Vehpi MELEK'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Belki parçalanmış bir gece yarısı
Belki de çeyrek kala ayazlı bir sabaha
Ölümün koynunda biter açlığımız
Sakın ha bizi çok çok
övmeyin
Övüp de yeraltında üzmeyin
İşte bizden önce giden dostlar
yine gülümseyen yüzlerle
denetleyen gözlerle bakıyorlar
Ablası Vehbi’yi Anlatıyor:
Kardeşim şehit düştükten sonra hakkında yazılan
yazıları defalarca okudum. Hep Vehbi’nin cesaretinden, soğukkanlılığından
özverili çalışmalarından sözediyorlar. Daha doğrusu
bu özellikle ön planda anlatılmış.
Bilemiyorum, belki sorumluluk aldığı alanın olması
gerekli özelliğinden, belki de genel olarak mücadelenin bugün çok fazla ihtiyaç
duyduğu şeyler olduğu içindir. O sıralarda Grup Yorum da yaptığı kasetin adının
"CESARET" koymuş ve en güzel parçasında cesaret cesaret
daha fazla cesaret diye haykırıyordu.
Ben sizlere Vehbi’nin bir başka yanını, bizlerle
olan paylaşımını bir anımla anlatmak istiyorum.
Devrimciler aileleriyle sorunlu, ailesine
başkaldıran kişilermiş gibi hep karalanır. Bu hiç de doğru değil. Onlar
ailelerini sıradan biri gibi değil, çok daha farklı çok daha anlamlı
seviyorlar.
Köydeki evimizi jandarmalar basmış, Vehbi’yi
sormuşlar. Haber alır almaz evden ayrılması gerekiyordu, benimle konuştu evden
ayrıldı.
Baş başa birlikte kaldığımız günlerde o kadar çok
şey paylaşıyorduk ki. O’nun yokluğunda bir anda kendimi boşlukta, sahipsiz,
ayakta durmasını bilmeyen bebeler gibi, yapayalnız hissettim.
Her telefon çalışında heyecanla "İnşallah
Vehbi'dir, biraz sohbet ederiz" diye telefona koşuyordum. Bir gün işten
eve geldim. O kadar yorgundum ki, elbiselerimi değiştirmeye takatim yok. Hemen
oracıkta kanepeye uzandım. Telefon zili çalmaya başladı. Aniden yerimden
fırlayıp ahizeyi kaldırdım.
-Alo
-Merhaba ablacığım...
Arayan Vehbi'ydi, sesini duyunca o anda bütün
yorgunluğum uçuverdi. Ama ona belli etmemeliydim. Başladım sitem etmeye.
-Canım ablacığım. Eskiden her gün, hatta günde
birkaç kez arardın, aramaz oldun. Unuttun bizi.
-Unutur muyum hiç, sık sık
arayamasam bile söylemiştim ya hep yanındayım... Neyse, şimdi bırak sitem
etmeyi, birazda başka şeylerden konuşalım ha...
-Eee, tamam sitemi kestim,
anlat seni dinliyorum.
-Tatlımı yedin mi?.. Afiyet
olsun.
-Ne tatlısı?
Birden gözüm sehpanın üzerinde özenle hazırlanmış
baklava tepsisine takıldı.
-Bir saniye, sen söyleyince gördüm... Harika,
yanında limonatasını da unutmamışsın. Teşekkür ederim. İyi de gülüm bu neyin
tatlısı, düğün değil, bayram...
-Bir de ne diye soruyorsun. Anlaşıldı artık gazete
okumaz olmuşsun.
-Bir dakika, bir dakika...
Elimde ahizeyi bırakmadan çantama uzanıp gazeteyi
çıkardım çarçabuk. Bir yandan konuşurken haber başlıklarına göz atıyorum.
-Ha, tamam buldum. Harika... Canlarım benim. O duvar
sizinkilere yine vız gelmiş... Allah aşkına nasıl beceriyorsunuz?... Şu manşete bak; Kuş olup uçtular. Güzel. Tatlı içinde
ayrıca bu sevinci benimle paylaştığın içinde çok çok
teşekkürler... Kendinize dikkat edin... Öptüm.
Telefon görüşmesinin ardından neşeyle oturup tatlıyı
yemeye başladım. Bir yandan da düşünüyorum. Bugünkü konuşma çok değişikti. Heyecandan
sesi titriyor, kahkahalarla gülüyordu. O anı sözcüklerle anlatmam imkânsız.
