Sibel YALÇIN’ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir yoldaşı anlatıyor: Sibel Sahiplenmedir

 

1995 yılının ilk aylarıydı. Sorumlu yoldaş artık bulunduğum birimden ayrılıp başka bir birimde çalışacağımı söylemişti. Sorumlu yoldaşın yanından ayrılıp gitmek üzereydim ki, genç bir kızın gülümseyerek yanıma yaklaştığımı gördüm. “Merhaba ben Özlem, bundan sonra beraber çalışacağız herhalde” dedi. İlk kez bu kadar genç bir yoldaşımla çalışacağımdan dolayı çok şaşırmıştım ve bu şaşkınlığım her hareketimden belli oluyordu. Bir süre beraber yürüdük ve biraz sohbet ettik. Ayrılacağımız zaman bana üzerimde yol paramın olup-olmadığını sordu. Paramın olduğunu söyledim. Yol paramın olup olmadığını merak ederek sorması beni çok mutlu etmişti. Ben paramın olduğunu söylemiştim ama bu para beni ancak gideceğim yere kadar götürecek bir paraydı. O ise benim paramın ne kadar olduğunu görmek istemişti. Ben de az olan paramı ona göstermek zorunda kalmıştım. Paramın az olduğunu görünce kendi parasından çıkartıp bana vermek istedi ve “al, yanında kalsın, gerekebilir” dedi. Parayı almak istemiyordum, çünkü biraz önce tanıştığım “küçük” yoldaşımın benim düşünemediğim şeyleri düşünüp yardımcı olmak istemesi benim gururuma dokunmuştu. Ama o ısrar etti ve parayı elime tutuşturdu. Bu parayı bana borç olarak verdiğini söylemişti, ben de “tamam öyleyse alırım” diyerek parayı aldım.

Ayrıldıktan sonra bu birkaç saat içinde yaşadıklarımız beni etkilemişti. Çünkü daha az önce tanıştığım “küçük” bayan yoldaşımın bana yaklaşımı, duyarlılığı ve yoldaş sevgisi beni kendimle bir iç hesaplaşmaya götürmüştü. Şimdiye kadarki mücadele yaşamımda yoldaşlarımı ne kadar düşünüp ne kadar sahiplendim diye düşünmüştüm.

Sonraki görüşmemizde bana vermiş olduğu parayı ona geri vermeye çalıştım. Sibel ise gülümseyerek yoldaşlık ilişkilerinden, sahiplenmeden söz etti bana. Sonraki görüşmelerimizde seni nasıl kandırdım diye bu olayın esprilerini yapıyordu.

Çocukları çok severdi Sibel Gittiğimiz yerdeki bütün çocukların yanlarına mutlaka gider, onlarla da ilgilenirdi mutlaka.

Sibel’in 9 Haziran sabahı işkenceci katillerden hesap sorduktan sonra yoldaşlarını düşman kuşatmasından çıkararak ve kedisi çatışarak şehit düştüğünü duyduğumda hiç şaşırmamıştım. Çünkü mücadele yaşamındaki sıcak yaklaşımı, sahiplenme bilinci ile yoldaşlarını göndererek kendisi şehit düşmüş, yoldaşlarını sahiplenmeyi, komutanlık misyonunu layıkıyla yerine getirmişti ve ölümü Sibel’ce karşılamıştı tereddüt etmeden. And olsun ki Sibel yoldaş, hesabını soracağız ve seni senin yarattığın değerleri Halk Kurtuluş Savaşımızda yaşatacağız.

 

***

 

Kardeşi ve Yoldaşı anlatıyor:

KARDEŞİM, YOLDAŞIM, KOMUTANIM SİBEL

 

Sibel, seni, senin gibi bir yiğidi anlatmak ne kadar zormuş.

