Sezgin ENGİN’i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Abisi Ergül ENGİN anlatıyor:
3 Ocak ‘91 Genel Grevinde Devrimci
Solcuların yaptığı çağrılarla esnaf kepenk kapatmıştı. O gün Devrimci Solcuların
Gazi mahallesinde polisin yoğun denetimine rağmen yaptığı 4 gösteri vardı. Ve
bunların biri çok uzun sürmüştü. Cadde üzerinde yarım saat yürünmüştü. Polisin
müdahale edememesi, Devrimci Solcuların polisten korkmaması onu çok etkilemişti.
Devrimciliği sadece eylemlere katılmak
olarak anlamadı. Ona göre her an bir devrimci gibi düşünmek ve yaşamak
gerekiyordu.
Büyük bir özverisi vardı. 14-15 yaşlarına
geldiğinde gösterilere katılmaya başladı. Bu gösterilerde hep güvenlikte yeralırdı.
Çatışmayı severdi, polisle çatışmayı... Gazi’de DHKP-C’nin yaptığı birçok
gösteriye katıldı. Çatışmayı severdi ama son dönemde DHKP-C’nin gösterilerinin
silahlı olması çatışmamayı beraberinde getirmişti. Polis cesaret edip müdahale
edemiyordu. O da çatışamıyordu
böylece... Ancak yine de büyük bir coşkuyla giderdi eyleme. Okuldan
geldiğinde ne kadar yorgun olursa olsun bir eylem olacağını duyduğunda tüm
yorgunluğuna rağmen gözleri parlardı. Büyük bir coşku sarardı bedenini. Her
zaman hazır bulunan atkısını, sopasını kapardı hemen. Ayrıca nitelikliydi. Bir
yönetici gibi düşünür, bir savaşçı gibi hayata geçirirdi.
Gözlerim rahatsız olduğu için bana
Mücadele dergisini her hafta Sezgin okurdu. Dergi eve geldiğinde ilk kapan o
olurdu. Ardından beraber okumaya başlardık. Ancak konuların benim için kalıcı
olabilmesini sağlamak amacıyla yalnızca okumakla kalmaz, okurken kasete de
çekerdi. Bana ‘sen daha sonra gene dinlersin, sonra da tartışırız’ derdi. Tartışmalarımızda
gerek yazıyı nasıl zenginleştirebileceğimize ilişkin, gerekse de konuyla ilgili
bize düşen görevler neler türünde tartışmalar yapmak için zorlayıcı olurdu.
Özellikle Gazi halkının örgütlenmesi, devrimci potansiyelinin Parti-Cephe’ye akıtılabilmesi
için birçok öneri yapar, bu konuda çok yoğunlaşırdı. Tartışmayı yarım bırakmayı
sevmez, mutlaka ara versek bile tamamlardı. Böyle devrimci konuların tartışılmasında
son derece ciddi birisiydi.
Hareketine, devrime, mücadeleye çok bağlıydı.
Şehitlerine bağlıydı. Onların mezarlarını her zaman ziyaret eder, karanfil
götürür ve onları anardı. Şehit düşmeden kısa bir süre önce de yapmıştı bunu.
Üzerinde para olmadığı için hepsine karanfil alamadıysa da hepsini tek tek
ziyaret etmişti. Sezgin kendini SPB savaşçısı olmaya hazırlıyordu. İllegal
saflardaki arkadaşlarla görüştüğünü, sohbet ettiğini anlıyordum. Çok değişmişti.
İstanbul’u sokak sokak gezerek öğrenmeye çalışıyordu. SPB’li olduğumda İstanbul’un
her tarafını iyi bilmeliyim, nerede, nasıl hareket edeceğimi, nerelerde neye
dikkat etmem gerektiğini bugünden öğrenmeliyim diyordu. Yani kendini geleceğe
hazırlıyordu. Ve hiç bir zaaflı yönü yoktu. Ne kahveye giderdi, ne de başka
yere. Kendini düzenin bulaştırmaya çalıştığı pisliklere karşı güçlü bir
iradeyle koruyordu. Gittiği her yere devrimin havasını götürürdü. Mücadeleyi
anlatırdı. Kavgayı anlatırdı. Örgütünü anlatırdı. Bu konuları konuşurken çok
ciddi olurdu. Güler yüzlü ve sıcaktı.
***
Çocukluk arkadaşı anlatıyor:
Sezgin’le aramızda sadece bir ay var.
Çocukluğumuz beraber geçti. Sezgin gerçekten mükemmel bir insandı. Arkadaşlarıyla,
çevresiyle, ailesiyle çok iyi anlaşırdı. Hiç bir kimsenin kalbini kırmazdı. İstediği
her şeyi yapabilirdi... Sezgin çok meşgul bir insandı. Hem okuyor, hem çalışıyordu.
