Yaşar
YILMAZ'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Aynı okulu, aynı örgütlülüğü
paylaştıkları bir yoldaşı anlatıyor:
PEHLİVAN'ımıza;
Seninle ayrıldığımızdan beri tam dört uzun sene
geçti. Ama yaşananlar dün gibi aklımda, yüreğimin bir köşesinde capcanlı duruyor.
Ayrılık kolay değil yoldaş! Hele kabullenmek çok daha güç. Seni
anlatıyorum yoldaşlarıma, halkımıza. Senin erdemlerini, yaşamını, kişiliğini...
Ayrılığın acısı ancak böyle hafifliyor. Yoldaşlarımız seni tanıdıkça yeni
pehlivanlarla doluyor saflarımız.
Evet, Pehlivan, seninle ilk defa DEV-GENÇ kampında
karşılaşmıştık. Birçoğumuz daha yeniydik. Ama sen olgun, ağırbaşlı, disiplinli
tavırlarınla, öğrenmeye olan azminle hepimizin dikkatini çekmiştin. Çalışma
aralarında seni hep bir ağacın altında Savunmayı okurken görürdük. Sessizliğin,
sakinliğin çalınmalarımızda yerini hararetli tartışmalara bırakırdı. Daha o
zamanlar bize örnek olmaya başlamıştın.
Senin o gördüğümüz özelliklerin gençlik içindeki
mücadelemizde de damgasını vurmuştu. Kısa sürede en ön saflara geçmiştin.
Anımsıyor musun, 6 Kasım boykot çalışmalarımızı, 6
Kasım direnişimizi? Polis 6 Kasım boykotunu engelleyebilmek için bir gün
öncesinden azgınca saldırmıştı. Ve düşmanla nasıl göğüs göğüse
çarpışmıştık. Seninle polisin elinden sıyrıldığımızda arkadaşların gözaltına
alınmasına nasılda öfkelenmiştik. Senin dudağın patlamıştı. Ama umurunda bile
değildi. Öfkeden deliye dönmüştün adeta. Üniversite ilk defa böyle bir direniş
yaşamıştı. Sen aynı gün ikinci kuşatmayı da yarmıştın. Ataklığın,
çevikliğin sayesinde. Bense yakalanmıştım. Sonrasını biliyorsun ya!. Tutsaklık ve özgürlük... Okula tekrar döndüğümde sen
farklıydın, uzaktın bizden. "Kaldıramadı, inancı bu kadarmış" deyip
lanetler okumuştum sana yanından geçerken. Hatırlarsın, nasıl da ters, ters
bakıyorduk. Seninse umurunda bile değildi. O kadar rahattın ki, bu durum bizi
daha da kızdırıyordu. Artık tam bu durumu kabullenmişken seni karşımda ve
saflarımızda görünce nasıl da şaşırıp, sevinmiştim. İnanamamıştım bir türlü.
Sen sadece gülümsüyordun, biliyordun neler hissettiklerimi. Bir süre konuşmamış
sonra da aklımdan geçenleri bir bir anlatmıştım sana.
Sen gülmeye başlamıştın. Ben alıştım artık bu tür tepkilere, savaş bunu gerektiriyor
gerisi önemli değil. "Sizlerle konuşmaya ben de can atıyorum ama bu belirleyici
olamaz, belirleyici olan nasıl gerekiyorsa öyle davranmak" demiştin, tüm
mütevazılığınla. Bu basit bir değer değildi yoldaşım. Hele o süreçte öyle
davranmayı ancak senin gibi davaya adanmış, alçak gönüllü aslanlar
başarabilirdi. Mütevazılık, alçakgönüllülük senin kişiliğinin doğal
özellikleriydi zaten.
Hiç kimse anlamadı savaşın göbeğinde olduğunu, hiç
kimse hissetmedi. Ta ki sen şehit düşene kadar. Şehit
düştüğünde okulda değildim. Ama duyuyordum insanların nasıl şaşırdığını, büyük
bir sevgi ve saygı duyduklarını.
İlkeli, disiplinli olmayı ilk senden görmüştüm.
Randevularındaki ilke ve kurallara bağlılığın, disiplinin, titizliliğinle
hatırlıyorum seni ve senin bu konudaki eğitme çabalarınla.
Bir gün okul kantininde gelip yanına oturmuştum. Ve
sen biraz durup hemen kalkıp gitmiştin. Sonra bana nasıl kızmıştın. "Kocaman
kantinde oturacak başka yer bulamadın mı' diye. Kantinde bazen seni
gözlemlerdim ve hiç boş görmezdim. Ve ben okulda senin denetimini de hissederdim,
sende zaten gözlemlerini aktarıp olumlu, olumsuz yanlarımı gösterirdin.
