Tevfik DURDEMİR'i Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Aynı okuldan bir yoldaşı anlatıyor:

 

Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bölümler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'nü kazanmıştım sınavda... Memleketimden ilk kez ayrılıyordum. Hem Bursa kentine hem de Bursa halkına yabancıydım. Bu gibi durumlarda insan hemen kendi memleketlilerini ya da yakın şehirlerden insanları arar, bulur, zamanını onlarla geçirmeye çalışır. Bir tür korunma içgüdüsüdür bu. Ben de öyle yaptım. Yakın arkadaşlarım genelde güneyliydi.

'86-87 yılları... Üniversitelerin hareketlendiği, üzerindeki ölü toprağını attığı yıllar... Uludağ Üniversitesi'nde de bu konuda en hareketli fakülte bizimkiydi. 5000'i aşan öğrenci sayısı ve devam mecburiyetinin olmayışı ve en önemlisi sınıfsal kökenleri nedeniyle politikaya en yatkın, meraklı öğrencilerin yoğunluğu nedeniyle Bursa'daki ilk kıpırdanmalar ('80 sonrasında yani) bizim fakültede başladı. Amfi toplantılarıyla başlayan politik kıpırdanmalar, tek tip öğrenci derneği yasasına karşı oturma eylemlerine, Ankara yürüyüşlerine kadar uzandı. Giderek daha çok öğrenci katılıyordu böylesi eylemliliklere. Benden bir sınıf üstteydi Tevfik. O da güneyli, Antalyalıydı. Bir nevi hemşerim sayılırdı yani. İtiraf etmeliyim ona kanımın ısınmasında aynı coğrafi bölgenin insanı olmamızın etkisi oldu. Ancak başka kentte de doğup büyümüş olsa yine severdim onu. Sevilmeyecek biri değildi ki... Bir kere çok sıcak kanlı, güleç yüzlüydü. Kendine has bir gülüşü, kahkahası vardı. Mizah yeteneği vardı ve bu yeteneği sayesinde hem yanındakileri güldürüyor, hem de kendisi eğleniyordu. Şimdi düşünüyorum da sanırım seviyordu insanları güldürmeyi. (Okulda DEV-GENÇ adına yapılan ilk foruma beni Tevfik çağırmıştı. İsim konularak yapılar ilk forumdu ve okulun lümpen-burjuva öğrencileri DEV-GENÇ adından ürkmüş, pencerelerden atlayarak kaçmışlardı. Başlarına birşey geleceğinden, soruşturmalara uğrayacakları kaygısından filan olsa gerek.) Ve '80 sonrası Bursa'da yapılan ilk korsan gösteri. M. Akif Dalcı şehit düşmüştü ve biz 4 Mayıs günü bunu protesto etmek için şehirde bir gösteri yapmayı kararlaştırmıştık. Planlanmasından organizesine kadar en büyük emeği harcayanlardan biri Tevfik'tir. Hemen tüm siyasetler (öğrenci gençlik içindeki) katılmıştı gösteriye. Korsan gösteri sonrası polis şehirde terör estirmiş ve birçok öğrenci evini basmıştı. Özellikle DEV-GENÇ' lilerin evleri basılmış ve birçok DEV-GENÇ'li gözaltına alınmıştı. Daha sonra Bursa Devrimci Sol timi olacak işkenceciler, 12 Eylül sonrası ilk pratiklerini(!) DEV-GENÇ'liler üzerinde yapmışlardı. Tezgahtan geçenlerden biri de Tevfik'di. O operasyon tutuklamalarla sonlanmış, cezaevine Tevfik de dahil sanırın 4 DEV-GENÇ'li girmişti. İlk operasyon, ilk işkenceler, ilk cezaevi küçük burjuva kimliğinden henüz sıyrılamayanların dökülmesine yol açmıştı haliyle. Kalanlar sağlam olarak yoluna devam edecek olanlardı. Ve yine Tevfik de bunlar arasındaydı. Zaten güveniyorduk hepimiz ona.

'90-91 öğretim dönemi yine birçok "ilk"in yaşandığı bir dönem olacaktı. Sivil faşistlerin politik arenaya sürülmeleri, yükselen öğrenci gençlik mücadelesinin önünün böyle kesilmeye çalışılması gibi. Ve bizim için bir "sürpriz"... Tevfik bırakmıştı mücadeleyi. Biz kendisinden duymamıştık ama sorumlu arkadaşa "Ben yapamayacağım, kaldıramıyorum" demiş. Üzülmüştük haliyle. O dönem o kadar çok bırakan vardı ki. Ama açık söyleyeyim Tevfik'ten beklemiyorduk. Tevfik bir süre daha okulda kaldı, sonra ortadan yokoluverdi. Memleketine döndüğünü söylediler. Çok sonra İzmir'de bir silahlı propaganda birliği savaşçısı olarak ortaya çıktığında, onun mücadele ettiğine mi sevinelim, yoksa yakalandığına mı üzülelim şaşırmıştık. Fakat ne yalan söyleyeyim kendi adıma onun bir SPB oluşuna çok sevinmiştim ve bu sevincim onun yakalanışından duyduğum üzüntüye baskın gelmişti. Meğer "mücadeleyi bırakıyorum" dediği dönemlerde yeni görevler için hazırlanıyormuş. Biz de bu arada onu yeniden "örgütlemek" için masasına gidiyor, almaması söylendiği halde, zorla ona Yeni Çözüm dergisi, Devrimci Gençlik dergisi, Tavır dergisi satıyorduk. Aslında anlamalıydık. Biz onu "örgütlemeye" çalışırken gözlerindeki sevgi parıltılarından, yüzünde oluşan muzip-hınzır gülümsemelerden ama en çok da sımsıcak konuşmalarından anlamalıydık onun devrimciliği hiç bırakmadığını.    

Güzel insandı Tevfik. Neşeli, sımsıcak, yoldaş mı yoldaş... İyi bir devrimci, iyi bir savaşçı, iyi bir Parti-Cepheli...           

 

***

 

Bir tutsak yoldaşı anlatıyor:

24 SAAT DEVRİM İÇİN ÇALIŞIYORDU TEVFİK

 

Tevfik SDB savaşçısıydı. Ekip olarak 9 Nisan 1992 günü; bir sene önce aynı gün İzmir'de bir üs kuşatmasında şehit düşen Faruk Bayrakçı ve Olcay Uzun yoldaşlarımızın hesabını sormak için çıkarlar yola. Hedefleri; polis kolejinin kıdemli öğretmenlerini taşıyan bir otobüstür. Eylem sırasında çatışma olur. Hamiyet Yıldız yoldaşımız bu çatışmada şehit düşer. Ali Rıza Kurt ve Tevfik Durdemir ise Buca hapishanesine getirilirler.

Tevfikler'in Buca'da kaldığı ilk dönemlerde yoğun saldırılar yaşanıyordu. Bu saldırılardan biri de açığa çıkarılan bir tünel çalışmasının ardından gerçekleşmiştir. Hapishane idaresi tüneli bahane ederek azgınca saldırır. Tek tek işkencelerden geçirilen yoldaşlarımızdan bazıları tecrite alınır. Tecrite alınanlar arasında Tevfik'le beraber, şehitlerimizden Ali Rıza Kurt, Celalettin Ali Güler, Bülent Pak, Müjdat Yanat da vardır. Bir kaç gün sonra sürgüne gönderilirler.

Tevfiklerin yeni mevzisi Aydın hapishanesidir artık. Buca sürgünleri gidene kadar Aydın'da PKK'li tutsaklar ağırlıktadır. Sürgün yoldaşlarımızla, hapishane idaresinin koyduğu statüler bir bir kırılmaya başlar.

Tevfikler Aydın'a sürgün edildiklerinde İzmir DGM'de mahkemeleri devam ediyordu. Tutuklananların yargılandığı yerler dışındaki hapishanelerde kalmasına yasal kılıf sağlayan genelgeler yayınlanmıştı. 1993 yılının sonuna doğru tecrit genelgesi olarak geçen bu saldırıya karşı; bütün hapishanelerde Devrimci Sol davası tutsakları olarak Genel Süresiz Açlık Grevi Direnişimiz, zaferle sonuçlandı. Bunun üzerine Tevfikler '94 başında Buca'ya geri getirildiler.

Buca'da bir çok yeni tutsak vardı. Yoldaşlarımızın gelmesiyle daha bir güçlendik, geliştik.

21 Eylül katliamından önce Buca'da erkek yoldaşlarımızla iç görüş olanağımız yoktu. Onları ancak avukat görüşünde görebiliyorduk. Tevfik'i de '95'in başlarında bu görüşlerde tanıdım. Orta boylu, geniş yüzlü, utangaç bir görünümü vardı. Konuşması biraz dikkat çekiyordu, belki de kırık dişinden kaynaklıydı. Tevfik'in ön dişlerinden biri kırıktı.  Dışarıda bir eylem için taksi kaldırmaya gittiklerinde, taksici direnince dişi kırılmış ve taksicinin yarattığı vukuattan dolayı o gün eylemi iptal etmek zorunda kalmışlardı. Kırık dişinin böyle bir anısı vardı.

Tevfik'le sohbetlerimiz daha çok eğitim üzerine oluyordu. '95 başlarında Buca'da toplam sayımız 100-120 civarındaydı. Tevfik yöneticimiz ve eğitim sorumlumuzdu. "Nasıl bir eğitimci olmak" konusunda emek harcıyordu. Eğitim işleriyle ilgilenecek arkadaşlar için eğitim proğramı hazırlamıştı. Mao Seçme Eserler'deki kimi yazılardan, dergimizde çıkan perspektif yazılarına, eğitimle ilgili okunacak diğer kitaplara kadar düzenlenmiş bir proğramdı. Sohbetlerinde insanlarımızın ufkunu nasıl genişletmemiz gerektiğine dair örnekler veriyordu., çok yönlü yetişmek-yetiştirmek gerektiğine vurgu yapıyordu.

Herkese yetiyor, yetişebiliyordu Tevfik. Mesela sorardı "bir yoldaşınla ne kadar sohbet ediyorsun?" 15-20 dakika sohbet edebilmişsek iyi diyordu. Süreyi sormaktaki amacı, yoldaşlarımızla ilişkilerimizin bir kaç cümleyle, işlerin yapılıp edilmesiyle sınırlı olmamasını, paylaşımın gelişmesini istemesindendi. Erkek arkadaşlar Tevfik'le sohbetlerini anlatırlardı. Havanın bulutlu olmasından başlayan bir sohbet saatlerce sürebilir, o sohbetlerin içinde bağlılık, güven, açıklık, güzellikler boyverirdi. Erkek yoldaşlarımız karşılıklı iki koğuşta toplam yüz kişiydi. Tevfik bir çok insanımızın devrimci dinamiklerini, güzelliklerini açığa çıkaranlardan olmuştur hep. Tevfik'le olan sohbetlerimizde kitaplara olan sevgisini de görebiliyorduk. "Bir kitabın başına oturdum mu bitirmeden kalkmak istemiyorum" diyor, bunun iyi ve kötü yanlarından bahsediyordu.Tevfik yoğun işlerinin arasında okumaya da yazı yazmaya da zaman ayırabilirdi. Çok güzel yazardı. Mütevazilik üzerine, düzen-devrim çelişkisi üzerine yazdığı yazılar hala aklımdadır. Mesela yataktan kalkarken yaşanan "5 dakika daha mı fazla uyusam" düşüncesindeki düzen-devrim çelişkisini öyle bir anlatırdı ki, ikna olmamak mümkün değil.

Tevfik her sabah en erken kalkanlardandı. Bir çok arkadaşımız her sabah uyandıklarında, onu masanın başında işini yaparken gördüklerinden bahsederdi.

Tevfik'in sohbetlerinden yaşamındaki bir çok ayrıntıya kadar, hemen her davranışının bir tek amacı vardı. Devrimi güçlendirmek... Mesleği devrimcilikti ve bunu 24 saat yerine getiriyordu. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

 

***

 

Buca'dan tutsak bir yoldaşı anlatıyor:

 

Tevfik yoldaşla Buca’da tanıştım.

İlk günlerimde ilk dikkatimi çeken Tevfik yoldaş olmuştu. Çünkü ben akşam 12’de yattığımda Tevfik ranzanın üçüncü katında çalışıyor oluyordu ve sabah 6’da kalktığımda Tevfik yine masasının başında çalışıyor oluyordu. Bu hemen hemen her gün devam ediyordu. Tevfik’in uyuyup uyumadığını gerçekten merak ettim ve bir gün sordum; “Tevfik kardeşim ben ne zaman uyusam ayaktasın, ne zaman kalksam yine ayaktasın, sen uyumuyor musun?” diye sorunca, O da uyuduğunu ve planlı-programlı çalışıp gece 3-3.5 civarında uyuduğunu, sabah da 5-6 civarı kalktığını ayrıca gündüz de yarım saat kestirdiğinde kendine yeterli olduğunu söyledi. Ben her gün 3-4 saat uykuyla ayakta kalınacağına inanmadığım için merak edip 3-4 saatin nasıl yettiğini ve uykusu gelip gelmediğini sorunca O da “insan kendisini alıştırdıktan sonra bu da bir yaşam biçimini alıyor ve insan alışıyor” diye cevap verdi.

Tevfik yoldaş her sabah spor yapar, çalışmalara katılır, çalışmalar verir, yoldaşlarla sohbet ederdi. Voltalarda, sohbetlerde özellikle okuduğu romanları anlatır ve neden okunması gerektiğini, ne gibi yararları olacağını anlatırdı. Özellikle N. Ostrovski’ninSelam Yaşam Ateşi” adlı romanını herkese tavsiye eder ve Ostrovski’nin yaşamını, yaşam azmini, irade gücünü, çalışma şevkini ve  hepimizin onun gibi olması gerektiğini anlatırdı. Ve hemen hemen Buca’da Tevfik sayesinde Ostrovski’nin “Selam Yaşam Ateşi” ve “Ve Çeliğe Su Verildi” kitapları herkes tarafından okunmuş ve genel yaşamda örnek alınmıştır. O’nun verdiği seminerleri, perspektif derslerini dinlemek bir zevkti. O’nun kendine özgü kavratıcı, yalın bir anlatım tarzı vardı. Şakacı, canlandırıcı bir kavratma yeteneği vardı. Hemen hemen okumadığı klasik ve felsefe kitabı yok gibiydi. Ama okuduğu her kitabı sohbetlerde yoldaşlara anlatıp tartıştırdığı gibi, her yazacağı yazı için de elinden geldiğince en geniş kesimle sohbet eder, herkesi fikrini alır ve sonra yazı yazardı.

 

(Yukarıdaki yazı Bağımsızlık, Demokrasi Yolunda Kurtuluş dergisinin 30 Ocak 1999 tarihli 15. Sayısında, Yoldaşlar Bizi Aşın köşesinde yayınlanmıştır.)

 

 

Geri