Uğur TÜRKMEN'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Uğur’un yetiştirdiği yoldaşlarından biri anlatıyor:

ÇUKUROVA'NIN DİRENGEN YİĞİDİ; UĞUR TÜRKMEN

 

Akdeniz’in sıcak Eylül günlerinden biriydi. Birçok bölgede sonbaharın gelmesiyle havaların serinlemesine rağmen Akdeniz olanca sıcaklığına devam ediyordu. Akdeniz insanında da kışa hazırlık telaşı vardı. Kimi kış için odununu kömürünü alıyor, kimi salçasını yapıyor... Gençlerde ve çocuklarda da ayrı bir telaş. Okulların açılma zamanının gelmesinden dolayı önlük, kitap, defter, kalem kısaca okul için gerekli tüm ihtiyaçların hazırlanması telaşı... Bunları düşünürken bir de düşünüyorsun; Maddi durumlarının iyi olmamasından dolayı o kış odun kömür alamayan, kış için hazırlığını yapamayan, ailesinin okul kayıt parasını veremediği için okuyamayan; önlük, defter, kalem alamayan çocuk... Mutluluğun hemen ardından bir üzüntü kaplıyor bedenini... Aman haa ümitsizlik değil! Hak etmiyoruz, hak etmiyorlar diyorsun... Keşke daha önce de bu gözle bakabilseydim yaşama, bakabilseydim de mücadeleye daha erken başlasaydım. Üniversiteye başlamamızla birlikte hayatı sorgulamaya başlamıştık. İnsanların neden eşit olmadığını, zengin ve yoksulun neden olduğunu, bir devletin halkına, ülkenin geleceği olan gençliğine nasıl zulmettiğini görmeye başlamıştık. Gözlerimizin önündeki perde kalkmıştı adeta. Bu düşüncelerle üniversitede bir sene geçmişti. Bizler de artık ikinci sınıfa başlayacaktık. Ve örgütlüydük. Ne yapacağımızı biliyor olmanın verdiği güven ve yeni döneme başlamanın heyecanı vardı içimizde. İşte bu dönemde tanıdık Uğur'u.

Okulun açıldığı ilk hafta içerisinde bir arkadaş ile birlikte misafirliğe gelmişti. Onu getiren kişi "Uğur artık sizinle ilgilenecek, onunla görüşeceksiniz" demişti. Daha yeni tanışmamızdan dolayı çok sessiz, fazla konuşmayan biri görünümündeydi. Tabi bu ilk tanışmamızdan dolayı böyleydi. Daha sonraki günlerde hiç de öyle olmadığını bizzat pratikte gördük ve yaşadık.

Bizimle ilgilendiği dönemde aynı zamanda Kurtuluş gazetesi temsilciliğini yapıyordu. Onunla birlikte bir hareketlenmenin olduğunu ayırdedebiliyorduk. Büronun haftalık bir programı vardı. Haftalık pano hazırlama, dergi satışlarına çıkma, dergi okuma günleri.... Kısacası haftanın her günü ve saati programlıydı. Dergi parası konusunda çok katıydı. Peşin para almadan kesinlikle dergi vermiyordu. Önceleri anlamıyorduk neden böyle yaptığını. "Ne olacak ki satınca getiririz parasını." diyorduk. Ama O nuh deyip peygamber demiyordu. Onun bize bu şekilde davranmasıyla biz de dergi satışlarını düzene koymuştuk ve haftanın ilk günü dergimizi alıp hafta sonuna kadar satıp bir sonraki derginin parasını hazır ediyorduk. Hatta bağışlardan dolayı elimizde fazla dergi parası oluyordu. Sonucun böyle olduğunu gördüğümüzde anladık Uğur'un bu konuda neden bu kadar ısrarcı olduğunu.

Zaman zaman okulumuza gelirdi. Bir bakardık Uğur yanımızda değil. Çevreye şöyle bir gözattığımızda onu hiç tanımadığımız biriyle oturup derin bir sohbete girmiş bulurduk. Öyle ki bu insanların ona sorunlarını anlattığına şahit olmuşuzdur. Bize direk söylemezdi ama hareketleriyle de eleştirirdi, çevremizle yeteri kadar ilgilenmiyoruz diye... Biz bu mesajı alırdık. İnsanlar beğeni ile dinlerdi onu. Sesinin kendine özgü bir tonu olmasıyla, sıcak ve içten konuşmasıyla, anlattıklarıyla tüm dikkatleri toplar ve insanları kolayca iknaederdi.

Bir sohbetimizde mücadeleye başlamadan önceki dönemini anlatmıştı. Hayretler içerisinde kalmıştım. Anlattığıyla karşımda gördüğüm birbirinden o kadar farklıydı ki, bir insan bu kadar değişebilir mi diye düşünmüştüm. Ama değişir, devrimci kişiliği kazanmadaki ısrardır bu değişimin nedeni. Ve o bu değişimi yalnızca kendisinde değil, selam verdiği, sohbet ettiği herkese yansıtırdı.

