Vehpi MELEK'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Belki parçalanmış bir gece yarısı

Belki de çeyrek kala ayazlı bir sabaha

Ölümün koynunda biter açlığımız

Sakın ha bizi çok çok övmeyin

Övüp de yeraltında üzmeyin

İşte bizden önce giden dostlar

yine gülümseyen yüzlerle

denetleyen gözlerle bakıyorlar

 

 

Ablası Vehbi’yi Anlatıyor:

 

Kardeşim şehit düştükten sonra hakkında yazılan yazıları defalarca okudum. Hep Vehbi’nin cesaretinden, soğukkanlılığından özverili çalışmalarından sözediyorlar. Daha doğrusu bu özellikle ön planda anlatılmış.

Bilemiyorum, belki sorumluluk aldığı alanın olması gerekli özelliğinden, belki de genel olarak mücadelenin bugün çok fazla ihtiyaç duyduğu şeyler olduğu içindir. O sıralarda Grup Yorum da yaptığı kasetin adının "CESARET" koymuş ve en güzel parçasında cesaret cesaret daha fazla cesaret diye haykırıyordu.

Ben sizlere Vehbi’nin bir başka yanını, bizlerle olan paylaşımını bir anımla anlatmak istiyorum.

Devrimciler aileleriyle sorunlu, ailesine başkaldıran kişilermiş gibi hep karalanır. Bu hiç de doğru değil. Onlar ailelerini sıradan biri gibi değil, çok daha farklı çok daha anlamlı seviyorlar.

Köydeki evimizi jandarmalar basmış, Vehbi’yi sormuşlar. Haber alır almaz evden ayrılması gerekiyordu, benimle konuştu evden ayrıldı.

Baş başa birlikte kaldığımız günlerde o kadar çok şey paylaşıyorduk ki. O’nun yokluğunda bir anda kendimi boşlukta, sahipsiz, ayakta durmasını bilmeyen bebeler gibi, yapayalnız hissettim.

Her telefon çalışında heyecanla "İnşallah Vehbi'dir, biraz sohbet ederiz" diye telefona koşuyordum. Bir gün işten eve geldim. O kadar yorgundum ki, elbiselerimi değiştirmeye takatim yok. Hemen oracıkta kanepeye uzandım. Telefon zili çalmaya başladı. Aniden yerimden fırlayıp ahizeyi kaldırdım.

-Alo

-Merhaba ablacığım...

Arayan Vehbi'ydi, sesini duyunca o anda bütün yorgunluğum uçuverdi. Ama ona belli etmemeliydim. Başladım sitem etmeye.

-Canım ablacığım. Eskiden her gün, hatta günde birkaç kez arardın, aramaz oldun. Unuttun bizi.

-Unutur muyum hiç, sık sık arayamasam bile söylemiştim ya hep yanındayım... Neyse, şimdi bırak sitem etmeyi, birazda başka şeylerden konuşalım ha...

-Eee, tamam sitemi kestim, anlat seni dinliyorum.

-Tatlımı yedin mi?.. Afiyet olsun.

-Ne tatlısı?

Birden gözüm sehpanın üzerinde özenle hazırlanmış baklava tepsisine takıldı.

-Bir saniye, sen söyleyince gördüm... Harika, yanında limonatasını da unutmamışsın. Teşekkür ederim. İyi de gülüm bu neyin tatlısı, düğün değil, bayram...

-Bir de ne diye soruyorsun. Anlaşıldı artık gazete okumaz olmuşsun.

-Bir dakika, bir dakika...

Elimde ahizeyi bırakmadan çantama uzanıp gazeteyi çıkardım çarçabuk. Bir yandan konuşurken haber başlıklarına göz atıyorum.

-Ha, tamam buldum. Harika... Canlarım benim. O duvar sizinkilere yine vız gelmiş... Allah aşkına nasıl beceriyorsunuz?... Şu manşete bak; Kuş olup uçtular. Güzel. Tatlı içinde ayrıca bu sevinci benimle paylaştığın içinde çok çok teşekkürler... Kendinize dikkat edin... Öptüm.

