Serdar DEMİREL
Şehit
Düştüğü Tarih: 7
Ocak 2006
Şehit
Düştüğü Yer: Ankara
Doğduğu
Tarih: 3 Eylül 1964
Doğduğu
Yer: Çankırı
Mezar
Yeri: Ilgaz ilçesi, Çankırı
Ölüm
orucu direnişçisi Serdar Demirel, 7 Ocak’ta zorla müdahale işkencesiyle
katledildi.
Serdar
Demirel, 9 Mayıs 2005’te 12. ölüm orucu ekibi direnişçisi olarak başlamıştı
ölüm orucuna. 200’lü günlerindeki açlığı boyunca hücre hücre erimişti. Artık,
“direnme hakkını” yoketmek isteyen iktidarın zorla müdahalesi her an ihtimal
dahilindeydi. Serdar Demirel, işte bu politikaya karşı, daha önce de bazı
direnişçilerin yaptığı gibi, direnme hakkını savunmak, tecrit ve sansür
duvarlarını parçalamak için bedenini tutuşturmaya karar verdi.
18
Aralık 2006: Serdar Demirel, bulunduğu hücresinde bedenini tutuşturdu. Ancak
eylemi hapishane idaresi tarafından farkedildi ve müdahale edildi. Revire
kaldırılan Serdar Demirel’in sadece ellerinde ve kulaklarında hafif yanıklar
vardı.
7
Ocak 2006: Serdar Demirel, işkencecilerin her yanını kesip delerek zorla
besleme girişimlerine karşı direnişini sürdürüyorken, son yapılan zorla “tıbbi”
müdahaleyle katledildi. Serdar Demirel de toprağa serpilen tohumlardan biriydi.
Tohum, onun yüreğine, devrimcilerin 1970’lerde faşizme, emperyalizme karşı
kahramanca mücadele ettiği yıllarda serpilmişti. Tohumların fidana durması ise,
Devrimci Solcuların 12 Eylül’e karşı direnişinde, özel olarak da 1984 ölüm
orucu dönemindedir. Sonrası fidanın boy vermesi dönemidir. Ve o, 17 yıllık
devrimci yaşamını bir feda direnişçisi olarak tamamladı.
Serdar
Demirel, 3 Eylül 1964 Çankırı doğumludur. Orta halli bir memur ailesinin
çocuğudur. Yaşamının büyük bölümü İstanbul’da geçti. Ailesi ve çevresinin
devrimci, demokrat yapısı nedeniyle devrimci düşüncelere her zaman yakın oldu.
İstanbul’da Yeni Levent Lisesi’nde öğrenciyken devrimcilerle iç içeydi. Örgütlü
olmamakla beraber, mücadelenin içindeydi. Direnişlerde, boykotlarda yer aldı...
Ağabeyi 12 Eylül yıllarında tutsaktı. Soran herkese, "kan bağıyla Devrimci
Solcuyum" derdi. Hapishanelerdeki irade savaşının cisimleştirdiği
kararlılık, cüret, haklılığa ve meşruluğa inanç, onun kendi kişiliğinde de
somutlanmaya başladı. Artık sadece kan bağıyla değil, herşeyiyle devrimci
olacaktı.
1989’da
örgütlü bir Devrimci Solcu oldu. Daha sonra Silahlı Devrimci Birlikler’de
istihdam edildi. Halk düşmanlarına karşı halkın adaletinin temsilcisi olarak
mücadelede yerini aldı.
1991
Haziran’ında tutsak düştü. 15 gün boyunca işkencelerden geçirildi.
"Devrimci Sol SDB üyesi olmak"tan Malatya DGM’de yargılandı ve
müebbet ağır hapis cezası verildi. 19 Aralık 2000 katliamına kadar Malatya,
Bursa, Yozgat, Ordu ve Bartın hapishanelerinde kaldı.
17
yıllık devrimci yaşamının 14 yılını tutsaklıkta geçirdi.
