Zehra
ÖNCÜ'yü Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Bir yoldaşı Zehra ÖNCÜ'yü
(Selvi)'yi anlatıyor:
Diyarbakır'da Sağlık-Sen'in örgütlenmesi
çalışmasında örnek özverilerde bulunarak emekçiliğiyle çalışmalara çok şey
katan yoldaşımızın yaşamdaki neşesi, coşkusu ve kararlılığı, bir de yüzünden
hiç eksik etmediği özellikle o sıcacık gülüşleriyle ayrı bir yeri vardı.
Zorluklarla ve olmazlarla mücadelesindeki ilk zaferini daha mücadelesinin ilk
günlerinde tattı. Diyarbakır'da memur örgütlenmesinin yoğun baskı ve
katliamlarla engellenmeye çalışıldığı ve bu alanda iddialı ve ısrarlı olmanın
bedel ödemeyi göze almayı gerektirdiği koşullarda sendikanın kurulmasında aktif
rol aldı.. Doha yolun başındaydılar ve yapacak çok
şeyleri vardı. Sağlık-Sen'in farkını ortaya koymalıydılar... Öyle de yaptılar...
Kısa süre içerisinde, her şeyi gerilladan bekleyen anlayışların yoğunluğuna
rağmen ortaya koydukları pratik çalışmalarıyla bu zorlu süreçte örgütlenmeyi başarmışlardı.
Kontrgerilla da boş durmuyordu. Yıldırmaya yönelik tehdit ve baskılar
yoldaşımızın işyerine kadar uzanıyordu. Gerillaya ilaç yardımında bulunduğunu
ve yaralıları tedavi ettiğini açığa çıkarmak için, gerilla kılığına dahi
girmişlerdi, fakat yine de başaramamışlardı.
Hem doğası, hem de mesleği gereği insanlara karşı
büyük bir sevgi ve şefkat taşımaktaydı. Bu yönünü, özellikle çalıştığı
bölgesindeki yoksul Kürt halkına büyük bir gayret göstererek taşıyordu.
Tıpkı Eda yoldaş gibi, Selvi
de taşıdığı öfkesini pratiğine dökemiyordu. Onu da tatmin etmiyordu yaptığı iş.
Bunun için de buram buram dağlara tutkunluğunu
geliştiriyordu... O küçücük yüreğinde öylesine bir ateş tutuyordu ki, savaşın
orta yeri için... Dersim için...
Bir süre sonra de Eda yoldaşla birlikte o sevdalısı
oldukları Dersim dağlarına ulaşmışlardı.
Yaşadığı onca zorluğa rağmen, hiç bir zaman
karamsarlığa düşmemiş, karşılaştığı hiç bir engelde de takılıp kalmamıştı. En
zorlu doğa koşullarında ve en acımasız çatışma ortamında dahi güler yüzünün
altındaki coşkusunu dışa vurmaktan ve bunu yoldaşlarıyla paylaşmaktan geri durmadı.
Zehra'yı uykusundan nöbete ya de herhangi bir işe
kaldırmaktan ayrı bir haz alırdık. "Günaydın yoldaş" dediğimizde
gözlerini açmasıyla yalnızca kendisine ait olan, o mahmurlukta da bunu başarabilen
içten gülümsemesiyle verdiği "Günaydın"la çevresine ayrı bir hava
taşıyordu.
Yoldaşlarının ve halkın diş sorununa kadar her türlü
sağlık sorunuyla canla başla uğraştı. Sağlık ekibimizin en yerinde durmaz,
coşku dolu emektarıydı. Bu konuda ayrı bir tecrübe sahibiydi de. Çok iyi bir
"yara" dikiciydi. Bu yönüyle de sürekli ve aranır bir yeri vardı. O,
bu becerilerini diğer hareketlerden yaralı gerillalara da taşıyarak görevini en
mükemmel şekilde yerine getiriyordu.
Eğitim çalışmalarında pratiğin sürekliliğine ayrı
bir tutkusu vardı. Kendisini her koşulda "en iyi atış vaziyeti almaya"
çok iyi hazırlıyordu. Bu çabası onu hızla ve çevik biri haline getirmişti. Ve
bu konuda yoldaşlarla sürekli bir yarış içerisindeydi.
Günlük işlerdeki diğer emekçiliği de örnek alınacak
yönleriyle doludur. Komün işinden güvenliğe, temizlikten ateşin hazırlanmasına
kader göstermiş olduğu gayretindeki gönüllü davranışını sonuna kadar da
etraflaştırarak sürdürdü. Yapılması gereken işler konusunda sürekli bir müdahalesi
ve eleştirileri vardı. Özellikle eleştirileri konusunda yaşama yoğu bir katılım
vardı. Bu katılımına ayrıca bir derviş sabrını da koyarak "geniş" bir
kişilik örneği oluyordu.