Ayrıca çok sessiz ve sakindi. Korsan gösterilere falan katılıyormuş, ben bu
yönlerini bilmiyordum. Hiç gereksiz yere konuşmazdı herhalde ondan. Biz
birbirimizi çok severdik. Çok dürüst bir insandı. Bunları düşünen sadece ben değilim.
Diğer arkadaşlar da böyle düşünüyor. Gerçekten de çok seviyorlar Sezgin’i.
Neler söyleyebilirim ki daha? Gerçekten çok mükemmel bir insan. Ben şimdi komünizmi
öğreniyorum. Eskiden devrim deyince aklım karışırdı. Sezgin anlatırdı ama şimdi
daha iyi anlıyorum. Sezgin eğer bu yola başkoymuşsa ve onuruyla ölmüşse,
devrimi anlamak daha kolay.
***
Annesi anlatıyor:
Sezgin ortaokulu Fatih’te okudu. Hala
Fatih’ten arkadaşları gelip benimle oturup benimle ağlıyorlar. Onun hiç kötülüğünü,
yaramazlığını görmedim bugüne kadar. Fatih’teki öğretmenleri bana telefon
ediyor, ‘Sezgin çok iyiydi, sizden çok biz üzülüyoruz’ diyorlar. Geçen meslek
lisesindeki arkadaşları, öğretmenleri çiçeklerle gelmişler. Mezarlığını ziyaret
etmişler. Bana geldiler. ‘O bizim çocuğumuzdu, çok iyiydi, sen üzülme. Arkadaşlarına
çok saygılıydı, iyilik yapmayı çok severdi’ diye anlattılar. Sezgin cebindekini
çıkarır arkadaşına verirdi, kendi yerde yatar arkadaşını yatağında yatırırdı,
kendi aç gezer, arkadaşlarını doyururdu. Daha ne diyeyim...
Her zaman benim yanımdaydı. Kahveye
gitmezdi. ‘Anne seni yalnız bırakmam, sen hastasın, seni üzmek istemem’ derdi.
Abisine okuldan gelince ‘abicim’ derdi ‘sen bugün bir yere gittin mi, hiç dolaştın
mı?’ derdi. Hemen derdi ‘abi seni gezdireyim, bir dolaştırayım’ derdi. Öyle bir
insandı ki... Ben çamaşır yıkasam o ütüsünü yapardı. Ben bulaşık yıkasam o yemeğe
yardım ederdi. Ne bileyim her konuda yardımcı olurdu. ‘Anneciği’ derdi, ‘senin
kızın yok ama ben seni desteklerim’. Genelde erkek çocuk gezer, tozar, eğlence
arar. Ama Sezgin bizim acılarımızı bilirdi. Halkı severdi. O yüzden çalışkan,
tutumluydu.
Sezgin ‘anneciğim’ derdi, ‘ben halk
için canımı feda ederim, vatan için canımı feda ederim’ derdi. ‘Halk için
benden sonra yetişenler rahat etsin’ derdi. ‘Anneciğim ben devrimcilik yapıyorum.
Ben ölsem sen ne yapacaksın? Buna da hazır ol, sakın üzülme’ derdi. ‘Ben devrimciyim,
devrimciler halkı için her an ölebilirler...’ derdi. Ben ‘seni kaybedersem
benim için yaşamak haramdır’ derdim. Ama yaşıyorum işte. Ben Sezgin’den yanayım.
Çünkü o onurlu bir insandı.”
***
Bir yoldaşı anlatıyor:
“ne yapacağını bilen biriydi...”
Katliamı duyduğumuzda cadde
üzerindeydik. Sezgin’le birlikte taranan kahvelerin önüne geldiğimizde
Gaziosmanpaşa Emniyet Müdür Yardımcısı’yla tartışma yapanlar vardı. Henüz
hareketlenme durumunda olmayan kitleyi yatıştırmaya çalışan Müdür Yardımcısı’na
ilk müdahaleyi Sezgin’le yaptık. Hızla ittirdim. Elinden telsizi düştü. Sonra
halka konuşma yaptık. ‘Katil budur, katiller devlet ve kontradır, onlara karşı
savaşmak boynumuzun borcudur, şimdi hesap soracağız, karakola yürüyeceğiz’
dedik. DHKC’liler olarak kortejleri oluşturup yürüyüşe geçtiğimizde Sezgin
yoldaşım en öndeydi. Sezgin’in kafasında ne zamandır varolan bir kaç faşist
üssün dağıtılması için Sezgin oraya yöneldi. Oportünistler engelledi. Ama
Sezgin o üsleri yaktı. Biri Turan adlı tescilli faşist şefin dükkanıydı. Bir de
kahve vardı. Buralar tahrip edilen ilk faşist dükkanlardır. Sezgin’i tanıdıkları
ve ne yapmak istediklerini bildikleri halde bazı utanmazlar Sezgin için ‘provokatör’
lafını kullandılar. Şimdi o laflarını yiyemiyorlar gerçi. Eskiden hep
geldikleri kahvelere bile gelemez oldular. Neyse, Sezgin çatışmalarda hep en
öndeydi. Öncüydü. Biz DHKC’liler olarak ilk yürüyüşte önümüze çıkan 4-5 ekiple
oluşturulan barikatı tahrip ettik. Korkudan kaçarlarken birbirlerine çarptılar.
