Sıla
ABALAY'ı Yakınları,
Yoldaşları Anlatıyor:
Özgür
Tutsaklardan: BİZİM SILA
Sıla Abalay yoldaşımız
Berkin'in hesabını sorulmasını istediği için tutsak alınan bir Dev-Genç’li olarak geldi hapishaneye. Berkin'den bir kaç yaş
büyüktü ancak. Daha 16'sındaydı tutsak alındığında.
Boyun eğdirebiliriz diye, 16 yaşındaki Sıla'yı tecrit
ettiler. Diğer Özgür Tutsakların yanına vermediler. Tecrit altında tek başına
tutup, korkutarak sindirebileceklerinin hesabını yaptılar. Bütün bu kuşatma ve
saldırılara karşı Özgür Tutsak bilinciyle direndi Sıla Abalay.
Nedir Özgür Tutsak bilinci?
İki kelime ile özetlenebilir aslında: Özgür Tutsak
bilinci demek, onurunu korumaktır. Onurunu korumak, düşünceni ve değerlerini,
yani devrimciliğini savunmaktır. Savundu Sıla, tutsak alınmasına sebep olan
düşünce ve değerlerini. 16'sında bir Dev-Gençli olarak çürüyen emperyalizmin
köhne tecrit politikasının karşısına geçti. Faşizme geçit vermedi beynini
teslim alması için. Halk düşmanlarına coşkusunu ezdirmedi. Ve direnerek
geriletti tecridi.
Yoldaşlarıyla kucaklaştığında zafer bir kez daha
direnişin oldu. Bizim Sıla Direndi, Emperyalizm Yenildi...
Emperyalizm ve işbirlikçileri tecridin kör duvarlarını
Anadolu İhtilali'nin geleceğini tasfiye etmek için inşa etmişlerdi. Öyle ki
tecrit ettikleri devrimcilere burada düşünce değişikliği dayatarak teslim
alacaklardı. Kirli hesapları buydu. Ancak Büyük Direnişimizin halayı, türküsü,
destanı... yani öğreticiliğiyle yetişen Sıla'lar bu
hesabı ezip geçmesini bildiler. Tek başına tutulduklarında bile yalnız
kalmadılar. Fidanları, İbilileri ve Berrinleri yanı başlarında buldular. Canan
ve Zehralar ile birlikte direndiler. 19 yaşındaki Canan, 16'sındaki Sıla'ya
"diren" diyordu. Duyuyordu
bu sesi Sıla, yüreğinin içinde duyuyordu.
Bakırköy Hapishanesi’nin duvarları tanıktır Sıla'nın
direnişine. Sesine, soluğuna, gülüşlerine, "Yoldaşlar" diye
seslenmesine tanıktır tarih... Emperyalizmin tecrit politikası, teslimiyet
saldırısı Sıla Abalay'a boyun eğdiremedi.
Solduramadılar onun güneşli gülüşü. Bizim Sıla'nın tebessümleri, tanıyan
yoldaşlarının bildiği gibi, güneşlidir. Ve hapishanenin alçak duvarları
Sıla'nın güneşli gülüşüne yılgınlığın gölgesini düşüremedi.
Emperyalizmin hesabı şuydu: Yeni-sömürge ülkelerin keskin
çelişkileri bir bütün olarak mücadelenin yok edilmesine izin vermez. Halktan insanlar
ve özellikle gençlik kesimleri, zulüm ve sömürüye bir biçimiyle karşı çıkıp
mücadele ederler. Bunların karşı çıkış sebepleri nesnel olarak yok edilemese
bile, tutsak alınıp tecrit içinde düşünce değişikliği dayatmasına tabii
tutularak her biri sindirilebilir. Tecrit-teslimiyet politikasının özü budur.
Kaldı ki, emperyalistler bu politikayı uygulayıp sonuç alarak
nice devrimci hareketi tasfiye etmiştir. 16'sında Sıla mı direnebilecek yani?
Ama direndi. Anadolu'nun çocuğu, halkın devrimci gençliği, devrimin geleceği
olan 16 yaşındaki Sılalar emperyalizmin bu kirli politikasını boşa çıkartmasını
bildiler. Çünkü Büyük Direnişimizi kuşanıp 122'lerle silahlanmışlardı. Böyle
olduğu içindir ki, emperyalizmin işbirlikçisi AKP faşizmi Sıla Abalay'ı tutsaklık koşullarında ezip teslim alamadı.
Direndi Sıla, güneşli gülüşünü büyütüp daha bir
güzelleştirerek direnmeyi başardı. Yenilen emperyalizm oldu. Ki emperyalistler
tarihleri boyunca inanmış insan iradesini kırmayı başaramamışlardır. Ne
Stalingrad önlerinde ne Sierra Maestra'da ne Vietnam cangıllarında ne de Kızıldere'de... Elindeki silahı atıp
teslim olan devrimciler görememiştir karşısında. Elbette böyleleri de
çıkmıştır, örneğin ellerindeki silahları atıp faşizme teslim olan 24 MKP
gerillası gibi. Ve fakat, onlara devrimci denemez.
Büyük Direnişi terk edenlerin vardığı sonuçtur bu. Büyük Direniş ise olanca
uzlaşmazlığı ile 16'sında direnişçi, 18'inde kahramanları yaratmaya devam
etmektedir.