5 yoldaşımızla girdiği çatışmada düşmanın üzerine
elinde saklı tuttuğu bombasıyla yürüdüğünü duyduğumda, o küçücük yüreğinin
böylesi bir tarih yaratmış olması ben bir kez daha şaşırtmıştı.
***
Zehra Öncü ve Nejla
Çavumirza'ya
Acılar, halkın yüreğinde açılan bu derin yaralar
sarmakla, ameliyat masalarında keserek-dikerek, serum şişelerini bağlayarak
geçmez bitmez dediniz. Biz tentürdiyot sürdükçe, merhemledikçe yaraları, düşman
acıları deşti daha derinden ve daha da çoğaltarak.
Kökten sökülüp atılması gerekiyordu. Öyle yaptınız.
Her gün bu halkın bağrında her saat bu vatan topraklarında yeni yaralar
çıktıkça, siz hastaneler, ocaklar yetmez bu yaraları kapatmaya dediniz ve
yürüdünüz. Önce hastanede, sendikada alanlarda yürüdünüz. Bir kovalamacaydı
polisle. Siz açtıkça sendika, siz toparladıkça emekçileri alanlara, ağzı
salyalı bir köpek gibi saldırdı size polis. Ama yılmadınız.
Her seferinde biraz daha cesaret ve cüretle çıktınız
kudurmuşların karşısına. Ve siz, çeyizini alıp sevdalısına koşar gibi koştunuz
dağlara. Artık elimizde hem enjektör hem silahınız, bir taraftan yoksul
köylülerin bir taraftan yoldaşlarınızın yaralarını sararken ustalıkla, bir
taraftan vurmaktasınız silahınızla, düşmana yine aynı ustalıkla.
Sevgili Zehra, sevgili Nejla,
siz iki can Amed'in bağrından kopup gelmiştiniz Dersim'e. Küçük bedenlerinizdeki sonsuz inanç, coşku,
kalplerinizin saflığıyla çıkmıştınız yola. O gün birlikte uzun bir yolculukta
benimle yapmıştınız. Uzun diyorum çünkü yüreğinizdeki gerilla sevdası, yoldaş
sevgisi siz yaklaştıkça, siz koştukça bitmiyor, uzuyor yollar adeta.
Yarışıyorsunuz ikiniz. Güneşin kavuran sıcaklığına, kollarınızda çizikler oluşturan
meşe ağaçlarına inat koşuyor, yarışıyorsunuz. Sizi ilk görmem bu. Gerillada
kalıp hiç gitmemeyi isterdim. Ama o anlık gitmem gerekiyordu. Yanınızda olduğum
süre içinde size bakıp ellerinizin, boyunuzun küçük oluşuyla yargılardım sizi.
Oysa bilmezdim ne yangınlara girip, ne aydınlıklar yaratacağınızı. Nasıl dağ
kayalık yürüyüp, nasıl silah taşıyıp, nasıl çatışacak diyordum. Oysa gördüm, çatışmalarda
ne yiğit oluşunuzu. Ve ne yolculuklarda, ne ağır yükler taşıdığınızı.
Duydum yoldaşlar duydum, sonra, komutan olacakmış
Zehra. İki ufak bedende koca dağlar deviriyormuşsunuz. Gelin getirmiştir ya
dağlarımıza. Türküler yakıp halaya durduk gece. Ak duvak takıp, elinize gelin
çiçeği değildi verilen. Haki renginde kaput giyip silahı aldınız elinize.
"Yine savaşçı getirmişsiniz" demişti köylü. Biz getirmemiştik ki. Siz
kendiniz koşup girmiştiniz savaşa. Çınlar hala kulağım. "Sen kalmayacak
mısın?" deyişinizle. Gidin yoldaşlar, dağların karlık gecelerine,
vadilerin heybetine, ormanın kardeşliğine. Gidin, oralarda gece yüreğinizin
ışığına boğulacak. Ben özleminiz, hasretinizle savuracağım bu dağları yüreğimi
inatla. Hoşçakal Eda, hoşçakal
Selvi... Ellerinize sarıldı ellerim. O an biliyordum
artık bu ellerin dağlarımızı utandırmayacağını.
Zehra Öncü'nün Annesi:
Üç yıl hemşirelik yaptı, sonra gerillaya gitti.
Gurur duyuyorum. Onur duyuyorum.
***
Bir yoldaşı anlatıyor: «Pir Sultan'ı yaşatıyorsun bu yüzyılda,
Kürdistan'da.»
Yoldaşım, hepimiz aldık o silahı elimize. Ama sen
bir başka omuzlamıştın. Eda'ya (Necla Çavumirza)
birlikte söz vermiş, birlikte şehit düşecektiniz. Ama yalnız, seni yanına
almadan düşmüştü toprağa Eda. Eda içimizde yaşam bulmuştu hepimizin. Ama senin
içinde bir başka yaşıyordu Eda.
