Ümit Doğan GÖNÜL'ü Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Bir yoldaşı anlatıyor: "Umut, çok çabuk büyümüştü”

 

Onu ilk olarak, Mücadele Gazetesi İzmir Temsilciliği'nde görmüştüm. Sessiz, utangaç, çocuksu bir duruşu vardı. Ve ışıl ışıl parlayan gözleri. Sonraları konserlerde, eylemliliklerde yanında sayıları gittikçe artan liselilerle birlikte görüyordum. Çocukluğu, utangançlığı gün geçtikçe kaybolsa da, sessiz ve sakin yapısı ışıl ışıl gözleriyle liselilerin önderliğine soyunmuştu. Aynı günlerde bir arkadaşla birlikte Kemeraltı'nda limonata satarken görmüştüm. Gülümseyen ışıl ışıl gözleriyle tezgahın önünden geçen insanlara "soğuk limon, almaz mısınız" diyordu. İnsanlar onun sıcakkanlılığını, tebessümle dolu yüzünü görünce "böyle sıcakta senin elinden limon içilmez mi" diyorlardı. Bir keresinde de Körfez krizi döneminde sırtımızda taşıdığımız iki çuval pirinci kısa bir sürede pazarda satmıştık. Kısa sürede pirinçleri satmamızda yine onun payı büyüktü. İlerleyen günlerde gelişen bir operasyonla aranmaya başladığını duymuştuk.

1992 yılı yazında, bir arkadaşın evinde 12 Temmuz şehitlerimizi anma çerçevesinde hazırlıklar yapıyorduk. Ev tam bir atölye gibiydi. Arkadaş bu hararetli çalışma içinde "görüşmemiz gereken sorumlu bir arkadaş gelecek" diyerek bizi bir başka odaya almıştı. Kapının sesinden sözü geçen arkadaşın geldiğini anladım. İşimize devam ediyorduk. Saat 21.00 sularında kapının tekrar açıldığını duyduk. Evin etrafına karşı duyarlılığımızdan dolayı dışarıdan gelen seslere kulak kabartıyorduk. Arkadaş odaya gelerek bana sözü geçen sorumlu arkadaşın beni sokakta beklediğini, ona gideceği yere kadar refakat etmemi söyledi. Sokağa çıktım, ilerlemeye başladım ve şok oldum. Arkadaşın "sorumlu bir arkadaş" dediği insan Ümit'ti. Sessiz, sakin yapısıyla sıcak bir merhaba diyerek hal hatır sormaya başladı. Ben şaşkınlığımın verdiği bir halde sorularına kısa cevaplar veriyordum. Yolumuz epeyi uzundu ve yürüyerek gidecektik. Bir yandan sokağın gereklerini yerine getiriyor, bir yandan da konuşuyorduk. Daha doğrusu o anlatıyor ben dinliyordum. Sakin, ince bir anlatım ve akıcı bir sesi vardı. Bir ara dalgınlıkla yanlış bir yola sapmıştık. Ben "şimdi nasıl olacak, şuradan mı çıksak, buradan mı?" diyerek paniklerken o, soğukkanlı "telaşa gerek yok en iyi rehber halkımızdır" diyerek evinin önünde oturan orta yaşlı bir teyzeye yalın bir dille yolu sordu. Teyzede aynı yalınlıkla yolu tarif etti. Tekrar yola koyuduğumuzda en iyi öğretmen halkımızdır demiş ve tekrar anlatmaya başlamıştı. 16 yaşındaydı ama gerçek bir yönetici olmuştu.

'92 Sonbaharında memleketten geldiğimin ilk günüydü. Gece şehitlerimizden Uğur Sarıaslan'la birlikte kalıyorduk. Gece 02.00 sularında ev basılmış ve gözaltına alınmıştık. Gözaltı sürecinde hücreler arası seslensem de bizim dışımızda kimlerin olduğunu bilmiyordum. Bir ara "tak tuk" diye sürekli koridorda yankılanan bir ses duydum. Mazgal deliğinden baktım. Ümit'i gördüm. Bir ayağında ayakkabı, diğerinde yok. Gömleği parçalanmış, yüzü gözü şişmiş çok kötü bir haldeydi.

