Serpil YILMAZ’ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir Yoldaşı Anlatıyor:

UMUDUN KARANFİLİ SERPİL’e

 

Seni güleryüzlülüğünle tanıdım. Henüz çok yeniydin. Mücadele etmenin coşkusunu ve kararlılığını yaşıyordun. Öyle ki ne önüne konulan engeller, ne de içinde bulunduğun olumsuz koşullar senin mücadeleye olan sevdanı engelleyememişti. Okulda yaptığınız ilk eylemde “Haklıyız Kazanacağız!” sloganını attıranlardan biri olarak “bunun arkası gelir” demiştin. İlk eylemlerinizdi. Yaşanılan eksikliklerden dersler çıkarmak gerektiğini ve daha çok çalışmak gerektiğini söylerdin. Derste, teneffüs aralarında öğrenci arkadaşlarını tek tek örgütlemeye çalışırdın. “Ben tırnağıma kadar Devrimci Sol’cu olmak istiyorum” diyordun. Bu kararlılığın ve isteğin çevrendekileri de etkiliyordu. İlk faaliyetlerine Mücadele Gazetesi satarak başlamıştın. “Aldığım sayıları satamazsam yüzünüze bakamam” demiştin. Birgün satamadığın iki dergi için derse girmemiş ve “benim için bunların satımı derslerden daha önemli” demiştin. Ve o gün eve geç gittiğin için eve alınmamıştın. Daha sonra o geceyi evin bahçesinde geçirdiğini söylemiştin. “Bizim insanlarımız her gün inşaatlarda aç, susuz kalıyor. Bunu düşünerek kaldım” diyordun. Ekliyordun “devrimciler her zaman kalacak yer bulamayabilirler” diye. Korkusuzluğun ve coşkun Devrimci Sol’cu olmak istemendendi.

Şimdi birebir sıcak savaşın içindesin. ‘92’de ailelerle girdiğin A.G.’ de coşkun ve kararlılığınla aileleri etkilemiştin.

Her türlü engellemeleri aşarak 24 saatini devrimin hizmetine sunmak için sevdalı olduğun dağlara çıktın. Ve umudun karanfili olarak savaştın. Ölümsüzler kervanına katıldın...

 

***

 

Bir Yoldaşı Anlatıyor:

 

Serpil’le Grup Yorum’un Kürdistan’daki bir konserine birlikte gitmiştik. Serpil yol boyunca hiç yerinde durmuyor halay çekiyor marş söylüyordu. Konsere geldiğimizde Serpil her parçadan sonra hemen ayağa fırlayıp hadi halay çekelim der ama hem halay çekerdi hem de slogan atardı. Bir ara kendine yorulmadın mı diye sorduğumda bana; “Şehit düşünceye kadar kesinlikle yorulmayacağım” diye cevap vermişti.

Serpil’le her karşılaşmamızın ilk konusu gerillalar olurdu. Merhaba der demez hemen gerillaları sorardı. Gerilla olmak istediğini söylerdi. “Bir gün şehit düşersem beni Cihan’la Haydar’ın yanına gömün” derdi. Gerillaya katılıp beni gerillanın yanında görünce şaşırmış ve bana niye daha önce gerillaların yanına getirmedin beni diye kızmıştı.

1994 kış karargahında iki ay kalmıştı. Bu iki ay sürecinde hem kendini geliştiriyor hem de yoldaşlarından okuma yazmayı bilmeyenlere okuma yazma öğretiyordu. Asuman Koç’a ve birçok yoldaşına o öğretmişti. Yorum’un “Büyü güzel bebek büyü” türküsünü çok severdi. Söylerken yeğeni gizem için parçanın sözlerini “Büyü güzel Gizem büyü/ Ninniler büyütmez seni/ Halan şimdi dağlardadır/ Gelir yenince düşmanı” diye değiştirerek söylerdi.

Serpil yoldaş böbreklerinden rahatsızdı ama bu rahatsızlığı hiç bir zaman ona engel değildi. Bir gün rahatsızlanmıştı. Nöbeti almaya gelmişti. Onun bu halini görünce kendisine biraz kızmıştım “gidip dinlenmesini” söylediğimde bana “henüz hayattayım, daha ölmedim. Birçok işi yapabilirim, nöbette tutabilirim” demişti. Onu dinlenmesine zorla ikna edebilmiştim.

