldürmek kaçınılmazdır. Bunu biliriz. Bedelini öderiz, gelecek günler için.

Ama tanıdığımız, konuşup dertleştiğimiz, birçok şeyi paylaştığımız bir yoldaşımız şehit düşerse hissettiklerimiz biraz farklı olur. Onunla ne paylaştıysak, neler konuştuysak bir bir gözümüzün önüne gelir. Düşmana olan kinimiz daha bir artar.

Zeliha'yı tanıdığımda ortaokula gidiyordu. Mücadele Gazetesi bürosuna gelip giderdi. Gözleri çakmak çakmak, tatlımı tatlı bir gülüşü vardı. Liseye başladı. Mücadeleye daha aktif katılıyordu artık. DLMK'da çalıştığı sürece hep bir şeyler yapmak için çırpınırdı. Verilen ve anlatılan her şeyi anlamaya ve istenildiği şekilde yapmaya çalışırdı. Devrimci Gençlik bürosunun açılmasında çok emeği geçmişti.

Tayyar Turhan'ın cenaze dönüşünde gözaltına alındılar. Zeliha ilk gözaltına alınmasına rağmen çok rahat ve kendinden emindi. Gözaltında bulundukları sürece sürekli marşlar ve türküler söyledi, açlık grevine gittiler. Savcılığa çıkartılırken yüzünde ifade vermemenin sevinci vardı. Onlara gülümseyerek bakıyor, başardım diyordu. Sonra o başka bir tarafa gitmişti. Uzun bir süre görüşemediler. Ama haber alıyordu ondan. Dediler ki “Zeliha mücadeleyi bırakmış...” ama o durumu anlamıştı. Zeliha istediği yere kavuşacaktı.

Sonra tekrar karşılaştılar. Karşılaşmanın şaşkınlığı mutluluğa çevrilmişti. Nasıl şaşırmasın ki, o nazlı, birazcık şımarık Zeliş gitmiş, yerine olgun, nasıl hareket etmesini, ne konuşması gerektiğini bilen Zeliş gelmişti. Kaldığı süreci kendisi için çok iyi değerlendirmiş, hesaplaşmasını yapmış, artık tamamen netleşmişti. Harekete, yoldaşlarına bağlılığı daha da artmıştı.

Hala yerinde duramıyor, bir şeyler yapmak için, yeni şeyler öğrenmek için ve öğretmek için çırpınıyordu.

Yaşamı güzelleştiren, neşeli ama bir o kadar da düzenden nefret eden biriydi Zeliha. Şehitlerinin adı geçtiği zamanlarda düşmana olan kini bir kat daha artıyordu.

Gün geçti devran döndü. Zeliha'nın Tokat'ta iki yoldaşıyla birlikte çatışarak şehit düştüğünü öğrendi. O an ayağının altından toprağın kaydığını hissetti.  Bu şerefsiz düzene duyduğu kin daha da arttı.  Savaş acımasız savaşta şimdi onlar, yüzler, yakında binlerce yoldaş kaybedilecek. Bu bilinçle hareket edip onlara layık olmalıydı.

Gün gelecek bu düzen yaptıklarının hesabını verecek. Bunun hesabı bir gün, ama bir gün mutlaka sorulacak.

Sen rahat uyu Zeliha yoldaş...

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

Zeliha Güdenoğlu'nun Anısına:

 

Kavga insanı büyütüyor denilir ya hep, o bunun en yakınında tanık olmuştu. Kavganın büyüttüğü, olgunlaştırdığı biriydi Zeliha.

Zeliha, tanıdıkça, öğrendikçe içten bir sevgiyle sevdi devrimcileri. Kitap okumayı pek sevmezdi ama ona arkadaşlarının okumak için verdiği ölüm orucu şehitlerini anlatan kitabı bir çırpıda okumuştu ve kitaptan çok etkilenmişti.