Gözaltının beşinci gününde mahkemeye çıkarılıyorduk. Emniyette merdivenlerden indirilirken onu en öne almışlardı. Birara durdu ve "kemerim, kemerimi verin" dedi. İşkenceciler "tamam, tamam arkadan getirriler hakim, savcı sizi bekliyor dediler. O "hayır kemerimi almadan şurdan şuraya gitmem" diyordu. Bir işkenceci "bak oğlum, mahkeme bizi beklemez senin kemerini bulmaya kalkarsak bir iki gün daha burada kalırsınız. Kendini düşünmüyorsan arkadaşlarını düşün" demiş, o yine "kemerimi almadan tek adım atmıyorum" demişti. Bunun üzerine işkenceciler pes ederek kemeri bulup getirdiler.

Polis minibüsünde yanyana oturuyorduk. Cebinden jeton, para çıkararak "bunları al, ben tutuklanırım sizleri bırakırlar. Bunları kullanırsınız. Baki'ye çok selam söyle. Ayrıca Demet'e (Taner) de dikkatli olmasını söyle. Şerefsizler benden tek kelime alamadılar." demişti. Onu son görüşümdü. Uğur'la birlikte tutuklanmışlardı.

Aydın hapishanesinde şehit düştüğünde Kurtuluş gazetesinde onun için "umut" diye yazıyordu. "Umut" çok çabuk büyümüştü.

 

***

 

37 yaşında bir yoldaşının anlatımı:

 

95 yılı Kasım ayında hapishaneye ziyarete gitmiştim. Tanıdığım arkadaşlarımla görüştükten sonra ayrılırken, haftaya yine bekliyoruz dediler ve ayrıldık. Salı günü gelmişti ve tekrar ziyarete gittim. Arkadaşlarla görüşmem yeni bir şekil alıyor, yoldaşlığa dönüşüyordu. Umut'un insanı derinden etkileyen konuşmasıyla sohbet ettik. Mücadele Gazetesi’nden Buca Hapishanesinin sorumlusu imzasıyla ilanlarını okuyordum. Adını biliyor, kendini tanımıyordum. Umut'un, Ümit Doğan Gönül olduğunu öğrendim. Buca'yı sen mi dize getiriyordun diye sormaktan kendimi alamadım. Gençti fakat o gençliğine yaraşır bir yaşama sahipti. Gözü kara, atılgan, cesaretli ve öğretmen olmayı bilirdi. O bir DEV-GENÇ'liydi.

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

«Küçük yaşına rağmen çok büyük düşünüyordu»

 

92 yılında gözaltına Ümit'in ablası Eylem'le alınmış ve tutuklanarak Buca'ya gelmiştim. Buca'da 7. koğuşta kalıyordum ve bir akşam 6. koğuşa geçtim. Akşam yemekten sonra yemekhanede volta atarken, Ümit hemen yanıma geldi ve benimle sohbet etti. Oldukça güler yüzlü, sıcak ve konuşkandı. Bana hemen bir sorunum olup olmadığını sordu ve "burada tek başımıza volta atmıyoruz, atarsak daha da yalnızlaşıyor ve sorunların içinde boğulup gidiyoruz" dedi. Bunun üzerine güzel bir sohbetimiz oldu. Onun Eylem'in kardeşi olduğunu öğrendiğim zaman O'na hemen şubeyi anlattım ve bir tepki vermesini bekledim, fakat o oldukça sakindi.

Çok zayıf ve çelimsizdi desem yeri var. Spora zor çıkıyor ve çıktığında da sürekli O'nunla uğraşıyorduk. On parmak daktilo yazmasını bildiği için tüm daktilo işlerini o yapar, saatlerce daktilonun başından kalkmazdı. Bundan hiç şikayetçi olmaz aksine severek yapardı. Küçük yaşına rağmen çok büyük düşünüyor ve olmazları olur yapmasını iradesiyle başarıyordu. Buca'da tünelden sonra bir süre temsilcilik yaptı ve düşmanın karşısındaki duruşuyla düşmanı şaşkına çevirdi. Ona çocuk gözüyle bakan idare sert kayaya tosladığını görünce yanlış düşündüğünü anladı. Örgütçülükte ustaydı ve sohbetini herkese dinletiyordu.

 

***

 

Yoldaşından Ümit Doğan GÖNÜL’e

 

Merhaba Umut,

Seninle ilk kez '91 yılının Mayıs ayı sonlarına doğru tanışmıştık. Bir parktı görüştüğümüz yer. Karşıdan gelirken gülümsüyordun. Seni tanıdığım süre içerisinde her zaman bu gülümseme vardı yüzünde. Genç yaşına rağmen durmadan dinlenmeden koşturuyordun. İnsanlarla çabuk ilişki geliştiriyordun. Hemen bağlanıyorlardı sana. Ailemin devrimcilere, özellikle de Devrimci Sol'culara karşı tepkisi olmasına rağmen, seni çok seviyorlar ve sahipleniyorlardı. Sen de mücadelede yeni olmana rağmen, dilinin döndüğünce bir şeyler anlatmaya, mücadelemizi kavratmaya çalışıyordun insanlara.

