Tuncay
KARAMAN'ı Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
Gerilla yoldaşları anlatıyor:
"Gerilla
olmam için ne gerekiyorsa yaparım diyordu"
Tuncay 1976 Amasya Gümüşhacıköy doğumlu, Alevi-Türk
milliyetindendir. Emekçi bir ailenin çocuğu olan Tuncay, yoksulluk içinde büyümüştür.
Ailenin iki çocuğundan büyüğü ve tek erkek çocuğudur. Evin ter erkek çocuğu
olduğundan dolayı, ailesi onu fazla yıpratmamış, bütün olanaklarını sunmuştur.
Amaçları çocuklarının da kendileri gibi ezilmelerini istememeleri ve okutup
onları bir "gelecek sahibi" yapmaktır. Bunun için elinden gelne tüm çabaları sarf ederek O'nu okutmak istemişlerdir.
Tuncay ilk, ortaokul ve liseyi memleketi Gümüşhacıköy'de okumuştu. 1993 yılında
ise girdiği üniversite sınavlarında Tunceli MYO Elektrik Bölümü'nü kazanmıştı.
Memleketi olan Gümüşhacıköy'de bölgenin önemli gelir
kaynağı tütündür. 1993 yazında bizim insanlarımızın kurduğu TÜYAD (Tütün üreticileri
Yardımlaşma Derneği)'ın açılmasından oldukça
etkilenir ve derneğin açılmasında kendisi de faaliyetlerde bulunur. Derneğin
kurulması için köylere gidip tütün üreticileriyle konuşur. Köylülerin ürettiği
ürünün karşılığını alamamalarından ve ailesinin çektiği zorluklardan oldukça
etkilenip, düzene tepki duymaya başlar. Hep "bu
düzene karşı savaşmaktan başka çare yoktur" der bunun için.
Tuncay henüz örgütlü bir mücadelenin içinde
değildir. Üniversite sınavını kazanınca Ekim 1993'de Dersim'e
gelir. Dersim'e geldiğinde ilk işi Mücadele Gazetesi'ne
gitmek olur. Orada kendi durumunu anlatır. Ben de yine aynı süreçte okula
gitmiştim. Okula ilk gittiğimden fazla kimseyi tanımıyordum. Bu yüzden öğrencilerle
olan ilişkilerim sınırlıydı. Mücadele gazetesine daha önceden de gidip geldiğimden,
orada bizim okuldan olup da, bize sempati duyan Tuncay'ın ismini öğrendim.
Okula ilk gittiğimde ilk işim onunla tanışmak oldu. Gördüğüm kişi, uzun boylu,
zayıf, kumral, saçları hafif dalgalı, sakalları henüz çıkmamış, beyaz tenine
bir de gözlük eklenince tam bir şehirde büyümüş birisini anımsatıyordu. Kendimi
tanıtıp biraz konuştuğumuzda fazla konuşmuyor, sadece sorulan sorulara cevap
veriyordu. Sormadığında ise susup birşey söylemezdi. Konuşurken
de biraz utangaçça gülümseyerek, sessiz ve tane tane
konuşuyordu. Bu görünüşü bende biraz "bürokrat" ve "soğuk" bir
kişi izlenimi yaratmıştı. Bu izlenimim, onu ilk gören insanların çoğunda
oluşuyordu. Fakat daha sonra Tuncay ile ilişkimiz geliştiğinde onun gerçekte
sıcak ve sevecen biri olduğunu görecektim. Onun bu sessizliği mütevazılığı ve olgun
kişiliğinden kaynaklanıyordu. Genelde karşısındakini dinlerdi.
Tuncay ile geliştirdiğimiz örgütlü ilişkiler sonucu
O'nu farklı yönleriyle de tanımamızı sağladı. Yeni bir insan olmasına rağmen,
sürekli bir şeyler yapma, Harekete daha fazla yararlı olma çabası içindeydi.
Hareketi öğrenmek için sürekli araştırıyordu. Yaptığımız eğitim çalışmalarında
sürekli sorular sorardı ki cevabını tam veremediğimizde biz de gidip araştırıp
öğrenmek zorunda kalıyorduk. Hatta bazen yurtta farklı odalarda kaldığımız halde,
gece geç saatlerde gelip okuduğu yayınlarımızdan kafasına takılan soruları ve
anlamadığı konuları tartışmamız için sorardı. Ve öğrendiklerini de tanıdığı ve
güvendiği arkadaşlarıyla paylaşıyordu. Onlara çoğu zaman okuduğu dergileri
veriyor, sohbet ediyordu. İnsanlara düzeni anlatıyordu ve kendi yaşadığı
örnekleri veriyordu.