Telefon görüşmesinin ardından neşeyle oturup tatlıyı yemeye başladım. Bir yandan da düşünüyorum. Bugünkü konuşma çok değişikti. Heyecandan sesi titriyor, kahkahalarla gülüyordu. O anı sözcüklerle anlatmam imkânsız. Adeta havada uçar gibi bir hali vardı. Aman allahım ne güzel bir duygu. Konuşmasıyla beni bu denli heyecanlandırdığına göre, ya kendi ne haldedir. Kıskanmadım da diyemem. Yoldaşlarını bizlerden daha mı çok seviyor? diye düşündüm ve Vehbi bu soruyu yanıtlıyormuş gibi "sen benim hem ablam hem yoldaşımsın" diyen sesini içimden duydum. Siyasi düşüncelerini değerlendiremem ama şuna yürekten inanıyorum. Bu denli birbirlerini seven, birbirlerine kenetlenmiş bir örgüt ne kadar şehit verirse versin sırtı yere gelmez.

Sonradan öğrendim cezaevinden devrimcilerin firarlarında tatlı ısmarlamak gelenek olmuş. Eskiden nişan törenlerinde içilen şerbet gibi...

Vehbi şehit düştü. Ben bir şey yapmasam dahi, devrimcilerin her firarında, yalnız firarında da değil her başarılı eylemlerinde tatlı yeyip, tatlı ısmarlayacağım. Devrimci bilinç bence kitaplarda değil, böylesine güzel paylaşımların içerisinde...

Ve devrimciler bilinç, coşku, cesaret taşımak için ne de güzel yollar buluyorlar...

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor: «Gözü kara yoldaş...»

 

Hozatlı Kürt bir işçi ailesinin çocuğu olan Vehbi, ortaokul-lise yıllarından itibaren devrimci mücadelenin bir parçası oldu.

12 Eylül'den sonra Elazığ Askeri Cezaevine kondu. İhbarcılık yapan bir öğretmene dersini vermek istemişlerdi. Hareketi bilgilendirmenin koşulu olmadığı bir süreçte, ihbarcılığın meşrulaşmasını ve yaygınlaşmasını önlemek için insiyatif kullanmışlardı.

Vehbi halk deyimiyle "gözü kara" bir yoldaştı. Doğruluğuna inandığı herhangi bir şeyi yapmaktan hiçbir şey O'nu alıkoyamazdı.

Hedefini yolcu otobüsünde yakalayacaklardı ama otobüse ulaşmanın koşulları ortadan kalkmaya başlayınca, jandarma cipinden "yardım" isteyerek otobüse ulaşmışlardı. Yaratıcılığını, ustalığını, soğukkanlılığını farklı sözcüklerle anlatmaya gerek yok sanırız.

12 Eylül cuntasına, Elazığ Askeri Cezaevinde de direnişiyle cevap veriyordu. Kısa bir süre cezaevinde yatıp, çıktıktan sonra da yeniden devrimci mücadeleye, örgütle ilişkiye geçmenin yollarını aradı. Ve 1986 yılından itibaren yoldaşlarına, örgütüne kavuştu

1988 yılından itibaren silahlı eylemlerde yer almaya başlayan Vehbi, bu alanda gösterdiği başarıyla kendini kanıtladı.

Tüm süreci boyunca ataklığıyla, cesaretiyle, inatçılığıyla ve kararlılığıyla bulunduğu alandaki insanlara örnek olmuştur. Bulunduğu her ortama yoldaşlık ilişkilerinin sıcaklığını taşıyan, en olumsuz koşullarda dahi coşku ve motivasyonunu koruyabilen, çevresine örnek olan, eksik ve hatalara göz yummayan bir yoldaşımızdı.

12 Temmuz sonrasında, dağınıklığın yaşandığı bir süreçte askeri alan dışında görüştüğü bir insana, silahsız olduğumuz koşullarda nasıl temin edebileceğini, nasıl eylem yapabileceğini, hangi alanda olursa olsun her insanımızın bu güvene sahip olması gerektiğini anlatıyordu, tatbikat yaptırıyordu. Polisin silahını şu yöntemle alabiliriz, herhangi bir polisi göstererek, işte bir halk düşmanı, yanına kadar yaklaşır kafasına sıkarız. Randevulaştığı her insanı faaliyetin doğal akışı içinde eğitiyordu.