4 Mayıs 1994’te sabah çatışma başladığında Komutan Yalçın Çakmak’ın yanına koşmuş “Düşmanı ilk ben karşılamak istiyorum” demiş ve Ayten Yüksel Keleş yoldaşıyla birlikte düşmana en yakın onlar mevzilenmişler. Düşmanı hem silahı hem de sloganlarıyla geri püskürtmüştü. Düşmanın küfür etmesi üzerine Serpil’de “Cesaretiniz varsa gelin E.oğlu E...ler” diye cevap verişine yoldaşları biraz şaşırmışlardı. Şaşırdıkları slogan atması değildi. Çünkü ondaki cesareti herkes biliyordu. Şaşırdıkları şimdiye kadar ağzından küfür çıkmayan Serpil’in küfür etmesiydi. Ama düşmanın bunu hak ettiğini hatta daha fazlasını hak ettiğini biliyordu. Serpil çatışma boyunca hem slogan atıyor, hem çatışıyor, hem de yoldaşlarına düşmanın nerelerden geldiğini, yoldaşlarının ne yapabileceğini anlatıyordu.

Serpil, Komutan Yalçın Çakmak’la son konuştuğunda “Ben şehit düşeceğim, bütün yoldaşlarıma selam söyle ve beni Cihan’la Haydar’ın yanına gömün” demişti.

En son ayrıldığımızda Serpil’le Ayten Yüksel yoldaşlar bir söyleyeceğin var mı diye sorduklarında “ne olursa olsun her zaman gülün” dediğimde ikisi de her zaman güleceklerine söz vermişlerdi. Ayrılırken sanki ikisi de şehit düşeceklerini biliyor gibiydiler.

 

***

 

Bir Yoldaşı Anlatıyor: «sevgi yumağıydı»

 

Ferda, adeta bir sevgi yumağıydı. Yoldaşlarına bir devrimci ancak bu kadar düşkün olabilirdi. “Yoldaşlık ilişkileri nedir?” dendiğinde en mükemmel teorik açılımını yapanlarımızdan değildi. Ama aynı zamanda büyük bir itina ve hassasiyetle bunu yaşamına en iyi geçirebilenlerimizdendi. Paylaşımı, özveriyi, emekçiliği, güveni... bütün olguları içerisi dolu dolu olarak sıradanlaştırandı. Savaş gerçekliğinin bir gerilladan ne istediğini çok iyi idrak etmişti. Yaşamın her anında, konaklama yerinde, yürüyüş kolunda, sohbetlerde, köyde-evde her yerde savaşı hissederek davranıp yaşamını içselleştirmiş örnek bir pratiği vardı. Uykudayken nöbete kaldırıldığında her zaman ki sorduğu “uyandırmak için ne kadar uğraştın?” sorusuyla kendisini sürekli olarak denetlemesini ve sorgulamasını en iyi yapanlarımızdandı. İki kez seslenilmesini dahi kabullenemiyordu. Hassas ve duyarlı olunmalı derdi.

Yemek esnasında nöbette olan yoldaşlarımıza, genellikle yediğimizin iyisini ve çoğunu ayırmayı sürekli bir davranış haline getirmeye çalışırdık. Feride ise bu konuda hemen, hemen her seferinde ikazda bulunarak ayırma işinin eksiksiz yapılmasını sağlardı. Ki, komüncümüz olduktan sonra da bu konuda gereğini özenle yerine getiriyordu.

Çalaxene’de girdikleri çatışmada şehit düşen on iki yoldaşımızdan sıkça bahsederdi. Oraları, son uğradıkları köyleri, çatışma çıkan ve şehit düştükleri yeri ve adlarına dikilen ağaçları öylesine çok görmek istiyordu ki, onun bu isteği yeni istihdamlarla birlikte gerçekleşince kabına sığmaz oldu. Sanki oraya yoldaşlarıyla buluşmaya-kucaklaşmaya gidiyordu. Bu duygularını yola çıkmadan önce anlatarak aynı şekilde günlüğüne de not etmişti. Öylesine mutlu ve coşku doluydu ayrılırken...