Hüseyin Cevahir'den Sıla Abalay'a
Teslim Olmama Geleneğimiz Kanla Yazılmaktadır Hayata... "Bizim Sıla"
diyorduk Ona. Özgür Tutsaklardan arkadaşımız, kardeşimiz, çocuğumuz,
sorumlumuz, komutanımızdı Bizim Sıla.
Faşizm, daha 16'sında tutsak alarak onu hayata küstürmek
istedi. Başaramadıkça acizleşti. Defalarca gözaltına
alındı. Hepsinden de onurla çıktı. Nelerle karşılaşıp nasıl tavırlar aldığını
coşkuyla, ağız dolusu anlatmasına tanıktır yoldaşları. Sıla'yı asla teslim
alamadılar. Bir direnişten, bir güneşli gülüşünden, bir de umutlu güzel rüyalar
görmekten vazgeçmedi
Bizim Sıla. Şehitlerimizi görürdü rüyalarında,
yoldaşlarıyla mücadele içinde imkansız denilenleri
nasıl başardıklarını görür ve bütün bu rüyalarını, en hakikatli haliyle yani
görülesi bir coşkuyla anlatırdı. Dergide yayınlanan "Kiraz Çiçekleri" yazısında da rüyalarından bahsetmiş zaten.
Bu yazısının bir yerinde şöyle demiş Bizim Sıla: "... Hep şehitlerimizi görürdüm rüyamda
ve sabahları kalkmak istemez tekrar tekrar hayal ederdim gördüklerimi"...
Vurulduğumu hayal ediyorum, düşmanın
beyninde en büyük zararı vererek orada vurulup düşüyorum. Son nefesimi
verirken, en çok acı çektiğim anda, biri elimi tutuyor. Gözlerimi açıyorum,
Şafak abi..."
Elif Sultan'dan Bünyamin'e, Şafaklardan Sıla'ya... İşte
bu kuşağın devrimciliğinin mayasında Büyük Direnişimiz vardır. Yenilmezlikleri
bundandır. Fedakarlıklarının, yaratıcılıklarının,
cüretlerinin sınırsızlığı Büyük Direnişimiz'den
almıştır kaynağını.
Söz konusu olan Anadolu İhtilali'nin geleceğidir. Tecrit
kuşatmasına, teslimiyet saldırısına, tasfiyecilik
dayatmasına karşı işte bu gelecek savunularak esas olarak Sılalar’ın
devrimciliği kazanılmıştır.
Bizim Sıla aynı yazısında Dersim Kır Gerilla Şehidimiz
Mahir Bektaş ile ilgili bir anısını da aktarır:"... Benim sabırlı emekçi
Mahir abim nasıl dalga geçiyordu benimle, "majezik"
diyemiyorum diye. Gülünce daha da kırmızı olurdu o güzel yüzü. Şafak abi şehit
düştüğünde ağladığımız için çok kızmıştı ve demişti ki; Şafak’a da bu
yakışırdı, böyle ölmek yakışırdı, niye üzülüyorsunuz, devrimciliği bırakmadı,
hain olmadı..."
Cevahir'den bu yana işte böyle ölmek yakışır bizimkilere.
Direne direne, vuruşa vuruşa çatışarak ölümsüzleşmek yakışır. Ve Hüseyin
Cevahir'den Sıla Abalay'a teslim olmama geleneğimiz
kanla yazılmaktadır hayata. Toprağa Düşen Kiraz Çiçeklerini Kuşanıyoruz...
Delikanlı bir tarihti Sıla Abalay. Ya da tarihin
delikanlı hali diyebiliriz.
Kanla yazılmış bir
tarih, ki bu tarihe kimi zaman gelenek deniyor. Bu
yanıyla, tarihe kanla yazılan bir geleneğin 18 yaşında delikanlısıydı Bizim
Sıla'mız. Her şeyden önce bir Dev-Gençliydi bizim Sıla. Ve sözkonusu
Sıla olduğunda aslında başka bir niteleme sıfatına da gerek yoktur. Sıla bir
Dev-Gençlidir... Ve Sıla için bunu söylemek yeterlidir.
Dev-Gençli olmak emperyalizme ve faşizme karşı mücadele
etmenin coşkusuyla hep ileri atılmaktır. Atılımı bir ruh hali olarak
içselleştirmektir. Engel tanımamak, aşıp geçmenin bir yolunu bulmaktır Dev-
Gençli olmak. Yeri geldi mi, tek başına örgüt olmayı başarmaktır. Halk ve vatan
sevgisinin ışığıyla hayatı aydınlatabilmektir. Ve kuşatılınca Ulaş olmasını bilmektir. Sıla'nın gülüşü de Ulaş gibiydi, güneşe benzerdi. Bizim Sıla, gülünce hayata
umudun ışıltısı inerdi.
"Kiraz Çiçekleri" başlıklı yazısını şöyle
bitirmiş Bizim Sıla: "... Ne kadar
çok seviyoruz birbirimizi değil mi? Sevgi ölümü nasıl da yeniyor. Bu sevgi ve
bize sevdiklerimizin yokluğunu yaşatan düşmana öfkemiz var olduğu sürece bizler
tıpkı şehitlerimiz gibi en güzel oldukları anda toprağa düşen kiraz çiçekleri
üzerinde, yıldızların altında omuz omuz oturup türküler söylemeye devam edeceğiz.
