Seyhan DOĞAN’ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Yoldaşlarının anlatımından: “Yaşama sevinci ve

 coşku denince hep o aklıma gelir.”

 

Seyhan Karadeniz’li ve Türk milliyetindendir. Yoksul ailesi ile birlikte 70’li yılların ortalarında “umut kapısı” olan gurbet diyarı Almanya’ya göç eder. Bu göç yaşandığında Seyhan henüz bebektir. Kısa bir süre ailece orada kalırlar. Sonra annesi Seyhan dahil dört çocuğunu da alarak gurbetten köylerine geri döner. Babası Almanya’da kalır.

Birkaç yıl sonra ekonomik nedenlerden dolayı tekrar göç ederler. Bu sefer göç yeri “taşı toprağı altın” diye tabir edilen İstanbul’un yanıbaşı, Gebze olur. Evin en küçüğü olan Seyhan bu göçte yer almaz. Dedesi ve anneannesinin yanında kalır. Çocukluğu köyde geçer.

İlk ve ortaöğrenimini köyde tamamlar. Okulun en başarılı öğrencilerinden biridir. O yaşlarda okumaya, araştırmaya merakı başlar. Öğretmen olan teyzesinin etkisi de vardır bunda.

Haksızlıklara karşı ilk tepkisini ilkokul yıllarında koyar. Öğretmeninden yediği bir tokat yüzünden bir dönem okula gitmez. Haksız yere tokat yediğini söyler. Kendisini ikna etmeye çalışan herkese karşı koyar. Ertesi yıl başka bir öğretmenin sınıfında öğrenimine devam eder.

Ortaokulu bitirdikten sonra köyden Gebze’ye, annesi ve kardeşlerinin yanına gelir. Liseyi Gebze’de okur.

Gebze’ye gelmesiyle birlikte hem çevresinde hem de okuldaki arkadaş gurubu içinde bencilce ve çıkara dayalı ilişkilere tanık olur. Bunlar ona yabancı gelir, kabullenmez. Köyde yaşadığı paylaşımcılığa dayalı ilişkileri arar.

Bunları arkadaş çevresinde bulamaz. Aradığı ve özlemini duyduğu ilişkiler de o yıllarda gelişir. Mücadele dergisi eline geçer. Alır, okur. Dergi bürosuna gider, gelir. Oradaki sohbet ve paylaşımlardan, aradığı saf-temiz yaşamı bulduğuna inanır.

Sürekli araştıran, okuyan Seyhan devrimci ilişkiler içine girmesiyle birlikte daha çok okumaya, kendini geliştirmeye başlar. Okuyarak sosyalizmi, devrimi kavrama çabasında olur.

Artık gençlik içerisinde aktif olarak mücadelesini yürütmeye başlar. Birçok eylemde yer alır. İlk gözaltısını da bu yıllarda yaşar. Bursa’da yapılan Türk-İş mitingine katılır. Sarı sendikacılığın çıplak yüzüyle karşılaştığı bir mitingdir Türk-İş mitingi. Bizzat Türk-İş Başkanı Şevki Yılmaz’ın emriyle kitleye vahşice saldırır polis. Seyhan gözaltına alınanların içindedir. İşkencelerden geçirildiğinde henüz 17 yaşındadır. Direnir. Başeğmez.

Mücadelesini büyütmeye devam ettiği bu süreçte üniversiteyi kazanır. 91 yılında Sakarya İnşaat Fakültesi bölümüne girer. Artık bir Dev-Genç’li olarak üniversitede örgütlenme faaliyeti yürütür. Öğrenci gençliği örgütlemek, devrimci saflara katmak için bıkmadan usanmadan emek harcar.

Aynı zamanda tuttuğunu koparan, birşeyleri değiştirmeden asla bıkmayan bir özelliğe sahip olan Seyhan, çalışmalarında ciddi sonuçlar almayı da başarır. Bir süre sonra faaliyetlerini tamamen illegal sürdürmeye başlar.

Yaşanan operasyonlar sonucu uzun süre hareketle bağ kuramaz. Tüm olanaksızlıklara ve olumsuzluklara rağmen büyük bir sabır ve enerji ile davasına bağlı kalır. Ümitsizliğe, karamsarlığa bir an olsun kapılmaz.