5
yıldır Sincan 1 No’lu F Tipi’nin hücrelerindeydi.
***
Serdar Demirel’in
ölüm orucuna başladıktan
sonra avukatına
yazdığı mektup:
Merhaba Behiç Bey,
Nasılsınız? Size ve
Halkın Hukuk Bürosu çalışanlarına selam ve sevgilerimi sunuyorum.
Bildiğiniz gibi düşünce
değişikliği dayatması ve tecrite karşı 5 yıldır süren
direnişte ben de 9 Mayıs 2005 tarihinde ölüm orucuna başladım... Avukatım
olarak sizinle duygu ve düşüncelerimi paylaşmak, vasiyetimi ve her ihtimale
karşı dosyamda olmayabileceğini düşünerek hukuki durumum ile ilgili bilgi
vermek istiyorum.
Emparyalizm ve işbirlikçilerinin
sömürülerini sürdürmek, dünya halklarına boyun eğdirmek için kan gölüne
çevirdikleri dünyada, direnişin kalbinin attığı coğrafyanın tam ortasında
emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için
35 yıldır kesintisiz bir yürüyüş sürüyor. Bu yürüyüşün son 5 yılı, odağında
tecrit, hücre saldırısı olan zulme karşı onurun, devrimci kimliğin,
düşüncelerimiz ve inançlarımızla yaşamanın, direnme hakkının savunulduğu Büyük
Direniş’le geçti.
F tipi hücre, tecritin gündeme geldiği günlerde, bu saldırının sadece biz
devrimci tutsakları değil, işçisi, memuru, öğrencisi, köylüsü, esnafı ile tüm
halkı hedeflediğini, yaşamı hücreleştirme, halkları köleleştirme amaçlı olup
esas olarak umudun yok edilmek istendiğini söylemiştik. Aradan geçen 5 yıl
söylediklerimizi onlarca kez doğruladı. Büyük direniş bu hedefin amacına
ulaşmasının önünde 118 canla örülen en büyük barikat oldu... Zulmün sahipleri
bu barikatı aşamadıkça acizleşti... Pervasızlıkla, "yeni taktik"lerle
saldırılarını arttırdı. Bugün zorla müdahaleyi "yasal"laştıran,
her türlü direnişi suç sayan Ceza İnfaz Kanunu, Türk Ceza Kanunu, CMUK gibi
"AB’ye uyum", "demokratikleşme" yalan ve demagojileri
altında çıkarılan onlarca sömürü, talan, baskı ve zulüm yasasına her gün
yenileri ekleniyor. Yetmediği yerde, 1 Nisan’da olduğu gibi komplolarla,
Trabzon’da olduğu gibi ipini çözdüğü sivil faşist güçleriyle, provokasyonlarla,
şovenizm kışkırtıcılığıyla sonuç alınmak; başta devrimci-demokrat-muhalif
güçler olmak üzere tüm halk sindirilmek, susturulmak, hak ve özgürlükler yok
edilmek isteniyor. Bunun siyasal anlamı, Anadolu’dan devrimin ve devrimciliğin
tasfiye edilerek, halkların umudunun ve geleceğinin karartılmak istenmesidir.
Ama Anadolu bugüne kadar
hiç umutsuz, çaresiz kalmadı... Bugün de umutsuz, çaresiz değil… Biz varız ve
direnmeye, umudu yaşatmaya devam ediyoruz. 118 canımızın tohum olup Anadolu’nun
bağrına serpildiği, dünyanın yakın tarihinin en büyük ve en görkemli direnişini
ilk günkü kararlılığında, her şeye ve herkese rağmen sürdürüyoruz...
Ben de Anadolu
halklarımın umudu büyük ailemizin bir ferdi olarak, umudun 12. yılında 12. ekip
direnişçisi olarak, devrimin sönmeyen meşalelerinden Fidanımız’ın
adıyla bu yürüyüşteki yerimi aldım. Bunun onuru ve gururuyla süren güneşe
yürüyüşümün 17. günündeyim.
