Sergül Hatice ALBAYRAK
Şehit
Düştüğü Tarih: 28
Aralık 2004
Şehit
Düştüğü Yer: İstanbul
Doğduğu
Tarih: 30
Mayıs 1978
Doğduğu
Yer: Almanya,
Bad Urach
Mezar Yeri: (Mezar yeri bilinmiyor, Sakarya)
26 Aralık 2004; Yer Taksim Meydanı, Atatürk Kültür
Merkezi önü... Genç bir kız çakmağı çakıp bedenini tutuşturuyor. Genç kızın
elinde büyükçe bir kartonun üzerinde şu sözler yazıyordu: “Tecrit kalksın!” Genç kızın adı Sergül Hatice Albayrak’tı.
Kaldırıldığı hastahanede 28 Aralık günü öğleden sonra şehit düştü.
Sergül Albayrak 25 Temmuz 2004’te Sevgi Erdoğan Ölüm
Orucu Ekibi’nde ölüm orucuna başlamıştı. Açlığının 140’lı günlerindeyken 13
Aralık 2004’te, Uşak Hapishanesi’nden tahliye edilmişti.
1997 Ağustos ayında,
kuryelik göreviyle ülkeye gelişinde Tokat’ta tutsak düştü. İşkencede tecavüze
uğradı. Tutuklandıktan sonra Ulucanlar, Sakarya, Çanakkale ve Uşak
hapishanelerinde kaldı. Düşman, artık onun için soyut, teorik bir şey olmaktan
çıkmış, işkenceciliğiyle, katliamcılığıyla, zulmüyle somut bir gerçeğe
dönüşmüştü. 7 yıl süren tutsaklığı boyunca hep direniş mevzilerinde oldu. 19
Aralık’ta [2000, hapishaneler katilamı] Çanakkale’deydi. Günler boyu bombalar,
kurşunlar altında yoldaşlarıyla omuz omuza direndi. Yanında yoldaşları şehit
düştü. Onların bayrağını devralmaya gönüllüydü hep. Ölüm orucu ekiplerinde yer
almak için uğraştı. Bu uzun süreli bir savaştı ve namluda mermi olma sırası ona
25 Temmuz 2004’te Uşak E Tipi Hapishanesi’ndeyken geldi. Sevgi Erdoğan’ın adını
verdiğimiz 11. Ölüm Orucu Ekibi’nde yer aldı.
Sergül Albayrak, 13
Aralık 2004’te Uşak Hapishanesi’nden tahliye oldu.
Dışarıdaydı artık.
Kimilerinin “dışarıda” olmak için yoldaşlarının cesetlerinin üzerine basarak ihanet
ettiği, “yaşam kutsaldır” diye her türlü değerin çiğnenmesinin teşvik edildiği
ülkemizde, o ihanete karşı da tartışılmaz bir cevap olacaktı. 154 gündür
sürdürdüğü ölüm orucunu feda eylemine dönüştürme kararını verdi. 26 Aralık’ta
Taksim’de bedenini tutuşturarak, tecrite, ihanete teslim olmayanların, ölen ama
yenilmeyenlerin, bu ülke bizim diyenlerin, devrim ve sosyalizm bayrağını asla
yere düşürmeyenlerin sesi olarak kahramanlarımız arasında yerini aldı.
(Yukarıdaki özgeçmiş, Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi Basın
Bürosu’nun 29 Aralık 2004 tarihli, 346 Nolu Açıklamasından alınmıştır.)
***
Sergül
Albayrak kendini anlatıyor:
Adım
Sergül Albayrak
Adım Sergül Albayrak;
Dedemler ekmek parası için, memleketlerini bırakıp, yabancı bir
ülkeye, Almanya’ya yerleşmek zorunda kalmışlar 1960 sonlarında. Ve böylelikle
de ailem Almanya’da yaşamaya başlamış. Ben de Almanya’da dünyaya geldim. Aslen
Adapazarlı olup, babamlar Gürcü, annemlerde Laz’dır.
Memleketimi tanımak bir yana, Türkçe konuşmayı tam anlamıyla
hapishanede öğrendim. İki kültür arasında büyüyen, bocalayan ben, 15 yaşımda
evden kaçtım. Bir yandan ailem belli geleneklerini kültürlerini korumaya
çabalıyor, bir yandan alabildiğine bu kültüre uzak bir kültürün içinde büyüdüm.
Ailemle yaşamayı istemedim. “Özgür” olmak, “dilediğimi yapmak” istedim. Tabi
gerçek özgürlüğün ne olduğunu bilmeden. Emperyalizmin özgürlük anlayışına çok
çabuk kapılıvermiştim. Sigara, alkol, uyuşturucu isteyen istediğini yapmakta
özgürdü. “Küçük özgürlüğüm” bir süre sonra noktalandı, aileme teslim edildim.
Tamamıyla tesadüfi bir şekilde devrimcilerden, Devrimci
Solculardan bahsedildiğini duydum... Kimdi bu Devrim Solcular? Nasıl bir şeydi
devrimcilik? Hiç tanımadığım birilerinden biraz saygıyla, biraz korkuyla
bahsediliyordu. Tanımak istedim. Böylece araladım hiç tanımadığım bu dünyanın
kapılarını...
Bu dünya bambaşkaydı... Sevgi üzerine kuruluydu. Her şey apaçık
ortadaydı. Biraz şaşkınlık, biraz merakla her gün yeni birşeyler öğrenerek
ilerlemeye başladım devrimci olma yolunda.
Birbir çözülüyordu kafamda varolan soru işaretleri. En başta “ben
neyim” sorusu. İnsandım, hem de bana göre “özgür” bir insan. Oysa özgür insan
düşünen, paylaşan insandır. Mutlu, huzurludur. Oysa ki, ben bunları başka
şeylerde aramıştım. İşte şimdi karşımda bir yol vardı. Artık ben de kurtuluş
için varım diyenlerdendim.
Ülkede gözaltına alınıp 19 yaşımda tutuklandım...