Artık saf coşkulu kalbine Eda'nın tüm güzellikleri
de eklenmişti. Söylenen, yapılması gereken her işe koşuyor, sarılıyorsun.
Komutanına da, diğer yoldaşlarına da aynı değeri veriyorsun. İçinde en ufak bir
isteksizlik bulamıyor insan. Hiçbir şeyde art niyet taşımıyor, sevgiyle
bakıyorsun gözlerime. Yardımseverliğin, yoldaşa bağlılığın, umudun bütün
özelliklerin Anadolu insanımızın saf, temiz özellikleri.
Pir Sultan'ın taze gelinisin sen. Pir Sultan'ı
yaşatıyorsun bu yüzyılda, Kürdistan'da. Anadolunun tüm kadınlarının
umudusun sen Zehra. Pamuk ırgatlarının, tütün, fındık emekçilerinin tüm
emekçiliğini taşıyorsun üstünde.
Demek Dicle sularıyla tanıştın. Şırnak'ın,
Dicle'nin, Nusaybin'in kanayan yarasına tütün bastın demek. Önce Amed'in barut kokan toprağıyla tanıştın demek. Yemiş verip
çocuklarına, ak yazma taktın kadınlarımızın başına, kara bağlamasın diye.
Pir Sultan'ın bülbülünü öttürdün Zehra. Bülbülü öttü
senle Kürdistan'ın mazlum bağrında. Bir insan bu kadar temiz, insancıl olabilir
mi Zehra! Senle oluyor Zehra. Yüz yıllık bencillik saltanatına, soysuzluk
tahtına inat yaşıyor ve savaşıyorsun Pir Sultanca.
***
Bir yoldaşı anlatıyor:
“Zehra'yı
anlatmak sınıf kinini anlatmaktır.”
Zehra'yla ilk gerillaya katılacağı gün tanışmıştık.
Necla Çavumirza yoldaşla birlikte katılacaklardı.
Yolculuk boyunca hep gerillaları soruyorlardı. İkisi de gerillaya gittiğinde
yabancılık çekmek istemiyorlardı. Ondan dolayı gerillanın yaşamını, giyimini,
silahlarını, davranışlarını en ince ayrıntısına kadar her şeyi soruyorlardı.
Zehra gerillaya katıldıktan kısa bir süre sonra
köylülerin sevgisini kazanmıştı. O köylülerle sohbet ediyor. Hasta olan
köylüleri tedavi edip onların sorunlarına çözüm arıyordu. Köylülerin sağlık
kontrollerinde her zaman Zehra vardı. Hiç bitmek tükenmek bilmeyen bir
enerjiyle çalışırdı. Her zaman güleryüzlüydü. Uykudan
kalkarken bile yüzündeki gülümseme hiç eksik olmazdı. Çocuklar Zehra'yı gördüklerinde
"Selvi abla gelmiş" diyerek hemen Zehra'nın
yanına koşarlardı. Zehra'dan öğrendikleri sloganlarla gerillaları uğurlarlardı.
Bir gün ilaçlarımız azalmıştı. Ağrı kesici olarak
yalnızca bir tane Apranax hapımız kalmıştı. Yaşlı bir
ana gelip hasta olduğunu söylediğinde Zehra kalan son hapımızı da çıkarıp bu
anaya vermişti.
Zehra kadın yoldaşları küçümseyenlere çok kızardı.
Hemen uyarır omu ikna etmek için tartışmaya girerdi. Her davranışında
yoldaşlarına olan bağlılığı görülürdü. Yoldaşlarının yaralarını sarar, tedavi
etmek için elinden geleni yapardı.
Gittiğimiz her köyde köylüler hemen Zehra'yı
ararlardı. Zehra yanımızda olmayınca ona selam söylerlerdi.
25 Haziran 1995'te çatışmaya girdiklerinde Zehra son
mermisine kadar çatışmış, düşmanın teslim olun seslerine "Asıl siz teslim
olun", "Yaşasın DHKP-C" diyerek cevap veriyormuş. Bütün yoldaşları
şehit düşüp mermisi bittikten sonra elinde kalan son silahı olan el bombasının
pimini çekmiş ve düşmana teslim olacağını söylemiş. Elindeki el bombasını
gizleyerek düşmanın yanına yaklaştığında düşman subayının üzerine atılmış ve
elinde sakladığı el bombasını patlatarak düşman subayını ve bir askeri daha
öldürmüş. Düşmana son darbesini vurmuştu.
Zehra'yı anlatmak fedakârlığı, özveriyi, harekete
bağlılığı, sınıf kinini anlatmaktır.
Zehra'yı tanımak halk sevgisini, yoldaş sevgisini,
vatan sevgisini kavramaktır. Mütevaziliği, sabırlı
olmayı, emekçi olabilmeyi görmek ve yaşamaktır.