Sıla  ABALAY'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Özgür Tutsaklardan: BİZİM SILA

Sıla Abalay yoldaşımız Berkin'in hesabını sorulmasını istediği için tutsak alınan bir Dev-Genç’li olarak geldi hapishaneye. Berkin'den bir kaç yaş büyüktü ancak. Daha 16'sındaydı tutsak alındığında.

Boyun eğdirebiliriz diye, 16 yaşındaki Sıla'yı tecrit ettiler. Diğer Özgür Tutsakların yanına vermediler. Tecrit altında tek başına tutup, korkutarak sindirebileceklerinin hesabını yaptılar. Bütün bu kuşatma ve saldırılara karşı Özgür Tutsak bilinciyle direndi Sıla Abalay.

Nedir Özgür Tutsak bilinci?

İki kelime ile özetlenebilir aslında: Özgür Tutsak bilinci demek, onurunu korumaktır. Onurunu korumak, düşünceni ve değerlerini, yani devrimciliğini savunmaktır. Savundu Sıla, tutsak alınmasına sebep olan düşünce ve değerlerini. 16'sında bir Dev-Gençli olarak çürüyen emperyalizmin köhne tecrit politikasının karşısına geçti. Faşizme geçit vermedi beynini teslim alması için. Halk düşmanlarına coşkusunu ezdirmedi. Ve direnerek geriletti tecridi.

Yoldaşlarıyla kucaklaştığında zafer bir kez daha direnişin oldu. Bizim Sıla Direndi, Emperyalizm Yenildi...

Emperyalizm ve işbirlikçileri tecridin kör duvarlarını Anadolu İhtilali'nin geleceğini tasfiye etmek için inşa etmişlerdi. Öyle ki tecrit ettikleri devrimcilere burada düşünce değişikliği dayatarak teslim alacaklardı. Kirli hesapları buydu. Ancak Büyük Direnişimizin halayı, türküsü, destanı... yani öğreticiliğiyle yetişen Sıla'lar bu hesabı ezip geçmesini bildiler. Tek başına tutulduklarında bile yalnız kalmadılar. Fidanları, İbilileri ve Berrinleri yanı başlarında buldular. Canan ve Zehralar ile birlikte direndiler. 19 yaşındaki Canan, 16'sındaki Sıla'ya "diren" diyordu. Duyuyordu bu sesi Sıla, yüreğinin içinde duyuyordu.

Bakırköy Hapishanesi’nin duvarları tanıktır Sıla'nın direnişine. Sesine, soluğuna, gülüşlerine, "Yoldaşlar" diye seslenmesine tanıktır tarih... Emperyalizmin tecrit politikası, teslimiyet saldırısı Sıla Abalay'a boyun eğdiremedi. Solduramadılar onun güneşli gülüşü. Bizim Sıla'nın tebessümleri, tanıyan yoldaşlarının bildiği gibi, güneşlidir. Ve hapishanenin alçak duvarları Sıla'nın güneşli gülüşüne yılgınlığın gölgesini düşüremedi.

Emperyalizmin hesabı şuydu: Yeni-sömürge ülkelerin keskin çelişkileri bir bütün olarak mücadelenin yok edilmesine izin vermez. Halktan insanlar ve özellikle gençlik kesimleri, zulüm ve sömürüye bir biçimiyle karşı çıkıp mücadele ederler. Bunların karşı çıkış sebepleri nesnel olarak yok edilemese bile, tutsak alınıp tecrit içinde düşünce değişikliği dayatmasına tabii tutularak her biri sindirilebilir. Tecrit-teslimiyet politikasının özü budur.

Kaldı ki, emperyalistler bu politikayı uygulayıp sonuç alarak nice devrimci hareketi tasfiye etmiştir. 16'sında Sıla mı direnebilecek yani? Ama direndi. Anadolu'nun çocuğu, halkın devrimci gençliği, devrimin geleceği olan 16 yaşındaki Sılalar emperyalizmin bu kirli politikasını boşa çıkartmasını bildiler. Çünkü Büyük Direnişimizi kuşanıp 122'lerle silahlanmışlardı. Böyle olduğu içindir ki, emperyalizmin işbirlikçisi AKP faşizmi Sıla Abalay'ı tutsaklık koşullarında ezip teslim alamadı.

Direndi Sıla, güneşli gülüşünü büyütüp daha bir güzelleştirerek direnmeyi başardı. Yenilen emperyalizm oldu. Ki emperyalistler tarihleri boyunca inanmış insan iradesini kırmayı başaramamışlardır. Ne Stalingrad önlerinde ne Sierra Maestra'da ne Vietnam cangıllarında ne de Kızıldere'de... Elindeki silahı atıp teslim olan devrimciler görememiştir karşısında. Elbette böyleleri de çıkmıştır, örneğin ellerindeki silahları atıp faşizme teslim olan 24 MKP gerillası gibi. Ve fakat, onlara devrimci denemez. Büyük Direnişi terk edenlerin vardığı sonuçtur bu. Büyük Direniş ise olanca uzlaşmazlığı ile 16'sında direnişçi, 18'inde kahramanları yaratmaya devam etmektedir.