(…)
Size olanca coşkumla
selam ve sevgilerimi sunuyorum. Saygılarımla Serdar Demirel.
Mayıs 2005
***
Serdar
Demirel’in ölüm orucunu sürdürürken
yazdığı bir
mektuptan:
"Anadolu
Bugüne Kadar Hiç Çaresiz Kalmadı"
‘Ya
Düşünce Değişikliği Ya Ölüm’
İkilemi
Karşısında Onuru Seçtim...
Düşünce değişikliği
dayatması ve tecrite karşı 5 yıldır süren direnişte
ben de 9 Mayıs 2005 tarihinde ölüm orucuna başladım.
Emperyalizm ve işbirlikçilerinin sömürülerini
sürdürmek, dünya halklarına boyun eğdirmek için kan gölüne çevirdikleri
dünyada, direnişin kalbinin attığı coğrafyanın tam ortasında emperyalizme ve
işbirlikçilerine karşı bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için 35 yıldır kesintisiz
bir yürüyüş sürüyor. Bu yürüyüşün son 5 yılı, odağında tecrit saldırısı olan
zulme karşı onurun, devrimci kimliğin, düşüncelerimiz ve inançlarımızla
yaşamanın, direnme hakkının savunulduğu Büyük Direniş’le geçti.
F Tipi tecritin gündeme
geldiği günlerde, bu saldırının sadece biz devrimci tutsakları değil, işçisi,
memuru, öğrencisi, köylüsü, esnafı ile tüm halkı hedeflediğini, yaşamı
hücreleştirme, halkları köleleştirme amaçlı olup esas olarak umudun yokedilmek istendiğini söylemiştik. Aradan geçen 5 yıl
söylediklerimizi onlarca kez doğruladı. Büyük Direniş bu hedefin amacına
ulaşmasının önünde 118 canla örülen en büyük barikat oldu. Zulmün sahipleri bu
barikatı aşamadıkça acizleşti. Pervasızlıkla, "yeni taktik"lerle
saldırılarını arttırdı. Bugün zorla müdahaleyi "yasal"laştıran,
her türlü direnişi suç sayan Ceza İnfaz Kanunu, Türk Ceza Kanunu, CMUK gibi
"AB’ye uyum, demokratikleşme" yalan ve demagojileri altında çıkarılan
onlarca yasaya her gün yenileri ekleniyor. Yetmediği yerde, 1 Nisan’da olduğu
gibi komplolarla, Trabzon’da olduğu gibi ipini çözdüğü sivil faşist güçleriyle,
provokasyonlarla, şovenizm kışkırtıcılığıyla sonuç alınmak; başta
devrimci-demokrat güçler olmak üzere tüm halk sindirilmek, susturulmak, hak ve
özgürlükler yok edilmek isteniyor. Bunun siyasal anlamı; Anadolu’dan devrimin
ve devrimciliğin tasfiye edilerek, halkların umudunun ve geleceğinin
karartılmak istenmesidir.
Ama Anadolu bugüne kadar hiç umutsuz, çaresiz
kalmadı. Bugün de umutsuz, çaresiz değil. Biz varız ve direnmeye, umudu
yaşatmaya devam ediyoruz. 118 canımızın tohum olup Anadolu’nun bağrına
serpildiği, dünyanın yakın tarihinin en büyük ve en görkemli direnişini ilk
günkü kararlılığında, her şeye ve herkese rağmen sürdürüyoruz.
Ben de Anadolu halklarının umudu büyük ailemizin bir
ferdi olarak, devrimin sönmeyen meşalelerinden Fidanımız’ın
adıyla bu yürüyüşteki yerimi aldım. Bunun onuru ve gururuyla süren güneşe
yürüyüşümün 17. günündeyim.