Bu yüzden bizim için öldü demesinler, kiraz çiçekleri toprağa düştü
desinler..."
Sevgili Sıla, Tutsaklık koşullarında şehitlerimiz nasıl
karşılanır, bilirsin. İşte öyle karşıladık senin haberini de... Sıktık
yumruğumuzu ve kahramanlığına selama durduk. "Ölümsüzdür" diye bin
selam gönderdik sana. Ve dediğin gibi "öldü" demiyoruz, "kiraz
çiçekleri toprağa düştü" diyoruz. Ve toprağa düşen kiraz
çiçeklerini kuşanarak emperyalizmin ve işbirlikçilerinin üzerine yürümeye devam
ediyoruz.
(Yukarıdaki anlatım, Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Yürüyüş
dergisinin 25 Haziran 2017 tarihli 20. sayısında yayınlanmıştır.)
***
Yoldaşları Sıla’yı
anlatıyor:
Bizim
11 Mart Boykotu için Yenibosna Pazar Pazarına masa
açmamız gerekiyordu. Fakat biz bildiri az, masaya koyacak örtü yok, deyip
masayı açmamak için direniyorduk. O anda Sıla o her zamanki kıpır kıpır haliyle
yanımıza gelip durumu sordu. Anlatınca bizim tüm yok dediğimiz şeyleri 2
dakikada buldu. Masa örtüsünü hiç tanımadığı bir evden girip almıştı,
bildirileri de fotokopiyle çoğalttı. Sonra biz de masayı açtık, zaten açmama
gibi bir şansımız yoktu. Önümüzdeki tüm engelleri kaldırmıştı. Böyleydi Sıla,
yapacağımız işin hayata geçmesi için önümüzde olan tüm engelleri kaldırmak için
uğraşırdı. Coşkusuyla, sorunların olanaksızlıkların çözümlerinin halkta
olduğunu söylerdi. 18 yaşında bize pratiğiyle, mücadele yaşantısı ve
şehitliğiyle çok şey öğretti. Kendine yakışır bir şekilde şehit düştü. Onun
bıraktığı yoldan onun bize bıraktıklarıyla şimdi daha güçlü yürüyeceğiz.
***
Yaşı
küçük ama yüreği büyük yoldaşım Sıla'nın şehitlik haberini aldığım ilk an bir
kapı aralığında bana sorduğu “abi şehitlik hak mıdır” sorusu aklıma geldi. O an
o soru karşısında afallamıştım sadece “sence” diyebilmiştim. Sıla da bana “eğer kastettiğimiz gibi alnımızın akıyla
gideceksek şehitlik haktır” demişti. Sıla'nın bazen çocuksu bazen de çok
olgun oluşu ve böyle sorularla insanları düşündürmesi, gerçekten onun bu
yaşında daha büyük misyonlar yüklendiğini
gösteriyordu.
***
2015
yılında Gençlik kampındayız. O zamanlar İstanbul'a Gençlik Federasyonu'na ilk
gelişim. Gençlik cıvıl cıvıl, herkes bir yerde bir
şeylerle uğraşıyor, koşturuyor. Tabi o zaman ne yapıyorlar, neyle uğraşıyorlar
pek bilmiyorum. Kampta da 70-80 kişiye yakın varız. Sıla, kampın neşesi, oradan
oraya koşuyor, yanına birisini alıp sohbet ediyor, sürekli bir iş yapıyor. O
sıcaklığını, emekçiliğini her haliyle gösteriyor. Devrimciliği bilmeyen bir
insanın bile, Sıla'yı tanıdıktan sonra olumlu yönde ilerlememesi mümkün
değildir. Benim de devrimcilik kararı almamın büyük payı Sıla'dandır. Düzendeki
yoz ilişkileri, yoz kültürü, arkadaşlık ilişkilerini görüyorum. Bir de kampta
geçen zamanlarımıza bakıyorum birbirinden çok farklılar. Beni etkileyen
yönlerinden biri bu oldu, bu da Sıla'nın emekleri sayesinde oldu. 13 günün
sonunda kamp bitti, çalışmalar bitti, yaşadığım şehre dönme vakti geldi,
gitmeden önce Sıla’yla konuştum ve Sıla “gitmesen olmaz mı” dedi. O an gitmeyi
aklımdan çıkartıp bu kelimenin ana halkasına inmeye çalıştım. Bir kelime
insanın hayatını nasıl değiştirir diye düşünecek olursak, bir kelime verilen
kararı değiştiriyor. Tabi ki de her şeyin bir nedeni, bir sonucu vardır.
Sıla’ya o kelimeyi söyleten şey emekçiliği, benim ise kararımı değiştiren şey
Sıla'nın bana vermiş olduğu emekti.
***
Sıla’dan bize kalan
Yoldaşlarının Anlatımından:
Sevgili Sıla'yı katlettiler. Sıla için
Hünkâr ‘onun çok büyük bir yüreği var’
derdi. “Halkının acılarının tümünü, yüreğine sığdırmayı başaran ve acılar karşısında
çaresizliği değil, savaşmayı seçen genç bir yoldaşımız Sıla.”