Tuncay tartışmalarda olduğu gibi yaşamın diğer
alanlarında da mütevazılığını gösteriyordu. Bundan dolayı da okuldaki
öğrenciler tarafından sevilen-sayılan biriydi. Okuldaki hiçbir arkadaşıyla gereksiz
yere sorun yaşamaz, tartışmazdı. Onlarla sürekli sıcak ilişkiler kurup, insani
temelde ilişkileri geliştirirdi. İnsanlar üzerinde yarattığı bu etkiden olacak
ki, Tuncay daha sonra gözaltına alındığında (Aralık 93), aralarında para toplayıp
battaniye ve yiyecekler alıp avukatın yanına giderek şubede ona verilmesini istemişlerdi.
Ancak avukatın ve öğrencilerin tüm çabalarına rağmen bu eşyalar Tuncay'a
verilmemişti. Tuncay gözaltından bırakıldıktan sonra paraları ona vermişlerdi.
O ilkin almamıştı. Öğrencilerin ısrarı üzerine paraları alıp, dergiye
getirmişti.
Onun Harekete ve yoldaşlarına apayrı bir bağlılığı
vardı. Yoldaşlarını sürekli korur, onlara zarar gelmesini istemezdi. Onun için
de yoldaşlarını hep uyarır, dikkatli davranmaları gerektiğini söylerdi. Tuncay
az ve özlü konuşurdu. Rastgele her insanla espiri
yapmaz, düzeyli davranırdı. Yaşamı düzenli ve derli topluydu. Bu her şeyiyle
görünüyordu. Tuncay düzen kültüründen fazlaca etkilenmemişti. Üzerinde saf
Anadolu kültürünu taşıyordu. Halk türkülerini ve Grup
Yorum'un özellikle bazı parçalarını çok seviyordu, sürekli söylüyordu. "Gün
Tutuşur" parçasına ayrı bir değer veriyordu. Onu, toplanıp saz
çaldığımızda söylerdi. Yine parça öncesinde okunan şiirde geçen "Senin de
dağların var Sivas- Dağlarında Şahanların" sözlerini
hatırlatarak "Bak oralarda gerilla var demek istiyor" diyordu ve
mutlu oluyordu. Ve "Sivas'ta gerillalarımız
var. Ancak bizim oraya gelmiyorlar. Herhalde bölgeyi bilmediklerindendir. Eğer
ben gerilla olursam bizimkeleri oraya götürür, orayı bizimkilere
tanıtırım" diye de ekliyordu. Gerillaya özlem duyuyordu.
Hep Dersim dağlarında savaşmak ve buradan Amasya'ya
gitmeyi düşlerdi. Bunun için sorumlu arkadaşa gerillaya gitmek istediğini
belirtti. "Gerilla olmam için ne
gerekiyorsa yaparım" demişti. Çok ısrar ediyordu. En sonunda biz de
harekete bildirdik. Biraz daha beklemesini söylemişlerdi. Bunu Tuncay'a
söylediğimizde üzülmüştü. Ama bir süre sonra katılacağını düşünerek
seviniyordu. Tuncay bu haberden sonra gerilla yaşamı ve gerilla deneylerini
anlatan kitaplara yoğunluk verdi. Bir nevi gerilla gibi hareket ediyordu. Hatta
yaşadığı bir olay, onun hem saf ve temiz duygularını hem de gerillaya olan
özlemini ifade ediyordu:
12 Aralık 1993'te Hozat'ın Çaytaşı
köyüne Nurettin Güler'in anmasına gitmişti.
Köylülerin şehitlere olan bağlılığından ve düzenlenen anmadan çok etkilenmişti.
Bu anmayı döne döne anlatıyordu. Bizimkilerin
hazırladıkları pankartları ve bayrakları, sloganları ve köylülerin giden
insanları karşılamalarını anlata anlata
bitiremiyordu. Dağları, tepeleri, suları da... öyle
anlatıyordu.
Tuncay'ın istediği geçekleşmeden, anmadan birkaç gün
sonra Mücadele gazetesine yapılan baskında gözaltına alındı. Gözaltında iki
hafta kaldıktan sonra savcılıktan serbest bırakıldı. Bırakıldıktan sonra kısa
bir süre için memleketine gitti. Tuncay daha dönmeden ben tutuklandığımdan dolayı
onunla uzun bir süre görüşemedim. Ama onun sevdalı olduğu dağlara birgün ulaşacağını biliyordum. Dışarı çıktığımda Tuncay'ın
1994 Haziran ayında gerillaya katıldığını öğrendim.
Ben de Tuncay'dan kısa bir süre sonra gerillaya
katılmıştım. Ve tekrar onu görebilmenin mutluluğunu da yaşıyordum. Karşıma Arif
olarak çıkmıştı. Sessizliğini, sakinliğini, mütavazı
ve olgun kişiliğini hala koruyordu.
