Tuncel
AYAZ'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Bir yoldaşı anlatıyor:
Tuncel'le 2003 yılında tanıştım. (19 Aralık 2000
sonrasında, Bursa operasyonunda Tuncel de tutuklanmıştı. O dönem bizim kaldığımız
Kartal Hapishanesine getirildiler. Tuncel'le uzaktan-bağırarak sohbetlerimiz
olmuştu sadece. Ben 2003'de Bursa'ya gönderildim. Bursa'da örgütlülüğü yeniden
toparlamaya çalışıyorduk. Bursa'ya gittikten bir süre sonra Gemlik'teki ilişkileri
toparlamak için oraya gittik. O dönem Tuncel'in bizimle ilişkisi dergi okuru
düzeyindeydi. Hapishaneden çıktıktan sonra bir şey yapmıyordu.
O süreçte, bir dönem Tuncel'le birebir ilişki
yürütmedik. Biz o bölgeyle düzenli olarak ilgilenmeye başladıktan sonra
Tuncel'in bizimle ilişkisi daha ileriye taşındı. Bir süre sonra bölgede dergi
dağıtımını Tuncel yapmaya başladı.
Tuncel Gemlik'te yaşıyordu, o bölgeyi, insanları iyi
tanıyordu. Bölge halkı da Tuncel'i tanıyor ve güveniyordu. Bu nedenle Gemlik'in
yeniden toparlanmasında onun büyük emeği oldu.
Onunla çalıştığımız süreçte genel olarak şöyle bir
gözlemim olmuştu; Aile bağları, feodal bağları çok güçlüydü. Eşiyle
birbirlerini severek evlenmişler, mücadele içinde tanışmışlardı.
Tuncel'in Gemlik-Dereboyu’nda
bakkal dükkânı vardı. Dükkân evlerinin altındaydı. Tuncel'in dışarıda işi olduğu
zaman dükkânda babası kalıyordu. Tuncel ilk dönemlerde bizden babası dükkândayken
içeri girmememizi istemişti. Biz de bu konuda onunla tartışmadık, babası dükkândayken
içeri girmedik. Tuncel, uzun süre babasıyla açıktan çatışmaya girmekten kaçındı.
Ta ki, babası bölgeye çalışma yapmak için giden arkadaşımıza saldırana kadar.
Babası dükkânda bizim arkadaşımızı görünce dövmeye kalktı, arkadaş kendisinden
yaşça çok büyük olduğu için amcaya el kaldırmadı. Tuncel olaya müdahale ederek,
arkadaşı çıkartıyor. Bu olaydan sonra babasıyla ilişkileri değişti. Babasına
karşı daha net tavır almaya başladı.
2003-2004 arası bir anlamda hem bölgenin, hem de
Tuncel'in toparlandığı dönem oldu. Ama bu toparlanma tam bir netlik değildi.
Çok uzun süre gelgitler yaşadı. Böyle bir süreç yaşanmasında eşi etkili
oluyordu. Bu konuda biz yardımcı olmak istedik ama Tuncel istemedi. Bizim bu
noktadaki eksikliğimiz ısrarcı olmamamız oldu.
Dernek açmak için yaptığımız çalışma, bölgedeki birçok
insanı toparladı. Bu süreç, Tuncel'in daha netleşmeye başladığı bir dönem oldu.
Mücadele konusunda daha netti, ailesine karşı da net tavır alabiliyordu.
Tuncel'in yaşadığı tereddütlere rağmen yavaş da olsa,
adım adım netleşmesi ve mücadeleye sarılmasının nedeni onun kişilik
özelliklerinde yatıyor. Tuncel feodal bir arkadaşımızdı, halk kültürünü koruyordu.
Vefalıydı, yoldaşlarını severdi, sahiplenirdi. Ölüm orucu şehitlerimiz, Semra
Başyiğit, Hülya Şimşek onun devrimcilik nedenlerinden biriydi diyebilirim.
Duygularını çok açık ifade eden birisi değildi. Bu benim onunla yaptığım
sohbetlerden yola çıkarak yaptığım bir değerlendirme. Hapishanedeki yoldaşlarını
sahiplenir, özellikle Gemlik'ten tutsak düşenlere mutlaka yazardı. Örneğin Veli
Dikme ve Ali Osman Köse'ye hem mektup yazardı, hem de ailelerini mutlaka
ziyaret ederdi.
Tutsaklarımızdan Veli'nin babası bizden hiç kimseyi
evine istemiyordu. Hatta evine gidenleri kovuyordu. (Oğlum sizin yüzünüzden yatıyor
diyordu.) Tuncel önce Veli'nin annesine gidip geldi. Sonra babanın tüm olumsuz
tavırlarına rağmen ısrar etti, baba ile ilişki kurdu ve eve gidip gelmeye başladı.