“Sıla’nın şehitliği birçok duyguyu
yarattı. 14 yaşında mücadeleye başlamıştı. O günler geldi aklıma… Ailesine
karşı verdiği mücadelede geri adım atmaması, hapishanede düşmana geri adım
attırması yapacaklarını gösteriyordu aslında. Düşman ona olan korkusunu üst
düzey yönetici olarak ifade ediyor. Aslında düşman da biliyor
yapabileceklerini… Bize de birçok şeyi öğretti. Onun gibi atak, tavizsiz,
cüretli olmak ondan öğreneceğimiz en temel yanlar. Sıla’nın dilinden
devrimcilik zorunluluktur çünkü:
-Enes 10 yaşında ailesini geçindirmek
için çalışmak zorunda,
-Altınşehir’deki
Vanlı aile çok yoksul olduğu için,
-Filistin mahallesinin yolu olmadığı
için,
-Bayramtepe’de
uyuşturucuyu bırakmak istemeyen gençler olduğu için,
-Tekstilde çalışan İdris’i, patronu
dövdüğü için,
-İdris ve Enes atölyede 5 kişinin
işini yapıp da daha az para aldığı için,
-Sonevler’de
oturan çocuklar konuşmaktan utandığı için,
-Filisntin
mahallesinde oturan teyze, kentsel dönüşüm yalanıyla kandırılıp evi yıkıldığı
için,
-Bayramtepe’deki
gençlerin bir kısmının Şirinevler dışında bir yere çıkmadıkları için,
-Dilber 15 yaşında evli olduğu için,
-Hiçbir tekstil atölyesinde çalışanların
sigortası olmadığı için...
Daha
göreceğimiz çok şey için DEVRİMCİLİK BİR ZORUNLULUKTUR”
(Yukarıdaki yazı, Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Yürüyüş
dergisinin 14 Mayıs 2017 tarihli 14. sayısında yayınlanmıştır.)
***
Sıla
Abalay’ın katledilmesine ilişkin Halkın Hukuk Bürosu
tarafından yapılan açıklama:
Halkın Hukuk Bürosu, Açıklama
No: 535, 10 Mayıs 2017
Özel
Harekat Birlikleri Denilen Ölüm Mangaları
Lağvedilmeli, Halka Yönelik Katliamlara Son Verilmelidir.
Sıla
Abalay “Teröristti, Canlı Bombaydı, Taş Atıyordu”
Denilerek
Katledilen İlk Halk Çocuğu Değil; Ama Son Olsun!
Sıla ABALAY, 16 yaşında hapishanelerle tanışmış
bir genciydi bu ülkenin. Oysa gerek Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi,
ilgili protokol ve ilkeler, gerekse bu sözleşme ve ilkeler esas alınarak
ülkemizde yürürlükte bulunan Çocuk Koruma Kanunu, yani bir bütün olarak hukuk
sistemi, çocukların tutuklanmasını ancak en son başvurulacak tedbir olarak
öngörmekte, çocukların tutuksuz yargılamalarını esas almaktadır.
Bu açık gerekliliğe rağmen 16 yaşında tutuklanan
Sıla ABALAY tutuklanmayı gerektirecek hiçbir iddia ve delil bulunmamasına
rağmen, basın açıklamasına katıldığı, düşündüğü ve konuştuğu için propaganda
yaptığı gerekçesiyle tutuklanmıştır.
Bedenine aldığı kurşunlar gencecik bedeninin
tanıştığı ilk adaletsizlik değildi O’nun. Tecrit edildi işkence gördü,
adaletsizliği tanıdı. Bu adaletsizliklere karşı haftalar boyu açlık grevi
yaptı. Erkendi ama gerçekti yaşadıkları. Bir an bile gülümsemesini eksik etmedi
yüzünden. Bir an bile umutsuzluğa düşmedi.
Önce örgütün en üst düzey isminin düzenlenen
operasyonda ölü olarak ele geçirildiği haberi bir İstanbul polisi
kahramanlık hikâyesi olarak servis edildi. Oysa ardı ardına gelen kurşunların
hedefi tanınan bir isimdi. Halkımız onu gencecik yaşında Berkin ile ilgili bir
eylemden ötürü tutuklanmış olmasından tanıyordu. Üstünün kapatılamayacağı
anlaşılınca bu haberden döndüler. Bu sefer de hücre evine baskın yapıldığı ve
çatışma yaşandığı haberi öne çıkarıldı. Oysa bahsedilen ev 7 yıldır aynı yerde
yaşayan bir ailenin eviydi ve gözaltına alınan bir baba oğul idi.
Sonra “kızını örgütten kurtaramayan baba
haberleri” yapmaya başladılar. Sonra devlete yakın haber ajanslarından biri
asıl hedefin 25 yıldır aranan bir TİKKO üyesi olduğu haberini çıkardı. Oysa
bahsettikleri Rauf Erdem, 19 yıldır hapishanede bulunduktan sonra iki ay önce
tahliye edilen, ortalıkta olan bir kişiydi. Ve bahsedildiği gibi TİKKO
örgütünden değil Direniş Hareketini davasından hapishanede bulunuyordu.
Ama ne yaptılarsa yalancı çoban hikâyesinin üstünü
kapatamadılar. Çünkü bu ilk değildi.