Bu bakış açısıyla ailesini de inandırmıştı haklılığına. Genellikle çocuklara küçükken sorulur "büyüyünce ne olacaksın" diye. Uğur'un yeğenlerine bu soruyu sorduğunda "Amcam veya dayım gibi Kurtuluş gazetesinin muhabiri olacam" derlerdi. Onların oyunları sıradan evcilik oyunları değildi. Onların oyununda devrimciler ve polisler vardı. İki gruba ayrılırlar, bir grup devrimci olur bir grupta polis. Devrimciler basın açıklaması yapmak ister polis izin vermez ve saldırır. Hiçbiri polis olmak istemezdi. Bu nedenle zorunlu olarak sırayla polis olurlardı. Tüm bunlar ufak şeylermiş gibi görülebilir ama her aşamasında Uğur'un emeği sözkonusudur. Uğur'un küçük büyük ayırtetmeden insanlara verdiği değer ve emek vardır orada.

Düşman herdönem dergimize yönelik saldırılarda bulunmuştur. Bürolarımızı yağmalamış, muhabirlerimiz tutuklanmış ve hatta evlerinde katledilmişlerdir. Mehmet Topaloğlu'nun katledildiği dönemdi. Yine bu dönemde ülkemizin çeşitli illerinde bulunan dergi temsilciliklerimize saldırıda bulunulmuş ve muhabirlerimiz tutuklanmış, bürolarımız yağmalanmıştı. Her yerde protesto açıklamaları yapılıyor, gazetimizin meşruluğu için caddelerde açık satışlar yapıyorduk. Böyle bir dönemde yaptığımız basın açıklamasına polis saldırmış ve hep birlikte gözaltına alınmıştık. Gözaltındaki tavrı da hepimiz için örnekti.

Gözaltında her yaştan insan vardı. Uğur herkese birşeyler anlatıyor, tek tek insanlarla ilgilenmeye çalışıyordu. Gözaltı sonucunda birlikte tutuklanmıştık. Adlilerle birlikte kaldığımız bir hapishaneye götürmüşlerdi bizi. Onları erkekler koğuşuna almamışlar ve müşahadede bekletiyorlar, ihtiyaçları olan şeylere de yasak cevabını veriyorlardı. Bir aylık bir süre içerisinde tek tek tüm haklarını kazandılar. Kısaca Uğur 'un yaşamının her anı direniş ve zaferdi. İki ay sonra tahliye olduk. On beş gün sonra büronun basılmasıyla o tekrar gözaltına alınmış ve tutuklanmıştı. Düşman yine Uğur ile bütünleşen devrimci iradeyi görmüştü karşısında.

Yıllar geçti. Her dönem karşılaştığımız saldırıların en boyutlusuyla karşı karşıyaydık. Düşman bu kez bizi düşüncelerimizle birlikte yok etmek istiyordu. "Ya teslim olacaksınız ya öleceksiniz." diyordu. Her hapishanede yaratılan direniş destanlarıyla da cevaplarını almışlardı. İşte bu destanın bir yapıtaşını da Uğur oluşturdu. Hapishanede ölüm orucu direnişçisiydi, operasyonla birlikte Sincan F Tipine götürülüp oradan da tahliye olduktan sonra, o yıllarca emek verdiği Mersinin 'de devam etti direnişe. Ve sonunda direniş tohumlarını Çukurova'nın o bire on veren verimli topraklarına serpiştirerek yeni Uğurların filizlenmesini sağlayıp ölümsüzleşti.

 

***

 

Uğur Türkmen’in Ablası,

Uğur’un son anlarını Anlatıyor:

“Abla bana ‘Ölüm Orucu Şehitleri

Ölümsüzdür’ sloganını at dedi”

 

Ölüm Orucunun 204. Gününde Şehit Düşen Uğur Türkmen’in ablası Gülbeyaz Karaer ile görüştük...

 

VATAN: Her tutsağın istediği tahliye olup özgürlüğüne kavuşmak. Ama Uğur halkı için, yoldaşları için dışarda ölüm orucuna devam etti ve şehit düştü. Neler hissediyorsunuz?

G. KARAER: Uğur “Partimi, Önderimi, Yoldaşlarımı çok seviyorum. Partim beni böyle yetiştirdiği için gurur duyuyorum” dedi. Uğur haklı yere mücadele ediyordu. İstedikleri fazla bir şey yoktu tutsakların. O’nun mücadelesine saygı duyuyordum, değer veriyordum.

 

VATAN: 5 aydır Uğur ile birliktesiniz, gözlemlediniz...?