Evde kızların en küçüğüydü Zeliha. Bu nedenle biraz şımartılmıştı. Ama kavganın içinde o şımarıklığı yerini coşkuya, yerinde durmazlığa bırakmıştı. Elinde, avucunda ne varsa mücadeleye vermek isteyen, yoldaşlarını göremediğinde “Ya bir şey olduysa” diye onlar için endişelenen ve tercih yapması gerektiğinde çok sevdiği ailesine “siz zararlı çıkarsınız” diyebilen inançlı bir genç kız olmuştu. “Bana 3 yıl lise okutmazsınız inşallah” diye takılıyor ve ekliyordu “Vallahi ben gerillaya gideceğim, sen daktilonun başında otur” diye.

“Sevmeliyiz ama hakedenleri” derdi. Yaşamı seviyordu, insanları seviyordu Zeliha. Kavganın içinde anlamını buldu, gelişti ondaki bu sevgi. Daha sonra anladı ki, Zeliha gerçekten hakkını vermişti öğrendiklerinin, kendisine harcanan emeğin... Mücadelenin içinde tanıyıp saygı duyduğu, sevdiği insan yozlaşıp çürüdüğünde onu eskiden çok sevmesine rağmen doğru olanı yapmış, o birliğini terkedip hainleşirken Zeliha düşmana kurşun sıkmıştı.

Bir yoldaşı, Zeliha'yı son gördüğünde bir müddet beklemeden sonra yeni görevler almak için onlardan ayrılmak üzereydi. Zeliha'ya “hazırsan arkadaşlar bekliyor” dediğinde, “sen ne diyorsun. Ben hep hazırım” diye yanıt vermişti. Sevincini her hareketiyle yansıtıyordu çevresine.

Zeliha istenilince neler yapılabileceğini, olmaz, aşılmaz denilenlerin olacağını, aşılacağını gösteriyordu...

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

«Aradığı mutluluğu, huzuru kavgada buldu...»

 

Zeliha ortaokul son sınıftayken devrimcilerle tanıştı. Okula ara verdiği için arkadaşlarından yaşça büyüktü. 16 yaşındaydı. Yine de hemen hemen tüm sınıf arkadaşları tarafından seviliyordu. Neşeli, şen bir yapısı vardı. Aklından geçeni hemen söylerdi. Düşündüklerini saklayamazdı.

Görev almadan önce bir müddet beklemeye çekilmişti. Çevresine, arkadaşlarına “derslerim kötülediği için pek ilgilenmiyorum” diyordu. Bu sırada lise 1.sınıfa gidiyordu. Bir akşam '80 öncesi devrimci olan biri onlara misafirliğe gelmiş. Evde annesi, babası ve Zeliha varmış. Misafirliğe gelen kişi sohbet sırasında devrimci hareket hakkında ileri geri konuşmaya başlamış. Zeliha dayanamayıp “Bana bak ablamlar yok diye meydanı boş buldun sen galiba. Bırakmış olabilirim ama kimsenin benim evimde Devrimci Sol'a laf söylemesine izin vermem. Ya sus ya da çek git” deyip adamı kovmuş. Bu olaydan sonra babası Zeliha'nın mücadeleyi bıraktım dediğine inanmadığını söylemeye başladı. Çünkü Zeliha o gün adamı bir dövmediği kalmış.

İlk zamanlar bazen okuldan kaçıp Mücadele Gazetesine geliyordu. Ama fazla kalmıyordu. Yalnız kendisi gelmiyor, tanıdığı herkesi de getiriyordu beraberinde...

Zeliha'nın hiç bir zaman okuyup doktor, mühendis olmak gibi bir hayali olmadı. Ortaokula iki yıl ara vermişti. O mutlu, huzurlu bir yaşam istiyordu. Kariyer peşinde değildi. Aradığı mutluluğu, huzuru kavgada buldu... Mücadele Gazetesine gidip oradakilerle konuşurken her şeyi unutuyorum, orası, oradaki ilişkiler, arkadaşlar bambaşka diyordu.

Ölüm Orucu şehitlerimizi anmak için piknik düzenlemişlerdi. Zeliha'nın ilk katıldığı etkinlikleriydi. Piknikte kitap vs. hediyeli çekiliş yapılacaktı. Zeliha piknik için kendisinin de katkısı olsun istiyordu. Okulda vitray öğrenmişti. Bir gece önce çekilişe hediye olarak konmak üzere vitray madenci resimleri yapmıştı.