“IŞID üyelerine yapılan operasyon” diye lanse edip
Günay Özarslan’ı katlettikleri olay o kadar tazeydi
ki hafızalarda. Bütün kurşunlar Günay Özarslan’ın bulunduğu
pencerenin önüne doğru atıldığı ve aksi yönde hiçbir atış bulunmadığı halde
Günay Özarslan’ı önce canlı bomba ilan etmişler sonra
da çatışma çıktı demişlerdi. Oysa ne Günay canlı bombaydı, ne bulunduğu ev
hücre eviydi ne de Günay’ın bulunduğu yerden bir tek kurşun atılabilmişti.
Dilek Doğan’ı Armutlu’da
kendi evinde vurduklarında önce “canlı bombaydı” dediler, sonra
“abisi vurdu” dediler. “Arbede çıktı” dediler. Ancak daha sonra ortaya
çıkan görüntüler Dilek Doğan’ın bir katil özel harekâtçı tarafından nasıl
bilerek katledildiğini gösteriyordu. Katil öyle soğukkanlıydı ki çocuğunu
vurduğu annenin feryadına ve infialine “kelepçe takın” diyerek
karşılık veriyordu.
Gazi Mahallesinde önce Yürüyüş muhabiri Ebru
Yeşilırmak’ ı vuruyor sonra da terörist ilan ediyorlardı. Gerekçe “dur dedik
durmadı” oluyordu. Sonra bir doğum günü kutlamasından dönen gencecik üç çocuk,
kurşun yağmuruna tutuluyor ikisi can verirken bir kişi kurşun yağmurundan sağ
çıkıyordu. Suçları ehliyetleri olmadığı için panik olup kaçmalarıydı. Erdal
Ekinci ve isimleri bize ulaşmayan fakat polisin yaraladığı halk çocuklarının
haberleri geliyor büromuza. Sokak ortasında keyfi biçimde halktan insanları
durdurup, durmak istemeyenlere doğrudan ve duraksamaksızın ateş etme yetkisi
verilmiş katiller, yeni katliamlara hazırlanıyorlar.
Tam 1 yıl önce yine GAZİ mahallesinde Pınar Gemsiz isminde bir anne evinin içinde çocuğunun beşiğine
eğildiğinde göğsünden vuruluyordu. Açıklama yine aynıydı “Teröristler
Ateş Etti”. Ne tesadüf ise bu olaylar hep Gazi, Okmeydanı, Armutlu
Mahallesinde oluyordu. Polis, lüks araçlara binen, dur ihtarına uymayan zengin
çocuklarını vurmaya kalkmıyor, Bağdat Caddesi’nde araba yarıştıranları
öldürmüyordu.
Katil polis dur durak bilmiyordu. Silopi’de evlerinde
uyuyan hiçbir şeyden habersiz iki çocuk evlerine zırhlı polis panzerinin
girmesi ile ezilerek can veriyordu. Çünkü burası Kürdistan’dı. “Mayın
patladı, kaza oldu, teröristler vurdu, taş atıyordu” diye diye
öldürülen ne ilk çocuktu Onlar ne de bu yalanlar sondu. İşte bu yüzden Sıla Abalay’ın gülen yüzünün soldurulması için uydurulacak bütün
hikâyeler şimdiden inanılır olmaktan uzaktır. En son çıkan haberlerde ise
Sıla’nın 11 suçtan arandığı servis ediliyor, ne kadar öldürülmeyi hak ettiği
düşüncesi yaratılmaya çalışılıyor. Üç değil, beş hikâye anlatsalar da gerçek
tektir. O da özel harekât, polis ve benzeri eli kanlı “kadro”ların,
halk çocuklarını, halkı korkuyla ve çaresizlikle teslim almak için teker teker
katlettikleri gerçeğidir. Uğur Kaymaz, Enis Ata, Berkin Elvan, Günay Özarslan, Pınar Gemsiz, Yılmaz
Öztürk, Dilek Doğan, Uğur Kurt, Muhammet ve Furkan Yıldırım, Kemal Kurkut, Sıla Abalay…
Özel harekât adı verilen bu ölüm harekâtı
birlikleri lağvedilmelidir. Çünkü onların tek özelliği katliamcılıktır. Bu
kadar rahat bir biçimde katletme gücünü ve rahatlığını AKP iktidarından,
yargıdan ve bizim sessizliğimizden almaktadırlar. Bu ölüm mangalarının bizim
kapımıza dayanmadan katliamların karşısına dikilmeli ve mücadeleyi
büyütmeliyiz.
HALKIN HUKUK BÜROSU
(Yukarıdaki yazı, Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Yürüyüş
dergisinin 14 Mayıs 2017 tarihli 14. sayısında yayınlanmıştır.)
Yoldaşları Sıla Abalay'ı Anlatıyor:
“Aklımıza Mitka Grıbceva
geldi...
Onun azmi, kararlılığı, savaşma hesap sorma isteği...
Böyle düşünmek
güç verdi, bize kim olduğumuzu hatırlattı tekrardan.”
Sılayla aynı okuma grubunday- dık...
Okuma gününden bir gün önce, akşam Sılalara kalmaya gittik.Sabah da okuma yapmak için Okmeydanı’na gidecektik.