Bölgedeki şehitlerimizi, şehit ailelerini ziyaret
eder, sahiplenirdi. Gemlik bölgesinde şehit düşen Recep Sinan'ın mezarını
bulamadık. Bölge halkı Recep Sinan'ın Gemlik'te şehit düştüğünü söylüyordu ama
mezarını bilmiyorduk. Tuncel ne yaptı, nasıl yaptı ama Recep'in mezarını buldu.
Sanırım bölgedeki tüm mezarları tek tek kontrol etmişti. Şehitlerimizi böyle
sahiplenirdi. Gemlik şehitlerinin hepsinin ailesiyle ilişkisi vardı. Her
birinin ölüm yıldönümünde mutlaka hem mezarları hem ailelerini ziyaret ederdi.
Tuncel halktı, halk gibi yaşardı. Bu onun doğal
haliydi. Tutuklanmadan önce fabrikada işçi olarak çalışmış. Hapishaneden çıktıktan
sonra babasının bakkal dükkânında çalışmaya başlamıştı. Bakkal dükkânında da
herhangi bir esnaf gibi çalışmıyordu. Müşterilerinin büyük çoğunluğuna veresiye
veriyordu. Bu nedenle sürekli zarar ediyordu. Hatta eşi bu nedenle ona kızıyordu.
Çocukları çok severdi. Ama sevgisini belli etmezdi. Dereboyu Gemlik'in yoksul kesiminin oturduğu bir
mahalledir. Bu nedenle çocuklar ellerinde 50 kuruş, ya da daha az bir parayla
bakkala şeker almaya gelirdi. Tuncel elindeki para yetse de yetmezse de gelen
hiçbir çocuğu geri çevirmezdi. Mutlaka çocukların ellerine şeker tutuşturur
öyle gönderirdi.
Gemlik Bursa'nın yoksul ilçelerindendir. Tuncel de
onlardan biriydi. Sabah erken saatte bakkal dükkânını açardı. Belli bir saate
kadar dükkânda çalışır, dükkânı birkaç saatliğine eşine devredince bisikletine
biner ya dergi dağıtımına çıkar. Ya da birileriyle görüşmeye giderdi. Gemlik'te
bisikletle dolaşırdı. Bisikletinin arkası dağıtacağı dergilerle doluydu.
Tuncel hem bakkal dükkânının işini hem de dernek işlerini
yürütmek için kendince pratik yöntemler bulmuştu. Örneğin dükkâna bilgisayar
almış, bilgisayar öğrenmişti. Dernek için dağıtılacak el ilanı, bildiri vb. dükkânda
boş zamanlarında yazıyordu. Veya dernek için yapılacak haberleri dükkânda yazıyordu.
Ya da bakkala gelen müşterilere dernek çalışmalarını anlatıyordu. Bu ilişki
biçimi hem derneği halkın gözünde meşrulaştırıyor, hem de kitleselleşmemizi sağlıyordu.
Örneğin dernek açıldıktan kısa bir süre sonra
Gemlik'te Üstgeçit kampanyası yapıldı. Kampanya imza toplayarak başladı.
Kampanyada toplanan imzaların büyük bölümü Dereboyu
halkına aitti. Özellikle ev kadınları çok fazla imza topladı. Bu kadınları
harekete geçiren Tuncel'di. Kadınların hemen hemen tamamı Tuncel'in dükkânından
alışveriş ediyorlardı. Tuncel kadınlara iki ekmek, bir kilo şekerle beraber bir
imza föyü veriyordu.
Dürüst ve temizdi, insanlara karşı saygılıydı. Halkın
güvenmesinin nedeni dürüstlüğü, temizliğiydi. Örneğin bölgede Dersim'li birçok ailenin kızı sohbet etmek, sorunlarını
anlatmak için Tuncel'in yanına gelirdi. Tuncel onlarla tam bir ağabey gibi
ilgilenirdi. Bu anlamda Gemlik'teki solculardan, oportünistlerden
çok farklıydı.
Bursa ve Gemlik bölgesinde 2000 sonrası dönemde oportünizm bizim ödediğimiz bedeller üzerinden hem prim
yapmaya çalışıyor, hem de bize karşı karalama kampanyası yürütüyorlardı. Ölüm Oruçları
devam ediyordu, halkta Ölüm Oruçlarına karşı büyük bir sempati vardı.
Oportünizm bu sempatiyi kendi potasında eritmeye çalışıyordu. Bunu yaparken her
türlü ahlaksız yöntemi kullanıyorlar, insanların zaaflarını okşuyorlardı.
Tuncel böyle bir ortamda, halkın tereddütsüz güvendiği, kızını teslim ettiği
birisiydi.
