Uğur
SARIASLAN'ı Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
Bir yoldaşı anlatıyor: «Onu hatırlamak, düşmana
daha
fazla kin duymaktır»
Uğur ile 21 Temmuz 1995'de Buca Hapishanesinde
tanıştım. Dışarıda ara sıra karşılaşıyorduk ama sadece merhaba düzeyindeydi.
Hapishanede birlikte parti tarihi dersi aldık. Uğur'da öne çıkan en büyük
özellik çok çalışkandı. Hiç yerinde duramazdı. Eğitime çok önem verir dört elle
sarılırdı. Bir konuşmamızda ben burada şehit olacağım deyince şaşırdım. Ölümden
korkmadığını çok net hissettirmişti bana, çok kısa bir süre sonra 21 Eylül'de
düşman koğuşa girmek için uğraşırken Uğur'un elinde büyük florasan
lambasının metal kısmıyla askerlere saldırırken hatırlıyorum. Bir ara düşman
subayını Uğur'u göstererek seni öldüreceğiz dediğini gördüm. Hastanede gözümü
açtığımda ilk şehidimizin Uğur olduğunu duyunca çok üzüldüm. Onu hatırlamak
devrime daha çok emek vermek, düşmana daha fazla kin duymak demektir.
Bir yoldaşı
anlatıyor:
1995 başında yanındaki yoldaşımızla Burdur'a
gelmiştin. Daha önce yetiştirdiğin LDG'lerden methini
duymuştum. Ne güzel konuşuyordun, sakin tane tane.
Her kelimeni ölçüp, biçer öyle kullanırdın. Akşam bir eve gitmiştik sohbet
ediyorduk. Sorumlum "bak bu arkadaş İzmir'e gelmek istiyor" demişti.
O tebessümünle "gelsin DHG içerisinde çalışır" demiştin. Doğrusu
bozulmuştum biraz «ben DHG'li değil gerilla
olmak istiyorum" dediğimde elimi omzuma koyup "İzmir buralara pek benzemez önce pişeceksin ondan sonra değil
gerilla komutan bile olursun" demişti. Uçuyordum sevinçten. Sizi o
akşam sorumlumla yalnız bırakıp gitmiştik. Ertesi sabah gitmişsin.
Aynı yıl seninle bu kez Buca hapishanesinde
karşılaşmıştım. En çok beraber olduğum insanlardan biriydin. Milisleri
anlatırdın, nasıl çalıştıklarını, nasıl kurumsallaşacaklarını, eylemlere nasıl
hazırlanacaklarını... Tahliye olurken "Ali Rıza Kurt SPB'nin
eylem haberlerini bekliyoruz" demiştin ya, o anki coşkuyu, heyecanımı
anlatamam...
***
Bir yoldaşı anlatıyor:
Her zaman "günlük yaşamımız ne kadar devrimci olursa düşman karşısında da o
kadar net oluruz" derdi.
1992 yılının baharıydı. Üniversitelerde polis
işgaline ve faşist saldırılara karşı kampanya yürütülüyordu. Bir yandan da
kitle çalışması yürütüyorduk. Birgün 9 Eylül
Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesinde okuyan bir arkadaş "bugün bizim bölümden birisi gelip bana ben Devrimci Sol'cu, SDB'li olmak istiyorum dedi. Şüphelendim" demişti.
«Kimdir tanış bakalım» demiştik. Arkadaş
ertesi gün yanında 'ben Devrimci Sol'cu, SDB'li olmak istiyorum' diyen Uğur'la gelerek bizleri
Uğur'la tanıştırmıştı. Bir de biz sormuştuk "Devrimci
Sol'u, SDB'yi nereden biliyorsun, neden Devrimci
Sol'cu olmak istiyorsun?' diye. Uğur anlatmaya başladı. Almanya'da
büyüdüğünü, orada aradığını bulamadığnı, kendine yabancı
olduğunu, Türkiye'ye geldiğini üniversiteye (Almanca) bölümüne girdiğini, ama
kendi vatanında da Almanya'dan farklı şeyler görmediğini, bu çürümüşlük, yozluk
zulüm düzenine karşı silahla savaşanların namını, eylemlerini gazetelerden
okuyarak etkilendiğini, saflarımıza katılmak istediğini söylemiş ve eklemişti "ben
bu düzene, bu otoriteye karşıyım"! Anlatımı açık, yürektendi.
İlerleyen günlerde eğitim çalışmalarımızda yer almaya başladı.
Birgün bir mahallede ekip
olarak yazılamaya çıkmıştık. Uğur da vardı. Ekip iki gruba ayrılmıştı, eylem
bitince belirlenen yer ve saatte buluşacaktık. Belirlenen yer ve saatte
Uğur'ların grubu henüz gelmemişti. Riski göze alarak beklemeye başladık.