Devrimcileri daha çok ufakken tanımıştın. Onlar senin iyi anlaştığın abilerin ablalarındı. Mahallede yoksullara, yardıma ihtiyacı olan insanlara yardım etmekten büyük haz duyuyordun. Sürekli mahallede bulunan bu insanlara yaşı senden çok büyük olmalarına rağmen devrimci propaganda yapıyordun. O dönemlerde yaşın küçük olduğundan dolayı senin devrimci mücadeleye bir katkı sağlayabileceğini düşünmüyordum. Fakat bir gün bazı eşyaların bir yerden bir yere gitmesi gerekiyordu ve biz bunu nasıl yapacağımızı düşünüyorduk. O sırada tesadüfen yanımızdaydın ve ihtiyacımızı duymuştun ve hemen atılmış “ben götürürüm” demiştin. Başlangıçta bu işi yapabileceğini düşünmemiş, sana güvenememiştim. Fakat senin ısrarın karşısında kabul ettim. Ve sen bu işi büyük bir çoşku ve başarıyla yerine getirdin.

Her yerde, her konuda öne çıkıyordun. Arkadaşlarım benim aranır durumda olmamdan dolayı sana dur, yapma diyorlardı. Fakat sana dinletemiyorlardı, sen itiraz ediyordun ve ısrarla “ben yapabilirim, neden oturacakmışım” diyordun. Nerede mücadeleye ilişkin bir iş olsa, nerede haksızlık olsa hemen bizi bilgilendirip, neler yapmamız gerektiğini bizlere anlatırdın. Yapılması gerekenlere kafa yorar, bizlere o yaşında öğretirdin. Bir örnek hatırlıyorum. Sen mahallede birisini bizlere gösterip bunun dövülmesi gerekir demen üzerine bizler de gidip adamı dövmüştük ve sonuç olumlu olmuştu. Bundan sonra artık tüm arkadaşlar senin yanına gelerek yapılacak bir iş var mı diye takılmaya başlamışlardı. Her şeyden haberin olur, her şeyi görürdün. Bu bizim için o dönemde oldukça önemli avantajlar sağlamıştı. Bizim yaptığımız yanlışlar karşısında bizi eleştirir, sözlerimizle davranışlarımızın uygunluk içinde olması gerektiğini söylerdin. O yaşınla bizlere öğretiyordun.

Yine bir gün karısını döven bir adamla konuşmamız gerektiğini söylemiş; biz de gidip konuşmuştuk. Adam bize abi diye hitap edince sen kurnazca “evet artık karısını dövemeyecek, sizin sözünüzü dinleyecek, abi demesinden belli” diye yine isabetli bir tespit yapmıştın.

... Yaşının küçüklüğüne rağmen biliyor, anlıyordun. Bu nedenle biz sana güveniyorduk ve özel görevler veriyorduk. Sen bu görevleri gözlerinin içi parlayarak, coşkuyla yapıyordun.

Bizim tarafımızdan sevildiğini bilirdin. Abilerin ablaların hep seninle konuşur hatırını sorarlardı. Tüm bu ilgiye rağmen, küçük yaşına rağmen şımarmaz, olgun davranırdın. Hele senin kaprisli, kibirli insanlarla dalga geçmen, onları taklit etmen bugün bile hatırladıkça beni güldürür. Sana “kibirli bayan, bakar mısın” diyerek laf attığımızdaki kahkahan görülmeye değerdi.

Okulda da aynı şekilde davranıyordun. Felsefe okuyor, öğretmenlerinle tartışıyor; onları örgütlemeye çalışıyordun. Hatta bizim arkadaşlar, senin önerin doğrultusunda gidip öğretmenlerinden birisi ile görüşmüşlerdi.

Yine bir gün evden ayrıldığım dönemlerde karşılaşmıştık seninle. Kalacak ev yoktu, o yüzden sokakta geziyordum. Sen durumu öğrenince bana hemenev ayarlamıştım. O evin senin yaşında bır kızı olmasına rağmen aile senin sözünü dinlemiş, beni kabul etmişti. Aile herhangi bir sorunu olduğunda sana danışıyordu. Kızları ile sorun yaşadıklarında evin hanımı sana “ne dersin Sibel. Bu kız yine söz dinlemiyor, sen bir konuşsana seni dinliyor” diyerek yardım istiyordu. Biz daha sonra bu durumu yoldaşlarla aramızda tartışmıştık. Ben isim vermeden seni anlatmıştım. Böyle ufak tefek olgun yoldaşlarımız var diyerek seni örnek gösteriyorduk. Okulda öğrencilerden para toplama işi vardı. Sen buna karşı çıkmış; öğrencileri de örgütleyerek engel olmuştun. Bunun üzerine biz birkaç veli olarak müdürle konuştuk ve sorunu çözdük.