İhanet tohumlarının atıldığı yıllarda yoldaş bildiği kişinin ihanetine uğrar. Bu olay, ihaneti tüm çıplaklığıyla yakından görmesini ve hissetmesini sağlar.

İstanbul’da, 95 yılının Nisan ayında bir operasyonda gözaltına alınır. Birlikte gözaltına alındıkları arasında içinde yıllar sonra birlikte alevlerin içinde direnecekleri Nilüfer Alcan da vardır. İşkencelerden geçirilir. Devrimci benliğini, onurunu, namusunu koruyarak başı dik şekilde işkencecileri yenilgiye uğratır. İşkenceciler adını bile öğrenemez. Parmak izi sonuçları geldiğinde gerçek kimliği açığa çıkar.

Başı dik, davasına her koşulda bağlı olarak hapishaneye adımını atar. Artık Bayrampaşa Hapishanesi’nde, yoldaşlarının içindedir. Yine okur, araştırır. Sıcak sohbetler kurar. Aynı zamanda dobra dobra konuşması ile öne çıkar.

96 Ölüm Orucu’nda gönüllüler içinde yerini alır. 2. Ölüm orucu ekibi içinde bandını kuşanır. Enerjisi, coşkusu ve kahkahaları, kendine has esprileri hiç eksik olmaz.

«Yaşam sevinci, coşku denildiğinde hep o aklıma gelir. Sıcacık sohbetleriyle, gülen gözleriyle hep birşeyler anlatır, yoldaşlarını dinler, o anı doyasıya yaşardı. Onu, suratı asık ya da üzgün görmek mümkün olmazdı. Karadenizliydi. Uzun seneler memleketinden ayrı yaşamış olsa da ora insanının sıcaklığını her zaman görmek mümkündü. Onun da özlemi dağlarda gerilla olmaktı.”

Tutsak olanın en çok özlem duyduğu şeylerden biridir gerilla olmak. Dağları adım adım dolaşmak, umudun tohumlarını dört bir yandan serpiştirmek...

Seyhan da o anı her zaman yaşar.

“Tiyatro sahnesinin birinde gerilla bölümü vardı. Seyhan da bu çalışmanın içinde yer alıyordu. Balkıca şehitleri için yapılan bir sahnede fon müziği eşliğinde gerillalar kar-kış demeden kuşatmayı yarıyorlardı.

Seyhan, her sahnesinde adeta o anı yaşıyordu. Yaralının taşınmasında o zorluğu sanki yanındaymışcasına hissettiriyordu. Başarılı biten her sahnede müthiş seviniyordu. Bunu çevresine de yayıyordu.”

Yaşamının büyük bölümü böyledir. Kendisi nasılsa çevresini de öyle görmek için çabalar. “Canı sıkılan” ya da ortak bir faaliyette sessiz kalan birisi mi var, Seyhan hemen alır voltaya. Canlandırana kadar uğraşır, didinir ve başarılı da olur.

Paylaşımcılığın en güzel örneklerini mahpusta yaşatır. Sadece eşya ile sınırlı değildir bu paylaşım. Bilgisini, yaşamının her anını paylaşmak kadar büyük bir yüreğe sahiptir.

Zekasına hayran olmamak mümkün değildir. Genç yaşında okumadığı Marksist-Leninist kitap kalmamıştır. Savunduğu ideolojiye kökten inanmış, ne için mücadele verdiğinin bilincine varmıştı Seyhan. Devrim olacaktı bu ülkede; başka çaresi yoktu. Seyhan görse de, görmese de fark etmezdi. Bu ülkede devrim olacaktı; bu ona yeterliydi. Çocuklarımız için, geleceğimiz için bu şarttı. Sık sık bunu tekrarlar, bilince kazır, anlatır durur.

Gıdasını ideolojisinden alır Seyhan. Birçokları gibi Marksist-Leninist klasikleri bilgi küpü niyetine değil, mücadelesinin pratiğinde sınayarak okur, kendini böyle geliştirir. Aynı zamanda çevresini eğitir. Okuduğu her kitapta daha büyür. Öğrendiği her bilgide daha sağlam basardı yere.

“Gecenin bir vakti nöbetçiyim. Üst kata çıkıp koğuşu kontrol ediyorum. Seyhan’ın lambası açık. Yatmasını istiyorum, uykusuz kalacak yine.

