Zeki ÖZTÜRK'ü Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

“Daima büyük düşünürdü”

 

4 Eylül 1976'da Adliye'de davası olan CHP Gençlik Kolları'ndan insanlara, faşistler saldırdı. Adliye önünde başlayan çatışma, Elazığ'ın birçok kesimine yayıldı. Ülkü Ocakları Başkanı'nın çatışmada ölmesini bahane eden faşistler, alevi, ilerici-demokrat halka katliam girişiminde bulundular. Onlarca dükkan ve işlerini yakıp yağmaladılar. Ancak, Dev-Genç'liler ve halkın silahla karşı koymaları sayesinde başarıya ulaşamadılar. Faşistlerin saldırısında, Adliye'nin yanında bulunan Zeki'nin babasının emlak bürosu da zarar gördü. Bu olaydan sonra ailesi Fevzi Çakmak Mahallesi'ne taşındı. Zeki burada Dev-Genç'lilerle ilişki kurdu. Kısa sürede militan bir Dev-Genç'li oldu. Birçok silahlı-silahsız eylemde yeraldı. 1978'de Antep Eğitim Fakültesi'ne kayıt yaptırdı. Kısa süre Antep'de Dev-Genç örgütlenmesi içinde yeraldı. Tekrar Elazığ'a döndü. Maraş katliamının ardından ilan edilen sıkıyönetim ile birlikte aranır duruma düştü.

O artık profesyonel bir devrimciydi. Malatya'da görevlendirildi. Şehit düştüğü 26 Aralık 1979 tarihine kadar, Malatya'da faaliyet yürüttü. Maraş katliamının birinci yıldönümünde eylem hazırlığı içindeyken elindeki bombanın patlaması sonucu şehit düştü.

Zeki'nin ailesinin ekonomik durumu iyiydi. Düzen içindeki birçok vaade, olanağa rağmen o halkı için devrimciliği, Devrimci Solculuğu seçti. O dönemde Atatürk Lisesi'nde okuyan devrimci, demokrat öğrencileri, faşist saldırılardan korumakla görevlendirildi. Öğrencilerin okula giriş ve çıkış saatlerinde okul çevresinde, bir ekiple güvenlik aldı, kavgalara, silahlı çatışmalara girdi. Bu fedakarlığı sayesinde tanınan, sevilen bir insan haline geldi. Oportünist ve reformist çevrelere karşı ideolojik mücadele yürütme, hareketimizi sahiplenme anlamında da tanınırdı. Aile çevresinde diğer siyasetlerden insanlar vardı. Onların karalama ve tahrifatlarına "akrabamdır" diye sesiz kalmaz, yanlışlarını ortaya koyardı. İdeolojik olarak da kendisini hızlı bir şekilde ısrarla geliştirmiş, yetkin bir yoldaşımız haline gelmişti. Sürekli okur, tartışır, kendini hep geliştirirdi.

Ufak-tefek vücut yapısına rağmen, çevik-atak bir yoldaşımızdı. Onun bu durumu aramızda espiri konusu olur, O'na çok takılırdık. Özellikle Haydar (Başbağ) bu işin başını çekerdi. Zeki'ye "6. 35 Zeko" adını takmıştı. Ayrıca çok yer değiştirmesinden dolayı, O'na "motorize birlik" de derdik. Birgün Haydar, sık sık yaptığı muzipliklerinden birini yaptı. Bir olayı bahane edip Zeki'nin kafasından aşağı bir kova suyu boşalttı. Bu şakadan sonra Zeki, yarı şaka yarı ciddi birden: "ben artık 6. 38'lik (x) taşımıyorum, büyük silah istiyorum" dedi. Tabii Haydar bunu da "affetmedi." "Ne oldu, hem boyun hem silahın küçük diye kendini kimseye gösteremiyorsun" karşılığını verdi. Ama arkasından Zeki'ye MAT'ı teslim etti. Zeki Elazığ'da kaldığı sürece o MAT'ı kullandı ve her zaman hakkını verdi.

Basitlikleri, kompleksleri yoktu. Hiçbir şeyi sorun etmezdi. İlişkileri her zaman sıcaktı. Daima büyük düşünür, küçük-büyük iş ayrımı yapmadan koştururdu. İstekli ve coşkuluydu. Çünkü istedikten sonra başarılmayacak işin olmadığını bilirdi. Bu inançla yaşadı, bu inançla savaştı ve bu inançla şehit düştü. Arkadan gelenlere büyük ve değerli bir miras bıraktı. Bu mirası sahiplenenlerden biri: yani amcasının oğlu M. Ali Öztürk de 1994 6 Aralık günü Dersim Çaytaşı köyünde dokuz yoldaşıyla birlikte slogan ve marşlarımızla çatışarak şehit düştü.

 

Geri