Yoldaşımız 12 Temmuz'a kadar düşmanın yanı başında bir işte çalışarak hem maddi gelir sağlıyor hem de faaliyetlerini aksatmadan sürdürebiliyordu. O'nun inat ve sabırla çıkardığı istihbaratları eylem planlarını gerçekleştirmeye bazen birlik bile yetmiyordu. Her olasılığı hesaplıyor, her planın bir alternatifini de mutlaka hazır bulunduruyordu. Yok, bulamadık, olmadı onun literatüründeki sözcükler değildi.

Yaşam içinde küçük burjuva tavır, davranış, üslup, giyim-kuşam, çalışma biçimine karşı çıkar, nasıl olması gerektiğini anlatır, yaşamıyla örnek olurdu.

Vehbi, çok konuşan bir yoldaşımızdı. Ama hiçbir zaman ondan beylik laflar duymadık. Şöyle yaparız, böyle yaparız veya biz şöyleyiz, biz böyleyiz ve benzeri sözler kullanmaz, sadece pratikte uygulayıcısı olurdu. Kimse O'nun yanında büyük laflar söyleyemez, çekinirdi.

Bayan yoldaşlara karşı çok hassas davranır, normalde bizlerin bilmesi, dikkat etmesi gereken birçok konuda uyarır, eleştirir, doğruyu gösterirdi. Kadın yoldaşlara değer verir, düzenin biçtiği misyonla ele aldığında, mücadele içindeki kadın yoldaşlara daha fazla saygı duyduğunu belirtirdi. Komutan olduğu süreçte pratik faaliyetlerde de kadın yoldaşlara öncelik tanır, bu konudaki erkek yoldaşlardaki feodal mantığı yıkmak üzerine planlar yapar, hatta feodal gururun ezilmesi gerektiğini söylerdi.

Ev içindeki yaşamında alabildiğine özenli, temiz ve titizdi. Günlük işlerin birçoğunu kendisi yapmaya çalışır, özellikle bu konuda erkek arkadaşların duyarsızlığını eleştirirdi.

Vehbi yoldaş savaşçı olduğu birliğe komuta etmeye başladığında değişen pek bir şey olmamıştı. Çünkü o her zaman bir komutan gibi düşünür, komutan gibi yaşardı. Eksikliklerini, yanlışlarını dile getirmekten kaçınmazdı. Eleştirilere açıktı. "Eğer hatamı kavrayamamışsam direnirim." Onun için ısrarlı olun derdi. Hatta kendisinin fark ettiği, bizlerin fark etmediği eksik veya yanlışlarını dile getirir, iyi bir gözlemci olmadığımız için bize kızardı. Öğrenmesini ve öğretmesini bilen bir yoldaştı. Komutan olarak görevlendirildiğinde; "içimizde teorik olarak benden daha birikimli arkadaşlarımız var. Onları, beni bu konuda eğitmeleri için görevlendiriyorum" diyebilecek mütevaziliğe sahipti.

"Ölmek isteyen varsa gidip balkondan kendini atsın, ben yaşamak istiyorum. Hangi koşullarda şehit düşeceğimiz ise bellidir." derdi.

13 Ağustos'ta kuşatıldıkları üste, Nurten yoldaşıyla birlikte çatışarak şehit düştü.

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

 

Vehbi, Dersim'li Kürt-Alevi bir aileden geliyordu. Daha küçük yaşlarda baskıyı, dayağı, sömürüyü ve yoksulluğu gördü. Küçüklüğü de dahil yaşamının büyük bir bölümünü zor koşullar altında geçirdi. Kürdistan'daki insanlık dışı uygulamaları görmenin ötesinde payına düşeni de fazlasıyla aldı. Düzene olan öfkesi ve kini daha bu yaşlarda gelişmeye başladı. Lise çağlarına geldiğinde ise düzene, haksızlıklara olan öfkesi büyümüş, öğrenci gençliğin demokratik mücadelesi içerisinde yerini almakta gecikmemişti. '78 sıkıyönetiminden sonra okulları birer askeri kışlaya dönüştürülmüştü. Öğrencilerin işgale karşı gerçekleştirdikleri eylemlerin içerisinde tüm kararlılığı ve militanlığı ile yerini almıştı. Okul yıllarında baskıyı-dayağı-copu daha yakından tanır. Bu uygulamalara karşı sürdürülen pratiğin içerisinde pişerek gelişir ve güçlenir.