Hüseyin Cevahir'den Sıla Abalay'a Teslim Olmama Geleneğimiz Kanla Yazılmaktadır Hayata... "Bizim Sıla" diyorduk Ona. Özgür Tutsaklardan arkadaşımız, kardeşimiz, çocuğumuz, sorumlumuz, komutanımızdı Bizim Sıla.

Faşizm, daha 16'sında tutsak alarak onu hayata küstürmek istedi. Başaramadıkça acizleşti. Defalarca gözaltına alındı. Hepsinden de onurla çıktı. Nelerle karşılaşıp nasıl tavırlar aldığını coşkuyla, ağız dolusu anlatmasına tanıktır yoldaşları. Sıla'yı asla teslim alamadılar. Bir direnişten, bir güneşli gülüşünden, bir de umutlu güzel rüyalar görmekten vazgeçmedi

Bizim Sıla. Şehitlerimizi görürdü rüyalarında, yoldaşlarıyla mücadele içinde imkansız denilenleri nasıl başardıklarını görür ve bütün bu rüyalarını, en hakikatli haliyle yani görülesi bir coşkuyla anlatırdı. Dergide yayınlanan "Kiraz Çiçekleri" yazısında da rüyalarından bahsetmiş zaten.

Bu yazısının bir yerinde şöyle demiş Bizim Sıla: "... Hep şehitlerimizi görürdüm rüyamda ve sabahları kalkmak istemez tekrar tekrar hayal ederdim gördüklerimi"... Vurulduğumu hayal ediyorum, düşmanın beyninde en büyük zararı vererek orada vurulup düşüyorum. Son nefesimi verirken, en çok acı çektiğim anda, biri elimi tutuyor. Gözlerimi açıyorum, Şafak abi..."

Elif Sultan'dan Bünyamin'e, Şafaklardan Sıla'ya... İşte bu kuşağın devrimciliğinin mayasında Büyük Direnişimiz vardır. Yenilmezlikleri bundandır. Fedakarlıklarının, yaratıcılıklarının, cüretlerinin sınırsızlığı Büyük Direnişimiz'den almıştır kaynağını.

Söz konusu olan Anadolu İhtilali'nin geleceğidir. Tecrit kuşatmasına, teslimiyet saldırısına, tasfiyecilik dayatmasına karşı işte bu gelecek savunularak esas olarak Sılalar’ın devrimciliği kazanılmıştır.

Bizim Sıla aynı yazısında Dersim Kır Gerilla Şehidimiz Mahir Bektaş ile ilgili bir anısını da aktarır:"... Benim sabırlı emekçi Mahir abim nasıl dalga geçiyordu benimle, "majezik" diyemiyorum diye. Gülünce daha da kırmızı olurdu o güzel yüzü. Şafak abi şehit düştüğünde ağladığımız için çok kızmıştı ve demişti ki; Şafak’a da bu yakışırdı, böyle ölmek yakışırdı, niye üzülüyorsunuz, devrimciliği bırakmadı, hain olmadı..."

Cevahir'den bu yana işte böyle ölmek yakışır bizimkilere. Direne direne, vuruşa vuruşa çatışarak ölümsüzleşmek yakışır. Ve Hüseyin Cevahir'den Sıla Abalay'a teslim olmama geleneğimiz kanla yazılmaktadır hayata. Toprağa Düşen Kiraz Çiçeklerini Kuşanıyoruz... Delikanlı bir tarihti Sıla Abalay. Ya da tarihin delikanlı hali diyebiliriz.

 Kanla yazılmış bir tarih, ki bu tarihe kimi zaman gelenek deniyor. Bu yanıyla, tarihe kanla yazılan bir geleneğin 18 yaşında delikanlısıydı Bizim Sıla'mız. Her şeyden önce bir Dev-Gençliydi bizim Sıla. Ve sözkonusu Sıla olduğunda aslında başka bir niteleme sıfatına da gerek yoktur. Sıla bir Dev-Gençlidir... Ve Sıla için bunu söylemek yeterlidir.

Dev-Gençli olmak emperyalizme ve faşizme karşı mücadele etmenin coşkusuyla hep ileri atılmaktır. Atılımı bir ruh hali olarak içselleştirmektir. Engel tanımamak, aşıp geçmenin bir yolunu bulmaktır Dev- Gençli olmak. Yeri geldi mi, tek başına örgüt olmayı başarmaktır. Halk ve vatan sevgisinin ışığıyla hayatı aydınlatabilmektir. Ve kuşatılınca Ulaş olmasını bilmektir. Sıla'nın gülüşü de Ulaş gibiydi, güneşe benzerdi. Bizim Sıla, gülünce hayata umudun ışıltısı inerdi.

"Kiraz Çiçekleri" başlıklı yazısını şöyle bitirmiş Bizim Sıla: "... Ne kadar çok seviyoruz birbirimizi değil mi? Sevgi ölümü nasıl da yeniyor. Bu sevgi ve bize sevdiklerimizin yokluğunu yaşatan düşmana öfkemiz var olduğu sürece bizler tıpkı şehitlerimiz gibi en güzel oldukları anda toprağa düşen kiraz çiçekleri üzerinde, yıldızların altında omuz omuz oturup türküler söylemeye devam edeceğiz. Bu yüzden bizim için öldü demesinler, kiraz çiçekleri toprağa düştü desinler..."