Yaşadığı tüm gelgitlerine rağmen hiçbir zaman değerlerinden
taviz vermedi: Gemlik'te derneğin açıldığı ilk günlerde Gemlik'teki sivil
polislerden birisi sokakta başka bir örgütün temsilcisi ve Tuncel'le karşılaşır.
(Gemlik küçük bir yer olduğu için herkes birbirini tanır.) Polis, diğer örgütün
temsilcisinin yanına gider, "Merhaba .......Bey"
der, tokalaşır. Daha sonra Tuncel'e elini uzatır. Onunla tokalaşmak ister.
Tuncel elini çeker ve oradan uzaklaşır. Bu olayı anlatırken "Adamlarda dost-düşman kavramı kalmamış.
Biz polisle neden tokalaşalım" diyordu.
Gemlik'te özellikle Dersim'li
birçok gençte onun emeği vardır. Kendisi de Dersim'li
olduğu için o yörenin insanını daha iyi anlıyor, iletişim kurabiliyordu.
Gençlere ya da insanlara emek verirken ısrarcıydı. Emek vermeye karar verdiğinde,
çoğunlukla kafasında bir program olmazdı veya hedefli gitmezdi. Ama tüm bu
eksikliklerine rağmen, emek vermekten vazgeçmezdi. Bu ısrarın altında, insanlarımızı
düzene kaptırma korkusu vardı. Bizim insanlarımızın, özellikle gençlerin düzene
gitmesi-yozlaşması onun en büyük korkusuydu. Bunun için sonuna kadar çaba sarf
ederdi.
Bizim derneğe gidip gelen, Tuncel'in emek verdiği bir
genç vardı. Sürekli derneğe gidip gelen, bizimle dergi dağıtımına çıkan genç
kahveye gidip gelmeye başladı, onun çevresinde de bir grup toplandı. Bu durumu
değerlendirdik, ne yapalım diye düşündük. Gençleri kahveden koparmak için biz
oraya gidelim, onlarla sohbet edelim. Sorun nedir, anlayalım diye düşündük. Şu
veya bu arkadaş gitsin diye bir karar almamıştık. Tuncel kahveye hiç kimseyi
göndermemiş, kendisi gitmişti. Ama şöyle bir sorun vardı. Tuncel'in kahve alışkanlığı
hiç yoktu. Sanırım okey vb. oynamasını da pek bilmiyordu. Yani kahveye
gerçekten sohbet etmek için gitmesine rağmen, kahve ortamına yabancı olduğu
için herkesin dikkatini çekmişti. Kahvedeki gençler espri yapmışlardı.
"Hayrola
Tuncel Abi bize dergi mi okuyacaksın vb." demişlerdi.
Gemlik bölgesinden başka bölgeye giden, devrimcilik
yapan bir arkadaş yalpaladığı bir dönemde Tuncel arkadaşa tam bir ağabey gibi
yaklaştı. Bu arkadaş sorun yaşayarak ailesinin yanına geri dönmüştü. Tuncel onu
çok severdi, o da onu ağabey olarak görürdü. Arkadaşın sorun yaşadığı bu
dönemde Tuncel onunla hem kendisi ilgilendi, hem benim ilgilenmemi istedi. "Yanlış bir karar vermiş. Bir
serserinin peşine takılmış. Onu tanıyorum, yanlış bir şey yapmaz. Ben
ilgileniyorum bir bayan olarak sen de ilgilensen iyi olur abla" dedi.
Bu arkadaşımız pratiği ile Tuncel'in yüzünü kara çıkarmadı, emeği boşa gitmedi.
Özellike onunla ilgilenmekteki ısrarı beni çok
etkilemişti. Onun düzene gitmesine izin vermedi.
Tuncel'in Dersim'e gittiğini duyduğumda çok sevinmiştim.
Dersim'e gittiği için çok mutluydu. Dersim'i seviyordu, tam bir Dersim'liydi. Dersim dağlarında şehit düşünlerin arasında
onun ismini okuyunca birçok duyguyu aynı anda yaşadım. Hem onurlandım, onun böyle
bir gelişim göstermenin onuruydu bu. Hem öfkelendim. Öfkelenmemin nedeni babasız
büyüyen çocuklarımızı düşünmemdi. Tuncel ilk çocuğu, Berdan doğduktan kısa süre
sonra tutuklandığı için Berdan babasız büyüdü diyebiliriz. Berdan'la çok az
beraber kalabildi. İkinci çocuğu Lizge doğduktan
sonra da tutuklandı. Tuncel tutuklandıktan sonra eşini ziyarete gittiğim zaman
görmüştüm Lizge'yi. Çok sevimli, kara bir kızdı. Tam
bir Kürt kızıydı.
Berdan ve Lizge'nin babalarının
istediği gibi onurlu birer genç olacaklarından eminim.
Onun mücadelesi bizlerde yaşıyor, yaşayacak. Hesabını
soracağız.