Senin devrime ve halka bağlılığın, inancın yaşına rağmen çok büyüktü. Seni o yaşında kahraman yapan da bu değerlerindi. Bu gerçeklikle en somut anlamda şubeye düştüğümde karşılaştım. Seni şubede karşıma getirdiklerinde işkenceci lağım farelerine çok öfkelenmiş, ama sana daha çok yüklenmemek için tepki göstermemiştim. İşkenceciler “Bak yazık etme kıza” diyorlardı. “Annen öldü” dediklerinde sen “yalan söylemeyin alçaklar annem ölmedi” dedin. Bu tavrın bana büyük moral olmuştu. Sonra da amaçlarına ulaşamayacağını anlayınca seni getirdikleri gibi apar topar geri götürdüler. Ve birbirlerine kızıyorlardı nereden buldunuz bunu diyerek. Sen ise çıkar çıkmaz bir basın açıklaması yaparak benim kaybedilmemi engellemiş, hayatımı kurtarmıştın.

Acılar seni düşkünleştirmemiş, aksine büyütmüştü. Sen acıların üstesinden gelmesini bilmiştin. Morali güçlü, iradesi sağlam, yaşam ilkeleri olan ve onlara sımsıkı sarılan biriydin.

Öğrenmeye meraklıydın. Sosyalizmle ilgili birçok soru sorardın hatta bazı arkadaşlar sana takılırdı, bu soruları sormak için çok arıyor musun, diye. Sorumlu arkadaş sana “Şu bizim arkadaşlara da öğret Sibel” dediğinde sen mahçup oluyordun, ben gülüyordum.

Sen komutanlık görevinde başarılıydın. Çatışmanın ortasında düşman hedefini imha ederken, geri çekilirken geleneklerimize sahip çıkarak, kendinden önce savaşçıları düşünüyor, onları koruyorsun. “Siz gidin, ben çatışacağım” diyorsun. Savaşçıların da senin gibi, yiğitçe şehit düştü Sibel. Senin, evine girip, “siz çıkın, bunlar sizi de öldürür” diyerek dışarı çıkardığın aile ile tarihimize, miraslarımıza bir kez daha sahip çıktın. İyi bir öğrenci olduğunu gösterdin. Hani İstanbul Maltepe’de önderimiz Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir çatışırken yanlarında bulunan bayana “Sen sağlam yere geç, bunlar seni vururlar” dediği gibi.

Yine Çiftehavuzlar’da Sabahat Karataş, bulundukları üs sarılmış, çatışma sürerken, bir taraftan her şeyi yakıyor, operasyonun nereden geldiğini çözmeye çalışıyor, diğer taraftan da Sinan Kukul’un şehit olduğu haberini netleştirmeye çalışıyor. Ölüm kapısına dayanmış ama onların umrunda değil, son anda dahi nasıl daha çok mücadelemize faydalı oluruz diye düşünüyorlar. Sen önderlerimizin iyi bir öğrencisi olduğunu kanıtladın. Şimdi söz veriyorum sizlerin huzurunda: Tek bir hesabımız kalmayacak sorulmadık ve size armağan edeceğiz özgür vatanı. Ya özgür vatan ya ölüm! ..

 

***

 

Kurtuluş dergisinden Sibel’le ilgili bir yazı:

OKMEYDANI DİRENİŞİ

 

“Kaybedilen 300 İnsanımız Nerede?” diye soruyorduk heryerde. Kaybedenlerden hesap sorulduğu günlerdi.

Daha birkaç hafta önce kaçırılıp kaybedilen Ayşenur Şimşek’in cesedi bulunmuştu.