Sevgili Sıla, Tutsaklık koşullarında şehitlerimiz nasıl karşılanır, bilirsin. İşte öyle karşıladık senin haberini de... Sıktık yumruğumuzu ve kahramanlığına selama durduk. "Ölümsüzdür" diye bin selam gönderdik sana. Ve dediğin gibi "öldü" demiyoruz, "kiraz çiçekleri toprağa düştü" diyoruz. Ve toprağa düşen kiraz çiçeklerini kuşanarak emperyalizmin ve işbirlikçilerinin üzerine yürümeye devam ediyoruz.

 

(Yukarıdaki anlatım, Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Yürüyüş dergisinin 25 Haziran 2017 tarihli 20. sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

***

 

Yoldaşları Sıla’yı anlatıyor:

 

Bizim 11 Mart Boykotu için Yenibosna Pazar Pazarına masa açmamız gerekiyordu. Fakat biz bildiri az, masaya koyacak örtü yok, deyip masayı açmamak için direniyorduk. O anda Sıla o her zamanki kıpır kıpır haliyle yanımıza gelip durumu sordu. Anlatınca bizim tüm yok dediğimiz şeyleri 2 dakikada buldu. Masa örtüsünü hiç tanımadığı bir evden girip almıştı, bildirileri de fotokopiyle çoğalttı. Sonra biz de masayı açtık, zaten açmama gibi bir şansımız yoktu. Önümüzdeki tüm engelleri kaldırmıştı. Böyleydi Sıla, yapacağımız işin hayata geçmesi için önümüzde olan tüm engelleri kaldırmak için uğraşırdı. Coşkusuyla, sorunların olanaksızlıkların çözümlerinin halkta olduğunu söylerdi. 18 yaşında bize pratiğiyle, mücadele yaşantısı ve şehitliğiyle çok şey öğretti. Kendine yakışır bir şekilde şehit düştü. Onun bıraktığı yoldan onun bize bıraktıklarıyla şimdi daha güçlü yürüyeceğiz.

***

Yaşı küçük ama yüreği büyük yoldaşım Sıla'nın şehitlik haberini aldığım ilk an bir kapı aralığında bana sorduğu “abi şehitlik hak mıdır” sorusu aklıma geldi. O an o soru karşısında afallamıştım sadece “sence” diyebilmiştim. Sıla da bana “eğer kastettiğimiz gibi alnımızın akıyla gideceksek şehitlik haktır” demişti. Sıla'nın bazen çocuksu bazen de çok olgun oluşu ve böyle sorularla insanları düşündürmesi, gerçekten onun bu yaşında daha büyük misyonlar yüklendiğini gösteriyordu.

***

2015 yılında Gençlik kampındayız. O zamanlar İstanbul'a Gençlik Federasyonu'na ilk gelişim. Gençlik cıvıl cıvıl, herkes bir yerde bir şeylerle uğraşıyor, koşturuyor. Tabi o zaman ne yapıyorlar, neyle uğraşıyorlar pek bilmiyorum. Kampta da 70-80 kişiye yakın varız. Sıla, kampın neşesi, oradan oraya koşuyor, yanına birisini alıp sohbet ediyor, sürekli bir iş yapıyor. O sıcaklığını, emekçiliğini her haliyle gösteriyor. Devrimciliği bilmeyen bir insanın bile, Sıla'yı tanıdıktan sonra olumlu yönde ilerlememesi mümkün değildir. Benim de devrimcilik kararı almamın büyük payı Sıla'dandır. Düzendeki yoz ilişkileri, yoz kültürü, arkadaşlık ilişkilerini görüyorum. Bir de kampta geçen zamanlarımıza bakıyorum birbirinden çok farklılar. Beni etkileyen yönlerinden biri bu oldu, bu da Sıla'nın emekleri sayesinde oldu. 13 günün sonunda kamp bitti, çalışmalar bitti, yaşadığım şehre dönme vakti geldi, gitmeden önce Sıla’yla konuştum ve Sıla “gitmesen olmaz mı” dedi. O an gitmeyi aklımdan çıkartıp bu kelimenin ana halkasına inmeye çalıştım. Bir kelime insanın hayatını nasıl değiştirir diye düşünecek olursak, bir kelime verilen kararı değiştiriyor. Tabi ki de her şeyin bir nedeni, bir sonucu vardır. Sıla’ya o kelimeyi söyleten şey emekçiliği, benim ise kararımı değiştiren şey Sıla'nın bana vermiş olduğu emekti.

 

***

 

Sıla’dan bize kalan

 

Yoldaşlarının Anlatımından:

Sevgili Sıla'yı katlettiler. Sıla için Hünkâr ‘onun çok büyük bir yüreği var’ derdi. “Halkının acılarının tümünü, yüreğine sığdırmayı başaran ve acılar karşısında çaresizliği değil, savaşmayı seçen genç bir yoldaşımız Sıla.”