G. KARAER: Son bir haftadır gözleri titrek görüyordu. Karartılı görüyordu gelen insanları. Abla dedi “sen mi titriyorsun, benim gözüm mü titriyor.” “Uğur” dedim “ben duruyorum.” Benim gözüm titriyor o zaman. Gelenlere gözlerimin bozulduğunu söylersin”  dedi.

Şehit düşene kadar hiç uyumadı. Cumartesi’den Pazar akşamına kadar hiç uyumadı. Hep böyle şehitlerin bulunduğu şehir isimleri saydı. Yani “Beni Silifke’ye atın” gibi şeyler söyledi. Sonra “Ahmet İBİLİ’nin ailesinin yanına gittin mi sen?” diye sordu. “Yok, gitmedim” dedim. Çok kızdı bana. “Git, onları sorsana” dedi. Pazar günü de bana sarıldı. Boynuma iki elini kilitledi. Döşüne yattım. Arkadaşları elini açamadı, Uğur nefes almada zorlanıyor diye.

“Abla Yeniceye gidelim” dedi.  “Tamam” dedim “gideriz” dedim. “Nereye gidelim?” “Annemin yanına mı gidelim?” dedim. Kafa salladı.

“Abla slogan at” dedi. Kendinde değildi ama konuşması çok mantıklıydı. “Bana slogan at” dedi. “Uğur, neyi atalım” diye sordum. “Yaşasın ölüm orucu direnişimiz”, “Ölüm Orucu Şehitleri Ölümsüzdür”, “sloganlarını at” dedi. Ben de attım. “Abla misafirlere de attırsana” dedi. Gülerek, “hiç parti sloganı atmadık Uğur” dedim. “Onları da atacağız abla” dedi. “Pankartım hazır mı abla” dedi. “Tabi canım hazır” dedim. “Sen söylersin de ben yapmam mı” dedim.

Daha sonra Sevtap Ablasını çok istedi. “Sevtap ablam gelsin, sen Yeliz’in yanına git, Sevtap gelsin” dedi. Gözleri görmediği için beni yanında hissediyor zannettim. Öbür odaya geçtim. Son iki gün sesi çok yükseldi.

 

“Abla Zaferi çağır” dedi.

 

“Zafer çabuk gelsin” dedi. 5-6 defa bağırdık “Zafer” diye bağırdık beraber. Ondan sonra hiç konuşmadı. Doktoru başındaydı “bugün akşam şehit düşer” dedi doktor. Kalp atışı durmuştu, sadece nefes alıyordu  hırlayarak.

Bilmiyorum böyle insanlarla karşılaşırmıyım. Yaşarken gözlerini kapattım. Gözünü kapatmadı. Gözü açık saat 21.30’da şehit düştü.

Uğur için ben üzülmüyorum. Gurur duyuyorum.

 

VATAN: Uğur’un vasiyetini anlatır mısınız?

G. KARAER: “Partime yaraşır şekilde beni gömeceksiniz?” dedi. “Yenice’ye annemin yanına gömün beni” dedi.

“Döşüme Parti-Cephe bayrağı koyacaksınız?” dedi.

“Pankartlarla, sloganlarla, marşlarla köyün girişinden yürüyeceksiniz.” dedi.

“Bölgede bulunan şehitlerin toprağını üzerime toprak örtülmeden yüzüme sen atacaksın” dedi.

“Ahmet İBİLİ’nin mezarından getirilen tahtayı başıma koyacaksınız” dedi.

“Beni Cephe bayrağına sararak gömün” dedi.

Uğur’un vasiyetinin hepsini yerine getirdik.

 

VATAN: Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

G. KARAER: Zaferin bizim olacağını biliyorum ama şehitlerimiz çok olacak. Az şehitle kazanamayacağız zaferi. Direnişi sürdürenlerin her zaman yanındayım. Onların ablası, kardeşiyim. İmkanım olsa onların refakatçısı olarak bakmaya giderim.

 

(Yukarıdaki röportaj Yaşadığımız Vatan dergisinin 4 Haziran 2001 tarihli 93 sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Hazreti Eyüp sabrının Temsilcisi

 

Hazreti Eyüp sabrının, “yol”u için çile çeken Yunus’un adanmışlığının, Hasan Sabbah’ın feda savaşçılarının, “dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” diyen Pir Sultan’ın kararlılığının, “zulmün önünde biat etmem” diyen İmam Hüseyin’in yiğitliğinin, vücudu lime lime edilirken zalime boyun eğmeyen Börklüce Mustafa’nın, düşüncelerinden vazgeçmeyip derisinin yüzülmesine razı olan Nesimi’nin, toprağı-yurdu için emperyalistlere karşı yalınayak, yalınkılıç dövüşen Anadolu köylüsünün en yiğit temsilcisi oldu Uğur TÜRKMEN. 

 

(Yukarıdaki anlatım Yaşadığımız Vatan dergisinin 4 Haziran 2001 tarihli 93 sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

Geri