Kısa mücadele yaşamında defalarca işkenceden geçmiş ama hiç birinde asla ifade vermemiş, düşmanı rezil kepaze etmiştin. Küçük olduğun için ve onları böylesini zorladığın için özel bir kinle davranıyorlardı sana. '91 yılının Ağustos ya da Temmuz ayıydı. Dünya halklarının baş düşmanlarından katil Bush'un ülkemize gelmesinden dolayı genel bir operasyondan alınmıştık. Yanımdaki hücrede sen kalıyordun. Birçok deneyimli eski insan olmasına rağmen kimse marş söylemezken, sen marşlarla ortalığı coşturmaya çalışıyordun. Bunu yaparken de bir yandan insanlarla konuşarak nasıl davranması gerektiği konusunda yönlendiriyordun. Her marştan sonra gelip, seni alıp dövüyorlar, sonra yine geri getiriyorlardı. Sen de inadına daha coşkulu söylüyordun marşlarımızı. Bu savaşı da sen kazanmıştın. Artık gelip almıyorlar, susun bile demiyorlardı.

Ailenle olan ilişkilerin oldukça kötüydü. Hatta baban seni evlatlıktan reddedecek kadar düzenden korkuyor, mücadele etmemen için elinden geleni yapıyordu. Sen de mücadeleni, haklılığını, sabırla, inatla anlatmaya, onu ikna etmeye çalışıyordun. Bir gün baban yine eve genel bir operasyon çekmiş, bütün kitaplarını, dergilerini yırtmış ya da yakmıştı. Öylesine sinirlenmiştin ki, "O adamı öldürebilirdim o an" demiştin. En çok da Direniş Ölüm ve Yaşam kitabının yırtılmasına üzülmüştün. Kitabın tüm sayfalarını tek tek yapıştırmış ve yeniden okunur hale getirmiştin.

Sürekli dağlara gitmekten söz eder, öyle yapmalıyım ki, gerçekten gitmeyi hak edeyim derdin. Ama her gerilla olmak istediğini söyleyişinde mutlaka bu eki de belirtirdin.

İşlerin yapılmamasına sinirlenir, her zamanki gülümsemen kaybolur ve hesap sorardın kaşların çatık bir şekilde. Buna tahammülün yoktu.

Baki Erdoğan ile ilişkileriniz hepimiz için örnekti. Gerçek yoldaşlığı oturtmuştunuz aranızda. Her zaman onu anlatırdın ve bize onu örnek almamızı söylerdin. Baki sana "devrimden sonra ben binbaşı olacağım sen de benim yüzbaşım olacaksın" dermiş.

Evet, yoldaş, seni kısaca anlatmak gerekirse sen insan güzeliydin. Hiç bir zaman kabullenmediğin ve yakalandığın ilk günden itibaren özgürlük eylemlerini düşündüğün cezaevinde de her zaman gelişen, örnek olandın. Şubeden yeni gelmiş olmana rağmen Açlık Grevini bırakmamış, bizimle birlikte 37 günlük direnişi sonuna kadar sürdürmüştün. Her direnişte, her eylemde yine en öndeydin. '92'de özgürlük eylemimizin açığa çıkması senin coşkundan, moralinden hiç bir şey alamamış, aksine daha bir inançla ve kararlılıkla "Ama bir gün mutlaka" demiştin. Her mektubunda da mutlaka bunu yazardın.

Şehit düştüğünü duyduğumda, "Hayır, böyle ölmeyi hak etmedin" diye düşünmüş ve kızmıştım. Ama daha sonra direnişimizin şehidi olduğunu düşündüm. Yıllardır, aylarca açlık grevinde kalmana, pek çok operasyondan geçmene vücudun daha fazla dayanamamış ve sana ihanet etmişti. İçin rahat uyu yoldaş, hesabını bir gün mutlaka soracağız. Yapamadığın her şeyi bir kez de senin için yapacağız. Sana söz veriyoruz, faşizmin duvarlarını yıkıp özgürlüğe koşacağız.

Seni özlemle kucaklarım...

 

Geri