Dıştan çocuksu, gamsız, neşeli, biraz ürkek, çekingen görünürdü ama cesurdu Zeliha... Bir şeyin yapılması gerektiği noktasında ikna olunca sonucu ne olursa olsun yapardı, yeter ki doğru yaptığına inansın.

16-17 Nisan Çiftehavuzlar direnişinden çok etkilenmişti. Özellikle de Sabo ve Eda'nın polislere meydan okumaları “lağım fareleri” deyimi çok hoşuna gitmişti.

Daha yeni yeni Mücadele Gazetesine geldiği sıralarda Kasım '92'de bazı arkadaşlarının gözaltına alınmasını protesto etmek için gazete bürosunda basın açıklaması yapacaktılar. Açıklamaya annesiyle Zeliha da gelmişti. Basın açıklaması sırasında polis büroyu bastı ve onları gözaltına alacaktı. Birbirlerine kenetlenip çıkmayacaklarını söylediler. O zaman döverek gözaltına almaya başladılar. Bu arada Zeliha kendilerini döven polislerin üzerine atlamış, gömleklerini çekiştiriyordu, bağırıyordu, “bırakın ablamı lağım fareleri” polis onu küçük bulup gözaltına almamıştı. Zeliha buna çok bozulmuştu.

Yaşam doluydu Zeliha. Kahkahalarla gülmeyi, şarkılarını söylemeyi, arkadaşlarını severdi. Yaşamayı severdi. Yaşamı kavganın içinde daha çok sevdiğini gördüm. Çabuk öğreniyordu. Liseye başladığında DLMK içerisinde sorumlu olarak görev aldı.

İnsanlara çabucak ısınır, güvenirdi. Ama tercih yapması gerektiğinde dostluklar, ahbaplıklar değil, kavganın ilk sırayı aldığını gösterdi.

19-20 Nisan 1994'de evden ayrıldı, 20 Nisan '95'te çatışarak şehit düştü. Onunla aynı saflarda olmaktan gurur duyuyorum.

 

***

 

Bir yoldaşı Zeliha'yı anlatıyor

“Zafer gününde bizimle olacak”

 

Zeliha'yı ilk tanıdığımda, 1992 yılı baharıydı.

Ablası da bizimle aynı davadan tutuklu olduğundan, sık sık cezaevinde ziyarete gelirdi. Devrimcilere karşı büyük bir sevgisi olan ama henüz yaşamında devrimciliği tanımamış bir ortaokul öğrencisiydi. Görüşe geldiğinde bizleri anlamaya çalışır, nasıl insanlar olduğumuzu kavramak için çaba sarf ederdi. Bizleri gerçek anlamda tanıması da zaten aynı yılın Ekim ayından sonra oldu.

Artık Mücadele gazetesinin Konya bürosuna sürekli geliyor, büronun her işini küçük-büyük demeden elinden geldiğikadar yapmaya çalışıyordu. Mücadele onun için günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası olmuştu. Okuldan kalan boş zamanlarının neredeyse tamamını Mü-cadele'degeçiriyor, deyim yerindeyse “iki eli kanda olsa bile” her gün mutlaka gazeteye uğruyordu. Bu süreç devrimcileri tanıması, devrimciliği kavraması açısından Zeliha'da adım adım gözlediğimiz ve olumluya giden bir süreçti. Aynı günlerde Ölüm Orucu şehitleri anısına birpiknik yapacaktık ve Zeliha'ya da görev verdik.

Zeliha piknikte yapılan anma programında marş söyleyen koronun içinde görev aldı. Ayrıca üzerinde Apo, Fatih, Hasan ve Haydar'ın resimlerinin bulunduğu “Ölüm Orucu Şehitleri Ölümsüzdür” pankartını taşıyan iki kişiden biri oldu.O piknikten sonra giderek kendine güveni arttı. Daha fazla koşturmaya, okuldan,çevresinden bulabildiği herkese kavgamızın haklılığını anlatmaya çalıştı.Belki kavgamıza katkısı olur umuduyla aklına gelen her arkadaşıyla bizleri tanıştırmak için adeta yarıştı.1993 Haziran'ından sonra görüşmedik.