19 Aralık 2000’de Çanakkale’deydim. Ve saldırının ilk saatleri
Fidan Kalşen yoldaşım, tek tek vedalaşmaya başladığında bir an ne yapacağımı
şaşırmıştım... Ağlamak? Hayır hayır, bu insan güzeli yoldaşıma saygısızlık
olurdu. Boğazıma düğümlenen bu duygu, Fidan’ın gözlerine baktığımda
yokoluvermişti. Gözlerinden okunan o mutluluk karşısında ağlamak başka ne
anlama gelirdi ki. O tüm yaşamını, geçmişini ve geleceğini toplamıştı ışıl ışıl
gözlerinde... Mutluydu. İlk defa bir yoldaşımı şehitliğinden bir kaç dakika
önce kucaklıyordum. Fidan, Kürt kızı... Fidan... Sevgi dolu, anne gibi, kardeş
gibi, abla gibi.
Şehitlerimiz... Böyle bir kültürden sıyrılıp devrimci olmuştum
ben. Şehitlik nedir, nasıl bir şeydir? Bir insan başkası için ölür müymüş hiç?
Evet böyle düşünüyordum eskiden. Biraz da anlamamaktan kaynaklı olarak. Uzun
uzadıya üzerine düşünmekse gereksizdi... Bugün düşünüyorum da, özellikle
yaşadığımız son dört yıl şehitlik-yaşam-ölüm üzerine o kadar çok kere düşündüm
ki. Fidan’ın ölümü, saçma olabilir miydi hiç? Ya da Fatma Ersoy’umuzun?
Ayşemiz’in, Gürsel Abi, Gülnihal, Özlem, Fatma Abla... 112 şehidimizin... Ve
isyan ediyorum bir kez daha emperyalizme. Emperyalizmin yaydığı o
kültürsüzlüğe, değersizleşmeye. Oysa ki, var mı daha yüce, daha kutsal olan bir
şey dünyada? Kendi yaşamını insanlık adına feda ediyorsun... Feda etti
gidenlerimiz... Daha güzel bir dünya, bir ülke için.. Ne demek, bir insanın
kendi acılarını ateşlerde yanarken bile duyumsamaması?
Lanetler yağdırıyorum her gün ama her gün emperyalizme bunun için.
Milyarların elinden düşünme yetisini aldığı için. Düşünmek ve üretmek; ve
düşünürken ve üretirken “bir canım var, o da halkıma feda olsun” diyebilmek.
Şehitlerimiz, bizim en büyük değerlerimizdir. Her değerin bir fiyatı vardır
diyen emperyalist ahlakın karşısında, inatla koruduğumuz, değeri yüreklerimizde
her gün artan, büyüyen.
Yaşamın orta yerinde olmaktır yaşam denilen şey. Ve bugün yaşamın
orta yeri, direniştedir. Direniş Türkiye hapishanelerinin her duvarının
ardında. Direniş duvarlar ardında teslim olmamakta. Direniş duvarlar ardında,
sizlerle tanışma isteğinde her şeye rağmen. Hapisim doğru, ama beynim hiç de
hapiste değil. Kah bildiğim, tanıdığım yerlerde, yurtdışında; dernekte okulda,
sokakta.. Kah tanımadığım yerlerde, Filistin’de, Irak’ta.. Ve en çok da
memleketimin dağlarında ve mahallelerinde...
(Yukarıdaki mektup, Ekmek ve Adalet
dergisinin 15 Ağustos 2004 tarihli
119. Sayısında yayınlanmıştır.)
***
Sergül
Albayrak Kendini Anlatmaya Devam Ediyor:
Adım
Sergül Albayrak (2)
Kendimi daha önce de kısaca tanıtmıştım.
Bugün yazmamın, yazmak istememin nedeni biraz daha
farklı.
25 Temmuz 2004 tarihi bilmiyorum size bir şey
hatırlatıyor mu? Belki o gün işe geç kalmış, belki sevgilinizden ayrılmış,
belki evlenmiş, belki en iyi arkadaşınızla yıllar sonra karşılaşmanızı
kutlamış, belki çocuklarınızın getirdiği karneye sevinmişsinizdir. Belki, belki,
belki... Elbette çoğaltabilirim belkileri... Ama 25 Temmuz 2004 benim için
bambaşka bir gündü. Hiç unutmayacağım, 26 yıllık ömrümde yaşadığım en mutlu
günümdü desem, sizinle paylaşsam, anlatabilir miyim duygularımı bilemiyorum.
(...) 25 Temmuz 2004’te ölüme baş bağladım ben.
Alnıma bağladığım yıldızlı bandım, benim onurum, gururum.
25 Temmuz 2004’te, 11. Sevgi Erdoğan Ölüm Orucu
savaşçısı olarak alkışlar arasında yeminimi ettiğim, ölüm orucuna başlama
nedenlerimi yoldaşlarıma açıkladığım kürsüye davet edildim. Biliyordum bana
bakan beş çift göz ve duvarlar ardında onyedi çift göz, göremeseler de
gözleriyle, yürekleriyle, gıptayla bakıyorlardı. (...)
Ekibimize adını veren Sevgi Erdoğan kimdi?
Sevgi Erdoğan, Türkiyeli, yüreği sosyalizm ateşiyle
yanan biriydi öncelikle. Bir anneydi Sevgi, bir abla, bir eş... Sevgi Erdoğan
yüreğindeki sevgiyi halkına umut diye taşıyandı. Sevgisini, en zor koşullarda,
işkencelerde, katliamlarda, hapisliklerde terketmeyendi. Sevgi Erdoğan, SEVGİ’ydi.
Sevgiye kesmiş bedeniyle 14 Temmuz 2001’de 283 gün yürüyüşüyle ölümü rezil
edendi.
Ekibimizin adına Sevgi Erdoğan dedik bu yüzden.
Sevgisizliğe, tecrit koşullarında mahkûm edilmek
istenen bizler, “Sevgi” diye haykırdık bu yüzden.
Dört yıldır süren tecriti 116 şehit vererek kabul
etmediğimizi ilan ettik. Ve asla kabul etmeyeceğimizi, SEVGİ diyerek 11. Ekip
olarak ilan ettik.