Sezgin çatışmanın ortasındaydı. Sonraki çatışmalar devam ederken gece karakolun
önündeki barikata tüp koyduk. Tüpü küçük bir çocuk getirdi. Sezgin aldı
elinden. Arabayı tutuşturanlar içinde olan da Sezgin’di. Sonra tüpü ilk olarak
arabanın içine attı. Sezgin son derece soğukkanlı ve neşeli bir şekilde çatışıyordu.
Arabayı tutuşturmak için benden ateş isterken ‘ne var kardeşim bunun deposunda,
benzin mi, su mu anlamadım’ diye gülüyordu bir taraftan. (...) Sezgin şehit düşene
kadar barikat nöbetlerinde, ve en kızgın çatışmaların içinde oldu. Postanenin
ordaki çatışmada vurulmuş. Ben o zaman aşağıda çatışma halindeydim. Vurulduktan
sonra slogan atıyormuş, hiç merak etmedim, o ne yapacağını bilen biriydi... çatışmaya
devam ettim.
***
Çatışmalarda yanında olan
bir yoldaşı anlatıyor:
... Abi omuzundan yaralanmıştı. İlk
geceydi. Onu bu haliyle Sezgin gördü. Onun elindeki taşları aldı. ‘Sen daha
fazla gitme, bu halinle bir şey yapamazsın, hemen eve git, çoluğunu, çocuğunu
kontrol et bakalım. Kayıp, yaralı falansalar arkadaşlara bildir’ dedi. ‘Hiç
merak etme bu taşlar boşa gitmeyecek’ diye de ekledi. Gülümsedi. Morali çok
iyiydi. Gazi halkının bütün öfkesini onda gördüm. Daha önceden de tanıyordum
onu. Ama esas olarak çatışmalarda tanıdım. Hep düşmana karşı bir işler
çeviriyordu. Faşistlerin bir sürü dükkanını tahrip etti.
***
Şehit düştüğünde yanında
olan yoldaşı anlatıyor:
Sezgin şehit düşerken yanımdaydı.
Postanenin oradaydık. Çatışmanın en önündeydi. Polis ateş açmaya başladığında,
yağmur gibi kurşun yağarken ben kendimi kondunun arkasına attım. Sezgin hala
orta yerde taş atıyordu. ‘Sezgin ateş ediyorlar, geri gel’ diye bağırdım. Tam o
an yere düştü. Bacağından vurulmuştu. Kalkmaya çalıştı. Bir metre ilerlediği an
bir kurşun daha yedi. Elinde hala taş vardı. O halde yere bükülüp kaldı.
Arabaya bindirdik. Onu orda bırakmadık. Hemen çekip aldık. Hastaneye gönderdik.
Onu hiç unutmayacağım. Gerçek bir kahraman gibi davrandı.
(Yukarıdaki anlatımlar, Haziran Yayınevi tarafından
yayınlanan “Gazi/Gecekondulardan Geliyor Halk” adlı kitaptan alınmıştır.)
***
Sezgin Engin’e
BİZİM ÇOCUKLAR
1 Mayıs alanından Gazi’ye ulaşmış
Mehmet’in taşları
Alışmıştık
sevmiştik
sahiplenmiştik
yaratmıştık bu geleneği;
sevdamızı duvarlara kanla yazmıştık.
Be ufaklık
nerden geldi aklına
hem de ölüm döşeğinde
hem de onyedisinde...
Uçurtma uçururken yaşıtların
ya da kavak yelleri eserken başında,
Sen çocuk omuzlarıala
dünyanın yükünü aldın.
Be ufaklık nerden geldi aklına
Hem de ölüm döşeğinde
umudun adını çarşafa yazdın
O çocuk bedeninden akan kan
Gazi’de patlayan öfke
Gazi’de savaş
Gazi’de umut
ve zafer oldu.
Be ufaklık
be ufaklık...
Çalan sen miydin Mehmet’in taşlarını.