'78 Devrimci Sol-Devrimci Yol ayrışmasında Devrimci Hareketin saflarında yerini alır. 12 Eylül sürecine kadar birçok silahlı-silahsız eylemlere katılır. Cuntalı yıllarda tutsak düşer. Tutsaklık koşullarında inancını-değerlerini korur. O artık direniş cephesinde kararlı bir direnişçi olarak devrime karşı olan görevlerini yerine getiren biridir. Tutsaklık koşullarında kendini geliştirir. Aynı zamanda dostu-düşmanı daha iyi tanıma sürecidir. Özgürlüğüne kavuştuğunda ise daha bilinçli ve kararlıdır.

Özgürlüğüne kavuştuktan sonra uzunca bir süre hareketle bağlantı kuramaz. Ama o her an hareketle ilişkiye geçeceğine, mutlaka onu bulacaklarına inanır. Kendisini de buna hazırlar. Çürüme ve yozlaşmanın yaşandığı bu yıllarda o inancını korur. Hareketin onunla tekrar ilişkiye geçtiği an, en mutlu olduğu andır. '90 Atılım süreci öncesi hareketle ilişkiye geçer.

Vehbi ile bu süreçten şehit düştüğü 13 Ağustos 1992'ye kadar paylaşımlarımız olmuştur.

Vehbi, eğitme, kavrama, öğrenme, kendini yetkinleştirme yetisine sahip olmakla beraber büyük bir çaba içerisindeydi yine de. Azmi ve kararlılığı da bunu başaracak düzeydedir. Ama aynı zamanda sömürü ve baskıyı yok etmenin onu anlamakla, düşünmekle olmayacağını, bunun gerçekleşmesi için devrimci eylemin mutlaka olması gerektiğini düşünmektedir. Pratiğin değiştirici, dönüştürücü gücüne inanır ve güvenirdi.

Vehbi, yüreği ve tüm duygularıyla görüp yaşadığı olay ve haksızlıklar karşısında "kabına sığmaz" bir isyan bayrağıydı. Tutuşmaya hazır bir kıvılcım, pimi çekilmiş bir bomba gibiydi. Uzlaşmaz bir kişiliği vardı. Vehbi’nin hiç kuşkusuz en önemli özelliği cesareti ve kararlılığıydı. Cesaretini anlatmak gerçekten zor. Eylem için diğer şeyler olmasa da, yüreği ve cesareti yeterdi. Zaten daha küçük yaşlarda ona bu cesaretinden dolayı "çifte yürek" diyorlardı. "Çifte yürek" taşıyan bu insanın cesareti bize her zaman örnekti. Her eylemde bize güven veren "güven sigortamız" olmuştu.

Plan ve programa bağlı olmakta yetersizlikleri de olsa, o eylem yapma konusunda olsun, istihbarat çalışmasında, eylem planlaması ve örgütlenmesinde, savaşmada ve savaştırmada hep örnekti. İstihbaratta, eylem planlanmasında ve örgütlenmesinde bizler birden fazla tekrar çalışması yaparken o tek bir çalışmayla başarabiliyordu. Gerçek anlamda o canlı hayatın ve pratiğin bir eylemcisi ve kurmayıydı. Çünkü o pratiği hayatın canlı koşulları üzerine kuruyordu. Öyle teorik, kitabi şeylerde aramıyordu.

Vehbi, her şeyiyle kendini devrime adamış ve bunu sonuna kadar götürecek güçlü bir iradeye sahipti. Tüm deneylerini, tecrübelerini, yaşadığı anıları öğretici, ders alınacak tarzda anlatırdı. 24 saatinde devrimi düşünerek; yüreği, bilinci, tüm bedeni ve ruhuyla "iktidara" kilitlemiş olarak yaşardı. Bu anlamda büyük bir sorumluluk, özveri ve fedakarlık örneğiydi.

Adana'da devrimci bir eylemden sonra afişe edilip o da hedef gösterildi. Bu onu korkutma şöyle dursun o bundan sevinç duyuyordu adeta. Çünkü devrim için bedel ödemeyi en güzel armağan kabul ediyordu.