Tecrit politikası, emperyalist bir politikadır. Ve
zaten tecrit hücreleri de Avrupa’daki “Yüksek Güvenlikli Hapishane”lerin kopyasıdır.
Diyor ki Adalet Bakanı, Avrupa insan hakları
heyetleri de gezdi gördü F Tiplerini ve “insan haklarına uygundur” raporu
verdi. Politikası kendilerinden ihraç edilen Avrupa, “uygun değildir” raporu
verecek değildi ya...
Bireysel yaşam, birey özgürlüğü, bireyi yücelten
daha bir sürü terane sayılıyor. Biz buna karşıyız. Çünkü tüm bunlar insan
olmaya yakışmıyor. Bilinen gerçektir; doğadaki tüm varlıklardan farklı olarak
insan, toplumsal bir varlıktır. Yani sosyal ilişkide bulunmayan insan,
duyularını, hislerini ve giderek insan olma özelliklerini yitirir. İşte bizden
istenen de budur tecrit hücrelerinde; istenen insanlıktan çıkmamızdır.
Direnişimiz dört yıldır sürüyor tüm bunlara karşı.
Sevgi Erdoğan’dan adını alan 11. Ölüm Orucu ekibi
direnişçisi olarak işte bunun için SEVGİ diyorum.
SEVGİ bize yakışır.
SEVGİ insana yakışır.
SEVGİ Anadolu’ya yakışır.
SEVGİ, saflıktır, duruluktur. Her şeye rağmen değer
ve kültürümüze sahip çıkmaktır. Kıskançlıkla korumaktır değerlerimizi.
Her koşul altında boyun eğmemektir kültürsüzlüğe,
değersizliğe, insansızlığa...
Ben Almanya’da doğup büyüdüm. Vatanımı ve halkımı
devrimcilerle birlikte sevmeye başladım diyebilirim. Birçok değerimize “geri
kafalılık” olarak bakıyordum. Oysa ki asıl geri kafalılık Avrupa-i yaşam diye
bize sunulan yozluktu.
Evet, direnişimiz tüm bunlara karşıdır aynı zamanda.
Ve tekrar diyorum ki; zafer SEVGİ’dedir. 11. Sevgi
Erdoğan Ölüm Orucu Ekibi direnişçisi olarak ben de zafere yürüyeceğim.
Tüm sevgimle.
Sergül Albayrak
(Yukarıdaki mektup, Emperyalizme ve
Oligarşiye Karşı Yürüyüş dergisinin 23 Aralık 2007 tarihli 1. Sayısında özet
olarak yayınlanmıştır.)
***
25 Temmuz 2004 Bant Takma Töreni
Konuşması
Yoldaşlar;
Çok heyecanlıyım. Çok,
hem de çok!
Adımıza Sevgi Erdoğan
dedi büyük ailemiz.
Sevgi Erdoğan!
Bunun ne büyük onur
olduğunu ben nasıl anlatayım yoldaşlar?
Sevgi Abla’yı hep
sizlerden dinledim. Adı gibi iliklerime kadar sevgiyi ilmek ilmek ördüğünü
anlatmayayım şimdi. Keza bunun ukalalık olacağını düşünüyorum. Diyeceğim şu ki,
büyük ailemiz; “Bugünün dünyasında sevginin karşılığı SEVGİ ERDOĞAN olmaktır” diyor.
Yoldaşlar sevgimi Sevgi
Abla’nın elinden tutarak, Sevgi Abla’nın yolundan yürüyerek, Sevgi Abla gibi
gülerek hedefe ulaşarak göstereceğim.
Koca bir çınarın
gölgesinde toplaşır ya çocuklar oyun oynamaya... Kol kola verip yuvarlak bir
halka oluşturup çınarın etrafında dönmeye... Ben, bizi, 11. Sevgi Erdoğan Ölüm
Orucu Ekibi’ni buna benzetiyorum. Sevgi Abla ortamızda, elinde bastonuyla o
dünyalar tatlısı gülüşüyle bizi izliyor. Biz de olanca gücümüzle, inancımızla,
öfkemizle kol kola vermiş yürüyoruz...
Öfkemizle dedim... Evet
yoldaşlar, öyle bir kin, öyle bir öfke var ki içimde... 115 can... 115 can
parçam, ablam, abim, kardeşim... Yoldaşım... Bu öfkeyle çaldılar ölümün kapısını...
Bu öfkeyle patladılar düşmanın beyninde. Bu öfkeyle erittiler her bir
hücrelerini... Ve bu öfkeyi büyütmek gerek... Her bir düşenimiz büyütüyor bu
öfkeyi, ben de büyüteceğim. Ve dalga dalga büyüyen öfkemiz halkımızın elinde
silaha dönüşecek. Ve silah bir kez ateş alsın hele, kim durdurabilir ki?
Yoldaşlar, bugün 25
Temmuz... 25 Temmuz Müjdat’ımızın yıldönümü aynı zamanda. O şimdi, bizim
bedenimizde çarpışacak düşmanla... Hücre hücre güç olacak, hücre hücre umut
olacak bizlere...
Tarihimiz... Ne büyük
kahramanlıklarla dolu... ‘84 Ölüm orucu, ‘96 ölüm orucu, 2000-2004 Direnme
Savaşı... Ve şehitlerimiz... Gürsel abimin gülen gözleri, Zeynep’in “bizim kız”
deyişi... Fidan ve delikanlımız İlker... Ayşe ve Ersoy... Ve Kütahya’nın
Fidan’ları, Gülnihal, Fatma Ablam, Özlem... Ve Günay’ım... Ve 115
kahramanımızın her biri... Hepsi hepsi benimle yoldaşlar... Hepsine hepsine son
soluğumla kavuşacağım... Yolum açık... Biliyorum... Ve yoldaşlar... Sizi,
hepinizi... öyle çok seviyorum ki...
İşte bu da benim gücüm.
Bu güçle yürüyeceğim. Bu güçle çarpışacağım. Bu güçle öleceğim.
Yaşasın Ölüm Orucu
Direnişimiz!
Yaşasın Önderimiz Dursun
Karataş!