İnançla Çelikleşmiş İrade Yenilmez
Son 4.5 yılı 19 Aralık sonrası atıldığım Sincan 1 No’lu F Tipi’nde olmak üzere 14 yılı hapislikle geçen 17
yıllık devrimci yaşamım boyunca bu büyük aile içerisinde sevginin, paylaşmanın,
sahiplenmenin, vefanın, "ben"
değil "biz" olmanın en
güzelini yaşadım. Düştüğümde sıcak bir el ile emek verilerek sarılıp,
sarmalandım. Sıcak bir sohbeti, bir yudum çayı, bir lokma ekmeği ve kavgayı
paylaştığım onlarca arkadaşım dahil, aynı ideallerle yürüdüğümüz yüzlerce
arkadaşımızı güneşe uğurlarken, onları kaybetmenin acısıyla, yarattıkları
değerlerin coşkusuyla ve zulme karşı artan öfkemle yoğruldum. Bugün kurtuluşun
ve umudun simgesini kuşanıp yürüdüğüm bu yolda, heybemde "Biz"e ait
değerlerimiz, sonsuz inancım ve sınırsız bağlılığım var. Halkıma, vatanıma,
büyük aileme olan engin sevgim var...
İşte bu nedenle hiçbir kaygı duymadan halklarımızın
özgürlüğü, vatanımızın bağımsızlığı için yaşamlarını feda eden yüzlerce canımız
gibi gönüllü oldum. Gönlüm rahat ve huzur doluyum. Biliyorum ki, Anadolu’nun
bağrında binlerce, yüzbinlerce vatanseverin yüreği
bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için çarpıyor. Ve mutlaka umudun ışığında
ideallerimizi gerçekleştirecekler. Çünkü, cüret, kararlılık ve inançla
çelikleşmiş bir iradeyi yenebilecek hiçbir güç yoktur.
İşte bu güçle kazanacağımıza, vatanımızın bağımsız,
halklarımızın özgür olacağı günlerin de mutlaka geleceğine inanıyor, sizleri
Fidanca, 118 kahramanımızın sıcaklığında selamlıyor, sevgi ve saygıyla
kucaklıyorum. Biz Varoldukça Umut Hep Yaşayacak...
Asla Vazgeçmeyeceğim
Zulmün en koyusunun yaşandığı bir ülkede devrimci
olmak, devrim idealini taşımak büyük bir onurdur. Bu onuru koruyabilmek, ölüm
dahil her türlü bedeli de göze almayı gerektiriyor. Hem bedel ödemekten kaçmak,
hem de bu onuru taşımak mümkün değil. Bu, eşyanın tabiatına da aykırı... Bugün,
tecrit ile dayatılan "ya düşünce değişikliği ya ölüm" ikilemi
karşısında onurumu korumayı seçerek, özgür irademle bedenimi ölüme yatırdım...
Tecrit politikasına son verilip, siyasi kimliğimizle, düşüncelerimizle yaşama
hakkımız kabul edilmedikçe bundan asla vazgeçmeyeceğim.
Bu düşüncemi umudumu kuşandığım gün hem Adalet
Bakanlığı’na verdiğim dilekçemde, hem de tutulduğum hücreden herkese ilan
ettim. O gün coşkulu ve huzur doluydum... Hayır, yalnız değildim. Tecrite karşı yaşamlarını seve seve
feda eden Fidan, Ahmet, Cengiz, Ali, Erol, Yusuf, Hüseyin, Bekir, Sevgi Abla ve
tüm canlarımız yanımdaydı... Yıllardır tecrit altında fiziken
yüzlerini göremediğim, seslerini duyamadığım tüm yoldaşlarımlaydım... Abdi İpekçi’de yaşlı bedenlerini her türlü zorluğa rağmen zulme
karşı siper ederek bizleri sahiplenen analarımızın, babalarımızın,
kardeşlerimizin, TAYAD’lı Ailelerimiz’in
varlığını tüm sevgileri ve coşkularıyla bütün hücrelerimle hissettim...
