Uğur Yaşar KILIÇ'ı Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

"Bugün benim ülkemde

Bir şehit

Yüzbinleri ayağa kaldırıyorsa

Ve yeni değerler yaratıp

Yaşayanların gözlerini açıyorsa

Onlar Ölmediler...

 

Şimdi bir gerilla suskunluğuyla dolaşırlar

Kutsal mermilerle coşarlar gönlünde

Oturur halkıyla ağlaşırlar

Çakalları mutlandırmak yoktur

Ne de alınlarında bir leke vardır

Elleriyle yarattıkları dünyayı

Ayaklarıyla yıkanlardan nefret ederler

Canlarıyla büyük sevdalara köprü kurarlar

Bizim çocuklar

İhaneti paylaşılmaz ölüm bilirler."

 

DEV-GENÇ'li yoldaşları anlatıyor:

 

Uğur'la ilk defa onların okulundaki kitap kulübünü ziyaret ettiğimde tanışmıştım. Tam bir demokrat, bir enteldi. İkinci defa bir eylem teknik komitesinde karşılaştım. Polisle hiç karşılaşmamış olduğunu ve gözaltına alınmak, direnmek istediğini söylüyordu. Üçüncü görüşümde bir yöneticiydi. Bölgesinden bir insanla konuşuyordu.

Her sabah erkenden irtibata gelir (gece uyumamıştır), oturur masaya, kağıtlar keser, çizer, afişler yazar, irtibata, okula asardı onları. Hiçbir zaman boş oturduğunu görmedim. Bazen herkese şakayla sataşır, güreşirdi. Sert tokatlar atar karşısındakini harekete geçirirdi. Bir yandan da çok ince insandı. Karşısındakini dinlemeyi biliyordu. Az konuşurdu.

Hiç gözaltına alınmamışken ihanet çetesi tarafından yakalanıp, işkenceden geçirilmişti. Dövülen, cezalandırılan tüm darbeciler ne olduklarını itiraf edip bağışlamayı isterken o çok güzel bir kararlılık göstermiş, onlardan dilememişti. "Sizi halkın adaleti cezalandıracak" diyerek tutarlı kişiliğini göstermiştir. Hastaneye götürmeyi teklif eden darbecilere "hayır, beni arkadaşlarımın yanına bırakın" demişti.

Şakacı, esprili kişiliği kendine özgü konuşma tarzı, inatçılığı en çarpıcı özellikleriydi.

Bir gün daktiloda bir metni yazmaya çalışıyordu irtibatta. İrtibat kalabalıktı. Herkes başına toplanmış şakalarla onu engellemeye çalışıyordu. Hep yanlış yazıyor, çıkarıp yırtıyordu, sonunda herkesi başından uzaklaştırdı ve o metni yazdı.

Uğur bütün DEV-GENÇ'liler gibi darbeyi öğrendiği anda net tavrını hemen koydu ortaya: O, DEVRİMCİ SOLCU’ydu. Darbeyi öğrendiği andaki net tavrını kendine verilen görevlerde hayata geçirdi.

Bir mahallemizde hareketin toprağını yakınlarına dağıtan ve darbe propagandası yapan bir şerefsizi cezalandırma eyleminde en öndeydi. Evden en son çıkan oydu. Cezalandırma eylemi gece saat 22.00 gibi yapıldığından göz gözü görmüyordu ve DEV-GENÇ'liler silah patlatmak zorunda kalmışlardı. Çekilme sırasında Uğur başına gelen bir taşla bayılmış ve evden en son o çıktığı için tutsak düşmüştü. Daha sonra bütün aramalara rağmen bulunamamıştı.

Uğur darbecilerin elinde tutsaktı. Kendisine "ben adamın ciğerini sökerim" diyen eski bir polis tarafından işkence yapıldı. Çene kemiğinde üç kırık vardı. Ön dişlerinin tamamı kırılmış ve yüzü iki yerinden kızgın kızgın demirle dağlanmıştı. Dudakları patlamış gözleri mosmordu. O bu işkenceler altındayken "Yaşasın DEVRİMCİ SOL" "Yaşasın ÖNDERİMİZ DURSUN KARATAŞ" sloganlarını atmış ve işkenceci darbecilere teslim olmamıştır.