Yaşasın Devrimci Halk
Kurtuluş Partisi Cephesi!
25
Temmuz 2004/ Sergül Albayrak
***
Sergül Albayrak’ın “Halkıma” Başlıklı Mektubu
HALKIMA
20 Ekim 2000’i
gösterdiğinde tarihler, bir adım öne çıktı 1. Ekipler... Her adım ölüme
yolculuğun ilk adımıydı...
Evet, ölüm... O
“bilinmeyen”e, o “son”a atıyorlardı adımlarını...
Peki yoldaşlarından mı
bezmişlerdi, “yetsin artık” mı diyorlardı? Yoksa sevmiyorlar mıydı yaşamı?
Hayır, hiçbirisi değildi
onları ölüme yolculuğa çıkaran. Onlar kadar yaşamayı seven, onlar kadar umut
dolu, umut saçan, onlar kadar sevgi dolu insanlar yoktu belki yeryüzünde
daha...
Peki niye ölüm?
Çünkü karşılarında iki
seçenek yoktu. Tek bir seçenek vardı ya ölüm, ya ölüm.
Biri onurluca, diğeri
onursuzca...
Biri direnerek... Diğeri
teslim olarak...
Teslimiyet; Anadolu’da
daha beter bir ölümdür. Çünkü inançlarına, şerefine, haysiyetine uzanan elleri
boynu bükük kabulleniş vardır teslimiyette. Teslimiyet tam da bunun için bir
seçenek değildi. Malum ölüm kılığına bürünmüştü zulüm; yine kendimiz biçecektik
kefenlerimizi o halde. Bunun içindi 20 Ekim 2000’deki ilk adım!
Bugün 11. adımı attık. Ve
ben de, benden önceki 115 yoldaşım gibi teslimiyeti bir seçenek olarak görmedim
asla. F tiplerinde yaşadım dört yıla yakın bir süre. Ve 115 yoldaşımı yüreğim
kan ağlayarak uğurladım, bir damla yaş süzülmeden gözlerimden. Sıramı bekledim.
Ve 11. adımı “tam da sırası” diyerek attım.
F tipleriyle amaçlanan
sadece bizlerin tecriti değil. Ki bu bile ölümü yeğlemeye fazlasıyla yeter.
Hayır, “F tipi bir devlet politikasıdır.” Bugünün Adalet Bakanı ve hükümet
sözcüsünün de dile getirdiği gibi bir devlet politikası! Devlet politikası
demek, bir politikayı hayatın her alanında uygulamak demektir... Tecritin
hayatın her alanına uygulanan halini yaşıyoruz bugün. Komşun açsa
bakmayacaksın. Zaten ekonomik durum o hale gelmiş ki bakmak istesen bile
bakamıyorsun. İşyerinden çıkarılmalara, sen çalışıyorsan bakmayacaksın.
Baktığında senin de işinden olma tehdidiyle çalışıyorsun çünkü en nihayetinde.
Maaş zammı istemeyeceksin, işin olduğuna dua edeceksin... Ve bu liste uzayıp
gider böyle… F tipi yaşamdır asıl dayatılmak istenen. Avrupa tipi yani bir
anlamda. Oysa bu tip uymaz bize, Anadolu’ya...
Yüzyıllardan beri Anadolu
halkları paylaşır varını-yoğunu, derdini-tasasını, sevincini-hüznünü
birbiriyle... Ve kuşaktan kuşağa bu gelenekle yetişmiştir Anadolu insanı...
Bugün bu geleneğe saldırıdır F tipi yaşam dayatması...
Karşı çıktık-çıkıyoruz
buna. Çünkü biz Anadolu’nun evlatlarıyız.
Halkım;
Bugün bedenimi ölüme
yatırdım. Bunu birçoğunuz bilmeyecek bile. Ve hatta ölümümü bile
duymayacaksınız belki... Olsun!... Biliyorum ama ben, bu sevgisizliğinizden
değil, bilmezliğinizden... Bunun için de huzurluyum ben. Ölüme yürürken de,
ölümü kucaklarken de böyle olacağım. Çünkü Anadolu insanı bırakmaz hiçbir “ah”ı
yerde...
Halkım;
SİZİ
ÖLESİYE SEVİYORUM!
Sevgi
ve bağlılığımla
25
Temmuz 2004/ Sergül Albayrak
(Yukarıdaki mektup, Ekmek ve Adalet
dergisinin 2 Ocak 2005 tarihli
139. Sayısında özet olarak
yayınlanmıştır.)
***
SERGÜL ALBAYRAK’LA RÖPORTAJ
“Çıkarsam
Sevgi Abla Kalırsam Da Günay Olacağım!”
SORU:
Felluce bomba ve kurşun sağanağına tutuldu. İşgalciler karşısında direniş
bayrağı yükseltildi. Sen de 150’li günlere doğru yol alan bir ölüm orucu
direnişçisi olarak neler hissettin?
Irak! Irak’a saldırı
günleri, işgal süreci. Bunlar çok yakından takip ettiğimiz konular. Evet, iki
yıldır, Irak dünya gündemine oturdu. Ama Irak nasıl oturdu dünya gündemine?
Tamam, ABD medya tekellerinin etkisi yok mu? Daha saldırı başlamadan nasıl
“üçlü”, nasıl “yok edici” saldırılacaklarının propagandasını yapan ABD daha saldırısını
başlattığı ilk günden itibaren bir direnişle karşılaştı. Evet, Medya ikiye
bölündü daha o günlerde, bir kısmı Irak yanlısı, bir kısmı ABD yanlısı yayın
yapıyordu.
Neyse şu an iki yıllık
bir panorama çıkarma niyetinde değilim elbette. Ama Irak’ın dünya gündemine
oturması Direniş’in bir sonucu elbette. “Süper Güç” ilan edilen ABD
emperyalizmi, Irak’ı işgal etti. Ama teslim alamadı iki yıldır. Ki aslolan
işgal etmesi değil. Tarihte bunun birçok örneğini biliyoruz. Irak’a en yakın
örnek ise Cezayir örneği. Yani işgalin
acımasızlığı-korkunçluğu-saldırganlığı... Hiçbir şey kâr etmiyor Irak halkına
çünkü halk, onursuzluğu en başta, asla kabul etmez. İşgal de zaten, vatana
tecavüzün ta kendisi! Şimdi direnişin boyutu vs. bunlar elbette uzun uzun
anlatılabilir, üzerinde tartışılabilir. Ama aslolan direnişin varlığı. Tam da
bu ABD nezdinde emperyalistleri deliye döndürüyor ya.