“Sıla’nın şehitliği birçok duyguyu yarattı. 14 yaşında mücadeleye başlamıştı. O günler geldi aklıma… Ailesine karşı verdiği mücadelede geri adım atmaması, hapishanede düşmana geri adım attırması yapacaklarını gösteriyordu aslında. Düşman ona olan korkusunu üst düzey yönetici olarak ifade ediyor. Aslında düşman da biliyor yapabileceklerini… Bize de birçok şeyi öğretti. Onun gibi atak, tavizsiz, cüretli olmak ondan öğreneceğimiz en temel yanlar. Sıla’nın dilinden devrimcilik zorunluluktur çünkü:

-Enes 10 yaşında ailesini geçindirmek için çalışmak zorunda,

-Altınşehir’deki Vanlı aile çok yoksul olduğu için,

-Filistin mahallesinin yolu olmadığı için,

-Bayramtepe’de uyuşturucuyu bırakmak istemeyen gençler olduğu için,

-Tekstilde çalışan İdris’i, patronu dövdüğü için,

-İdris ve Enes atölyede 5 kişinin işini yapıp da daha az para aldığı için,

-Sonevler’de oturan çocuklar konuşmaktan utandığı için,

-Filisntin mahallesinde oturan teyze, kentsel dönüşüm yalanıyla kandırılıp evi yıkıldığı için,

-Bayramtepe’deki gençlerin bir kısmının Şirinevler dışında bir yere çıkmadıkları için,

-Dilber 15 yaşında evli olduğu için,

-Hiçbir tekstil atölyesinde çalışanların sigortası olmadığı için...

Daha göreceğimiz çok şey için DEVRİMCİLİK BİR ZORUNLULUKTUR”  

 

(Yukarıdaki yazı, Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Yürüyüş dergisinin 14 Mayıs 2017 tarihli 14. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Sıla Abalay’ın katledilmesine ilişkin Halkın Hukuk Bürosu tarafından yapılan açıklama:

 

Halkın Hukuk Bürosu, Açıklama No: 535, 10 Mayıs 2017

Özel Harekat Birlikleri Denilen Ölüm Mangaları Lağvedilmeli, Halka Yönelik Katliamlara Son Verilmelidir.

Sıla Abalay “Teröristti, Canlı Bombaydı, Taş Atıyordu”

Denilerek Katledilen İlk Halk Çocuğu Değil; Ama Son Olsun! 

Sıla ABALAY, 16 yaşında hapishanelerle tanışmış bir genciydi bu ülkenin. Oysa gerek Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi, ilgili protokol ve ilkeler,  gerekse bu sözleşme ve ilkeler esas alınarak ülkemizde yürürlükte bulunan Çocuk Koruma Kanunu, yani bir bütün olarak hukuk sistemi, çocukların tutuklanmasını ancak en son başvurulacak tedbir olarak öngörmekte, çocukların tutuksuz yargılamalarını esas almaktadır.

Bu açık gerekliliğe rağmen 16 yaşında tutuklanan Sıla ABALAY tutuklanmayı gerektirecek hiçbir iddia ve delil bulunmamasına rağmen, basın açıklamasına katıldığı, düşündüğü ve konuştuğu için propaganda yaptığı gerekçesiyle tutuklanmıştır.

Bedenine aldığı kurşunlar gencecik bedeninin tanıştığı ilk adaletsizlik değildi O’nun. Tecrit edildi işkence gördü, adaletsizliği tanıdı. Bu adaletsizliklere karşı haftalar boyu açlık grevi yaptı. Erkendi ama gerçekti yaşadıkları. Bir an bile gülümsemesini eksik etmedi yüzünden. Bir an bile umutsuzluğa düşmedi.

Önce örgütün en üst düzey isminin düzenlenen operasyonda ölü olarak ele geçirildiği haberi  bir İstanbul polisi kahramanlık hikâyesi olarak servis edildi. Oysa ardı ardına gelen kurşunların hedefi tanınan bir isimdi. Halkımız onu gencecik yaşında Berkin ile ilgili bir eylemden ötürü tutuklanmış olmasından tanıyordu. Üstünün kapatılamayacağı anlaşılınca bu haberden döndüler. Bu sefer de hücre evine baskın yapıldığı ve çatışma yaşandığı haberi öne çıkarıldı. Oysa bahsedilen ev 7 yıldır aynı yerde yaşayan bir ailenin eviydi ve gözaltına alınan bir baba oğul idi.

Sonra “kızını örgütten kurtaramayan baba haberleri” yapmaya başladılar. Sonra devlete yakın haber ajanslarından biri asıl hedefin 25 yıldır aranan bir TİKKO üyesi olduğu haberini çıkardı. Oysa bahsettikleri Rauf Erdem, 19 yıldır hapishanede bulunduktan sonra iki ay önce tahliye edilen, ortalıkta olan bir kişiydi. Ve bahsedildiği gibi TİKKO örgütünden değil Direniş Hareketini davasından hapishanede bulunuyordu.

Ama ne yaptılarsa yalancı çoban hikâyesinin üstünü kapatamadılar. Çünkü bu ilk değildi.

“IŞID üyelerine yapılan operasyon” diye lanse edip Günay Özarslan’ı katlettikleri olay o kadar tazeydi ki hafızalarda. Bütün kurşunlar Günay Özarslan’ın bulunduğu pencerenin önüne doğru atıldığı ve aksi yönde hiçbir atış bulunmadığı halde Günay Özarslan’ı önce canlı bomba ilan etmişler sonra da çatışma çıktı demişlerdi. Oysa ne Günay canlı bombaydı, ne bulunduğu ev hücre eviydi ne de Günay’ın bulunduğu yerden bir tek kurşun atılabilmişti.

