Yusuf
Aracı'yı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Kör hücrelerde Yusuf olmak...
(Aşağıdaki anlatım Yusuf'un yoldaşlarının, yaşamının
çeşitli dönemine tanık olan arkadaşlarının ve ailesinin anlatımlarının
derlemesinden oluşmaktadır.)
Sahil boyunca uzanır Amanoslar...
Kah uzaklaşıp, kah yakınlaşarak denize... Kilometrelerce
uzayıp duvar gibi sarar Hatay'ı... Bir yanında Amik Ovası, diğer yanında
dalları Akdeniz'e uzanan portakal bahçeleri... Yamaçlarında şehirler, köyler
kuruludur Amanos'un. Biri de Büyük İskender'in adına
kurulan İskenderun!..
Akdeniz'le Amanoslar
arasında uzanan sarmaşık dalı gibidir İskenderun... Bir ucunda yemyeşil bağları,
bahçeleri, bir ucunda limanı... Zamanında demir-çelik fabrikasının mavi tulum
içindeki işçileri; elde çekiç demiri döverler. Açıklarında gemiler demirler,
kamyonlar kuyruk olur limanında, çocuklar çapariyle balık avındadır
sahilinde... Akşam olunca yakomozlar körfezini basar,
evsizler parklarını... Yazın sıcağında durulmaz olur. Ama yine de vazgeçemez yaşayanı...
Kimisi bin yıldır oradadır, atadan-deden; kimisi ekmek umuduyla göçüp gelmiş,
sırtını dayamıştır sıvasız gecekondu duvarına... Arap'ıyla, Türk'ü, Kürt'üyle; Alevisi-Sunnisi, Hıristiyanıyla renk renktir İskenderun... Toprağı bereketlidir.
Üç mahsül ürün verir. Meyvelerin-sebzelerin her çeşidinden
bulunur. Hem de bolca... Bir de "yeşil altın"ı vardır tarlaların
yüzünü süsleyen... Boldur maydanozu, o yüzden altın değerindedir İskenderunlular
için...
Tarlada söylenen türkülere fabrikada işleyen makinelerin,
yük taşıyan kamyonların sesi karışır İskenderun'da... Bir de çocukların sesi
duyulur gecekondu mahallelerinden... Amanos'un eteklerine
yayılmıştır her biri... İçlerinden biri de şehrin dışında havaalanının
yakınlarındaki Gürsel mahallesidir. Yan yana, iç içe kurulan evleriyle
yoksulluğun yüzüdür Gürsel mahallesi. Yakınındaki havaalanına ayda bir uçak ya
iner, ya inmez. Atıl durumdaki bu havaalanı Gürsel mahallelilerin akşam yürüyüş
alanıdır. Çocukların top sahası, kızların ip atlama yeridir.
Bu gecekondu mahallesinin iki gözlü, bahçeli bir
evinde 1971 yılında dünyaya gelir Yusuf. Emekçi Halil amcayla Necime teyzenin
üçüncü çocuklarıdır. Nusayri, yani Arap Alevilerindendir ailesi. Babası Halil
Amca yoksulluktan dolayı gurbet eli mekan tutan nice emekçi
halkımızdan biridir. Annesi Necime teyze ev hanımıdır. Türkçe bilmez, ana dili
Arapça konuşurdu hep.
Halil Amca doğduğu yere doyamadan 'Almanya acı
Vatan'ın yolunu tutmuştur. Bir iplik fabrikasında işçilik yapar vatanından uzakta...
Almanya'nın yaşantısını sevmese de ekmek davası için kalır oralarda. Temiz kalpli,
iyi niyetli bir insandır Halil amca. Kimseye kötülük gelsin istemez.
Paylaşımcıdır, çevresindeki insanların sıkıntılarını yüreğinde hissedenlerden
biridir.
Halil amca Almanya'nın yoz yaşantısını sevmese de,
çocuklarının özlemlerine dayanamayıp onları da Almanya'ya götürür. Halil amca
çocuklarının eğitimine önem verirdi. Onlara Arapça öğretir, iyilikten söz
ederdi. O yıllarda Yusuf ilkokul çağlarındadır. Ve ilkokula Almanya'da başlar.
Ama alışamaz Yusuf oralara, yurda dönmek ister. Diğer aile fertleri de sevemez
gurbet elleri ve bir süre sonra yurda geri dönerler. Yusuf da okula devam etmek
için aynı mahallede bulunan okula kayıt yaptırır. Ancak Yusuf'un Almanya'da
okuduğu yıllar kabul edilmez ve yeniden birinci sınıftan okula başlatılır. Bu
yüzden okulu yaşıtlarından geç bitirir.
Almanya'dan gelmiş olmasından dolayı okul
arkadaşlarının ilgisi hep üzerindedir Yusuf'un. Çocuk yaşına rağmen, bu ilgiden
dolayı şaşırmaz Yusuf. Ailesi, özellikle de babası sevmezdi bu tür hareketleri.
Çocuklarını da buna uygun yetiştirir.
Çok çabuk ısınıp kaynaşır arkadaşlarıyla... Kısa
sürede onlardan birisi olur. Yaptıklarıyla, söyledikleriyle arkadaşları
arasında sevilen, sözü dinlenen biri olur. Ne derse yapılır. Pikniğe, denize
gitme, dağ yolculuğu hep Yusuf'un öncülüğünde olurdu. Dağ yolculuklarına
çıktıklarında gece geç saatlere kadar eve dönmezlerdi. Konu-komşu kapıda,
pencerede on-onbeş çocuğun yolunu gözler dururlardı.
Çocukların kimi yolculuk sonrası yiyeceği dayağı, kimisi söyleyeceği bahaneyi
düşünürdü. Dönüşte yiyecekleri dayağı bile bile
çıkarlardı dağlara... Dağ yolculuğu tehlikeliydi. Dağa çıkmak için askeri
bölgenin atış poligonundan geçmek gerekirdi. Askeriyeden sonra Çingene
mahallesindeki evlerin köpeklerini de atlattıklarında dağın yamaçlarına iyice
çıkmış olurlardı. Dört-beş saatlik bu uzun ve zorlu yolculuğun sonunda
uzun-ince uzanan İskenderun ayaklarının altında olur, masmavi Akdeniz gözlerini
alırdı...
Yusuf ve arkadaşları dağa piknik yapmaya giderlerdi
sık sık... Yeni piknik yerleri bulmak için de
keşifler yaparlardı. Zevkli ve tehlikeli bir işti keşifleri. Yine keşif
yaptıkları bir gün, büyük bir badire atlatırlar. İçinden geçtikleri nohut
tarlasının sahibi elinde çifteyle peşlerine düşer. Genelde tedbirlidirler bu
konuda, ama bu sefer nereden geldiğini göremedikleri inatçı bir tarla sahibiyle
karşılaşmışlardır. Koşmayı sürdürürken aralarında birinin ayağı çamura
saplanır. Ayağını çıkarmaz çamurdan. Sonunda, babasının y eni aldığı ayakkabıyı
çamurun içinde bırakarak koşmaya devam edebilir. Zor-bela kurtulurlar. Böylesi
durumlarda soluğu evde alırlardı... Eğer keşif kazasız belasız atlatılırsa
şehrin karşısındaki en büyük tepeye çıkar güneşin batışını seyrederlerdi. Güneş
Akdeniz'in maviliklerine gömülünce de eve dönüş yolculuğu başlardı.
Hareketli aynı zamanda zeki ve çalışkan biridir
Yusuf. İlkokulda beş yıl boyunca her dönem takdirname almıştır. Çok meraklı,
araştırmacı ve deneycidir. Hiç boş durmayan biridir. Kitaplardan öğrendiği
bilgileri pratikte uygulamaya çalışır, eline geçen her şeyi araştırırdı. Kimi
eşyaları parça parça söker, yeniden düzenlerdi. Bu
merakı bir defasında ucuz kurtulacağı bir olaya sebep olur. Bir gün yolda
bulduğu bir kutuyu açmaya çalışır. Bulduğu bu eşyayı açmak için önce bindiği
otobüste uğraşır. Açamayınca eve götürür. Uzunca bir uğraş verir ve sonunda
yolda bulduğu kutu büyük bir gürültüyle patlar. Patlama sesini duyan, alevleri
gören mahalle ahalisi Yusuf'ların evinin bahçesine toplanır. Kimisi de bomba
patladı diye feryad-figan eder...
Yusuf böylesi merakları ve yaptığı deneyler yüzünden
çok kez ölümden döner...
Yusuf resim yapmayı sever, müzikle de uğraşırdı.
Bağlaması da en çok sevdiği uğraşlardandır. Bunlar olmadığında ise tornavida,
çekiç-pense elinden düşmeyen aletlerdir. Evin altını üstüne getirir. Bir gün
oyuncak uçağa motor takmış, pervane yapmış uçurmaya çalışırken görünür, başka
bir gün mukavvadan gemisiyle uğraşırken görünürdü Yusuf...
Tüm bu hareketliliğine karşın sabırlı ve sakin
düşünürdü. Sorunları çözendi o. Onun için sorun diye bir şey yoktur. Kızmak,
sinirlenmek, bağırmak ise hayatında yeri olmayan şeylerdi. Çok sabırlı olgun ve
mütevazıdir. Bu özelliklerini çocuk yaştan itibaren taşır Yusuf.
Yusuf'un insanlarla ilişkileri her zaman çok iyi bir
düzeyde sürmüştür. Çocukla çocuk, yaşlıyla yaşlı, gençle genç olurdu.
Akrabaları, arkadaşları çok sever Yusuf'u. Arkadaşları dertlerini, sıkıntılarını
Yusuf'la paylaşırdı hep... Yusuf her daim kendinden ve söylediklerinden emin
bir o kadar da rahattır. O, konuşmaya başladığından çevresindekiler susar, onu
dinlerdi. Çevresinde böyle bir intiba bırakmıştır. Daha çocuk yaşta kendisini
değil, arkadaşlarını ve çevresini düşünür Yusuf. Ailesi O'nu özel dershaneye
göndermek istediğinde cevabı, hem mahalleden hem de okuldan bir arkadaşını
örnek gösterin, onun gidemeyeceği dershaneye ben de gitmem olmuştur. Ailesinin
bu yöndeki tüm ısrarı Yusuf'u ikna edemez. Çünkü o, daha o yaşta adaletsizliğe
ve eşitsizliğe karşıdır.
Ortaokul ve liseyi kenar mahallelerdeki okullarda okur.
Okulu uzak olmasına rağmen, yürüyerek gider-gelir. Bu yıllarda merak saldığı
etkinliklerden biri de futboldur. Okul takımında futbol oynar. Ve en büyük
hayali futbolcu olmaktır. Ancak ailesi istemez bunu. Okula devam etmesini isterler.
Futbolu çok sevmesine rağmen üstelemez konuyu ve üniversiteye gitmeye karar
verir.
Yusuf ailesinin içinde bulunduğu maddi zorluklar
karşısında da boş durmaz. Ailesi onun çalışmasını istemese de o, çeşitli
işlerde çalışır. İnşaat işçiliği yapar, tarlada çalışır, ufak-tefek alım satım
işleriyle uğraşarak ticaret yapar.
Yusuf lise son sınıftayken babası Almanya'da
rahatsızlanır. Almanya'daki doktorlar ümit yok, çalışamaz artık, son günlerini
evinde geçirsin demesi üzerine yurda gönderilir Halil Amca. Çalıştığı iplik
fabrikasında genç yaşında kanser olmuştur. İskenderun, Adana, Ankara
dolaşırlar, çalmadık doktor kapısı bırakmazlar. Ancak kansere yenik düşer Halil
Amca...
Babasının vefatı üzerine sınavlara hazırlanamaz ve
üniversiteyi kazanamaz Yusuf. Bu dönem ara ara iş
bulup çalışır. Diğer yandan da üniversiteye yeniden hazırlanır. Ve aynı yıl
girdiği üniversite sınavında Dicle Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji
Bölümü'nü kazanır. 1994 yılında başladığı üniversite öğrenimi hayatının dönüm
noktalarından biri olur Yusuf'un.
Demokrat-sol bir aile çevresinden gelen Yusuf'un bir çok yakını SHP üyesidir. Ancak Yusuf bu partilerin
adaletsizliğe, açlığa, yoksulluğa çare olmadığını görür. Ve birşeyler
yapma istediğini yıllarca yüreğinde taşır. Ama bunun nasıl olacağını bilmez. Bu
arayışları Diyarbakır'da ete kemiğe bürünür.
Okula başladığında kendisi gibi Hatay'lı
olan ve polis tarafından Diyarbakır'da katledilen TÖDEF'li
Refik Horoz'la tanışır. Bu tanışma kısa sürede Yusuf'un politik olarak
tercihini yapmasına da vesile olur. Yusuf TÖDEF'lileri
tanımasıyla yerinin burası olduğuna karar verir ve mücadelenin dışında bir
yaşam olmayacağını düşünür. Refik'in de emeğiyle Yusuf TÖDEF'li
olur.
Bir süre Refik, Selim ve Hüseyin'le aynı evde
kalırlar. Bu arada birçok şeyi paylaşırlar. Bu dönem Yusuf'un hareketi
tanıdığı, devrimciliği öğrendiği dönemdir.
Refik'lerin katledildiği gecenin sabahında,
katliamdan habersiz bir şekilde oraya gider. Evin etrafının polis tarafından
kordona alındığını görünce durumu hemen arkadaşlarına iletir. Sonrasında
katliamın yaşandığını öğrenir.
Birçok şeyi paylaştıkları arkadaşları, yoldaşları
silahsız ve savunmasız olmalarına rağmen katiller sürüsü tarafından
katledilmiştir. Ağırdır bu durum. Yalnız Yusuf için değil, Diyarbakır'da Refik'lerle
beraber mücadele içinde yer alan tüm TÖDEF'liler için
zordur. Yusuf bilir ki onların anılarına sadık kalmak ancak mücadelelerini
büyütmekle olurdu. Yusuf'da öyle yapar. Refik'lerin ardından
mücadele içinde daha aktif olarak yer alır. Artık çalışmaların yürütücüsü ve de
örgütleyicilerinden biridir.
Yusuf, mücadelesini ailesinden gizli-saklı yapmaz,
ailesini ve çevresini de mücadeleye katma çabası verir. Üniversitede yürüttüğü
çalışmanın yanında, yaz tatillerinde de memleketinde çalışmalarını sürdürür.
Çevresindeki arkadaşlarıyla, akrabalarıyla mücadele üzerine konuşur. Birçok
kişiyi dergiyle tanıştırır ve düzenli olarak okumalarını sağlar.
Çevresine taşıdığı örgütlü mücadeleyi, kendi
ailesine de taşır, onları da mücadeleye katma uğraşı verir.
*
Kardeşi devam ediyor anlatmaya: Yusuf çevresine çok
güven veren biridir. Kim hangi sorunla gelirse gelsin, tartıştırarak,
sorgulatarak çözerdi. İnatçılığı, cesareti, halk sevgisi, fedakarlığı,
emekçiliği tüm canlarımzın ortak özelliği olduğu
gibi, O'nun da en belirgin özelliğidir. Tüm bu özelliğiyle olması gerektiği
yeri tereddütsüz seçmişti. Ve devrimciliği seçmesiyle bize ve çevresindeki
arkadaşlara ülkemizde devrimci olmanın gerekliliğini anlatıyor,
bilinçlendiriyordu.
Halkın yaşadığı yoksulluğun kaynağını, buna sebep
olanları, halkın kurtuluşunun nerede olduğunu, nasıl olacağını anlatırdı. Tüm
bunları inançla, sabırla, sonuç alana kadar sürdürürdü. Kavgasını, sevdasını
büyütmenin sabırsızlığı içindeydi hep. Bizi de buna hazırladı. "Ben
gideceğim" derdi. Biz "Nereye?" diye sorduğumuzda ise "Halkımın
yanına, kavgasına..." diye cevap verirdi.
Yusuf ilk olarak bizleri dönüştürmeye,
devrimcileştirmeye başladı. Bizi şehit ailelerine götürür, tanıştırırdı. Sonra
tutsak aileleriyle tanıştırdı ve tüm ailelerin tanışıp kaynaşmasını sağladı.
Artık zamanın her saniyesini değerlendiriyordu.
Bizlere kitap-dergi getiriyor okutuyordu.
Bize karşı hep açık oldu. Çok önemliydi bu yani.
Yaptığı her şeye bizi de katmaya çalışırdı. Ve yapardı da...
Babam öldükten sonra evin büyük erkeği olarak
sorumluluklar ona kalmıştı. O bu sorumluluğunu biliyor ve yerine getiriyordu.
Ama biz de kendi ayaklarımız üzerinde durmamız gereğini ve kendisinin her zaman
yanımızda olamayacağını anlatırdı. Annem onunla ilgili ileriye dönük planlar
yapardı. Yusuf uygun bir dille bunların gereksiz olduğunu anlatırdı.
Aileden yana bir problem yaşamadı... Kararlıydı,
giderken hiç tereddüt yaşamadı..."
*
Yusuf arkasından gelenlere yol açar İskenderun'da.
Bir çok insan, Yusuf okula döndüğünde kendi imkanlarıyla
dergiyi takip etmeye çalışır olmuştu.
Diyarbakır'da birçok kez gözaltına alınır.
Diyarbakır'da olduğu gibi, bölgede de öğrenci gençlik mücadelesinin
toparlayıcılarındandır. '97 yazında TÖDEF'li
öğrenciler olarak düzenledikleri yaz kampının basılmasıyla gözaltına alınır ve
tutuklanır. Kısa bir süre Adana Kürkçüler Hapishanesi'nde tutsaklık yaşar.
Tahliye olduğu gün herkes onun tahliyesine sevinirken, o üzüntülüdür. Zira o
tahliye olduğu günle de, mücadele içinde yetkinleşmiş yoldaşları tutsak düşmüştür.
Yusuf, onlardan öğreneceği çok şey varken bu fırsatı kaçırmanın üzüntüsündedir.
Karşılamaya gelenlere de bu üzüntüsünü anlatır.
Tutsaklığın ardından ailesine, kendisine mücadeleyi
bırakması yönünde baskı yapmaya başlar akrabaları. Annesine de oğluna
mücadeleyi bıraktırmadığı için kızıyorlardı. Yusuf yine her zaman ki gibi
kızmadan, olgunluk içinde anlatıyordu onlara... Annesiyle de uzun uzun konuşuyordu. Annesi, Yusuf'un anlatımlarının da
etkisiyle çevresindekilere oğlunun onurlu, namuslu iş yaptığını anlatıyordu.
Tutsaklığın ardından yeniden Diyarbakır'a döner.
Ancak savaşçı olma arzusuyla mücadelesini büyütme istediğini dile getirir hep.
Çok yönlü kişiliğini devrimci mücadeleye de taşır.
Diyarbakır'da daha önce kurulmuş olan, ancak etkinliğine devam etmeyen TÖDEF'in müzik gurubu Koma Berfin'i
yeniden kurarlar. Yusuf da bu çalışmalarda yer alır ve grubun bağlamacısı olur.
Aynı yıl grup çalışmalarını sömestrde de sürdürmek
için tüm arkadaşlarını alarak İskenderun'daki evlerine getirir. Burada
İstanbul'da, İdil Kültür Merkezi'nde verecekleri konsere hazırlanırlar. Çalışmalarından
biri de Refik Horoz'un mücadelenin farklı alanlarına olan sevdasını ve kavuşamamanın
hasretini dile getirdiği şiiri bestelemek olur.
"Şimdi cihan parçalarının türkülerine
Silah sesleri karışıyor.
Ben zapdedemem yüreğimi
Ah derim, ah...
Ah Diyarbakır
Sevdalımdan ettin beni..."
Refik Horoz
*
"... O süreçte grubun çalışması için
arkadaşlarını bize getirmişti. Konser hazırlıklarını tamamlayana kadar bizim
evde çalıştılar. Hazırlıklarını tamamladıktan sonra, İdil Kültür Merkezi'nde
konser vermek üzere İstanbul'a gideceklerdi.
*
İstanbul'a gelmesi Yusuf'un yaşamında yeni bir
dönemin başlanıcı olur. Koma Berfin konserinin ardından
İstanbul'da kalır. Bir süre Devrimci Gençlik dergisinde çalışır. O,
mücadelesini farklı bir alana taşımak için ısrarlıdır. Ve bir süre sonra da
'adalet savaşçılarından biri olmak için beklemeye geçer.
"Yusuf'la ilk olarak 97 Mayıs'ında
gerçekleştirdiğimiz 'Nasıl Bir Üniversite İstiyoruz Kurultayı'nda tanıştık.
Kurultayın ikinci günü piknik düzenlemiştik. Pikniğin açılış konuşmasını Yusuf
yapmıştı. Süreç üzerine birçoğumuz söz alarak düşüncelerimizi belirttik. Kendi
içimizde düzenlediğimiz bir forum, Yusuf'un konuşmaları toparlamasıyla sona
erdi.
Kurultaydan sonra 98 Şubat'ının sonunda İstanbul'a
geldiklerinde yeniden karşılaştık. Koma Berfin olarak konser vermeye gelmişlerdi. Ama
yanlarında Diyarbakır'da ne kadar TÖDEF'li varsa
hepsi de gelmişti...
Güzel bir konser verdiler. Konser sonrası Yusuf
Diyarbakır'a dönmedi. İstanbul'da kalarak bir süre gençlik dergisinde çalıştı.
Daha sonra yeraltına geçmek üzere, benim de gidip-geldiğim bir evde beklemeye
geçti. Bir evde Yusuf'la iki aya yakın beraber kaldık.
Yusuf'u anlatmak için söylenecek sözlerin başında mütevaziliği gelir. Birçok şehidimizin mütevazi
olduğunu okumuştum. Ama bunu Yusuf'ta pratik olarak gördüm. Ukalalık, bilgiçlik
Yusuf'un hayatında yeri olmayan şeylerdir. Onun hayatı boyunca yanında olmuş,
ya da uzun süre beraber yan yana bulunmuş biri değilim, ama iki aylık süreçte
bunu görmek, anlamak mümkündü.
Bilgili, inançlı ve çalışkandı. Karşısında yanlış
bilgiyle konuşan birini dahi dinler, doğruyu onun yanlışını yüzüne vurarak
değil, uygun bir dille, olgunluk içinde anlatırdı. Zaten bir kere olsun ne
tartıştığını gördüm, ne de ağzından kötü bir laf duydum. Ne iş olsa ilk o
atılırdı. Bu davranışı kaldığımız ev ahalisinin de hiçbir işe dokunmamasına
neden olurdu. Eve gelince bu durumu görünce kızıyordum, o yine sakin, olsun birşey olmaz, nasıl olsa ben gidince yaparlar diyordu.
Bazen de bana göstermeden yapıyordu işleri, üzülmeyeyim diye.
Ben geç geliyordum kaldığı eve. Çoğu gece ikiye, üçe
kadar otururduk, sohbet ederdik. Tarihimizi konuşurduk karşılıklı, sonra gerillayı
ve gerilla yaşamını... Güncel konularla ilgili de konuşurduk. Çalışmaları
anlatırdım, o da fikrini söylerdi... Sabah uyandırmamak için sessizce çıkmaya
çalışırdım. Bunu bir kaç kez yaptıktan sonra, ne kadar sessiz olsam da
yakalıyordu. Ve hemen çay yapmaya koyuluyordu. O kadar candan ısrar ederdi ki
geri çeviremeyeceğiniz bir durum doğardı.
Güzel bağlama çalardı. Ve elbet güzel de yemek
yapardı. Eli maharetliydi. Hatay yöresinin tüm yemeklerini yapardı. Eve gelen
giden herkesle güzel ilişkiler kurmuştu.
Beraber kaldığımız günler '98 1 Mayıs'ına denk gelen
günlerdi. 1 Mayıs öncesi genel operasyonlar yayılınca Yusuf'u evden çıkarmamız
gerekliliği doğdu. Ancak götürecek fazla bir yerimiz yok. Sonra aklımıza
ilişkide olduğumuz bir arkadaşın evine gitmek geldi. Oturduğu
semt güvenli bir bölge. Bu yüzden orayı tercih ettik ve birkaç arkadaşla
oraya gittik. Bizi gören arkadaşın ailesi zaten politik olduğumuzu-devrimci
olduğumuzu az çok anladı. Ertesi günü 1 Mayıs olduğundan, oğullarıyla beraber 1
Mayıs'a gideceğimizi kestiriyorlardı. Bu sebeple tedirgin oldular. Bunun
üzerine bir de arkadaş dükkanda biriktirdiği boş
şişeleri evine getirince tedirginlikleri iyice arttı. ... Bizim arkadaşın evine
gelmemiz ve arkadaşın şişeleri o gün eve getirmesinden şüphelenen annesigil, eski solcu olan babasını ve eniştesini
arıyorlar. Ailesi durumu ablasına anlatınca, ablası, molotof
yapacaklar diyor ve bizim kaldığımız evi arıyor. Telefonda başlıyor açık açık konuşmaya "Molotofla yakalanırsanız 18 yıl hapis yatarsınız!.. Çabuk oradan ayrılın! Ben seni ve arkadaşlarını gelip
alacağım, güvenli bir yere götüreceğiz!" lafları ediyor. Bu konuşmalar
telefonda geçince kalmamız olmaz diye başka bir yere gitmeyi düşündük. Ancak
evin bulunduğu mahalle sapa bir yerdi ve saat de 12'yi geçiyordu.
Çaresiz kaldık o akşam. Ama herhangi bir olumsuzluğa
karşı da hazır-tetik bekliyoruz. Yusuf'un güvenliği için yeni bir yere
gidiyoruz, orada da daha riskli bir durumla karşı karşıya kaldık. Yağmurdan
kaçarken doluya yakalandık diyorduk.
Sabah 05.30 gibi ben ve bir arkadaş alana gitmek
üzere ayrıldık. Yanımdaki parayı da Yusuf'a bıraktım. 1 Mayıs bitiminde
buluşmak üzere de randevulaştık. Çatışma yaşanınca Yusuf'la buluşma imkanımız kalmadı. Olay bittikten sonra eve döndüğümde
Yusuf'un benden önce eve vardığını gördüm. Normalde evi bulması çok zordu. Bir
defa gelmişti, o kadar. Ama hafızasına kazımış yeri. Sordum nasıl geldin diye,
o da anlattı, merkezi bir yere kadar otobüsle geldiğini ve oradan da yürüdüğünü
söyledi. Para harcamamak için de ne yemek yemiş, ne de başka bir araca
binmiş... Parayı harcamamak istememesinin nedeni, partiye ait bir şeye verdiği
değerdir. Kullanması için, ihtiyaçlarını karşılaması için getirdiğim parayı da
kendi için kullanmaz, kaldığı evin ihtiyaçlarını görürdü.
Onun paylaşımcılığı, kendinde olanı başkasına
sunmasındaki fedakarlığı hep gözümün önündedir. Bir de
her gün vedalaşmamız gözümün önündedir. Ne zaman gideceğini bilmediğimizden her
sabap sarılır ayrılırdık. İki gün yanına uğrayamadım
işlerden dolayı. Sonra geldiğimde arkadaşlar onu almışlardı. Sonra Antep'de tutsak düştüğünü duydum. Tutsak düşmeden önce bir
kere selamını almıştım.
Yusuf'un Ölüm Orucu Direnişçisi olmasına ve menzile
ulaşmasına hiç şaşırmadım. Onu tanıyan herkes de aynı düşüncededir. Çünkü
onunla tanışan herkes inancına, fedakarlığına tanık
olmuştur..."
*
Beklediği, arzuladığı günler gelir ve yeraltı
faaliyetlerinde yerini alır. O artık adalet uygulayıcısıdır.
1999-2000 yılları arasında Akdeniz bölgesinde
faaliyet yürütür. Düşmanın bölgeye yönelik düzenlediği bir
çok operasyonu atlatır. Bölgede çalışma yürüttüğünü duyan düşmanın
birinci hedefi olur. 2000 yılı Ağustos ayının sonunda Antep'de
tutsak düşer. Önce Antep Hapishanesi'ne, oradan da Ceyhan Hapishanesi'ne sevk
edilir. 19 Aralık Katliamı'nı Ceyhan'da yaşar ve ardından Sincan F Tipi
Hapishanesi'ne sürgün edilir.
Yusuf, Ölüm Orucu Direnişi'nin başından itibaren
gönüllüler arasındadır. 7. Ekip içerisinde yer alır. Ancak partinin iradesiyle
ekipten çıkarılır. O büyük onuru kuşanması için bir ekip daha bekleyecektir. Ve, 1 Mayıs 2002'de yola çıkan 8. Ekip Savaşçıların arasında
yerini alarak yürüyüşüne başlar.
*
"Uzun bir aradan sonra ilk kez kendi
arkadaşlarımla aynı mekanı paylaşacak olmanın
coşkusuyla akşam yapılacak hücre değişikliğini bekliyordum. Her zaman hızlı
geçen saatler sanki yorulmuş gibi ağır ağır işliyor,
geçmek bilmiyor. Tek kişilik hücremde volta atıyom,
düşüncelere dalıyordum. Bildiğim tek şey, 'Yusuf ARACI' adında bir yoldaşımızın
yanına gidecek oluşumdu. Kimdir, nasıl biridir gibi sorular soruyordum.
Kendime, ama cevap hep "Ne farkedecek
yoldaşlarının yanına gideceğim ya, gerisi önemli değil..." oluyordu.
Akşam oldu. Gardiyanlar kapıyı açıp eşyalarımı
arabaya koyduktan sonra inceden bir titreme sardı bedenimi. Heyecanım daha bir
artmıştı. Kısa bir yolculuktan sonra yeni hücrenin kapısı açıldığında pembe
külahlı, uzun sakalları, yüzünde gülücükler açan Yusuf karşımdaydı. Aramadan
sonra hemen içeriye girip birbirimize sarıldık. İkimiz de coşkulu, heyecanlı ve
mutluyduk. Yusuf da uzun süredir o hücrede tek kalıyormuş. Aynı hücreyi bir
yoldaşla paylaşacağından o da en az benim kadar heyecanlıydı. Eşyaları aldık ve
bir kez daha sıkı sıkı sarıldık. Sonra yukarı çıktık.
Sohbet edecek bir çok şey olduğunu biliyorduk.
O akşam gece 2'ye kadar sohbet ettik. Daha edecektik
ama ara verdik, sabaha ve diğer günlere de kalsın diye.
Yusuf Arap milliyetindendi. İlk bakışta Arap olduğu
anlaşılıyordu. Düşmana olan kini 12 Eylül döneminden geliyordu. Babasını erken
kaybetmiş. Annesi hem baba, hem anne olmuştu onlara. Çok seviyordu annesini,
ailesini... Yusuf annesiyle birlikte alış verişe gitmeyi çok severmiş. Annesi
bir gün ona, yarın seninle pazara gideceğiz diye söz vermiş. Yusuf da bunun
sevinciyle sabah erkenden kalkıp hazırlanmış. Evden dışarı çıkarlarken üç-dört
tane asker ellerinde silahlarla kapıya gelip "içeri girin! Dışarı çıkmayın!.. Dışarı çıkmak yasak, sıkıyönetim oldu!" demiş.
Yusuf'un bütün sevinci, heyecanı o anda sönmüş. İşte o gün anneyle birlikte
pazara gitmelerine engel olanlara ilk küfürü ettiğini
anlatmıştı.
Şimdi de son defa, coşkuyla çıktığı ölüm yolculuğuna
engel olmak isteyenlerin suratına çarptı bedenini, hiçbir engeliniz beni
yolumdan döndürmeyi, coşkumu söndürmeyi başaramayacak diyerek...
Bugüne kadar verdiğimiz şehitlerimizin özelliklerini
sayardım; coşkuyu, atak, kararlı, kendisine güvenli vb... Yusuf için ise,
fedakarlığı, mütevaziliği ve tüm canlılara beslediği
sevgisini söylerim ilk olarak. Kendisine zarar vermediği sürece böceklere dahi
zarar vermemek için elinden geleni yapıyordu. Onlar hakkında birçok şey
bilirdi. Bir arı aşırı ses çıkarıyorsa ölmek üzeredir derdi. Sinekleri öldürmez
hücrenin dışına çıkmalarını sağlardı. Birgün bu inceliğine
takılarak "Yusuf bir sineği bile öldüremiyorsun, düşmanı nasıl
öldüreceksin?.." demiştim. O da "Bu sinek
düşmandan daha çok yaşamayı hak ediyor, en azından kendi soyuna zarar
vermiyor..." diye cevap vermişti.
Mütevazi, çalışkan bir kişiliğe
sahipti. Eli birçok şeye yatkındı. Emekçiydi, çaba harcamaktan kaçınmazdı.
Kafasına koyduğu şeyi mutlaka yapardı. Güzel de olurdu. Bir gün flüt yapacağım
demişti. Benimle şaka yaptığını düşünmüştüm. Ben hücrenin üst katında kitap
okuyordum, o da alt katta oturuyordu. Kesme, kırma, törpüleme sesleri hiç
durmadı. 1-2 saat sonra inceden bir flüt sesi gelmeye başladı. Birden şaşırdım.
Hemen aşağıya koştum. Yusuf elindeki flütü bana gösterdi ve "Bak oldu. Ama
sesi tam çıkmıyor. Onu da yakında hallederiz..." dedi. Gözlerime
inanamadım... Şeffaf tükenmez kalemin bir ucunu flüt ağzı gibi yakmış. Kaleme
nota delikleri açmış, flütün ağzına da bulaşık deterjanının plastiğinden
ağızlık yapmış. Bir kaç gün daha uğraşarak hücre koşullarında yapılabilecek bir
flüt yapmayı başarmıştı.
Yusuf Refikleri çok severdi. Sık sık
onları anlatırdı. Mücadele içinde beraber çalışma yürütmüşler. Refiklerin evine
sık sık gidermiş. Birgün
kendi kaldığı öğrenci evinden sabah çıkıp, bakkaldan ekmek-peynir alarak, aynı mahallede
bulunan Refiklerin evine gidiyor. Eve yaklaştığında çevredeki polisleri fark
ediyor. Refiklerin evinin kuşatıldığını anlıyor ve panik yapmadan güzergahını değiştiriyor ve hemen eve dönüyor. Beraber kaldığı
arkadaşlarına durumu anlattıktan sonra, okula gidiyorlar. Haber veriyorlar, Refiklerin
evi sarıldı, oraya gitmeyin diye. Bu esnada Refiklerin katledildiği haberini
alıyorlar. Hepsi çok üzülüyor. Kendilerini toparladıktan sonra cenazeleri almak
için çalışmalara koyuluyorlar.
Yusuf, hemen hemen
mücadelenin her alanında küçük-büyük demeden koşturmuş ve birçok zorluklara
katlanmıştı.
*
Dışarıda aynı dönem gençlik
içinde yer almamıza rağmen bir kez olsun Yusuf'la karşılaşmamıştık Kurtuluş
dergisi çalışanı şehidimiz Mehmet Topaloğlu'nun cenazesine
katılmak için yapılan hazırlıklar sırasında, Adana'ya gidecekler için para
sorunu olduğu için benim para bulmaya gitmemde; 98 yılında Kurtuluş dergisi
merkez bürosuna yapılan baskında Yusuf'un apartman girişinde iki arkadaşımızla,
yoldaşlarımızın gözaltına alınışına sessiz kalmamak için düşmanla göğüs göğüse çatışmasında ya da İdil Kültür Merkezi'nin
tamiratında yerleri süpürürken, perdeleri asarken karşılaşmamız içten bile değilken,
karşılaşmamış olduğumuzu sohbetlerimiz sırasında öğrendik.
Tanımak-tanışmak bu hücrelere nasip oldu...
Resim işlerinde çok yetenekliydi. Beraber kaldığımız
üç ay boyunca anma ve kutlamalarda gönderilmek üzere çizilecek olan kartlar
elinden hiç eksik olmadı. Ondaki bu cevheri görünce hemen yanına sokuldum bana
da öğretsin diye. Öğreteceğine söz vermişti, ama beklenmedik bir şekilde
gidince öğrenim yarım kalmıştı...
Özel günler için sık sık
kart yapıyordu. Beğenilen her karttan 60-70 tane çoğaltmak gerekiyordu. Benim
ona yardımım sadece yaptıklarından kopya çekmekti. Zaman kısıtlı olunca
panikliyordum. Bu kadar kısa zamanda nasıl yetiştiririz: çiz, boya, mesajını
yaz... Yetişmez diyordum. Ama Yusuf hep soğukkanlı davranıyordu. Bazen de
kızıyordum, önemsemiyorsun diye. O da hep "Merak etme yetişir, yetişir..."
diyordu.