Direnen Irak halkı, doğru
çok yoksul, doğru belki eğitimsiz (ki bu konuda hiç de böyle olmadığını da
biliyoruz) doğru belki... diye devam edebiliriz, gelmek istediğim nokta şu ki
“baldırı çıplak” edebiyatı var ya emperyalistlerin. İşte böyle bile olsa Irak
halkı, onurunu asla teslim etmiyor. Ve işte insanoğlunun en erdemlisi de budur,
onurunu her koşul altında koruyan insandır. Bizlere karşı da aynı edebiyat
parçalanıyor ya, “bir avuçlar” falan filan...
Ama devrimciliği asla yok
edemiyorlar Anadolu topraklarından.
Felluce... Ülkemiz
standartlarına göre orta ölçekte bir şehir. Genel Avrupa ortalamalarına göre
büyük bir kasaba. Nüfusu 100 bin civarında. Tam iki yıldır Felluce’yi şu veya
bu şekilde ama illaki direnişiyle duyuyoruz. Felluce, iki yıl öncesinden
söylenir değil. Türkiye’de, doğru dürüst dünyanın hiçbir yerinde bilinmezdi
herhalde. Ya da çok az bilinirdi. Ama iki yıldır, kahramanlıklar yaratan Irak
halkı, şehirleriyle anılmaya başlandı. Daha işgalin ilk günlerinde Umm Kasr
direnişi meselâ hafızalarımıza yer etmişti. Sonra Bağdat’ın banliyölerinden
sayılan El Kut şehri meselâ... Beledi, Felluce, Ramadı... Ve daha niceleri. Hiçbirinde
yaşatılan zulmü ayrıntılarıyla bilmiyoruz. Satılmış medyanın bunları
kanıtlayacak görüntüleri-bilgileri vermesini de beklemek abes olur. Çünkü zaten
medya sahibinin sesi. Ama yaratılan kahramanlıklar dünya halklarının tarihine,
kurtuluş savaşları tarihine mutlaka işleniyor, işliyoruz. Bugüne kadar tarihler
boyu hep böyle olmuştur ya. Direnişimiz meselâ. 5 yıldır direniyoruz. Zulmün
her saldırısı bizi yok etmek üzere kurulu. 19 Aralık katliamı meselâ. Devamında
hücreler süreci. Hep tarih sahnesinden bizi yok etmek üzere kurulu saldırılar.
Ama bugün, gerek 19 Aralık katliamında direnen tutsakları ya da hücrelerde
direnen tutsakları yok edebildi mi? Yapanın yanında kâr kalmadı. Çünkü direniş
vardı, var. Direnenler var, biz varız. 19 Aralık 200’de yaratılan
kahramanlıkları bugün Anadolu halkları bilmiyor çoğunlukla. Ama bu, bu
kahramanlıklar olmadı anlamına gelmez ki. Ya da birçoklarının direnmeme
“gerekçesi” (tabii kendilerince bir gerekçedir bu, yoksa tarih önünde-halk
önünde, asla bir gerekçe sayılamaz, tam tersine, dönekliğin-kaçkınlığın
teorisinin oluşturduğu açıkça görülür) olarak gösterdikleri “yaptınız-ettiniz
duyulmadı, boşuna” edebiyatı ile de hareket etmedik. Çünkü öyle anlar vardır
yaşamda, ya da öyle süreçler yaşanır ki, çok önemlidir. Somut bir kazanım elde
edemezsiniz belki hemen, ama bu geleneği belirleyen kararınızı vermenizi
gerektiren bir andır. İşte ölüm orucu kararım da, geçen beş yıllık direnişimiz
de böyledir. Yaşadığımız bugün, gerek sansür, gerekse de direnişin önemi
halkımız nezdinde bilinmiyor olabilir, ama “Ya teslimiyet ya ölüm”ün
dayatıldığı günümüzde, biz onurumuzla ölmeyi seçtik. Irak’ta yaşanan da geniş
ölçekte budur. Elbette bu yönleriyle yüreklerimizle Felluce’deydik haftalardır.
Sokak sokak çarpıştık, direndik, omuz omuza Irak’lı kardeşlerimizle. Ve
lânetler yağdırdık. Yanke kurşunu-yanke bombalarıyla vurulan her kardeşimizin
ardından. Ve alnımda olan bandıma her an daha bir sıkı bağlandım. Kurşun diye
sürdüm hücrelerimi namluya... “Bir mermi de benden” olsun istedim, Felluce’de,
Irak’lı kardeşlerimizin safından işgalcilere sıkılan.
SORU:
AKP Felluce’deki katliamı camilerde insanların öldürülmesini “kınayan”
açıklamalar yaptı. Tamamen emperyalizmin icazetiyle iktidarda olan bir partinin
böyle bir açıklama yapmasını nasıl değerlendiriyorsun?
Aslında insan bazen ne
diyeceğini şaşırıyor. Yani bu kadar takıyye de fazla diye bağırası geliyor. Sus
bari, değil mi ama? Yani işgale ortak olup, lojistikten-hava üssünden ve de kim
bilir açığa çıkmayan hangi ortaklıklardan sonra, tutup bir de pişkince
“camilerde insanın öldürülmesine karşıyım” diyebiliyorsun. Cümle tam böyle
değildi, daha da yüzsüzce kurulmuştu. Niye? Sokak ortasında, evinde yurdunda
öldürülmeleri mi gerekir? diye sorası geliyor insanın. Şu an tam sayısı yok
elimin altında, ama “resmi” açıklamalara araştırmalara göre bile, Irak’ta
yüzbinlerce insanın katledildiği geçiyor. Şu son iki yıllık süreçte.