Dilek Doğan’ı Armutlu’da kendi evinde vurduklarında önce “canlı bombaydı” dediler,  sonra  “abisi vurdu” dediler. “Arbede çıktı” dediler. Ancak daha sonra ortaya çıkan görüntüler Dilek Doğan’ın bir katil özel harekâtçı tarafından nasıl bilerek katledildiğini gösteriyordu. Katil öyle soğukkanlıydı ki çocuğunu vurduğu annenin feryadına ve infialine “kelepçe takın” diyerek karşılık veriyordu.

Gazi Mahallesinde önce Yürüyüş muhabiri Ebru Yeşilırmak’ ı vuruyor sonra da terörist ilan ediyorlardı. Gerekçe “dur dedik durmadı” oluyordu. Sonra bir doğum günü kutlamasından dönen gencecik üç çocuk, kurşun yağmuruna tutuluyor ikisi can verirken bir kişi kurşun yağmurundan sağ çıkıyordu. Suçları ehliyetleri olmadığı için panik olup kaçmalarıydı. Erdal Ekinci ve isimleri bize ulaşmayan fakat polisin yaraladığı halk çocuklarının haberleri geliyor büromuza. Sokak ortasında keyfi biçimde halktan insanları durdurup, durmak istemeyenlere doğrudan ve duraksamaksızın ateş etme yetkisi verilmiş katiller, yeni katliamlara hazırlanıyorlar.

Tam 1 yıl önce yine GAZİ mahallesinde Pınar Gemsiz isminde bir anne evinin içinde çocuğunun beşiğine eğildiğinde göğsünden vuruluyordu. Açıklama yine aynıydı  “Teröristler Ateş Etti”. Ne tesadüf ise bu olaylar hep Gazi, Okmeydanı, Armutlu Mahallesinde oluyordu. Polis, lüks araçlara binen, dur ihtarına uymayan zengin çocuklarını vurmaya kalkmıyor, Bağdat Caddesi’nde araba yarıştıranları öldürmüyordu.

Katil polis dur durak bilmiyordu. Silopi’de evlerinde uyuyan hiçbir şeyden habersiz iki çocuk evlerine zırhlı polis panzerinin girmesi ile ezilerek can veriyordu. Çünkü burası Kürdistan’dı. “Mayın patladı, kaza oldu, teröristler vurdu, taş atıyordu” diye diye öldürülen ne ilk çocuktu Onlar ne de bu yalanlar sondu. İşte bu yüzden Sıla Abalay’ın gülen yüzünün soldurulması için uydurulacak bütün hikâyeler şimdiden inanılır olmaktan uzaktır.  En son çıkan haberlerde ise Sıla’nın 11 suçtan arandığı servis ediliyor, ne kadar öldürülmeyi hak ettiği düşüncesi yaratılmaya çalışılıyor. Üç değil, beş hikâye anlatsalar da gerçek tektir. O da özel harekât, polis ve benzeri eli kanlı “kadro”ların, halk çocuklarını, halkı korkuyla ve çaresizlikle teslim almak için teker teker katlettikleri gerçeğidir. Uğur Kaymaz, Enis Ata, Berkin Elvan,  Günay Özarslan, Pınar Gemsiz, Yılmaz Öztürk, Dilek Doğan, Uğur Kurt, Muhammet ve Furkan Yıldırım, Kemal Kurkut,  Sıla Abalay

Özel harekât adı verilen bu ölüm harekâtı birlikleri lağvedilmelidir. Çünkü onların tek özelliği katliamcılıktır. Bu kadar rahat bir biçimde katletme gücünü ve rahatlığını AKP iktidarından, yargıdan ve bizim sessizliğimizden almaktadırlar. Bu ölüm mangalarının bizim kapımıza dayanmadan katliamların karşısına dikilmeli ve mücadeleyi büyütmeliyiz.

HALKIN HUKUK BÜROSU

 

(Yukarıdaki yazı, Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Yürüyüş dergisinin 14 Mayıs 2017 tarihli 14. sayısında yayınlanmıştır.)

 

Yoldaşları Sıla Abalay'ı Anlatıyor:

“Aklımıza Mitka Grıbceva geldi...

Onun azmi, kararlılığı, savaşma hesap sorma isteği...

Böyle düşünmek güç verdi, bize kim olduğumuzu hatırlattı tekrardan.”