Bayram tatiline denk geldiği için bir hafta ameliyat olamamıştı. Ameliyat bir özel hastanede ancak bir hafta sonra yapılabildi. Ameliyattan çıktığında yüzünün her tarafı şiş ve dikişler içindeydi. Biz İYÖ-DER'liler olarak ziyarete gitmiştik. Biraz yorgun, biraz üzgündük. Ona "nasılsın Uğur" diye sorduğumuzda bize moral vermek amacıyla "canavar gibiyim" diyordu. Ağzında tel, çenesinde dikişler hastaneden apar topar kaçırdık onu.

İstanbul'un caddelerini, amfilerini süsleyen DEVRİMCİ SOL bayraklarında, Şehit düştüğü evde DEV-GENÇ pankartlarında onun emeği vardır. Herkes yorulur o yorulmazdı.

Uğur devrimci yaşantısıyla hepimize örnek bir yoldaştır. Kısa süren devrimci hayatında hızla yükselmiş ve kendine verilen görevleri ve sorumlulukları yerine getirmede her zaman azimli ve sabırlı olmuştur. Darbe sürecinde aldığı tavır sadece İYÖ-DER'lilere, DEV-GENÇ'lilere değil tüm DEVRİMCİ SOL’culara örnektir.

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

«kendini yetiştirmesini, geliştirmesini biliyordu.»

 

Onları anlatmak biraz zor. Çünkü insan bir şeyleri eksik bırakırım kaygısına kapılıyor. Uğur'u anlatırken ben de aynı şeyleri düşünüyorum.

Uğur'la okulda tanışmıştık ve benim tanıştığım ilk İYÖ-DER'lilerdendi. Yeni tanıştığı insanlarla güzel sohbet ortamları yaratır, uzun uzun konuşur, onları tanımaya çalışırdı. İnsanlarla ilgilenmekti onun işi. Herkesin küçücük sorunlarına bile çözüm bulmaya çalışırdı.

Kendisi de mücadeleye yeni katılmış sayılırdı ama kendini yetiştirmesini, geliştirmesini biliyordu.

Onu tanıdığımda saçları uzundu ve bize 16-17 Nisan Şehitlerimizin cenazesinde saçları uzun olduğu için gözaltına alınmadığını ve buna da çok sinirlendiğini anlatırdı. Saçlarını kestirmek için kendine bir gün belirledi. Ve o gün de kestirdi.

Darbeyi ilk ondan öğrenmiştim. Bunu anlayabilmem için en açık ve sade nasıl anlatılabiliyorsa öyle anlatmıştı. Aslında o anda yüzündeki kinden de insan birçok şeyi anlayabilirdi.

Gençlik içerisinde darbeciliğe karşı mücadelenin en ön saflarındaydı. Darbeyi savunan herkesle konuşulup ikna edilmeye çalışıldığı ve bu pisliğe tamamen bulaşanların cezalandırıldığı süreçte Uğur bu görev için oluşturulmuş ekiplerden birindeydi. Ve böyle bir görevi sırasında darbeciler tarafından gözaltına alınıp işkence gördü. Bunun sonucunda çene kemiği kırılmış, dişlerinin birçoğu dökülmüş ve yüzünde de morarmamış hiçbir yer kalmamıştı. Sıvı içeceklerin dışında hiçbir şey yiyemiyordu. Onu gördüğümde yüzü tanınmaz haldeydi. Darbeciler gerçekten bir kez daha tüm pisliklerini göstermişlerdi. Bir evde kalıyor ve ona arkadaşlarımız bakıyordu. Çenesinden ameliyat olduktan sonra da orada fazla kalmamak için oradan kaçmıştı. Evde kaldığı süre içinde okula gelmemesi gerekiyordu, ama o gelmek istediğini söylüyor, ısrar ediyordu.