Ölüm Orucu şehitlerinin pankartını taşımanın onun ilk görevi olduğunu biliyordum,sonuncusu olmadığını da bir kır gerillası olarak Tokat'ta yoldaşlarıyla beraber şehit düştüğünde öğrendim.Zeliha her zamanki sevecenliği ve ataklığı ile girdiği kavgada kısa sürede savaşçı olmuş ve tüm diğer kahraman şehitlerimiz gibi zaferimizin harcım kanıyla karmıştı.Devrimciliğe başladığında yanımızda,yanıbaşımızdaydı. Zafer günü de bizimle olacak...

 

(Bu anlatım 29 Nisan 1995 tarihli Kurtuluş Dergisinin 13. sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

«Tokat toprakları, üç tohum düştü üzerine...»

 

İki yoldaşıyla birlikte bozkırın coşkun kızı dağlara gelin gitmişti. Haberi gazeteden okudu. Zeliha'yı düşünmek, anlatmak,  hem kardeşi hem yoldaşı olarak onu gururlandırıyordu. Ve kinini artırıyordu.

Zeliha'yı anlat denildiğinde ilk olarak coşkusu, yerinde durmazlığı geliyordu aklına. 17 yaşın verdiği heyecana, kıpır kıpırlığa sahipti. Zeliha bu, heyecanı, kavganın içinde öğrendikçe yerini devrimci coşkuya, görevini yerine getirmek için titiz çalışmaya bırakmıştı.

İlk seminerini hatırladı Zeliha'nın. Şube tavrı üzerineydi semineri. Araştırmış, bir yazı çıkarmıştı. Ama seminer sırasında öyle heyecanlıydı ki, iki cümle söylemişti, “inandıkların, sevdiklerin, yoldaşların ve örgütün için direneceksin başka yolu yok.” Eğer bu doğru deniliyorsa fazla izaha gerek yoktu Zeliha için. Doğruyu yapacaksın. Daha sonra Tayyar Turhan Sayar'ın cenazesinde gözaltına alındıklarında tekrarlamıştı bu cümleyi. “Abla, eğer beni götürürlerse, onurum, sevdiklerim için direneceğim, Tayyar abi için direneceğim.” Onun yaşının küçük olmasını kullanmak amacıyla onlardan ayırdıklarında sesinin yettiği kadar bağırarak türküler, marşlar söylemiş onlara ulaşmıştı. Zeliha'yla kavganın içinde kısacık bir zaman paylaştık. Bu süre içerisinde defalarca şaşırtmıştı Zeliha.

Hareketin kararı gereği beklerken, bir gün gazeteyi eve geç götürmüştü. Zeliha buna öyle kızmıştı ki, “ne hakkın var, beni gazetemizden uzak, habersiz bırakmaya” derken gözleri çakmak çakmak olmuştu.

İnsanları, kardeşlerini, ailesini çok seviyordu Zeliha. Bu yüzden tereddütsüz girdi kavgaya. Mücadeleyle ilk tanıştığı günlerde “Direniş, Ölüm, Yaşam” adlı kitabı okumuştu. Abdullah Meral'den çok etkilenmişti. “Beni o örgütledi, o da kızını çok seviyordu ve onun için ölüyor” demişti. Onları, ailesini çok sevdiği için, sevdiklerinin özgür, yaşanası bir dünyada yaşaması için kavgayı seçmişti Zeliha.

Duran, Suat, Zeliha...

Tokat toprakları; Üç tohum düştü üzerine, daha gür açsın çiçeklerin diye, 18'inde bir yürek... Gayri, Tokat dağları, Konya ovasının Zeliş'inin gözlerinin yeşiliyle bezensin...

Öyle bir onur bıraktın ki, bozkırın ilk bayan şehidi oldun. Savaşarak şehit düştü Zeliha, hep imrendiği, örnek aldığı Esma gibi...

Bekle Tokat dağları! Bu topraklar bereketlidir. Yeşil yeşil bakan daha nice Zeliş'ler gelecek sana...

 

Geri