Bir komutan, bir kurmay, bir asker olarak 13 Ağustos 1992'de yoldaşlarıyla birlikte Ankara'da şehit düştüler. Söz sana asi ruhlu yoldaş. Onurla, inançla taşıdığın bayrak yere düşmedi düşmeyecek. Halk Kurtuluş Savaşımızda zafere kadar taşıyacak ve faşizmin burçlarına dikeceğiz...

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor: "Yoldaşlarımın Güvenini Kazandıysam Ne Mutlu Bana"

 

1617 Nisan direnişinin yaşandığı günlerdi. Birliğimize misafir olarak birisinin geleceği söylendi. Uzun süredir farklı bir yoldaş görmediğimiz için gelecek olan yoldaşı merak ediyorduk. Randevuya beni gönderdiler. Buluşma saati geldiğinde baktım birisi bana gülümsüyor. Tanıyor muyum diye dikkat ettim, hayır, tanıdık bir sima değil. Ama bana neden gülümsediğini merak etmeye başlamıştım. O arada kalkıp yanıma gelip selam verdi. Kendisini tanıttı. Beklediğimiz yoldaştı. Bir süre sonra, "Beni tanıyıp ta mı gülümsedin. Ben seni daha önce hiç görmemiştim" dediğimde, "Hayır ben de seni ilk defa görüyorum. Ama sen içeri girince birisini arar gibi dikkatlice etrafını kontrol ettin. Ama bunu öylesine acemice yaptın ki anında fark edilecek bir durumdu. Buraya gelirken de en son A. sokağından geçtin. Yine etrafa belirgince baktın. Ama biraz dikkatli olsaydın o sokaktaki bakkalın önündeki insanlardan birisinin ben olduğumu fark ederdin" deyince utandım. Bu kadar dikkatli bir yoldaşın yanında benim dikkatsizliğimin durumu. Bunu fark eden Vehbi yoldaş, "Bak yoldaşım, bizim yapacağımız bir hata son hatamız olur. Bunun da ne olduğunu biliyorsun. Yoldaşlarımızın şehit düşmesine neden oluruz ki, bu da dolaylı olarak yoldaşlarımızın katili anlamına gelir. Buna da hakkımız yok değil mi? cevabını vermişti.

Vehbi sanki içimi okumuş gibi, "Bak yoldaşım şimdi sen içinden diyeceksin, ne ukala birisi, gelmeden, daha doğru dürüst tanışmadan bir eksiklik yaptık, yüzümüze vurmaya başladı. Öyle değil, birbirimizi hiç görmesek de aslında birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Hepimizin eksikliği birbirimizin benzeriz aşağı-yukarı. Birbirimizi uyarmak, eleştirmek yoldaşlık görevimiz" demişti.

Bulunduğumuz üsde kısa sürede birlikte kaldığımız yoldaşlarla kaynaşmıştı. Sevecen, sıcakkanlı, konuşkanlığıyla üs yaşamındaki özeni ve disipliniyle örnek bir yoldaş olduğunu göstermişti. Sorumlu arkadaştan kendisine görev verilmesini istemiş, "Ben buraya gelirken oturmak için değil, bir şeyler yapabilmek için geldim" diyerek hemen verilen görevlere sarılmıştı.

Bir gün ayakkabılarının halk arasında "yumurta topuk" olduğunu fark ettik. Bir yoldaş, "Adana'da kabadayıların giydiği ayakkabı" diye espri yaptı. Buna gülerek "Haklısın, bir yoldaşın ayağında görerek beğendim, o da bana çıkarıp verdi" demişti. Daha sonra Adanalı arkadaşları olduğunu söyledi ve Adana ile ilgili espriler yaptı. Hepimiz yaptığı esprilere gülüp olayı geçiştirmiştik. Daha sonra o ayakkabıları ayağına hiç giymediğini gördük. Bir süre sonra ayakkabının Adana'dan alınmış markası olduğunu gördük, "Bizim esprimizden sonra ayakkabıların dikkati çeken bir ayakkabı olduğunu fark ettiğini, onun için giymediğini" anlattı.