İşte AKP budur. AKP’nin
eli değil gırtlağına kadar kana gömülmüş bir iktidardır. Ve her konuda olduğu
gibi, dış politikada takıyyeye başvuruyor. Başka türlü Türkiye halkının yüzde
90’lara varan bu saldırı ve işgali reddetmesine rağmen ortaklığını açıklayamaz
ki!
SORU:
AB İlerleme Raporu’nun hapishanelerle ilgili bölümünde “Ölüm orucunda hiçbir
tutuklu yok” deniliyor. Bir ölüm orucu direnişçisi olarak AKP’nin bu yalan
beyanı sonucu oluşturulan AB raporu karşısında neler söyleyeceksin?
YALAAAAAN!
Ama bu
yalanı biz Sevgi Erdoğan Ekibi olarak açlıkta geçirdiğimiz her gün haykırmıyor
muyuz ki suratlarına?
Tam da böyle aslında. Ama
AB’nin de işine geliyor sonuç itibariyle böyle olması. Cemil Çicek’in de her
fırsatta dile getirdiği, “Hapishanelerimiz AB standartlarına uygun” cümlesi
boşa kurulan bir cümle değil, yani bugün hemen tüm Avrupa ülkelerinde örgütlü
bir yapı olan TAYAD Komite’lerin eylemleri var en başta. Yani AB ülkeleri
bilmiyor mu bu direnişin sürdüğünü? Biliyor. Daha çarpıcı bir örneği (sınırsız
bir fedakârlık örneği olduğunu düşündüğüm) Almanya Hükümeti örneğin bizzat
yaşatıyor. Almanya’da Lubeck Hapishanesi’nde 20 Ekim 2000’den beri dönüşümlü
açlık grevini aralıksız sürdüren bir Alman tutsak Rainer Dittrich var meselâ.
Ve sağlığı o derece bozulmuş durumda ki, ölüm sınırında yaşıyor. Raine
Dittrich’in tek talebi, direnişimizin taleplerinin kabul edilmesi. Kendisi için
hiçbir talebi, hiçbir isteği yok. İşte tüm bunlar ışığında soruyorum, Avrupa
hükümetleri, buna rağmen AKP’nin yalan beyanına niye itibar ediyor? Bunun
cevabını aslında ülkemiz Avrupa Birlikçiler’i vermeli. Nasıl olursa olsun, AB
üyeliği diyen bu zihniyettekiler bunun cevabını veremezler. Çünkü bunun
cevabını vermek bağımsızlık düşkünü olan devrimcilere mahsus. Bize mahsus. Ben
son olarak bu konuya ilişkin şöyle bir şey demek istiyorum, AB’den demokrasi
bekleyenler, işte görün AB’nizi! AKP’nin katliamlarına da bugüne kadar olduğu
gibi, bugünden sonra da ortak olacaktır. 117 insanımız AB gözetiminde
katledildi. AB demokrasisi budur. Yalan ve katliam!
SORU:
TCK’daki yeni düzenlemeye göre senin de tahliye olma olasılığın var.
Hapishanelerde kalacak olan tüm yoldaşlarına iletmek istediğin bir mesaj var
mı?
Şimdi birkaç gün önce
gelen bir mektupta, benim durumumu bir yoldaşım aslında çok güzel ifade
etmişti, burada belirtmek istiyorum bunun için; “Çıkarsan Sevgi Abla, kalırsan
da Günayımız olacaksın”. Çıkmak-kalmak benim tercihim değil. Ben tercihimi 25
Temmuz’da yaptım, ölüm orucuna başladım. Bunun için de dışarısı içerisi ancak
mekânsal bir farklılık yaratacaktır. Ki devrimcilikte içerisi dışarısı da
böyledir. Yani aslolan kavgadır, mücadeledir. Bunun için eğer tahliye olursam,
kalan yoldaşlarıma ne diyebilirim ki?
Bir şey deme ihtiyacı
duymuyorum. Benim açımdan soruyorsanız benim sevgim duvarlara değil. Benim
sevgim, bu duvarları yıkacak kadar çok. Yoldaşlarımı çok seviyorum ve yoldaşlarımın
söylediğini tekrar ediyorum:
Çıkarsam
Sevgi Abla Kalırsam Da Günay Olacağım!
(Yukarıdaki
röportaj, Uşak E Tipi Hapishanesi’ndeki DHKP-C Davası’ndan tutsaklar tarafından
çıkarılan Zeybek Ateşi dergisi tarafından yapılmış, derginin 66. Sayısında
yayınlanmıştır... Röportajın bir özeti de Ekmek ve Adalet dergisinin 9 Ocak 2005
tarihli 140. Sayısında yayınlanmıştır.)
***
Sergül Albayrak’ın
Adalet Bakanlığı’na verilen ölüm orucu
dilekçesi:
Adalet Bakanlığı’na
ANKARA
Bizler, “devlet
politikalarınız” uyarınca, ülkemizde eşi benzeri görülmemiş bir katliam sonucu
atıldığımız tecrit hücrelerine karşı dört yıldır direniyoruz ve direneceğiz.
Yeni infaz yasalarınızı, direnme hakkımızı engellemek için çıkardığınız
yasalarınızı, genelgelerinizi kabul etmedik, etmeyeceğiz.
Nasıl ki AB’den ithal
etmeye çalıştığınız demokrasi uyum yasalarınız kötü bir taklit olmaktan ileri
gidemiyorsa, AB patentli-onaylı tecrit hücreleriniz de ilk günden itibaren
çözümsüzlüğünüzün göstergesi olmuştur. Tecritte ısrar ettiğiniz sürece
çözümsüzlüğünüz daha da büyüyecek, tam bir açmaza dönüşecektir. Tecrit
hücrelerini lüks devlet konuk evleri olarak reklam etme çabalarınızın,
“başarıyla” uyguladığınız sansür duvarlarınızın ardına gizlemeye çalıştığınız
115 ölüm gerçeği er geç en yaygın şekilde karşınıza çıkacaktır. Fakat o zaman
sorumluluğunuz çok daha büyümüş olacaktır. Çünkü ölümü göze almış insanların
karşısında durabilecek hiçbir AB yasası, hiçbir “devlet politikası” yoktur.