Sılayla aynı okuma grubunday- dık... Okuma gününden bir gün önce, akşam Sılalara kalmaya gittik.Sabah da okuma yapmak için Okmeydanı’na gidecektik. Sılanın ailesi ona karşı tepkiliydi devrimcilik yaptığı için, okulunu bıraktığı için... Annesi her ailenin çocuguna dev­rimcilikle ilgili söylediği şeyleri söylüyordu Sıla’ya: Gel burada yap illa devrimcilik yapmak için gitmen mi gerekiyor. Burada hem devrim­cilik yap hem okulunu oku. gibi şeyler söylüyordu sürekli. Sıla tekrar tekrar anlatıyordu annesine neden devrimcilik yaptığını, ikna etmeye çalışıyordu... Bir de ablası vardı Sıla'nın. 'Abla keşke ablamı da devrimcileştirebilsek' diyordu. Ablasına üzülüyordu... Ablasının kendi dünyasında yaşamasına, sa­dece kendisiyle ilgili hayaller kur­masına... Halkının yaşadığı acıları, adaletsizlikleri gördükçe Sıla, öğ­rendi kendi kabuğundan çıkıp baş­kalarının acısını taa yüreciğinin şu­rasında hissetmeyi...

Sabah uyandığımızda her yer bembeyaz kardı. Ya Aralık ya Ocak ayıydı tam hatırlamıyorum ama aca­yip kar yağmıştı. Pencereden dışarı baktığımızda hareket eden hiçbir şey yoktu. Ne insanlar işine gidiyor ne de arabalar yolcu taşıyordu bir yerden bir yere. Yollar kardan dolayı kapanmış metro, metrobüs ve diğer bütün ulaşım araçları yağan kardan dolayı kullanılamıyordu.

Kahvaltımızı yapalım biraz bek­leyelim dedik belki yollar açılır diye... Annesi de bizi ikna etmeye çalışıyordu bugün gitmeyin kalın burda diye, karın yolları kapatmasına, evde 'mahsur' kalmamıza seviniyordu... Aradan bir saat geçti 2 saat geçti bir değişiklik yok tam tersi hava iyice kötüleşti. Taksiyle metrobüse kadar gidelim en azından ondan son­rasını hallederiz diye düşündük. Taksi durağını aradık taksi çağırmak icin. Taksi de yok kardan dolayı. O gün okuma günümüzdü ve Okmeydanı’na gitmemiz gerekiyordu. Otur­duk düşündük Sıla’yla ne yapalım diye. Gitmesek olmazdı çünkü Mahir(Bektaş) de bizim okuma grubumuzdaydı, onu yalnız bırakmak da istemiyorduk... Ve yola çıkmaya karar verdik. Annesi, ablası gitme­memiz için bizi ikna etmeye çalışıyordu. Tipi var donarsınız, yolda yo­lakta kalırsınız başınıza bir hal gelir dediyse de biz gitmeye karar ver­miştik bir kere. Üstümüze kalın şeyler giydik, iki üç tane çorabı üst üste giy dik. Sılanın annesi pekmez veriyordu ki bize sıcak tutsun. Son hazırlıklarımızı yaptıktan sonra çıktık. İkimiz de çok heyecanlıydık ey­leme gider gibi. Kar diz boyuydu ve savuruyordu. Gözümüzü açamıyorduk. Sokakta da kimse yok. Bir süre gittikten sonra vazgeçecek gibi olduk. Hem üşümeye başlamıştık hem de gözümüzün önünü göremiyorduk... Cepheli koşullara teslim olmaz, savaşır dedik. Gerilla oldu­ğumuzu düşünelim ne yapacaktık, kar yağdığı için vaz mı geçecektik. Aklımıza Mitka Grıbceva geldi... Onun azmi, kararlılığı, savaşma hesap sorma isteği. Böyle düşün­mek güç verdi, bize kim olduğumuzu hatırlattı tekrardan. Mitka gibi yaptık. Kendimize hedef koyduk şu binanın, şu arabanın yanına gi­dince dinleneceğiz diye. Marşla­rımızı söyledik yol boyunca. He­def koyduğumuz yerlerde mola verdik, dinlendik. Birbirimizden destek ala ala, birbirimize tutuna tutuna bitirdiğimiz o zorlu yürüyüş tam iki buçuk saat sürmüştü. İki buçuk saat sonra metrobüse varabildik. Ve kazanan devrim oldu dedik birbirimize.

Sıla’ya hep 'küçük zaafım' der­dim... Dayanamazdım ona. Elime yiyecek bir şey geçtiği zaman sak­lardım o gelince ona verirdim. Elimde olan her şeyi onunla paylaş­mak istiyordum. Keşke şu göğüs kafesimi yarabilsem de seni içime sokabilsem derdim hep ona. Öyle güzel bakardı ki insana gözlerinin içi gülerek. O gülüşünü, bakışını çaldılar bizden Sıla. Artık sana küçük zaafım demiyorum. Sen benim dev­rimcilik nedenimsin... Hani demişsin ya Sonevler ’de oturan çocuklar ko­nuşmaktan utandığı için devrimcilik bir zorunluluktur”. Şimdi de senin yarım kalan gülüşün, coşkulu coşkulu insanlara devrimciliği anlatışın, göz­lerinin içi gülerek bakışın ve daha birçok şey bir de bunlar için hesap soracağız... bir de bunlar için basacağız tetiğe. Söz sana.

Şimdi sen de özgürlük bahçesinde bir gülsün Sıla... Uğruna canını ver­diğin halkın seni de bastı bağrına..Berna’nın, Şafak’ın öğrencisi. Karanfil halayında sen de aldın yerini...