Gerillaya katılalı yaklaşık bir ay olmuştu. Arif ve
ben Ekrem abinin müfrezesinde Dersim merkez
faaliyetine gidecektik. Yola çıktığımızda Arif'in görme sorununun O'na ciddi
bir engel olduğunu gördük. Bundan dolayı sürekli düşüyordu. Bir ses
duyduğumuzda "mutlaka Arif'tir" diyorduk. O kadar çok düşüyordu ki,
kimi zaman şaka haline gelirdi. Çoğumuz düştüğümüzde canımız sıkılır, moralimiz
bozulurdu. Çoğu zaman "kahretsin, yürümeyi öğrenemeyeceğim" derdik.
Arif ise düştüğünde moralini bozmaz, bir de kahkaha atarak ayağa kalkardı.
Aşmak için kendini daha fazla zorlardı. Yürümekte zorlandığı için komutanımız
kendisine çanta taşıttırmıyordu. Çanta verilmesi için çok ısrar ediyordu.
Arif gerilla yaşamına uyum sağlamak için büyük çaba
harcıyordu. Geleli daha iki ay olmamıştı ki, müfrezinin komüncülerinden
olmuştu. Komüncüler köylere gittiğimizde evlere gidip yiyeceklerimizi topluyorlardı.
Tuncay ilk günler bu işi yaparken zorlanıyordu. Köylülerden yiyecek istemeye
utanıyordu. "Ben isteyemiyorum, bana tuhaf geliyor" deyince, Ekrem abi, onunla konuşarak bu yönünü aşmasını sağladı. Ona
"bunda çekinecek ne var? Bu işi yoldaşların için yapıyorsun. Üstelik
halktan almazsak kimden alacağız? Hem Dersimleler gerillaları çocuğu gibi
bilir. Utanmana gerek yok" diyerek uzun uzun konuştu.
Arif daha sonra iyi bir komüncümüz oldu.
Aslında onun utangaçlığı yaşamının en belirleyici
yanlarından biriydi. Kolay kolay konuşmazdı. Çoğu
zaman Haklıyız Kazanacağız-Savunma'yı alır. Bir köşede
okurdu. Anlayamadığı yerleri sorardı. Onu konuşturmak için çok uğraşırdık. Bir
iki şey söyleyip susardı. Bir gece Ekrem abi
yıldızlar, gözyüzü, evrenle ilgili bize bazı sorular
sordu. Biz cevap veremedik. Ekrem abi "ben 25
yıl önce aldığım derslerden hatırıyorum, siz daha iki
gün önce okuldan çıkıp geldiniz, hiçbir şey hatırlamıyorsunuz" deyince,
hem sıkıldık, hem de güldük. Arif "doğru Ekrem abi.
Ama ne yapalım düzen eğitimi bu kadar olur. Ezberci, düşünmeyen kafa yormayan
bir eğitim sistemi var. Ben de bu eğitimden birşey
öğrenemediğim için devrimci oldum" dedi. O gece uzun uzun
sohbet ettik. Arif'in suskunluğu genelde devam ediyordu. Ama görevlerini tam
olarak yapıyordu.
3 Eylül'de Ulukale'de
şehit düşen yoldaşlarımızın haberini alınca ana birliğin yanına döndük. O kadar
öfkeliydik ki, gözümüz birşey görmüyordu. Arif yine
zorlanıyordu. Hatta bir dereden geçerken suya düşmüş, sırılsıklam olmuştu. Bu
faaliyetimizden sonra Arif okulda söylediği gibi başka bölgeye gidecek bir ekibin
içinde yeraldı. Bu ekip beş kişiden oluşuyordu.
Erzincan'ın köylerine keşfe gitmişlerdi biz bunu sonra öğrendik. Döndüklerinde
görevlerini yerine getirmenin huzuru vardı gözlerinde. Ekim'in başında
Sibirya'da yanımıza gelmişlerdi. Arif de yeni bir alana gitmenin gururunu yaşıyordu.
1994'ün sonbaharında Dersim'de
büyük operasyon başlamıştı. Ekim'in başlarında çatışmalara girmeye başlamıştık.
Dürüt'ten çıkarken öncü ekipte yer almıştı. O gece
pusuya düştüğümüzde Arif ve diğer öncü yoldaşlar bizden kopmuşlardı. Ertesi gün
bizi yine buldular.
9 Ekim 1994 günü ise, Emirgan'da
çatışma başladığında Arif, Murat Er ve Ali Çelik ile beraber tepeye çıkmak için
en önde fırladılar. Tepeye çıkarken düşman daha önceden burayı tuttuğundan
pusuya düştüler. Arif burada şehit düştü. Düşmanın yaktığı cesetler arasında
O'nun da cesedi vardı.
(Yukarıdaki anlatım, Malatya Hapishanesi’ndeki DHKP-C’li
tutsakların yayınladığı Başak Dergisinden alınmıştır.)