İbrahim Yalçın Silahlı Propaganda Birliği’ne bağlı savaşçılar o gün evden oldukça erken çıktılar. Ayşenur’un, kaçırılıp kaybedilen yüzlerce insanımızın hesabını soracaklardı.

Günlerden 9 Haziran’dı.

SPB savaşçıları saat 7.15 sıralarında hedeflerinin önündeydiler. Hedefleri Şişli’deki DYP İstanbul İl Merkezi’ni bekleyen polislerdi. DYP kayıpların, katliamların birinci dereceden sorumlusuydu; polisin sorumluluğu da aynıydı. Bu iki halk düşmanı güç, bu hedefte birlikteydi işte.

Savaşçılardan biri önde gidiyor, diğer ikisi ise biraz arkadan onları takip ediyordu. İlk polise yaklaştığında şüphe çekmemek için adres soruyormuş gibi yaptı... İşte şimdi tam zamanıydı. Savaşçılar bir anda silah çekerek, öfkeyle bastılar tetiğe. Ayşenur için, kaybedilen 300 insanımız için... Saldırı sonucunda düzenin ayyaş bekçilerinden çevik kuvvet polislerinden Rüştü Erdem öldü, Hacı Kamil Koç ise ağır yaralandı.

Şimdi çekilme zamanıydı.

Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi gerillaları eylemden sonra Piyale Paşa yönüne doğru uzaklaşmaya başladılar. Ancak Piyalepaşa Bulvarı üzerinde karşılarına bir polis ekibi çıktı; Ekiple çatışmaya girdiler ve bindikleri aracı terkederek Mahmut Şevketpaşa Mahallesine yöneldiler.

Sibel ve diğer iki savaşçı buradan Fuat Soylu İlköğretim Okulu’na çıkan sokağa girerek, hemen ayaküstü durumu değerlendirdiler. Görevlerini yerine getirmişlerdi. Ama şimdi görevlerinin bir başkası başlıyordu. Kuşatmayı yarıp savaşçıların güvenliklerini sağlamak, ya da bu olamıyorsa, son kurşununa kadar savaşmak. Böyle öğrenmişlerdi onlar. Savaşçılığı böyle kavramışlardı.

Okulun alt köşesine geldiklerinde Sibel diğer ikisine çatışma bölgesinden uzaklaşmalarını, kendisinin onlara koruyacağını söyledi. “Bu rica değil emirdir. Gideceksiniz” diyordu. İki gerilla komutanlarının talimatı doğrultusunda farklı bir yöne uzaklaşırken Sibel okulun alt köşesinde bulunan kırmızı renkli kamyonun arkasına mevzilenerek beklemeye başladı. “Kamyonun arkasından çıkıp ateş ediyor, sonra tekrar kamyonun arkasına giriyordu.” Görgü tanıkları böyle anlatıyordu daha sonra... Piyalepaşa Bulvarı’ndan yukarıya yüzlerce polis çıkıyordu.

İlköğretim Okulu’nun alt köşesinde mevzilenen komutan Sibel, diğer gerillalara zaman kazandırmak amacıyla ateş açarak yaklaşan polisleri durdurdu. Piyalepaşa Bulvarı’ndan Mahmut Şevketpaşa Mahallesi’ne giren ara sokaklardan yüzlerce polis bölgeye girerken SPB Komutanı buradan çatışa çatışa geri çekilmeye başladı.

Sokaklar onun yabancısı değildi. Bu sokaklardaki halkı tanıyordu. Sokakları eylemci olarak da tanıyordu. Devrimci Sol’cu olduğundan itibaren mücadele azmi, coşkusu doruktadır onun ve spreysiz, bildirisiz, bayraksız dolaştığı tek gün yoktur.

Yüzlerce katil sürüsüne karşı tek başına çatışıyordu.

Katiller sürüsünü iyi tanıyordu o. 16-17 Nisan katliamını protesto etmek amacıyla Şişli DYP binasına yönelik işgal eyleminde gözaltına alınmış, önce yaşı küçük diye serbest bırakılmak istenmiş, ancak işkencecilere karşı tavrından dolayı o da yoldaşları gibi işkenceye alınmıştı.

Alt taraftan ve yandan gelen ateşe, geri geri giderken ateş edip karşılık vererek önce kamyonu, ardından daha yukarıdaki bir beyaz şahin otoyu siper alarak Yıldırım sokak içine çekildi. Merdivenlerden inerek Yıldırım Sokak ortalarına gelen Sibel, sokağın alt tarafının da tutulduğunu görünce hemen oradaki evlerden birine girdi.

3 No’lu bu ev, birazdan gerilla Sibel’in kahramanca direnişine tanıklık edecekti.

Yoldaşlarının koruyucusu Sibel, girdiği evde de ilk olarak evdekilerin güvenliğini düşünüyordu. Yoldaşlarından hep böyle görmüştü, halka zarar vermemek gerekiyordu. Çatışmadan zarar görmemeleri için Sibel tarafından evden çıkarılan kadın ve çocuklar yandaki eve girdiler.

Polisler de evin önüne ulaşmış ve hemen ateş etmeye başlamışlardı.

Sibel Okmeydanı’nda sokak sokak çatışıp geri çekilirken, Mahmut Şevketpaşa Yıldırım sokağa girdiğinde bir muhbir işbirlikçi olan Hasan Levent, onu polislere ihbar etti. Hasan Levent DHKP-C’ye ve halka karşı suç işlemişti (*).

Polisin açtığı ateşi, Sibel’in kurşunlarından önce sloganları cevapladı:

- “Yaşasın Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi

Polis bir yandan ateş ediyor, bir yandan da “Teslim ol” diye bağırıyordu.

Polis telsizlerinden telaşlı, ve şaşkın anonslar duyuluyordu aynı anda: “böyle baş edemeyiz, arabalara gidip el bombalarını getirin’ diye konuşuyorlardı.

Korkuyorlardı. Karşılarındaki bir kişiydi ama onların Cephe Savaşçılarıyla ilk karşılaşmaları değildi bu, tecrübeleri vardı ve bu yüzden korkuyorlardı. Bir polis sokağın başına gidip ateş ediyor, geri çekiliyor, arkadan başkaları onun yerine geçiyordu.

Kurşunlarıyla çatışıyordu Sibel. Son kurşununa kadar hepsini düşmana sıkacaktı. Sloganlarıyla çatışıyordu Sibel; onlara kim olduğunu gösterecekti.

- “Halk Kurtuluş Savaşçıları Teslim Olmaz. Siz Teslim Olun” diyordu onlara. Ve Çiftehavuzlar’ın, Bağcılar’ın geleneğini sürdürerek haykırıyordu:

- “Ancak Cesetlerimizi Teslim Alabilirsiniz.

Mahalle halkı an an izliyordu çatışmayı. Her slogan yankılar yaratıyordu yüreklerde. Şaşkındılar, gencecik bir kızın yüzlerce polise kafa tutmasına ilk kez tanık oluyorlardı çünkü.

Polis çelik yeleklerini giyerek sokağa girdikten sonra silah sesleri daha da arttı.

Bir saattir sürüyordu çatışma.

Polisler evin çatısına çıkarak eve bomba atıyorlardı. İçeriden ses gelmeyince içeriye girdiler.

“Asıl siz teslim olun” haykırışı yankılanıyordu hala sokakta.

Yaşasın DHKC” deyişi yankılanıyordu.

Komutan Sibel Yalçın’dı o.

Yoldaşları İçin Kendini Feda Etmekten Çekinmeyen Sibel YALÇIN.

Katil Sürüleri Karşısında Tek Başına Okmeydanı’nı Savaş Alanına Çeviren

Sibel YALÇIN

Ve Daha 18’inde Toprağa Düşüp Ölümsüzleşen Sibel YALÇIN

Selam sana yoldaş selam

Selam silah elde düşenlere

 

(*) Sibel katledildikten bir hafta sonra muhbir Hacı Hasan Levent DHKC savaşçıları tarafından cezalandırıldı.

 

(Yukarıdaki anlatım Halk İçin Kurtuluş Dergisinin 12.04. 1997 tarihli 25. Sayısında yayınlandı.)

 

 

Geri