1 Nisan’da Kızıltoprak'ta Hakkı Karahan'lar şehit düşmüştü. Hakkı Karahan da kısa bir süre önce Uğur'un okulundan ayrılmıştı. Katliamın ardından okulda yaptığımız anmaya Uğur da zorla gelmişti. Durumu kötü olduğundan gelmesini biz istemiyorduk. Anmada bir an garip bir sesle "Biji Çepa Şoreşger" sloganının atıldığını duyduk. Kimin attığını kimse anlayamamıştı. Uğur attırmıştı. Sesi çıkmadığı halde bu sloganı nasıl attırabildiğine herkes çok şaşırmıştı.

SDB olmayı istiyordu. Ve her seferinde "SDB olacağız, hem de kısa sürede" derdi.

Yaşamayı, insanları en çok sevenlerdendi Uğur. Bunda da emeğinde ve sabrında örnekti. Gençliğin bütün dinamizmini, coşkusunu, kararlı ruhunu taşıyordu.

Şehit düşerken de 1 Mayıs coşkusuyla doluydu. Onun devrimci kişiliği tüm insan ilişkilerine yansımıştı. Şehit düştükten sonra okulundaki herkes ona sahip çıkıyor, onun için okulun önüne diktiğimiz fidana herkes kürek kürek toprak atıyordu.

Uğur seni kalleşçe katledenler bugün nasıl yanıldıklarını çok daha fazla görüyorlar. Çünkü UMUDU TÜKETEMEDİLER. UMUDUMUZ PARTİ-CEPHEMİZLE DAHA DA BÜYÜYOR.

 

***

 

Uğur Yaşar Kılıç'ı, katledildiği  gece aynı evde bulunan ve katliamdan sağ kurtulan Ergül Uzundiz anlatıyor:

 

Uğur'u her halde en iyi tanımlayacak şey yeniliklere açık olması, hızla gelişimi ve yaratıcılığı olsa gerek. Tabii bunların hepsini bütünleyen insan sevgisi insanlara değer verişi emek verişi. Uğur ilk kez darbeci kontra çetesi tarafından gözaltına alınıp işkence görmüştü. İşkence sonrasında hiçbir şey yiyemiyor zar zor konuşabiliyordu. Ayağa kalkıp bir an evvel okula dönebilmek için can atıyordu. Yanına gelen herkese okullarda neler var neler oluyor neler yapıyorsunuz sorularını bıkmadan usanmadan tekrar tekrar sorardı.

Yeni yeni iyileşip ayağa kalktığı zaman hiç boş durmaz kendine sürekli iş bulurdu. Bir gün biz afiş hazırlıyoruz, boykot için hazırlık yapıyoruz. Uğur geldi elimizdeki kağıtlara sarıldı, ben de yapacağım dedi ne dediysek dinletemedik. O gün büyük bir özen ve titizlikle bizimle çalıştı çalışırken öyle mutlu idi ki.

İkinci olarak irtibat bürosunda hep birlikte gözaltına alınmıştık. Uğur halen tam olarak iyileşmemişti. Konuşmakta zorlanıyordu ama karakola götürüldüğümüzde marşlarımızda Uğur'un sesi hepimizi bastırıyordu. Polislere "bu yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz, madem bizi aldınız öyleyse siz de sabaha kadar uyuyamayacaksınız, sabaha kadar marş söyleyeceğiz sizi uyutmayacağız" diye bağırıyor ve hemen arkasından başlıyordu, “kuşandık genç öfkeli...”

30 Nisan akşamı okuldaki bir Mayıs şenliğinden yorgun bir şekilde Moda’daki eve gittim. Uğur ve Şengül mutfakta özenle yemek hazırlıyorlardı. Bize çorba, makarna, çay ve kahvaltılık hazırlamışlardı. Uğur'u istirahat ettirmek mümkün değildi. Kendisi yemek yiyemediği halde bizim için uğraşmıştı. Yalnızca yoldaşlarını düşünmüştü. Ama bizim az yediğimizi görünce kızarak "kendinize iyi bakın hasta olmaya hakkınız yok" demişti.

Uğur'un yoldaşlarına olan bağlılığı ne kadar güçlü ise düşmana olan öfkesi de o kadar şiddetli idi. Uğur'u yaşatacağız.

 

Geri