Yaklaşık bir saat sonra geldiler. "Ne
oldu, nerede kaldınız" diye sorduk. Uğur gülerek coşkulu bir şekilde "doğruca bi kahvenin
karşısına gittik, yazmaya başladık. Kahvede oturan yaşlısı genci arkadaşlar
kolay gelsin deyip bizimle sohbete başladılar. Bu yüzden geciktik» demişti. Korkusuzdu, yaptığı her işini meşruluğuna
doğruluğuna inanıyordu.
1992 Ekim'inde birlikte evlerinden gözaltına
alınmıştık. Şubede polislere "SDB olup hepinizden hesap soracağız"
deyince polisler dalga geçerek "gel
o zaman seninle düello yapalım" demişler, Uğur da "Yapalım, halkın da izleyeceği bir yerde olsun" demiş,
polisler çılğına dönmüşlerdi. Bu gözaltıyla birilkte tutuklanmış, 9-10 ay kadar Buca hapishanesinde
kalmış o dönem Buca hapishanesinde Ali Rıza Komutan vardı. Uğur hep SDB'li olma düşüyle gidiyordu Komutan Ali Rıza'nın yanına.
Tutsaklığından sonra yeniden görüşmemiz 1993-94
yılbaşı gecesi olmuştu. Uğur "Ege'yi
yeniden toparlayacağız, kendi ayaklarımız üzerinde duracağız, sana da iş
düşüyor" demişti. Tutsaklık öncesi Baki'nin, Demet'in öğrencisi olan
Uğur, Komutan Ali Rıza'nın ellerinde tam anlamıyla yoğrulmuştu. Ufku büyümüş,
iddiası büyümüş ve büyük düşünüyordu. Adımlarını sağlam atıyordu. Bütün gücünü
enerjisini savaşımızın büyümesine harcıyordu.
1994 30 Mart-17 Nisan kampanyasının yakınlaştığı
günlerde bir iki istihbarat çıkartmıştık. En sonunda bir pankart asmayı uygun
bulduk. Pankartı hazırlayıp imzasını yazacağımız anda Uğur "imza Devrimci Sol
olacak, bir de bayrak koyalım" deyince hem sevinmiş, hem de
şaşırmıştım. İlk kez Devrimci Sol adına eylem yapıyorduk. Sabah erken saatlerde
pankartı asmış, yürümeye başlamıştık. Karşımızdan sabah koşusuna çıkmış Nato üssünde görevli bir Amerikalı geliyordu. Uğur "ah bir de silahımız olsa şunun
kafasına sıkardık, pankartımızı da üzerine bırakırdık" demişti.
İzmir'de 95 yılında açılan TİYAD'ın
ilk tohumlarını atan o olmuştu. Yeni EKSM için hemen yer ve para bulunmuştu.
Açılışa üç gün vardı. İçedisi bomboştu? Uğur "burayı
üç gün içerisinde dolduracağım" demişti. Ve öyle de oldu. Üç gün içinde herşeyiyle yeni bir kurum daha doğmuştu İzmir'de. Liseli gençliğe
ve saflarımıza katılan genç insanlara özel bir önem veriyordu. Onların eğitimleriyle
özel olarak ilgileniyordu. Yaptığı heriş, attığı her
adım gerek liselilerde, gerek insanlarımızda moral arttırıyor, onlara güç
veriyordu. Gittiğimiz ilişkilerin, kurumlarımıza gelen insanların, hemen herkesin
sorunlarıyla tek tek ilgilenirdi. İnsanları sabırla
dinler, anlar ve çözümünü söyler uygulamasında yol gösterirdi. Ama aklı hep
savaştaydı. Parti-Cephe'nin ilanıyla bir savaşçı olma iddiası, düşü daha da
büyümüştü. Savaşçı olma yolunda sağlam adımlarla yürüyordu.
İzmir'de partiyi selamlamak için kanı kaynıyordu.
Önderimiz Fransa'da tutsak düşünce de yine İzmir'den önderliği sahiplenmenin ön
önünde Uğur vardı. Her kampanyada mutlaka yeni yüzler, yeni insanlar onun
sayesinde saflara katılıyordu. Gün geçtikçe artan kitlesellik içinde, gece gündüz
sürece uygun örgütlenmeleri düşünür, insanları nasıl ve ne şekil istihdam
edeceğine kafa yorardı. Statükolara karşı amansızca savaşırdı. Her zaman "günlük yaşamımız ne kadar devrimci
olursa düşman karşısında da o kadar net oluruz" derdi.
Her sohbetimizde, savaşçı olma düşünü mutlaka
gündeme getirir "o günler yakındır"
derdi. Ve nihayet 1995'in ilk aylarında Parti-Cephe Uğur'un bu düşünü de
gerçekleştirdi. Kısa bir sürede olsa bu düşün gerçeğe dönüştüğünü gören Uğur'un
kendine güveni daha da artmış inancı daha da büyümüştü. Tutsaklığında, bu
inancıyla direndi. Buca zindanında düşmanın karşısına bu inançla dikildi.
Savaşarak şehit düştü.