Adeta havada uçar gibi bir hali vardı. Aman allahım
ne güzel bir duygu. Konuşmasıyla beni bu denli heyecanlandırdığına göre, ya
kendi ne haldedir. Kıskanmadım da diyemem. Yoldaşlarını bizlerden daha mı çok seviyor? diye düşündüm ve Vehbi bu soruyu
yanıtlıyormuş gibi "sen benim hem ablam hem yoldaşımsın" diyen sesini
içimden duydum. Siyasi düşüncelerini değerlendiremem ama şuna yürekten
inanıyorum. Bu denli birbirlerini seven, birbirlerine kenetlenmiş bir örgüt ne
kadar şehit verirse versin sırtı yere gelmez.
Sonradan öğrendim cezaevinden devrimcilerin
firarlarında tatlı ısmarlamak gelenek olmuş. Eskiden nişan törenlerinde içilen
şerbet gibi...
Vehbi şehit düştü. Ben bir şey yapmasam dahi,
devrimcilerin her firarında, yalnız firarında da değil her başarılı
eylemlerinde tatlı yeyip, tatlı ısmarlayacağım.
Devrimci bilinç bence kitaplarda değil, böylesine güzel paylaşımların
içerisinde...
Ve devrimciler bilinç, coşku, cesaret taşımak için
ne de güzel yollar buluyorlar...
***
Bir yoldaşı anlatıyor: «Gözü kara
yoldaş...»
Hozatlı Kürt bir işçi ailesinin çocuğu olan Vehbi,
ortaokul-lise yıllarından itibaren devrimci mücadelenin bir parçası oldu.
12 Eylül'den sonra Elazığ Askeri Cezaevine kondu.
İhbarcılık yapan bir öğretmene dersini vermek istemişlerdi. Hareketi
bilgilendirmenin koşulu olmadığı bir süreçte, ihbarcılığın meşrulaşmasını ve
yaygınlaşmasını önlemek için insiyatif
kullanmışlardı.
Vehbi halk deyimiyle "gözü kara" bir
yoldaştı. Doğruluğuna inandığı herhangi bir şeyi yapmaktan hiçbir şey O'nu
alıkoyamazdı.
Hedefini yolcu otobüsünde yakalayacaklardı ama
otobüse ulaşmanın koşulları ortadan kalkmaya başlayınca, jandarma cipinden
"yardım" isteyerek otobüse ulaşmışlardı. Yaratıcılığını, ustalığını,
soğukkanlılığını farklı sözcüklerle anlatmaya gerek yok sanırız.
12 Eylül cuntasına, Elazığ Askeri Cezaevinde de
direnişiyle cevap veriyordu. Kısa bir süre cezaevinde yatıp, çıktıktan sonra da
yeniden devrimci mücadeleye, örgütle ilişkiye geçmenin yollarını aradı. Ve 1986
yılından itibaren yoldaşlarına, örgütüne kavuştu
1988 yılından itibaren silahlı eylemlerde yer almaya
başlayan Vehbi, bu alanda gösterdiği başarıyla kendini kanıtladı.
Tüm süreci boyunca ataklığıyla, cesaretiyle,
inatçılığıyla ve kararlılığıyla bulunduğu alandaki insanlara örnek olmuştur.
Bulunduğu her ortama yoldaşlık ilişkilerinin sıcaklığını taşıyan, en olumsuz
koşullarda dahi coşku ve motivasyonunu koruyabilen,
çevresine örnek olan, eksik ve hatalara göz yummayan bir yoldaşımızdı.
12 Temmuz sonrasında, dağınıklığın yaşandığı bir
süreçte askeri alan dışında görüştüğü bir insana, silahsız olduğumuz koşullarda
nasıl temin edebileceğini, nasıl eylem yapabileceğini, hangi alanda olursa
olsun her insanımızın bu güvene sahip olması gerektiğini anlatıyordu, tatbikat yaptırıyordu.
Polisin silahını şu yöntemle alabiliriz, herhangi bir polisi göstererek, işte
bir halk düşmanı, yanına kadar yaklaşır kafasına sıkarız. Randevulaştığı her
insanı faaliyetin doğal akışı içinde eğitiyordu.
Yoldaşımız 12 Temmuz'a kadar düşmanın yanı başında
bir işte çalışarak hem maddi gelir sağlıyor hem de faaliyetlerini aksatmadan
sürdürebiliyordu. O'nun inat ve sabırla çıkardığı istihbaratları eylem
planlarını gerçekleştirmeye bazen birlik bile yetmiyordu. Her olasılığı
hesaplıyor, her planın bir alternatifini de mutlaka hazır bulunduruyordu. Yok,
bulamadık, olmadı onun literatüründeki sözcükler
değildi.
Yaşam içinde küçük burjuva tavır, davranış, üslup,
giyim-kuşam, çalışma biçimine karşı çıkar, nasıl olması gerektiğini anlatır,
yaşamıyla örnek olurdu.
Vehbi, çok konuşan bir yoldaşımızdı. Ama hiçbir
zaman ondan beylik laflar duymadık. Şöyle yaparız, böyle yaparız veya biz
şöyleyiz, biz böyleyiz ve benzeri sözler kullanmaz, sadece pratikte uygulayıcısı
olurdu. Kimse O'nun yanında büyük laflar söyleyemez, çekinirdi.
Bayan yoldaşlara karşı çok hassas davranır, normalde
bizlerin bilmesi, dikkat etmesi gereken birçok konuda uyarır, eleştirir,
doğruyu gösterirdi. Kadın yoldaşlara değer verir, düzenin biçtiği misyonla ele aldığında, mücadele içindeki kadın yoldaşlara
daha fazla saygı duyduğunu belirtirdi. Komutan olduğu süreçte pratik
faaliyetlerde de kadın yoldaşlara öncelik tanır, bu konudaki erkek yoldaşlardaki
feodal mantığı yıkmak üzerine planlar yapar, hatta feodal gururun ezilmesi
gerektiğini söylerdi.
Ev içindeki yaşamında alabildiğine özenli, temiz ve
titizdi. Günlük işlerin birçoğunu kendisi yapmaya çalışır, özellikle bu konuda
erkek arkadaşların duyarsızlığını eleştirirdi.
Vehbi yoldaş savaşçı olduğu birliğe komuta etmeye
başladığında değişen pek bir şey olmamıştı. Çünkü o her zaman bir komutan gibi
düşünür, komutan gibi yaşardı. Eksikliklerini, yanlışlarını dile getirmekten
kaçınmazdı. Eleştirilere açıktı. "Eğer hatamı kavrayamamışsam direnirim."
Onun için ısrarlı olun derdi. Hatta kendisinin fark ettiği, bizlerin fark
etmediği eksik veya yanlışlarını dile getirir, iyi bir gözlemci olmadığımız
için bize kızardı. Öğrenmesini ve öğretmesini bilen bir yoldaştı. Komutan
olarak görevlendirildiğinde; "içimizde teorik olarak benden daha birikimli
arkadaşlarımız var. Onları, beni bu konuda eğitmeleri için görevlendiriyorum"
diyebilecek mütevaziliğe sahipti.
"Ölmek isteyen varsa gidip balkondan kendini
atsın, ben yaşamak istiyorum. Hangi koşullarda şehit düşeceğimiz ise bellidir."
derdi.
13 Ağustos'ta kuşatıldıkları üste, Nurten yoldaşıyla
birlikte çatışarak şehit düştü.
***
Bir yoldaşı anlatıyor:
Vehbi, Dersim'li
Kürt-Alevi bir aileden geliyordu. Daha küçük yaşlarda baskıyı, dayağı, sömürüyü
ve yoksulluğu gördü. Küçüklüğü de dahil yaşamının büyük
bir bölümünü zor koşullar altında geçirdi. Kürdistan'daki insanlık dışı uygulamaları
görmenin ötesinde payına düşeni de fazlasıyla aldı. Düzene olan öfkesi ve kini
daha bu yaşlarda gelişmeye başladı. Lise çağlarına geldiğinde ise düzene, haksızlıklara
olan öfkesi büyümüş, öğrenci gençliğin demokratik mücadelesi içerisinde yerini
almakta gecikmemişti. '78 sıkıyönetiminden sonra okulları birer askeri kışlaya
dönüştürülmüştü. Öğrencilerin işgale karşı gerçekleştirdikleri eylemlerin
içerisinde tüm kararlılığı ve militanlığı ile yerini almıştı. Okul yıllarında
baskıyı-dayağı-copu daha yakından tanır. Bu uygulamalara karşı sürdürülen
pratiğin içerisinde pişerek gelişir ve güçlenir.
'78 Devrimci Sol-Devrimci Yol ayrışmasında Devrimci
Hareketin saflarında yerini alır. 12 Eylül sürecine kadar birçok
silahlı-silahsız eylemlere katılır. Cuntalı yıllarda tutsak düşer. Tutsaklık koşullarında
inancını-değerlerini korur. O artık direniş cephesinde kararlı bir direnişçi
olarak devrime karşı olan görevlerini yerine getiren biridir. Tutsaklık
koşullarında kendini geliştirir. Aynı zamanda dostu-düşmanı daha iyi tanıma
sürecidir. Özgürlüğüne kavuştuğunda ise daha bilinçli ve kararlıdır.
Özgürlüğüne kavuştuktan sonra uzunca bir süre
hareketle bağlantı kuramaz. Ama o her an hareketle ilişkiye geçeceğine, mutlaka
onu bulacaklarına inanır. Kendisini de buna hazırlar. Çürüme ve yozlaşmanın
yaşandığı bu yıllarda o inancını korur. Hareketin onunla tekrar ilişkiye
geçtiği an, en mutlu olduğu andır. '90 Atılım süreci öncesi hareketle ilişkiye
geçer.
Vehbi ile bu süreçten şehit düştüğü 13 Ağustos
1992'ye kadar paylaşımlarımız olmuştur.
Vehbi, eğitme, kavrama, öğrenme, kendini
yetkinleştirme yetisine sahip olmakla beraber büyük bir çaba içerisindeydi yine
de. Azmi ve kararlılığı da bunu başaracak düzeydedir. Ama aynı zamanda sömürü
ve baskıyı yok etmenin onu anlamakla, düşünmekle olmayacağını, bunun gerçekleşmesi
için devrimci eylemin mutlaka olması gerektiğini düşünmektedir. Pratiğin
değiştirici, dönüştürücü gücüne inanır ve güvenirdi.
Vehbi, yüreği ve tüm duygularıyla görüp yaşadığı
olay ve haksızlıklar karşısında "kabına sığmaz" bir isyan bayrağıydı.
Tutuşmaya hazır bir kıvılcım, pimi çekilmiş bir bomba gibiydi. Uzlaşmaz bir kişiliği
vardı. Vehbi’nin hiç kuşkusuz en önemli özelliği cesareti ve kararlılığıydı. Cesaretini anlatmak gerçekten zor. Eylem için diğer şeyler
olmasa da, yüreği ve cesareti yeterdi. Zaten daha küçük yaşlarda ona bu
cesaretinden dolayı "çifte yürek" diyorlardı. "Çifte yürek"
taşıyan bu insanın cesareti bize her zaman örnekti. Her eylemde bize güven
veren "güven sigortamız" olmuştu.
Plan ve programa bağlı olmakta yetersizlikleri de
olsa, o eylem yapma konusunda olsun, istihbarat çalışmasında, eylem planlaması
ve örgütlenmesinde, savaşmada ve savaştırmada hep örnekti. İstihbaratta, eylem
planlanmasında ve örgütlenmesinde bizler birden fazla tekrar çalışması yaparken
o tek bir çalışmayla başarabiliyordu. Gerçek anlamda o canlı hayatın ve
pratiğin bir eylemcisi ve kurmayıydı. Çünkü o pratiği hayatın canlı koşulları
üzerine kuruyordu. Öyle teorik, kitabi şeylerde aramıyordu.
Vehbi, her şeyiyle kendini devrime adamış ve bunu
sonuna kadar götürecek güçlü bir iradeye sahipti. Tüm deneylerini,
tecrübelerini, yaşadığı anıları öğretici, ders alınacak tarzda anlatırdı. 24 saatinde
devrimi düşünerek; yüreği, bilinci, tüm bedeni ve ruhuyla "iktidara" kilitlemiş
olarak yaşardı. Bu anlamda büyük bir sorumluluk, özveri ve fedakarlık
örneğiydi.
Adana'da devrimci bir eylemden sonra afişe edilip o
da hedef gösterildi. Bu onu korkutma şöyle dursun o bundan sevinç duyuyordu
adeta. Çünkü devrim için bedel ödemeyi en güzel armağan kabul ediyordu.
Bir komutan, bir kurmay, bir asker olarak 13 Ağustos
1992'de yoldaşlarıyla birlikte Ankara'da şehit düştüler. Söz sana asi ruhlu
yoldaş. Onurla, inançla taşıdığın bayrak yere düşmedi düşmeyecek. Halk Kurtuluş
Savaşımızda zafere kadar taşıyacak ve faşizmin burçlarına dikeceğiz...
***
Bir yoldaşı anlatıyor: "Yoldaşlarımın Güvenini Kazandıysam Ne
Mutlu Bana"
1617 Nisan direnişinin
yaşandığı günlerdi. Birliğimize misafir olarak birisinin geleceği söylendi.
Uzun süredir farklı bir yoldaş görmediğimiz için gelecek olan yoldaşı merak
ediyorduk. Randevuya beni gönderdiler. Buluşma saati geldiğinde baktım birisi
bana gülümsüyor. Tanıyor muyum diye dikkat ettim, hayır, tanıdık bir sima
değil. Ama bana neden gülümsediğini merak etmeye başlamıştım. O arada kalkıp
yanıma gelip selam verdi. Kendisini tanıttı. Beklediğimiz yoldaştı. Bir süre
sonra, "Beni tanıyıp ta mı gülümsedin. Ben seni daha önce hiç görmemiştim"
dediğimde, "Hayır ben de seni ilk defa görüyorum. Ama sen içeri girince
birisini arar gibi dikkatlice etrafını kontrol ettin. Ama bunu öylesine acemice
yaptın ki anında fark edilecek bir durumdu. Buraya gelirken de en son A.
sokağından geçtin. Yine etrafa belirgince baktın. Ama biraz dikkatli olsaydın o
sokaktaki bakkalın önündeki insanlardan birisinin ben olduğumu fark ederdin"
deyince utandım. Bu kadar dikkatli bir yoldaşın yanında benim dikkatsizliğimin
durumu. Bunu fark eden Vehbi yoldaş, "Bak yoldaşım, bizim yapacağımız bir
hata son hatamız olur. Bunun da ne olduğunu biliyorsun. Yoldaşlarımızın şehit
düşmesine neden oluruz ki, bu da dolaylı olarak yoldaşlarımızın katili anlamına
gelir. Buna da hakkımız yok değil mi? cevabını vermişti.
Vehbi sanki içimi okumuş gibi, "Bak yoldaşım
şimdi sen içinden diyeceksin, ne ukala birisi, gelmeden, daha doğru dürüst
tanışmadan bir eksiklik yaptık, yüzümüze vurmaya başladı. Öyle değil, birbirimizi
hiç görmesek de aslında birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Hepimizin eksikliği
birbirimizin benzeriz aşağı-yukarı. Birbirimizi uyarmak, eleştirmek yoldaşlık
görevimiz" demişti.
Bulunduğumuz üsde kısa
sürede birlikte kaldığımız yoldaşlarla kaynaşmıştı. Sevecen, sıcakkanlı,
konuşkanlığıyla üs yaşamındaki özeni ve disipliniyle örnek bir yoldaş olduğunu
göstermişti. Sorumlu arkadaştan kendisine görev verilmesini istemiş, "Ben
buraya gelirken oturmak için değil, bir şeyler yapabilmek için geldim" diyerek
hemen verilen görevlere sarılmıştı.
Bir gün ayakkabılarının halk arasında "yumurta
topuk" olduğunu fark ettik. Bir yoldaş, "Adana'da kabadayıların
giydiği ayakkabı" diye espri yaptı. Buna gülerek "Haklısın, bir
yoldaşın ayağında görerek beğendim, o da bana çıkarıp verdi" demişti. Daha
sonra Adanalı arkadaşları olduğunu söyledi ve Adana ile ilgili espriler yaptı.
Hepimiz yaptığı esprilere gülüp olayı geçiştirmiştik. Daha sonra o ayakkabıları
ayağına hiç giymediğini gördük. Bir süre sonra ayakkabının Adana'dan alınmış
markası olduğunu gördük, "Bizim esprimizden sonra ayakkabıların dikkati
çeken bir ayakkabı olduğunu fark ettiğini, onun için giymediğini" anlattı.
Esprisi, konuşması, yaklaşımı yeni dersler
veriyordu, eleştirilerini öyle bir dille yaklaşımla yapardı ki, kimsenin
"itiraz" edecek hali kalmazdı. Bir yoldaşımız üsse aldığımız
gazetenin işimize yarar bölümlerini kesmiş, ortaları kesilmiş gazeteleri
kahvaltı masasının üzerine sermişti. Buna o güne kadar sakin görünüşlü Vehbi
yoldaş tepki göstermiş, kızarak böyle bir yanlışı nasıl yapabildiğini, "Gazeteyi
kim keser ha. Arşiv yapan birisi keser. Aptal olan bunu anlar. Sen bunu götürüp
çöpe atacaksın değil mi?" diye kızmıştı.
Vehbi yoldaş bir eylemden sonra yaralanmıştı. Eylem
bölgesi düşmanca kuşatılmış, çekileceği yere çekilememişti. Hemen bir ara
sokağa girerek bir kapıyı çalmış, "Osman abi
burada mı?" diye sormuş. Kapıya çıkan kadın "Hayır, burada Osman diye
biri oturmuyor. Ama 2 sokak aşağıda Osman diye birisi var." deyince Vehbi,
"Ben onun inşaatında çalışıyorum. Koluma çivi battı. Eczaneye gideceğim
de, haber vereyim demiştim. Varsa bana bir bardak su verir misin" diye
kadınla bir süre sohbet ederek polisin bölgeden geçeceği zamanı kazanmıştı.
Üsse döndüğünde gülümseyerek "Yaralandım, bir leğen getirin de kanı
boşaltalım" demişti. Biz gülerek "Geç dalganı" deyince Vehbi
"gerçekten yaralıyım" demişti. Yaralı olduğunu görünce bayağı
şaşırmıştık. Bize sakin olmamızı söylüyor, bizi teskin etmeye çalışıyordu. Bu
kadar sakin, soğukkanlı olabileceğini düşünemiyorduk.
Bir arkadaşımız beklemediğimiz bir eksiklik yapmış
suç işlemişti. Biz kızıyor, ağzımıza geleni sarfediyorduk.
Vehbi bizi uyararak "Onun yaptığı yanlışta ne kadar payınız var sizin, hiç
kendinizi sorguladınız mı? Zamanında bazı şeyleri görebilseydiniz, o boyutta
yanlışa düşmezdi belki de" diyerek bu yanlışın bizde ne kadar potansiyeli
olduğunu sorgulamıştı.
Vehbi yoldaşı bir süre için bir halk ilişkisine
bırakmamız gerekmişti. Ama elimizde hazır bir ilişki yoktu. Bir tek evimiz var.
O evin kadını da sürekli memnuniyetsizliğini dile getiriyordu. Bunu Vehbi'ye
anlatıp mecburen o eve götürdük. Birkaç gün sonra yanına uğradığımızda Vehbi'yi
evin iki çocuğu ile odada oyun oynarken bulduk. Evin kadını bize neden sık
gelmediğimizi soruyordu. Bizim için canını verebileceğini söylüyor, eski
yaklaşımları için özür üstüne özür diliyor. Vehbi, aile ile öyle bir kaynaşmış
ki kadın "Ali artık benim kardeşim, bu evden birisi" çocuklar ise
"dayı, dayı" diye yanından ayrılmıyorlar. Bir süre sonra evden alıp
götürdük. O eve her gidişimizde sürekli Vehbi'yi soruyorlardı. Kadın, "Devrimcileri
asıl olarak Ali ile tanıdım" diyordu.
Vehbi yoldaş az iyileşince hemen faaliyetlerde yer
almak için yine istemde bulunmuştu. Kendisine biraz dinlenmesi söylendiğinde,
yaralandığından dolayı faaliyetlerde yer almaması, yaralanmasına küfretmesini
getirmişti. Sohbetlerimizde hep şehitlerimizden örnekler verir, onların yaşamını
anlatırdı. Vehbi yoldaşın yaşamı şimdi Halk Kurtuluş Savaşçıları için örnek
oluyor. Kendi deyimiyle "Yoldaşlarımın
bana güvenini sağlayabildiysem ne mutlu bana." O, güvenin, özverinin, fedakarlığın, şehitleri sahiplenmenin adı oldu.