Esprisi, konuşması, yaklaşımı yeni dersler veriyordu, eleştirilerini öyle bir dille yaklaşımla yapardı ki, kimsenin "itiraz" edecek hali kalmazdı. Bir yoldaşımız üsse aldığımız gazetenin işimize yarar bölümlerini kesmiş, ortaları kesilmiş gazeteleri kahvaltı masasının üzerine sermişti. Buna o güne kadar sakin görünüşlü Vehbi yoldaş tepki göstermiş, kızarak böyle bir yanlışı nasıl yapabildiğini, "Gazeteyi kim keser ha. Arşiv yapan birisi keser. Aptal olan bunu anlar. Sen bunu götürüp çöpe atacaksın değil mi?" diye kızmıştı.

Vehbi yoldaş bir eylemden sonra yaralanmıştı. Eylem bölgesi düşmanca kuşatılmış, çekileceği yere çekilememişti. Hemen bir ara sokağa girerek bir kapıyı çalmış, "Osman abi burada mı?" diye sormuş. Kapıya çıkan kadın "Hayır, burada Osman diye biri oturmuyor. Ama 2 sokak aşağıda Osman diye birisi var." deyince Vehbi, "Ben onun inşaatında çalışıyorum. Koluma çivi battı. Eczaneye gideceğim de, haber vereyim demiştim. Varsa bana bir bardak su verir misin" diye kadınla bir süre sohbet ederek polisin bölgeden geçeceği zamanı kazanmıştı. Üsse döndüğünde gülümseyerek "Yaralandım, bir leğen getirin de kanı boşaltalım" demişti. Biz gülerek "Geç dalganı" deyince Vehbi "gerçekten yaralıyım" demişti. Yaralı olduğunu görünce bayağı şaşırmıştık. Bize sakin olmamızı söylüyor, bizi teskin etmeye çalışıyordu. Bu kadar sakin, soğukkanlı olabileceğini düşünemiyorduk.

Bir arkadaşımız beklemediğimiz bir eksiklik yapmış suç işlemişti. Biz kızıyor, ağzımıza geleni sarfediyorduk. Vehbi bizi uyararak "Onun yaptığı yanlışta ne kadar payınız var sizin, hiç kendinizi sorguladınız mı? Zamanında bazı şeyleri görebilseydiniz, o boyutta yanlışa düşmezdi belki de" diyerek bu yanlışın bizde ne kadar potansiyeli olduğunu sorgulamıştı.

Vehbi yoldaşı bir süre için bir halk ilişkisine bırakmamız gerekmişti. Ama elimizde hazır bir ilişki yoktu. Bir tek evimiz var. O evin kadını da sürekli memnuniyetsizliğini dile getiriyordu. Bunu Vehbi'ye anlatıp mecburen o eve götürdük. Birkaç gün sonra yanına uğradığımızda Vehbi'yi evin iki çocuğu ile odada oyun oynarken bulduk. Evin kadını bize neden sık gelmediğimizi soruyordu. Bizim için canını verebileceğini söylüyor, eski yaklaşımları için özür üstüne özür diliyor. Vehbi, aile ile öyle bir kaynaşmış ki kadın "Ali artık benim kardeşim, bu evden birisi" çocuklar ise "dayı, dayı" diye yanından ayrılmıyorlar. Bir süre sonra evden alıp götürdük. O eve her gidişimizde sürekli Vehbi'yi soruyorlardı. Kadın, "Devrimcileri asıl olarak Ali ile tanıdım" diyordu.

Vehbi yoldaş az iyileşince hemen faaliyetlerde yer almak için yine istemde bulunmuştu. Kendisine biraz dinlenmesi söylendiğinde, yaralandığından dolayı faaliyetlerde yer almaması, yaralanmasına küfretmesini getirmişti. Sohbetlerimizde hep şehitlerimizden örnekler verir, onların yaşamını anlatırdı. Vehbi yoldaşın yaşamı şimdi Halk Kurtuluş Savaşçıları için örnek oluyor. Kendi deyimiyle "Yoldaşlarımın bana güvenini sağlayabildiysem ne mutlu bana." O, güvenin, özverinin, fedakarlığın, şehitleri sahiplenmenin adı oldu.

 

Geri