12’lerin son uğradıkları evde bir süre oturduktan sonra çatışma bölgesine geçecekler. Ferda yoldaş burada da duyduğu heyecanını ve duygularını yine not defterine aktarır. Ve nihayet 12’lerin en son konakladığı ve çatıştığı yere girmişlerdi. Hava henüz alacakaranlık gün yeni yeni aydınlanıyordu. Savunma grubu tepeye çıkmış, aşağıda bulunan diğer yoldaşlar da kahvaltı hazırlıklarını yapıyorlardı... İhbarla gelişen bu çatışmaya girerler. Düşmanın erken fark edilmesiyle gerilla hızlı ve rahat bir şekilde mevzilenerek ilk ateşle çatışmayı başlatan olmuştur. Serpil ve Ayten yoldaş da bu çatışmada şehit düştüler. Her ikisi de aynı mevzide çatışmaya girmişlerdi. Çatışmanın ilerleyen saatlerinde iki yoldaşımız tartışmaya başlar... Ferda, Ayten’in yanından ayrılmasını ve arka taraflara geçmesini söyler. Düşmanla aralarındaki mesafe gittikçe daha da yakınlaşmaktadır. Şehit düşeceklerini anlar ve bunun için de Ayten’i hiç olmazsa oradan uzaklaştırmak ister. Ancak Ayten yoldaş da durumun farkındadır ve yalnız bırakmak istemez yoldaşını ve birlikte çatışırlar. “Düşersek de beraber düşelim” der... Yoldaşlarımızın çatışması sürerken 25-30 metre aşağılarındaki bir ses “yukarıya el bombası” atmasını söyler. Bu ses, halk kurtuluş savaşçılarıyla ayık kafayla karşılaşmaya cesaret edemeyen, aldığı uyuşturucularda cesaretini bulan korkak düzen itlerine ait. Gerçekten de Çalaxane’ye 12’lerle kucaklaşmaya gitmişler...

 

***

 

Ablası, Aygül Yılmaz Anlatıyor:

 

Kardeşim çok cana yakın biriydi. Çocukları çok severdi. Çok iyi şiir yazar ve resim yapardı. Şiirlerinde sevgiyi, mücadeleyi ve devrimcileri anlatırdı. Şehitler üzerine de çok güzel şiirleri vardı.

Gerillalara karşı büyük ilgisi vardı. Onların yaşamlarını öğrenmek isterdi. Bir köye gittiğinde gözleri sürekli gerillaları arardı. ‘Keşke gerillalar şimdi çıkıp gelseler, onları bir kez görsem de iki gözüm kör olsa’ derdi. Yoldaşlarına çok bağlıydı. Onlara laf söyletmez, toz kondurmazdı. Birisi yoldaşlarına kötü bir şey söylediğinde kıyameti kopartırdı.

Onu asıl Hozat halkına sorun. Onlar bacımı benden daha iyi anlatır. Sağolsunlar bacımı iyice yıkayıp defnettiler. Onu sahiplendiler. Omuzlarında taşıyarak ‘Serpiller Yaşıyor Devrimci Sol Savaşıyor’ sloganlarıyla uğurladılar. Bacım gerilla olduğu için onunla gurur duyuyorum.

 

Annesi Makbule Yılmaz Anlatıyor:

 

Benim kızım çok bilgiliydi. Çok cana yakındı. Arkadaşlarını çok severdi. Hozat halkından Allah razı olsun, kızımı bir güzel yıkayıp defnettiler. Hozat’ta o kadar slogan attılar, askerler hiçbir şey yapamadı. Kızımı son kez Dersim’deki evime götürecektim. Ama askerler izin vermediler. O kadar yalvardım bırakmadılar. Arabanın camlarını kırıp şoförü ve hepimizi tartaklayıp, dövdüler. ‘Bırakın evimize gidelim’ dedik, bırakmadılar. Köpek gibi saldırdılar. Gece saat onda zorla köye yolladılar.

Kızımın dağdaki arkadaşlarından kendilerine iyi bakmalarını istiyorum. Onlar da benim canım ciğerim.

 

(Ablası ve annesinin anlatımları, Halkın Gücü dergisinin 19 Mayıs 1994  tarihli, 2. Nolu özel sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

Geri