 

(Yukarıdaki anlatım, Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Yürüyüş dergisinin 21 Mayıs 2017 tarihli 15. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***   

 

Yoldaşları Sıla'yı Anlatıyor:

 

“Böyleydi Sıla, yapacağımız işin hayata geçmesi için önümüzde olan tüm engelleri kaldırmak için uğraşırdı.”

Sıla tam da Şafak'ın öğrencisi idi. İlke ve kurallara dikkat ediyor, etra­fındakilere de bu bilinci veriyordu.

Bir defasında Dev-Genç’liler olarak Gazi Mahallesi’nde dergi dağıtmış, hem acıkmış hem de yorulmuştuk. Yolda Sıla'yı gördük, Gazi'de çalışma yapmaya yeni başlamıştı. Esnaftan, ilişkilerden bize yemek ayarlamasını istedik. Gazi'de yeni olduğunu henüz ilişkileri iyi bil­mediğini söyledi. Yine de gidip bakayım, dedi. Öyle söyleyince umutsuz bekli­yorduk. Biraz sonra eli kolu dolu, bö­reklerle kurabiyelerle geldi. O öyle içten öyle mütevazi ve öyle cana yakındı ki, tanımadığı bir mahallede bile hemen sorun çözen olmuştu. Halka kendini bu denli sevdirmesi devrimci kişiliği, duruşundandı. Halkın onu bu denli sor­ması, merak etmesi de bu kişiliği halka yansıtmasındandı.

Bizim 11 Mart Boykotu için Yeni Bosna Pazar pazarına masa açmamız ge­rekiyordu. Fakat biz bildiri az, masaya koyacak örtü yok, deyip masayı açma­mak için direniyorduk. O anda Sıla o her zamanki kıpır kıpır haliyle yanımıza gelip durumu sordu. Anlatınca bizim tüm yok dediğimiz şeyleri 2 dakikada buldu. Masa örtüsünü hiç tanımadığı bir evden girip almıştı, bildirileri de fo­tokopiyle çoğalttı. Sonra biz de masayı açtık, zaten açmama gibi bir şansımız yoktu. Önümüzdeki tüm engelleri kal­dırmıştı. Böyleydi Sıla, yapacağımız işin hayata geçmesi için önümüzde olan tüm engelleri kaldırmak için uğraşırdı. Coşkusuyla, sorunların olanaksızlıkların çözümlerinin halkta olduğunu söylerdi.

18 yaşında bize pratiğiyle, mücadele yaşantısı ve şehitliğiyle çok şey öğretti. Kendine yakışır bir şekilde şehit düştü. Onun bıraktığı yoldan onun bize bırak­tıklarıyla şimdi daha güçlü yürüyece­ğiz.

Yaşı küçük ama yüreği büyük yol­daşım Sıla'nın şehitlik haberini aldığım ilk an bir kapı aralığında bana sorduğu “abi şehitlik hak mıdır” sorusu aklıma geldi. O an o soru karşısında afalla­mıştım sadece “sence” diyebilmiştim. Sıla da bana “eğer kastettiğimiz gibi alnımızın akıyla gideceksek şehitlik haktır” demişti.

Sıla'nın bazen çocuksu bazen de çok olgun oluşu ve böyle sorularla insanları düşündürmesi, gerçekten onun bu yaşında daha büyük mis­yonlar yüklendiğini gösteriyordu.

2015 yılında Gençlik kampındayız. O zamanlar İstanbul'a Gençlik Federasyonu'na ilk gelişim. Gençlik cıvıl cıvıl, herkes bir yerde bir şeylerle uğra­şıyor, koşturuyor. Tabi o zaman ne ya­pıyorlar, neyle uğraşıyorlar pek bilmi­yorum. Kampta da 70-80 kişiye yakın varız. Sıla, kampın neşesi, oradan oraya koşuyor, yanına birisini alıp sohbet ediyor, sürekli bir iş yapıyor. O sıcaklığını, emekçiliğini her haliyle gösteriyor. Dev­rimciliği bilmeyen bir insanın bile, Sıla'yı tanıdıktan sonra olumlu yönde ilerle­memesi mümkün değildir. Benim de devrimcilik kararı almamın büyük payı Sıla'dandır. Düzendeki yoz ilişkileri, yoz kültürü, arkadaşlık ilişkilerini gö­rüyorum. Bir de kampta geçen zaman­larımıza bakıyorum birbirinden çok fark­lılar. Beni etkileyen yönlerinden biri bu oldu, bu da Sıla'nın emekleri sayesinde oldu. 13 günün sonunda kamp bitti, ça­lışmalar bitti, yaşadığım şehre dönme vakti geldi, gitmeden önce Sıla’yla ko­nuştum ve Sıla “gitmesen olmaz mı” dedi. O an gitmeyi aklımdan çıkartıp bu kelimenin ana halkasına inmeye ça­lıştım. Bir kelime insanın hayatını nasıl değiştirir diye düşünecek olursak, bir kelime verilen kararı değiştiriyor. Tabi ki de her şeyin bir nedeni, bir sonucu vardır. Sıla’ya o kelimeyi söyleten şey emekçiliği, benim ise kararımı değiştiren şey Sıla'nın bana vermiş olduğu emek­ti.