***
Bir Yoldaşı
Anlatıyor: “Utangaç
Amasyalı”
Tuncay'ı gerillaya gitmeden tanımıştım. Amasyalı,
Türk milliyetindendi. Dersim'e gelişi yüksekokul
kazanmasıyla olur. Belki onun için çok önemli değildir yüksek okulda okumak,
ama Dersim'i ve gerillayı görmek önemlidir.
İlk önce mücadele bürosunda karşılaşmıştık. Çok
utangaçtı. Bu ilk karşılaşmamızda tanık olduğum özelliği onu tanıdıkça daha
belirgin ortaya çıkıyordu. Utangaçlığı aramızdaki yoldaşlık sıcaklığına
yansımıyordu. Tün sıcaklığını, içtenliğini yaşıyorsun fakat her şeye karşın
utangaç. Bazen aramızda gelişen bir espri olur, uzun sürdüğünü düşündüğünden mi
bilemiyorum, yine ortaya çıkardı bu özelliği. Çok temiz, çok saf! Sanki bu düzende
hiç yaşamamış. Bencillik, ben bilirimcilik, küçük
burjuva özlemleri, kaygılar ona çok yabancıdır. Aşırı mütevazi
bir yapısı vardır.
Sürekli yeni insanlar taşır büroya... Okula gazete götürür,
gazete satardı. Onunla çok şey yaşamıştım. Ama karşılaştığım ortamlarda, o kısa
tanışıklık süresi içinde bunlar çok bariz öne çıkan özellikleriydi.
Kıra gittiğimde yine az bir süre birlikteliğimiz
olmuştu. Bu kez karşılaştığım Tuncay konuşkan ve coşkuludur. Yine az konuşur
fakat şehirdeyken bildiğim Tuncay ile kıyaslanamayacak kadar değişmiştir. Bazen
adını ağzımdan kaçırırdım. Aynı isimden başka yoldaşlarımızda olduğu için,
sanki ona söylüyormuşum gibi hiç tınmazdı bile. Hareket'i fazla tanımayan Tuncay,
ilkeli, disiplinli bir gerilla oluvermişti.
...
Gerillaya giderken ellerimizle yollamıştık onu.
Kaputunu, spor ayakkabısını verip yollamıştık. En çok o zaman utanmıştı.
Kendisinin alamaması çok mahcup etmişti onu. Sevinçle gelmişti, şimdi sevinçle
yatıyor Dersim toprağında. Düşman önce vurdu, sonra yine doğrulur diye
çukurlara gömdü onu, sonra yine doğrulur diye yaktı bedenini. Oysa kendi
kuyusunu kazmıştı düşman. Çünkü o ve onlar filizlenip yeşeriyor her bahar. Kolaysa
gitsin şimdi! Emirgan'a düşman. Tuncay yoldaşı
unutmadık. Yoldaşlarımız biliyorsunuz ki Emirgan'dan
her geçişte size yeni haberler veriyorlar. Bir karanfil kondururlar yatağınıza.
Siz, bin karanfil verirsiniz dağlara, unutturmayacağız, unutmayacağız, Utangaç Amasyalı!..
Okul sıralarından bir arkadaşı/yoldaşı
anlatıyor:
1990 yılında lise 1’de Tuncay’la
aynı sınıftayız. Tuncay çok atılgan, yerinde duramayan bir arkadaştı. Benim
anket defterim vardı. En çok sevdiği müzik; halk müziği ve özgün müzikti.
Tuncay'la yakınlaşmamız bu temelde olmuştu. O zamanlar devrimci düşüncelere
sahip değildik. Fakat faşistlere ve idarenin dayatmalarına karşıydık. Tuncay'la
lise 1'den sonra ayrıldık. O sanat okuluna devam etti. Lise bittikten sonra Dersim'de üniversiteyi kazandı. Memlekete döndüğünde Tuncay'ı
dernekte gördüm. Hiç tahmin etmemiştim o zaman. Ama onu orada görünce o kadar
çok sevinmiştim ki! O zaman Dersim Mücadele bürosundan gözaltına alınan
arkadaşlar arasındaydı. Ama gözaltı sonrası hiç yılgınlığa kapılmamıştı. Bana
tekrar Dersim'e döneceğini anlattı. Bir süre sonra
Tuncay'ın Dersim'de olmadığını arandığını öğrendim.
Kısa bir zaman sonra büronun telefonu çalıyor. Gelen haber, "Dersim'de çatışma, ve Tuncay adı geçiyor
şehitlerin arasında. Şaşırmıyorum. Çünkü Tuncay'ın gözlerinden devrime bağlılık,
kırlara olan sevda okunuyordu. Mücadeleyle tanışmadı üzerinden kısa bir süre
geçmesine rağmen, büyük bir bağlılıkla savaşa kendini adamış ve ölürken de
tereddüt etmemişti..