Sılanın ailesi ona karşı tepkiliydi devrimcilik yaptığı için, okulunu
bıraktığı için... Annesi her ailenin çocuguna devrimcilikle
ilgili söylediği şeyleri söylüyordu Sıla’ya: Gel burada yap illa devrimcilik
yapmak için gitmen mi gerekiyor. Burada hem devrimcilik yap hem okulunu oku. gibi şeyler söylüyordu sürekli. Sıla tekrar tekrar
anlatıyordu annesine neden devrimcilik yaptığını, ikna etmeye çalışıyordu...
Bir de ablası vardı Sıla'nın. 'Abla keşke
ablamı da devrimcileştirebilsek' diyordu. Ablasına
üzülüyordu... Ablasının kendi dünyasında yaşamasına, sadece kendisiyle ilgili
hayaller kurmasına... Halkının yaşadığı acıları, adaletsizlikleri gördükçe
Sıla, öğrendi kendi kabuğundan çıkıp başkalarının acısını taa
yüreciğinin şurasında hissetmeyi...
Sabah uyandığımızda her yer bembeyaz kardı. Ya Aralık ya Ocak ayıydı tam
hatırlamıyorum ama acayip kar yağmıştı. Pencereden dışarı baktığımızda hareket
eden hiçbir şey yoktu. Ne insanlar işine gidiyor ne de arabalar yolcu taşıyordu
bir yerden bir yere. Yollar kardan dolayı kapanmış metro,
metrobüs ve diğer bütün ulaşım araçları yağan kardan
dolayı kullanılamıyordu.
Kahvaltımızı yapalım biraz bekleyelim dedik belki yollar açılır diye...
Annesi de bizi ikna etmeye çalışıyordu bugün gitmeyin kalın burda
diye, karın yolları kapatmasına, evde 'mahsur' kalmamıza seviniyordu... Aradan
bir saat geçti 2 saat geçti bir değişiklik yok tam tersi hava iyice kötüleşti.
Taksiyle metrobüse kadar gidelim en azından ondan sonrasını
hallederiz diye düşündük. Taksi durağını aradık taksi çağırmak icin. Taksi de yok kardan dolayı. O gün okuma günümüzdü ve
Okmeydanı’na gitmemiz gerekiyordu. Oturduk düşündük Sıla’yla ne yapalım diye. Gitmesek
olmazdı çünkü Mahir(Bektaş) de bizim okuma grubumuzdaydı, onu yalnız bırakmak
da istemiyorduk... Ve yola çıkmaya karar verdik. Annesi, ablası gitmememiz
için bizi ikna etmeye çalışıyordu. Tipi var donarsınız, yolda yolakta
kalırsınız başınıza bir hal gelir dediyse de biz gitmeye karar vermiştik bir
kere. Üstümüze kalın şeyler giydik, iki üç tane çorabı üst üste giy dik. Sılanın
annesi pekmez veriyordu ki bize sıcak tutsun. Son hazırlıklarımızı yaptıktan
sonra çıktık. İkimiz de çok heyecanlıydık eyleme gider gibi. Kar diz boyuydu
ve savuruyordu. Gözümüzü açamıyorduk. Sokakta da kimse yok. Bir süre gittikten
sonra vazgeçecek gibi olduk. Hem üşümeye başlamıştık hem de gözümüzün önünü
göremiyorduk... Cepheli koşullara teslim olmaz, savaşır dedik. Gerilla olduğumuzu
düşünelim ne yapacaktık, kar yağdığı için vaz mı geçecektik. Aklımıza Mitka Grıbceva geldi... Onun
azmi, kararlılığı, savaşma hesap sorma isteği. Böyle düşünmek güç verdi, bize
kim olduğumuzu hatırlattı tekrardan. Mitka gibi
yaptık. Kendimize hedef koyduk şu binanın, şu arabanın yanına gidince
dinleneceğiz diye. Marşlarımızı söyledik yol boyunca. Hedef koyduğumuz
yerlerde mola verdik, dinlendik. Birbirimizden destek ala ala, birbirimize
tutuna tutuna bitirdiğimiz o zorlu yürüyüş tam iki buçuk saat sürmüştü. İki
buçuk saat sonra metrobüse varabildik. Ve kazanan
devrim oldu dedik birbirimize.
Sıla’ya hep 'küçük zaafım' derdim... Dayanamazdım ona. Elime
yiyecek bir şey geçtiği zaman saklardım o gelince ona verirdim. Elimde olan her
şeyi onunla paylaşmak istiyordum. Keşke şu göğüs kafesimi yarabilsem de seni içime
sokabilsem derdim hep ona. Öyle güzel bakardı ki insana gözlerinin içi gülerek.
O gülüşünü, bakışını çaldılar bizden Sıla. Artık sana küçük zaafım demiyorum. Sen
benim devrimcilik nedenimsin... Hani demişsin ya “Sonevler
’de oturan çocuklar konuşmaktan utandığı için devrimcilik bir zorunluluktur”.
Şimdi de senin yarım kalan gülüşün, coşkulu coşkulu
insanlara devrimciliği anlatışın, gözlerinin içi gülerek bakışın ve daha
birçok şey bir de bunlar için hesap soracağız... bir
de bunlar için basacağız tetiğe. Söz sana.
Şimdi sen de
özgürlük bahçesinde bir gülsün Sıla... Uğruna canını verdiğin halkın seni de
bastı bağrına..Berna’nın,
Şafak’ın öğrencisi. Karanfil halayında sen de aldın yerini...