 

(Yukarıdaki anlatım, Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Yürüyüş dergisinin 21 Mayıs 2017 tarihli 15. sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

***  

 

Sıla İcin...

Selama duruyor sana

Sokak lambaları göz kırpıyor

Kaldırımlar dile geliyor

Ağaçlar konuşuyor

Adını yazıyor duvarlar

Kızıla kesiyor İstanbul

Duyuyor musun?

Görüyor musun?

Küçülmüşler karşında.

Ezilmişler, bitmişler on sekizinde

Genç bir kadının

Eli tetiğe her gittiğinde,

Her çıkan kurşunda

Yüreklerine bir cengel saplanmış,

Sokup almışsın beş para etmez

Yüreklerini

Almış yere sermişsin.

Daha selama durmasın da,

Neylesin İSTANBUL!

söyle neylesin

Hoşçakal demiyoruz sana,

Demeyeceğiz

Sen selam söyle, selam getir

Şafak’tan, Bahtiyar’dan

Hünkâr’dan, Leyla’dan

Berna’dan, Çiğdem’den

yüreğimize ve bilincimize

Hoş geldin diyoruz,

Hoş geldin güzel yoldaş...

 

(Yukarıdaki şiir, Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Yürüyüş dergisinin 28 Mayıs 2017 tarihli 16. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

SILA

16'sında Halkın Umudu

18'inde Kahraman

16'sında halkın umudu

18'inde kahraman

Sibel gibi

yaşı genç

umutları genç

özlemleri genç

ama yüreği büyük

halkının tüm acılarını alacak kadar

yüreği büyük

emperyalizmin karşısına dikilecek

kadar

yüreği büyük

faşizme karşı savaşacak kadar

Sıla Dev-Genç'li

Sıla Cepheli

Berna gibi

Çiğdem gibi

Elif gibi

Leyla gibi

yoldaşlarının

ve de

umutlarının ardı sıra koştu

koştu cüretli

koştu kararlı

koştu kahramanca

koştu devrim için

O

Sabo'nun kızlarından

ve tarih

yazılmaya devam ediyor

Sabo'nun kızlarıyla

ve her bir kahramanlık

ayrı bir destan olurken

Anadolu

kahraman kızlarıyla baş kaldırıyor,

Sabo'dan beri tarih

hiç yazmadı

yazmayacak

Sabo'nun kızları

teslim olmayacak

16'sında

18'inde

hep direnişçi

hep savaşçı

hep teslim olmaz

sloganlarımız karşılayacak düşmanı

marşlarımız

silahlarımız

ve bedenlerimiz

biz Cepheliyiz

Mahir'den beri

Kızıldere'liyiz.

Sıla 18'inde

ama asırların yüküyle

ve asırların bilinciyle

düşmanın karşısına dikildi

göğsünü siper etti kurşunlara

"yok" dedi

"halkıma el sürdürmem

vatanıma el sürdürmem

halkım ve vatanım

benim namusum

namusumu çiğnetmem

satılık postallara"

"önce halkım" dedi Sıla

ve 18 yıllık ömrünü

tereddütsüz feda etti

çünkü 18'ine kadar O

Onlar gibi yaşadı

Onlar gibi savaştı

Onlar gibi direndi

ve 18'inde

Onlar gibi öldü

Onlar Cephe'nin kahraman şehitleri...

Sıla türküsünü söyledi

en güzelinden

en coşkulusundan

en kahramancasından

Elif gibi söyledi

Berna gibi

Çiğdem gibi

Leyla gibi

ve bir halaya tutuştular

halay başına bir O geçti

bir öbürü

bu halayda

halayın başı, sonu yok

ortası yok

herkes halayda

herkes halayı sürdürme çabasında

halay durmamalı

halayın ateşi sönmemeli

çünkü isyan

bu halayla başladı

çünkü isyancılar

döne döne harladılar ateşi

ve harladıkları ateş

Anadolu'nun başkaldırısı oldu.

16'sında halkın umudu

18'inde kahraman...

ve isyanı Sıla'nın;

-Enes 10 yaşında

ve ailesini geçirdirmek zorunda,

-Altınşehir'deki Vanlı aile çok yoksul,

-Filistin Mahallesi'nin yolu yok,

-Bayramtepe'de gençler

uyuşturucuyu bırakmak istemiyor,

-Tekstil'de  çalışan  İdris'i  patronu

dövüyor,

-Dilber 15 yaşında evli...

isyanı Sıla'nın

isyanı adaletsizliğe,

isyanı yoksulluğa,

isyanı çocukluğunu yaşayamayan

Dilberler'e

isyanı

yurdumuzu

vatanımızı sömürenlere

yani emperyalizme

yani oligarşiye...

Sıla isyancı

Sıla ihtilalci

Anadolu ihtilali sürüyor

kahraman

kızlarıyla

oğullarıyla halkın

Sılalar’ıyla

ve bedeli ödenirken ihtilalin

hesabı büyüyor halkın

birgün sorulacak

mahşere kalmayacak

ne saraylar

ne saltanatlar kalacak

halkın biriken öfkesi

ihtilali zafere taşıyacak...

13.5.2017

 

(Yukarıdaki anlatım, Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Yürüyüş dergisinin 3 Haziran 2017 tarihli 17. sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

Geri