“Tamam yatacam” diyor. ‘Bak ne kadar ilginç II. Enternasyonal’de Lenin ne demiş’ diye anlatmaya, paylaşmaya çalışırdı.”

Çocukları çok sever. Ziyaret günleri koğuşlara gelen bir çocuk varsa onlarla mutlaka ilgilenir. Top oynar, karnını doyurur ve yanağına bir öpücük kondurur. Karşılığını da alır.

Hani derler ya çocukla çocuk, büyükle büyük... Seyhan işte öyledir.

“Onda bencilliğin ufacık bir kırıntısına rastlamak mümkün değildi. Ben en ufak bir bencilliğini görmedim. En azından üzerindeki giysiyi, yiyeceği ekmeği paylaşır, kendisinin başka olmasa, kendine başka kalmasa bile...”

Evet paylaşırdı Seyhan.

19 Aralık gecesi en büyük şeyi, canını paylaşır; yine de yüzündeki tebessümden, coşkusundan bir şey kaybetmez.

Onun “suratının asık” olduğuna herkes belki de ilk kez ölüm orucu ekibine seçilmediğinde tanık olur.

Çok istediği ve bunun için yanıp tutuştuğu kızıl bandına farklı görevler nedeni ile kavuşamaz. Suskunlaşır, içine kapanır bir süre. Sonra herkesin görmek istediği şekilde tekrar yaşama canlılık katmaya devam eder.

Ölüm orucu ekibi yola çıktığında, onların mutluluğuna aynı coşkuyla katılır. Onlara karşı hassaslaşır, herşeyleriyle ilgilenmeye çalışır.

Diğer yandan onlar için şiir yazmaya, beste yapmaya çalışır. Yazdığı her şeyi yoldaşlarıyla paylaşarak düşünce ve önerileri üzerinden tekrar tekrar değişiklikler yapar. Sonunda istediğini başarır. Ezgisini de halleder ve ölüm orucu ekibinin kına gecesinde yaptığı bu parçayı söyler.

Yazgül’ün eline kına yakarken biraz heyecanlı, biraz mutlu şekilde Seyhan’ın dilinden dökülmeye başlar dizeler:

“Yıldızını gökten aldığım

Alıp avucuna koyduğum

onurumsun gururumsun

Gelin can dostlar gelin

Düğünümüz var

Düğünümüz var

Eşitliğe, kardeşliğe, özgürlüğe

sözümüz var

Gelin can dostlar gelin

Düğünümüz var

Düğünümüz var.”

Kına gecesinin en anlamlı bölümlerinden birisidir o an. Ve bunda Seyhan’ın payı büyüktür.

Ölüme kına yakılırken, ölümsüzlüğün düğünü kuruluyordu.

Sonra 19 Aralık gecesi...

Sonra ölüm sessizliği...

Sonra türküler karışıyor alevlerin arasına...

“O gece durduğu yerde duramıyor, yığınla gazın, bombanın arasında koğuşun her yanına ulaşmak için koşturuyordu. Diyebilirim ki içeriye düşen bombaların yarısından çoğunu dışarıya fırlatan Seyhan’dı. Kendinden çok herbirimizi korumak için atıyordu kendini bombaların üzerine. Bir ara gaz bombaları daha yoğun atılmaya başlandı. Bir yandan kurşunlar yağıyordu. Seyhan artık havluyu falan bırakmış, çıplak elleriyle tutup atıyordu bombaları dışarıya.

Bir ara kafasından yüzüne doğru akan kan sızıntısını gördüm. Silmek istedim ama izin vermedi. ‘Bırak ya, nasıl olsa şehit düşeceğiz. Bari rahatça olsun bu iş’ deyip gülümsedi. Öyle bir gülümseyişti ki, sanki ‘hoşcakalın’ der gibi...”

Seyhandır O. Savunduğu değerler için canını verir. Diri diri yakıldığında bile gülümsemesi yüzünde eksik olmaz.

Yakılmasaydı sevdikleri için kendini ateşe atacak kadar yürekliydi.

Çünkü devrim düşleri yüreğini ve beynini sarıp sarmalamıştı.

Devrim mutlaka olacaktır. Seyhan görse de, görmese de farketmezdi. Ama çocuklarımızın mutlu bir geleceği olacaktı. Bu Seyhan’a yeterdi.

 

Geri