Ben Sergül Albayrak,
25.07.2004 tarihi itibarıyla kendi isteğim ve irademle ölüm orucuna başlıyorum.
Tecrit politikasına son verilmediği, taleplerimiz kabul edilmediği sürece
ölümümden başta Bakanlığınız olmak üzere devletin tüm ilgili kurumları sorumlu
olacaktır. Bilgilerinize...
25.07.2004
Sergül Albayrak
***
SERGÜL
ALBAYRAK’IN
HALKIMIZA
SESLENEN MEKTUBU
HALKIMA
F tiplerinde 5 yıldır
süren bir direniş var.
Ve bu direnişte 5 yıldır
ölüm orucu ve feda eylemlerinde 117 insan öldü.
Duyurmaya çalıştık
sesimizi!
Sansür çıktı karşımıza!
5 yıldır niye ölüyoruz?
Çünkü TECRİT’te
tutuluyoruz,
TECRİT beyin ölümüdür.
Devlet beynimizi öldürerek bizi teslim almaya çalıştı. Her seferinde ölüm
oruçlarında ölerek, fedalarda yanarak, 19 Aralıklar’da yakılıp katledilerek
karşı çıktık buna. Teslim olmadık, çünkü biz bu vatanı ölesiye sevdik, ölesiye.
Teslim olmadık, çünkü biz
bu halkı, evet sizi, ölesiye sevdik.
İstemedik vatanımız
parsel parsel Amerikalara, Avrupalara satılsın.
İstemedik halkımız
açlığa, yoksulluğa mahkûm olsun.
Bunun için direndik.
Bunun için ölüyorum.
Halkımız; SİZİN İÇİN
ÖLÜYORUZ!
Ben de bunun için, bugün
FEDA eylemi yapıyorum, çünkü sizi ölesiye seviyorum.
Halkımız, sorun araştırın
Tecrit ne?
Sorun araştırın bu
gencecik insanlar niye ölüyor?
Hesabımızı sorun bu
devletten.
Çünkü sorumlusu bu
devlettir.
SİZİ ÖLESİYE SEVİYORUM
HALKIMIZ!
Türkü, Lâz’ı, Çerkez’i,
Kürt’ü, Gürcü’süyle
Sünni’si Alevi’siyle…
Tüm milliyetlerden, tüm
mezheplerden
Hhepiniz için ölüyorum
ben.
26 Aralık 2004
Sergül H. Albayrak
(Yukarıdaki mektup, Ekmek ve Adalet
dergisinin 2 Ocak 2005 tarihli
139. Sayısında özet olarak
yayınlanmıştır.)
***
SERGÜL
ALBAYRAK’IN PARTİ’YE MEKTUBU
PARTİME,
Ben bu aileyi tanımadan
önce yaşamamışım gerçekten, diyorum geçmişi hatırlayınca. Ve bu aile içinde
yaşamayı çok sevdim. Oysa ki tanışmadan önce, yaşamımı sonlandırmayı bile
denemiştim. Ramak kala “kurtarılmış”, “hayata döndürülmüştüm”... Gözümü
açtığımda ne büyük bir hayal kırıklığına uğradığımı çok iyi hatırlıyorum. Ne
anlamı vardı yaşamanın? Amaçsız ot gibi... Hep kendi kendiyle uğraşan, bütün
“yeniliği” de “eskiliği” de kendiyle sınırlı olan bir yaşam, çekilmezdi
gerçekten. Benim için çekilmezdi. Okula gidiyordum, liseyi son sınıflar arası
dördüncülükle bitirmiştim. Öyle kolay kolay herkesin giremeyeceği, hele hele
bir Türkiye’li olarak, bir okulda okuyordum o dönem. Ama işte düzenin sunduğu
bu “nimetler” beni tatmin etmiyordu. Arkadaş çevrem çok genişti, çok da
“sevilen” biriydim çevremde... Sevmek-sevilmek... Ben de çok “seviyordum”
arkadaşlarımı. Ama bu sevmenin-sevilmenin yaşamdaki gerçek karşılığı neydi?
İşte intihar etmiştim... Bir insan niye intihar eder ki? Seven-sevilen bir
insan intihar eder mi? Mutluluk nedir?
Evet tüm bunların
karşılığını ben bu aile içinde tattım, bunun için de Partime-Cepheme ölesiye
bağlandım. Sevdim, hem de çok. Mutluluğu Parti-Cepheli olmakta buldum.
Bağlandım, hem de çok. Hücreler süreci denilince hepimiz gibi, ben de çok kez
düşündüm... Hücreler demek, en başta yoldaşlarından ayrı olmaktı. Ama bu fiziki
bir ayrılık da olsa, kabul edilemez, edilemeyecek bir şeydi. Çünkü yok edilmek
istenen bizim birbirimize olan bağlılığımızdı... Peki devrimciler niye bağlanır
bu denli güçlü birbirlerine? Sevgileri niye büyür günden güne? Çünkü
çıkarsızdırlar... Çünkü emek verdikleri ölçüde, büyürken büyütürler
sevgilerini... Ben de böyle sevdim Partimi-Cephemi... Böyle büyüttüm
sevgimi-bağlılığımı... Düştüğüm zamanlar oldu... Ama Partimin eli hep uzandı
bana, gelip çıkardı beni düştüğüm yerden, gösterdi-anlattı bana
eğriyi-doğruyu...
Partim benim hep yanıbaşımdaydı...
Ve hücrelere
getirildik... Düşman saldırıyordu gün be gün... Örgütlüydük-örgütlüydüm. Ve
Parti-Cepheliler elle gösterilir, düşmanı kendi açmazı içinde debelendirirdi.