(Yukarıdaki anlatım, Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Yürüyüş
dergisinin 21 Mayıs 2017 tarihli 15. sayısında yayınlanmıştır.)
***
Yoldaşları
Sıla'yı Anlatıyor:
“Böyleydi
Sıla, yapacağımız işin hayata geçmesi için önümüzde olan tüm engelleri
kaldırmak için uğraşırdı.”
Sıla tam da Şafak'ın öğrencisi idi. İlke ve kurallara dikkat ediyor, etrafındakilere
de bu bilinci veriyordu.
Bir defasında Dev-Genç’liler olarak Gazi
Mahallesi’nde dergi dağıtmış, hem acıkmış hem de yorulmuştuk. Yolda Sıla'yı
gördük, Gazi'de çalışma yapmaya yeni başlamıştı. Esnaftan, ilişkilerden bize
yemek ayarlamasını istedik. Gazi'de yeni olduğunu henüz ilişkileri iyi bilmediğini
söyledi. Yine de gidip bakayım, dedi. Öyle söyleyince umutsuz bekliyorduk.
Biraz sonra eli kolu dolu, böreklerle kurabiyelerle geldi. O öyle içten öyle mütevazi ve öyle cana yakındı ki, tanımadığı bir mahallede
bile hemen sorun çözen olmuştu. Halka kendini bu denli sevdirmesi
devrimci kişiliği, duruşundandı. Halkın onu bu denli sorması, merak etmesi de
bu kişiliği halka yansıtmasındandı.
Bizim 11 Mart Boykotu için Yeni Bosna Pazar pazarına masa açmamız gerekiyordu.
Fakat biz bildiri az, masaya koyacak örtü yok, deyip masayı açmamak için
direniyorduk. O anda Sıla o her zamanki kıpır kıpır haliyle yanımıza gelip
durumu sordu. Anlatınca bizim tüm yok dediğimiz şeyleri 2 dakikada buldu. Masa
örtüsünü hiç tanımadığı bir evden girip almıştı, bildirileri de fotokopiyle
çoğalttı. Sonra biz de masayı açtık, zaten açmama gibi bir şansımız yoktu.
Önümüzdeki tüm engelleri kaldırmıştı. Böyleydi Sıla, yapacağımız işin hayata
geçmesi için önümüzde olan tüm engelleri kaldırmak için uğraşırdı. Coşkusuyla,
sorunların olanaksızlıkların çözümlerinin halkta olduğunu söylerdi.
18 yaşında bize pratiğiyle, mücadele yaşantısı ve şehitliğiyle çok şey
öğretti. Kendine yakışır bir şekilde şehit düştü. Onun bıraktığı yoldan onun
bize bıraktıklarıyla şimdi daha güçlü yürüyeceğiz.
Yaşı küçük ama yüreği büyük yoldaşım Sıla'nın şehitlik haberini aldığım
ilk an bir kapı aralığında bana sorduğu “abi şehitlik hak mıdır” sorusu aklıma
geldi. O an o soru karşısında afallamıştım sadece “sence” diyebilmiştim. Sıla
da bana “eğer kastettiğimiz gibi alnımızın akıyla gideceksek şehitlik haktır”
demişti.
Sıla'nın bazen çocuksu bazen de çok olgun oluşu ve böyle sorularla
insanları düşündürmesi, gerçekten onun bu yaşında daha büyük misyonlar
yüklendiğini gösteriyordu.
2015 yılında Gençlik kampındayız. O zamanlar İstanbul'a Gençlik Federasyonu'na
ilk gelişim. Gençlik cıvıl cıvıl, herkes bir yerde
bir şeylerle uğraşıyor, koşturuyor. Tabi o zaman ne yapıyorlar, neyle
uğraşıyorlar pek bilmiyorum. Kampta da 70-80 kişiye yakın varız. Sıla, kampın
neşesi, oradan oraya koşuyor, yanına birisini alıp sohbet ediyor, sürekli bir
iş yapıyor. O sıcaklığını, emekçiliğini her haliyle gösteriyor. Devrimciliği
bilmeyen bir insanın bile, Sıla'yı tanıdıktan sonra olumlu yönde ilerlememesi mümkün
değildir. Benim de devrimcilik kararı almamın büyük payı Sıla'dandır. Düzendeki
yoz ilişkileri, yoz kültürü, arkadaşlık ilişkilerini görüyorum. Bir de kampta
geçen zamanlarımıza bakıyorum birbirinden çok farklılar. Beni etkileyen
yönlerinden biri bu oldu, bu da Sıla'nın emekleri sayesinde oldu. 13 günün
sonunda kamp bitti, çalışmalar bitti, yaşadığım şehre dönme vakti geldi,
gitmeden önce Sıla’yla konuştum ve Sıla “gitmesen olmaz mı” dedi. O an gitmeyi
aklımdan çıkartıp bu kelimenin ana halkasına inmeye çalıştım. Bir kelime insanın
hayatını nasıl değiştirir diye düşünecek olursak, bir kelime verilen kararı
değiştiriyor. Tabi ki de her şeyin bir nedeni, bir sonucu vardır. Sıla’ya o
kelimeyi söyleten şey emekçiliği, benim ise kararımı değiştiren şey Sıla'nın
bana vermiş olduğu emekti.
(Yukarıdaki anlatım, Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Yürüyüş
dergisinin 21 Mayıs 2017 tarihli 15. sayısında yayınlanmıştır.)
***
Sıla İcin...
Selama duruyor sana
Sokak lambaları göz kırpıyor
Kaldırımlar dile geliyor
Ağaçlar konuşuyor
Adını yazıyor duvarlar
Kızıla kesiyor İstanbul
Duyuyor musun?
Görüyor musun?
Küçülmüşler karşında.
Ezilmişler, bitmişler on sekizinde
Genç bir kadının
Eli tetiğe her gittiğinde,
Her çıkan kurşunda
Yüreklerine bir cengel saplanmış,
Sokup almışsın beş para etmez
Yüreklerini
Almış yere sermişsin.
Daha selama durmasın da,
Neylesin İSTANBUL!
söyle neylesin
Hoşçakal demiyoruz sana,
Demeyeceğiz
Sen selam söyle, selam getir
Şafak’tan, Bahtiyar’dan
Hünkâr’dan, Leyla’dan
Berna’dan, Çiğdem’den
yüreğimize ve bilincimize
Hoş geldin diyoruz,
Hoş geldin güzel yoldaş...
(Yukarıdaki şiir, Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Yürüyüş
dergisinin 28 Mayıs 2017 tarihli 16. sayısında yayınlanmıştır.)
***
SILA
16'sında Halkın Umudu
18'inde Kahraman
16'sında halkın umudu
18'inde kahraman
Sibel gibi
yaşı genç
umutları genç
özlemleri genç
ama yüreği büyük
halkının tüm acılarını alacak kadar
yüreği büyük
emperyalizmin karşısına dikilecek
kadar
yüreği büyük
faşizme karşı savaşacak kadar
Sıla Dev-Genç'li
Sıla Cepheli
Berna gibi
Çiğdem gibi
Elif gibi
Leyla gibi
yoldaşlarının
ve de
umutlarının ardı sıra koştu
koştu cüretli
koştu kararlı
koştu kahramanca
koştu devrim için
O
Sabo'nun kızlarından
ve tarih
yazılmaya devam ediyor
Sabo'nun kızlarıyla
ve her bir kahramanlık
ayrı bir destan olurken
Anadolu
kahraman kızlarıyla baş kaldırıyor,
Sabo'dan beri tarih
hiç yazmadı
yazmayacak
Sabo'nun kızları
teslim olmayacak
16'sında
18'inde
hep direnişçi
hep savaşçı
hep teslim olmaz
sloganlarımız karşılayacak düşmanı
marşlarımız
silahlarımız
ve bedenlerimiz
biz Cepheliyiz
Mahir'den beri
Kızıldere'liyiz.
Sıla 18'inde
ama asırların yüküyle
ve asırların bilinciyle
düşmanın karşısına dikildi
göğsünü siper etti kurşunlara
"yok" dedi
"halkıma el sürdürmem
vatanıma el sürdürmem
halkım ve vatanım
benim namusum
namusumu çiğnetmem
satılık postallara"
"önce halkım" dedi Sıla
ve 18 yıllık ömrünü
tereddütsüz feda etti
çünkü 18'ine kadar O
Onlar gibi yaşadı
Onlar gibi savaştı
Onlar gibi direndi
ve 18'inde
Onlar gibi öldü
Onlar Cephe'nin kahraman şehitleri...
Sıla türküsünü söyledi
en güzelinden
en coşkulusundan
en kahramancasından
Elif gibi söyledi
Berna gibi
Çiğdem gibi
Leyla gibi
ve bir halaya tutuştular
halay başına bir O geçti
bir öbürü
bu halayda
halayın başı, sonu yok
ortası yok
herkes halayda
herkes halayı sürdürme çabasında
halay durmamalı
halayın ateşi sönmemeli
çünkü isyan
bu halayla başladı
çünkü isyancılar
döne döne harladılar ateşi
ve harladıkları ateş
Anadolu'nun başkaldırısı oldu.
16'sında halkın umudu
18'inde kahraman...
ve isyanı Sıla'nın;
-Enes 10 yaşında
ve ailesini geçirdirmek
zorunda,
-Altınşehir'deki Vanlı aile
çok yoksul,
-Filistin Mahallesi'nin yolu yok,
-Bayramtepe'de gençler
uyuşturucuyu bırakmak istemiyor,
-Tekstil'de çalışan İdris'i
patronu
dövüyor,
-Dilber 15 yaşında evli...
isyanı Sıla'nın
isyanı adaletsizliğe,
isyanı yoksulluğa,
isyanı çocukluğunu yaşayamayan
Dilberler'e
isyanı
yurdumuzu
vatanımızı sömürenlere
yani emperyalizme
yani oligarşiye...
Sıla isyancı
Sıla ihtilalci
Anadolu ihtilali sürüyor
kahraman
kızlarıyla
oğullarıyla halkın
Sılalar’ıyla
ve bedeli ödenirken ihtilalin
hesabı büyüyor halkın
birgün sorulacak
mahşere kalmayacak
ne saraylar
ne saltanatlar kalacak
halkın biriken öfkesi
ihtilali zafere taşıyacak...
13.5.2017
(Yukarıdaki anlatım, Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Yürüyüş
dergisinin 3 Haziran 2017 tarihli 17. sayısında yayınlanmıştır.)