Yine birgün buluşacaktık
seninle kentin varoşlarında. O gün yoğun bir şekilde yağmur yağıyordu. Ve ben
iliklerime kadar ıslanmış durumda seni bekliyordum. Sen geldin bana şaşkın, kızgın
baktın. Anlamadım bu durumunu. Sonra da bana "bak bakalım, etrafına bu
yağmurda senin gibi sırılsıklam olmuş bir tek bayan görüyor musun? Üstelik bir
de incecik bir şeyle çıkıp gelmişsin, rengi de on metre öteden ben buradayım
diyor. Senin burada birini beklediğin her halinden belli" deyip tekrar tekrar hangi durumda, nasıl davranmam gerektiğini
anlatmıştın. Ve "bir daha böyle gelirsen yanından geçip gideceğim" demiştin.
Sonra da hasta olmayayım diye beni eve göndermiştin. Hiçte kıyamazdın bize, ince
ruhlu yoldaşım. Saatlerce dolaşmamızda yorulduğumu belli etmemeye çalışsam da
hemen anlar ve fırsatını bulduğunda dinlendirirdin. Oysa senin doğru dürüst bir
ayakkabın bile yoktu, ayakların bileklerine kadar ıslakken, karnın aç, uykusuz
ve yorgunken önce yoldaşlarını düşünürdün. Bir kere bile seni yakınırken
görmedim. Bir kere bile "ben" demedin.
Yoldaşım, ben seni çalışkanlığınla, görev ve
sorumluluk bilincinle, sınırsız enerjinle, en zor koşulları dahi yılmadan
göğüsleyebilmende, sadeliğinde, mütevaziliğinde tanıdım.
Seninle çalışmak güven verirdi bana. Bilirdim
hareketini, yoldaşlarını hiçbir koşulda zorda bırakmayacağını, bilirdim
hareketimizi yaşamın pahasına koruyacağını. Bilirdin!..
Yoldaş sıcaklığını, yoldaşça güveni, sevginin değerini. Ayrıldığmız gün dün gibi aklımda. Sen "savaşın farklı
bir alanına gidiyorum, bir daha görüşemeyebiliriz" dediğinde nasıl da
üzülmüştüm, hatırlıyor musun? "Ama birgün
gelecek, güzel günlerde mutlaka görüşeceğiz" demiştin ayrılıp giderken.
Seni son görüşüm oldu bu...
Ve senin de düşenlerimizin arasına katıldığını
öğrendiğimde yüreğim yangın yerine döndü, Pehlivan!.. Yüreğim
kin, öfke, onurla doldu yoldaşım.
Kolay mı dağ gibi bir pehlivanı yitirmek!.. Kolay mı kalleşçe katledilmesini kabullenmek!. Düşmenizin hemen ardından yankılandı şehrin varoşlarından
adınız, direnciniz. Cellatlar anladı bir kez daha
sizin ancak yiğit bedenlerinizi bizlerden ayırdığını.
Eskişehir senin bıraktığın mirasla özgürleşti,
sokaklarına adını kazıyacağız. Kavgamızın pehlivan'ı!..
Sizlerle büyüyor savaşımız, her düşenimiz binleri filizlendiriyor topraktan. O
özlemini çektiğin uğruna saatlerce çatışarak şehit düştüğün güzel günlerle
karşılayacağız seni ve tüm düşenlerimizi.
Duydum ki sen de düşmüşsün yoldaş
Duydum ki vücudun delik deşikmiş.
Aman vermemişsin yoldaşınla it sürülerine,
Aman vermemişsin saatlerce.
Yürek dayanır mı bu habere yoldaş,
Yürek coşmaz mı yiğitliğinizle.
Kabına sığmayıp da taşmaz mı?!.
***
“sevdiğini
hayatının her anında gösterebilmektir devrimcilik.”
Hayatı, yoldaşlarını, uğruna mücadele ettiğin tüm
değerleri... Bunları "seviyorum" demek yeterli değildir tek başına.
Gerçekten sevdiğini hayatının her anında gösterebilmektir devrimcilik.
Yaşar YILMAZ devrimciydi. Bir Halk Kurtuluş
Savaşçısıydı. Bunu devrimci yaşamında gösterdi:
O kavgasını gerçekten seviyordu. Sevmese birine
ulaştırılacak bir not için günlerce aç-susuz kalamazdı. Açlık, yorgunluk, her
türden olanaksızlara karşı yakınmadan coşkulu ve bilinçli bir şekilde işlerine
sarılamazdı...
Zor durumlarda, operasyonlarda sızlanıp, yakınmadan,
kaçmadan, inşaatlarda çalışmayı tercih etmezdi...
Yanlış yapılmışsa en sevdiği, üzüldüğü insan olsa
dahi üzülmesin diye yanlışını anlatmaktan, doğruyu öğretmekten bıkmazdı.
Yaşar YILMAZ;
O bir Halk Kurtuluş savaşçısıydı. Sevginin ne demek
olduğunu öğrenmek istiyorsanız, gerçek sevgiyi anlamak istiyorsanız onun hayatı
ve ölümü örnektir. Sevgi; emek, vefa, bağlılık, yakınmamaktır, açıklık ve sadeliktir.
Yaşar'ın hayatı böyledir. Bu sevgi ile 26 Ekim 1993'te Ankara Balgat'ta tek gözlü gecekondularında yoldaşı Tayyar Turhan
SAYAR ile birlikte saatlerce çatışarak şehit düştü...