Öyle yaptık. 115 yoldaşımızı şehit verdik, ve bugün yeni ekip olarak biz, 11.Sevgi
Erdoğan Ölüm Orucu Ekibi yolculuğumuza hazırlanıyoruz. Ölüm yolculuğuna... Ve
ben de bu ekipte yer alarak öleceğim, ben de önceki 115 yoldaşımın
rahatlığıyla, huzuruyla. Evet rahatım, huzurluyum. Çünkü ölümüm demek zafere
bir adım daha yaklaşmak demek. Ve zafer Parti-Cepheye yakışıyor. Ve zafer
Parti-Cephe geleneği. Bu gelenekte bir halka da ben olacağım. Ve bu fırsatı
bana verdiği için Partime öylesine çok, öylesine çok teşekkür ediyorum ki.
Ve Partime aldığım bu
görevi tamamlayacağıma söz veriyorum. Öleceğim.
Gerçek ölümün bu
olmadığını bilerek. Çünkü biliyorum ben yoldaşlarımda yaşayacağım. Bütün
şehitlerimiz bugün nasıl bende yaşıyorsa, ben de kalan yoldaşlarımda
yaşayacağım.
Bu inançla, tekrar
belirtmek istiyorum ki, Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi Ölüm Orucu
savaşçısı olduğumdan onur duyuyorum.
Parti-Cepheli olmaktan
her zaman gurur duydum.
İyi ki de tanımışım ve
sevmişim bu aileyi. İyi ki de Parti-Cepheli olmuşum.
Mutluyum, hem de çok.
Yaşasın Ölüm Orucu
Direnişimiz.
Yaşasın Devrimci Halk Kurtuluş
Partisi-Cephesi.
Yaşasın Önderimiz Dursun
Karataş.
Saygılarımla
20 Temmuz 2004
Sergül Albayrak
(Sergül
Albayrak’ın Parti’ye mektubu Ekmek ve Adalet dergisinin 9 Ocak 2005 tarihli
140. Sayısında yayınlanmıştır.)
***
SERGÜL
ALBAYRAK’IN YOLDAŞLARINA SESLENEN MEKTUBU
YOLDAŞLARIMA,
Çok ama çok seviyorum
hepinizi. Hepimizi. Biz’i. Devrimci olmamda en büyük etken, yoldaşlık
ilişkileriydi benim. Çıkarsız, hesapsız sevmek... Çıkarsız-hesapsız
ölebilmek... Çıkarsız-hesapsız güvenebilmek... Çıkarsız-hesapsız
paylaşabilmek... Çıkarsız-hesapsız yaşamak-yaşatmak... Yoldaşlık deyince işte,
hesap yoktu, olamazdı... Yoldaşlık deyince işte, çıkar yoktu, olamazdı... İşte
ben bunun için sevdim Biz’i.
Hiç mi hatam olmadı? Hiç
mi sorun yaşamadım? Hiç mi sorun yaşatmadım?
Ben yurtdışında,
yozluğun, kepazeliğin en uç boyutlarda yaşandığı yerde, Avrupa’da
doğdum-büyüdüm. “Sevmiyordum” desem de o yaşamı, devrimci olurken o düzenin
bana sunduğu alışkanlıklarım, çarpık düşüncelerim vardı. İşte bunun için de bir
sürü sorun yaşadım, düştüm, tökezledim-tepetaklak oldum... Ama Partiye karşı
asla kendimi dayatmadım. Diretmedim yanlışlarımda. Çünkü bildiğim ve bilinen
tek bir gerçek vardı, Parti her zaman bizim iyiliğimize yapar ne yapıyorsa...
“Beni yanlış anladınız”, “Beni anlamıyorsunuz” yanılgısına da düşmedim hiç bir
zaman. Çünkü Parti diyorsa, görmüştür de diyordur. O halde benim yapacağım
savunmaya geçmek değildi, olamazdı. Savunmak, kime-neye karşı? Yoldaşlarıma,
Partime... Ne kadar Çarpık değil mi? Evet sorunlar yaşadım, yaşattım... Ama
yaşadığım ve yaşattığım sorunlarda dünyam yıkılmadı. Gösterilen yolu anlamaya
çalıştım. Anlamak doğruyu yapmaktır. Yapmaya çalıştım.
Hiç birimiz dört dörtlük
insanlar değiliz. Ben de değilim zaten. Partinin de hiçbirimizden böyle bir
beklentisi yok. İyi bir insan, iyi bir devrimci olmak demek, zaten dört dörtlük
olmak değildir. Her zaman iyiye, daha iyiye ulaşma isteğiyle yürümek demektir.
Hülya’mızın dediği gibi “HEP İLERİ” yani.
Evet yoldaşlar,
Günayımız’dan devraldığım bandımı Sevgi Ablamızın-Koca çınarımızın gölgesinde,
onurla taşıyacak, ben de zafere yürüyeceğim. Ve Günayımız gibi ben de Partiye
güvenin diyorum. Parti-Cephemiz bugüne kadar söylediği her şeyi yapmış-yaptığı
her şeyi savunmuştur. Bu anlamda da tektir dünyada. Ve ben her zaman gurur
duydum Parti-Cepheli olmaktan.
Yoldaşlar,
Ölüm yürüyüşüne
hazırlandığım bugünlerde sonsuz bir huzurla doluyum. Ve yolculuğum boyunca hep
bu huzuru taşıyacağım. Şehitlerimizden ve Parti-Cephemizden aldığım güçle, siz
yoldaşlarımın sevgisiyle ben de ulaşacağım zafere... Zaferim ölümüm olacak.
Nihai zaferimize gerekli olan bu. Başka alternatif yok.
Yoldaşlar,
Son olarak tekrar
belirtmek istiyorum, SİZİ ÇOK AMA ÇOK SEVİYORUM.
Yaşasın Ölüm Orucu
Direnişimiz.
Yaşasın Önderimiz Dursun
Karataş
Yaşasın Devrimci Halk
Kurtuluş Partisi-Cephesi.
Ya Zafer Ya Ölüm.
Sevgim ve bağlılığımla
Sergül
Albayrak
20
Temmuz 2004
(Yukarıdaki mektup, özet olarak Ekmek ve
Adalet dergisinin 9 Ocak 2005 tarihli 140. Sayısında özet olarak
yayınlanmıştır.)
Hakkında
Daha Geniş Bilgi İçin...
Yoldaşları, yakınları Sergül Albayrak’ı Anlatıyor: