Yazgülü Güder ÖZTÜRK'ü Yakınları,
Yoldaşları
Anlatıyor:
Her mevsim açacak bir gül..
YAZGÜLÜ ÖZTÜRK
Dersim-Merkez'de 1972 yılında doğan Yazgül, Alevi ve
Kürt milliyetindendir. Ailesi hep isyancılarla, devrimcilerle içiçe olmuştur. Ağabeyi Mazlum Güder Elazığ
Hapishanesi'nde, yeğeni Ahmet Güder Dersim dağlarında, eşi Ahmet Öztürk 1994 yılında Mersin'de kontrgerilla timleri tarafından
katledilmiştir.
Başka hiçbir nedeni olmasa bile bunlar, onun, haklı
ve meşru mücadele içindeki yakınlarını katleden emperyalim
ve oligarşiye karşı savaşması için yeterlidir.
İsyancı bir ailenin içinde büyüyen Yazgül,
çocukluğundan itibaren zulmün her çeşidine tanık olur. Dedelerinden bu yana ezilen,
horlanan, toprağından sürülmek istenen bir halkın onurlu çocuklarından biri olarak
büyür. Kinle ve öfkeyle yoğrulur.
Yaşamının her anında bunun izleri görülür. Zulme
olan tepkisi, halka olan sevgisi ve bağlılığı ile mücadelenin yarattığı gelenekler
onu kavganın ortasına taşır.
Devrimci saflara adım attığında herkes onun
disiplinli, emekçi ve kabına sığmaz yanlarına tanık olur. Onun için, yüreğinde
düşmana duyulan öfke hiç eksilmemeli, duygusallığa yer kalmamalıdır.
Eşi Ahmet Öztürk ile
evliliği de örnek ve öğretici bir evlilik olarak mücadeleye yansır.
Akdeniz Bölgesi'nde, kurumlarda onun izleri vardır.
Derginin yazılmasından dağıtımına, arkadaşların eğitimine kadar birçok konuda,
her zaman ilkeli-hedeflerini büyüten konumda olur. Düşüncelerinin her
zerresinde halk ve vatan sevgisi taşır.
Bir süre Akdeniz Bölgesi'nde dergi bürosunun sorumluluğunu
üstlenir. Bu yıllar, kaybetmelerin, katliamların artış gösterdiği, saldırıların
alenen sürdüğü dönemlerdir aynı zamanda. Eşi yoldaşı Ahmet Öztürk'ün
katledilmesi ile birlikte, mücadelesini farklı alanda sürdürme talebi,
beklentisi de vardır. Ahmet Öztürk'ün kardeşi Hamide Öztürk'ün de aktif mücadeleye katılmasından sonra bölgede
düşmanın hedefi haline gelirler.
95 yılında İstanbul'a, Kurtuluş dergisinin merkez
bürosuna geçer. Orada sorumluluklar alır. Dergi bürosunda çalışanlar onun
düşmana duyduğu öfkeye-kine, 24 saati devrime adanmış çalışma ve yaşam disiplinine
tanık olurlar.
"Dergiye gittiğim günlerden birinde Yazgül'ün
arkadaşlarla konuşmasına tanık oldum. 'Boş geçmemeli vakitler, mahallelere
giden dergiler takip edilmeli, paralar aksamamalı, hedeflerimiz büyümeli, buraya
gelen herkese kısa da olsa birşeyler vermeliyiz?'
Buna benzer sohbet ve eleştiriler oluyordu. Daha sonra gidişlerimde tanık
oluyordum benzer durumlara. Ya da herkes sohbet edip bir yandan dinlenirken, o
mutlaka birşeylerle uğraşıyor olurdu."
95 yılı sonlarında Hamide Öztürk'le
birlikte iken keyfi şekilde gözaltına alınıp tutuklanırlar.
Düşmana duyduğu kin ve öfke şubede kendini gösterir.
Düşman her ikisini de bilir ve tanır. Dışarıda olmaları tehlikelidir. Bu
nedenle gerekçesiz tutuklanırlar ve göstermelik yürütülen bir davadan ceza
alırlar.
Tutuklandıktan sonra Bayrampaşa Hapishanesi'ne
götürülür. Artık o da özgür tutsaklar cephesindedir. Aynı coşku, aynı kin ile
mücadelesini büyütmeye devam eder.
Emperyalizm ve oligarşiye karşı verilen mücadelede
bilginin, eğitimin ne kadar önemli olduğunu ete ve kemiğe büründürür. Hem
kendisinin, hem yoldaşlarının eğitimine özellikle önem verir.
Okumayı, yeni bilgiler edinmeyi sever. Bunun için
özel bir çaba sarfeder. Birçok şeyden feragat
ederken, hem kendisinin hem de yoldaşlarının eğitiminden asla ödün vermez.
Mücadele eden bir insanın boşluğa yer bırakmaması ve
kendini her koşulda donatması gerektiğini belirtir. Kendi yaşamı da böyledir.
Bu özelliğinin dışında, uyandırdığı güçlü bir güven duygusu kişilik
özelliklerinin arasında öne çıkar. Kendisi Partiye, yoldaşlarına karşı nasıl
güven duyuyorsa, çevresindekilere de aynı duyguyu aşılar.
Hapishaneye girdikten bir süre sonra rahatsızlıkları
baş gösterir. Kendi beslenmesine pek önem vermez. Ve belki de yoldaşları ile
yaşadığı en ciddi sıkıntı budur.
"Verem hastalığı yaşamıştı. Zaten zayıftı ve
kendine bakmıyordu.
Sigara içmemesi gerekirken dinletemiyorduk. Çünkü bu
hastalığı hiç takmıyordu. Uyuması gerekiyor, uyumuyor. İyi beslenmesi gerektiği
için ona hazırlanan özel yiyeceklerden bir çatal alıp bırakıyor, bulgur pilavı
kuyruğuna giriyor. Bıraksan yemek yemeyi unutacak.
Sinirlidir. Sinirlendiği zaman çekinirsiniz biraz
ama bunu ona ifade edince çok üzülür.
“Gerçekten mi ya...” derdi..."
Sinirlenmeleri kişisel bir sorunla ilgili değildir.
Bir bütün olarak, aksayan-ertelenen-rahatlığa bırakılan işler içindir. Sürekli birşeyler yetiştirip halletmeye çalıştığından, yazılarla,
araştırmalarla, okumayla yoğunluğu olur.
O anki atmosferde farkında olmaz. Farkına vardığında
gülmesini, gönül almasını bilir.
Yazgül'ün gülümsediği anlar sınırlıdır ama
güldüğünde insanın içini ısıtır.
"Onunla ilk olarak dergi bürosunda
karşılaşmıştım. Sanırım mahallelerde üst üste yaşanan direnişler için bilgi
istendiği dönemdi. Aynı günlerde Sibel de şehit düşmüştü. Gözleri, yüz ifadesi herşeyi anlatıyordu. Bir kaç kez karşılaşma durumumuz
olmuştu.
"Onun gözlerinde bir kıvılcım vardı. Onu
tanıyanlar iyi bilir. İnce, narin bir yapısı vardır ama hani Yaşar Kemal'in
İnce Memed romanında bir bölüm geçer; bu ufacık, kara
kuru adamın neresi İnce Memed der köylüler. Sonra
Abdi Ağanın yaptığı zulmü ona anlattıklarında İnce Memed'in
gözlerine bir öfke bir kıvılcım gelir oturur ya 'İşte İnce Memed
buymuş, meğer onu İnce Memed yapan o gözleriymiş'
derler. İşte ben de onda bunu gördüm. Zaman zaman
öyle bir öfke otururdu ki gözlerine... Televizyonda haber izlerken ya da bir
şehit haberi aldığımız zaman o gözlere bir kıvılcım gelir otururdu."
İnatçıdır, aynı zamanda bir o kadar da sabırlı. Yazı
yazma grubunda eğitmenlik yapardı. Yazı yazamam diye diretenlere büyük bir emek
ve özveriyle, yazabileceğini öğretip nitelikli ürünler ortaya çıkarmayı
başarırdı.
Ölüm Orucu gündeme geldiğinde en önde gönüllü
olanların içindedir. Şehit verdiği bir çok yoldaşı,
eşi, yeğeni vardır. Bunları bilir; Bunların ne anlam ifade ettiğini,
duygularını, böylesine bir kuşatmada vereceği canın neler yaratacağını düşünür,
hisseder.
Toplantılarda, duygu düşüncelerini ifade ederken
yola çıkacağına dair duyduğu güven ve inançla konuşur.
Ve o gün geldiğinde, Bayrampaşa Hapishanesinde 1.
ölüm orucu ekibinde olduğunu, ekip sorumlusu olduğunu öğrenince yine bir
kıvılcım gelir yerleşir gözlerine. Coşkusu görülmeye değerdir.
"Haydi artık bizim de
sıramız gelsin.(...) Her geçen gün, heyecanı doruğa ulaştırıyor. Duygular
inanılmaz derecede kabarıyor. İçim içime sığmıyor" diyordu duygularını
ifade ederken. Bandını kuşanırkenki coşkusu görülmeye değerdi.
"Kürsüde sorumlu yoldaşımız, bandını ilk sırada
kuşanacak olan Yazgül'ün adını anons edince Yazgül arkalardan kalkıp kürsüye
yürümeye başladı. Bizler de ayaktayız. Herkesten farklı olarak, ben o anı
görüntülüyorum. Gözlerine bakarken bütün duygularını hissediyorum. Alkışlar arasında
ve şiirler altında ilerliyor. Andını içip kürsüye geliyor. Kimsede çıt yok.
Önce bir gülümsüyor, sonra duygularını ifade ediyor:
"Yoldaşlar,
... Yaşanan herşey, bir
oyunun sahneleri olarak canlanıyor gözümde. Dost düşman, herkes konuşuyor. Ama
biz henüz susuyoruz. Konuşmuyoruz. Biz daha sahnedeki yerimizi aldığımızda
herkes susacak. Bu kez biz konuşacağız. Halk ve vatan sevgisini, halkı ve
vatanı için tereddütsüzce ölüme gidişi bir kez daha göstereceğiz. Hiçbir şeyin,
inanmış insanların, devrimcilerin iradesinden-kararlılığından daha üstün, daha
güçlü olmadığını göstereceğiz, bir kez daha... Herkesin beyinlerindeki her
türlü düşünce bu eylemimizle sarsılacak... (...)
Ben de sahnedeki yerimi alacağım. Bu oyunda ölüm
orucu savaşçıları, 96 ölüm orucu şehitlerimizi oynayacak. Ben İdil'i oynamak
istiyorum..."
Yazgül için herşey bu
kadar yalın, herşey bu kadar nettir.
Bir tiyatro sahnesinde sıradan bir rolü sergiler
gibi gider ölümün üzerine, öyle rahattır.
Mücadele verdiği yılların bir çok
kesitinde eşinin kardeşi, ölüm orucu şehidimiz Hamide Öztürk'le
beraberdir. İkisinin arasında çok güçlü bağlar vardır.
Yazgüller ölümsüzleştiğinde Hamide onların
sıcaklığıyla kavruluyordu. Kızıl bandını kuşandıktan sonra yazdığı mektuplarda
o günleri yad ederken, o gecenin öfkesini de sık sık dile getiriyordu:
"Onları çok özlüyorum sana hangi birini
anlatayım. O gün biz, o güne kadar yaşadığımız gibi yoldaşlığın,
paylaşımcılığın, kendini feda etmenin, sevginin, vefanın, şefkatin en büyüğünü
yaşadık. Bunlar bana çok güç veriyor. Ve bilincim beynim bunlarla dolup
taşıyor.
Bilmiyorum sana şunu yazmışmıydım:
Biz Yazgül'le çatışmanın ortasında sigaramızı
birlikte içtik. Sonra ona sımsıkı sarılıp "Hepimiz şehit düşebiliriz ama
asla bizi teslim alamayacaklar" dedim. Bana o sımsıcak yüreğiyle baktı.
Baktı ve kafasını salladı gözlerini kırparak...
Evet gerekirse herkes şehit düşecek
ama asla boyun eğilmeyecekti. Diri diri yakılırken
dahi bir "ah" sesi bile duyulmaması bundandır.
"Nefes almakta çok zorlanıyordu. Bir ara ona
"nasılsın" diye seslendim. Uzaktan bana "iyiyim" diye cevap
verdi."
O ses, şimdi kahramanlık türküleri ve direniş
destanlarıyla bugünlere ulaşıp, yarınlara uzanıyor...