O gün şunları söyledim:
12. Ekip üyesi olarak, Sabo’nun Çiftehavuzlar’da dalgalandırdığı,
canlarımızın kanıyla kızıllaşmış yıldızı gelecek düşümüzün simgesi kızıl
yıldızlı onurumuzu alnıma takarken, bu bilinç ve inançla, böylesi onurlu bir
görevi omuzlamanın mutluluğu ve huzuruyla yürüyorum. Yolum, canlarımız,
kahramanlarımızın yoludur. Hedefim, mutlak menzile varmaktır. Erişecek ve layık
olacağım...
Yürüyüşe başlamam, uzun bir bekleyişin ardından
oldu. Bu nedenle öncesi ve sonrası ile oldukça yoğun duygular yaşadım.
Öncesinde; canlarımız birbiri ardısıra hücre hücre eriyerek güneşe ulaşırken, onlarla yanyana olamamanın acısı ve buna sebep olan her şeye ve
herkese duyduğum öfke ve onların içinde olma arzumun sabırsızlığı ile doluydum.
Her bir katarla ertelenen bu sabırsızlık, sevdamı ve tutkumu da büyüttü. Bu
duyguyu "BİZ" olan herkesin yaşadığını biliyorum. Artık yola çıkma
zamanı gelince, müthiş bir coşku seli ile birlikte dingin bir huzur, engin bir
mutluluk duygusu kapladı... Yani ‘BİZ’e duyduğum
güven, bağlılık, inanç ve bunların getirdiği iç huzuru...
*
Gerçek Vatanseverler Devrimcilerdir,
Bizleriz
... Sevgili Birol; halk ve
vatan sevgisi ile ölümsüzlük üzerine ne düşündüğümü paylaşmak istiyorum.
Halk ve vatan sevgisi özünü, bağımsızlık ve özgürlük
tutkusundan alır. Tarih boyunca halklar-uluslar bağımsızlıkları ve özgürlükleri
için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamış, yüzbinler
milyonlarla ifade edilebilecek sayıda insan bu uğurda canını seve seve vermiştir. Bu yanıyla halk ve vatan sevgisi, bir
halkın ve o halkın her ferdinin bağımsızlık ve özgürlük tutkusunun somuttaki
ifadesidir. Bayrak, şehitler gibi değerleri de bu sevgi ve tutkunun
sembolleridir.
Bu anlattıklarım genel bir tanımlamadır. Ancak
gerçek anlamda halk ve vatan sevgisi nedir sorusunu net ve açık bir şekilde
ortaya koymak gerekir. Çünkü, bugün ülkemizde sınıfsal konumu, siyasal eğilimi
ne olursa olsun kime sorarsanız sorun "halkımı ve vatanımı seviyorum"
der. Faşisti de islamcısı da, demokratı da, solcu,
sosyalist, hükümanist diyeni de farklı ifadelerle de
olsa aynı şeyi söyler. Ama pratikteki tavır(sızlık)ları, hiç de buna denk düşmez. Bu noktada halkımı ve
vatanımı seviyorum diyenlerin bu sözü ne kadar yerli yerine oturmaktadır?
Mesela; topraklarımız emperyalist haydutların postalları altında ezilirken;
ulusal servetimiz ve değerlerimiz bu haydutlara peşkeş çekilirken; bunlar
topraklarımızı kullanıp başka halkları bombalayıp katlederken hiç sesleri
çıkmayan, görmeyen, tepki vermeyen, ulusal onurları kabarmayan; ama Trabzon’da TAYAD’lılara yönelik linç saldırısına katılan, işgale ve
sömürü ve zulme karşı çıkanlara saldıran faşistlerin; insanları diri diri yakan, domuz bağıyla katleden ‘islamcı’ların;
bunları caiz gören ‘inanmış’ insanların (bununla bilinçli davranan halk
düşmanları dışındaki kandırılmış, aldatılmış insanları kastediyorum) veya
bunlar karşısında tavırsız kalan sol-sosyalist etiketli kesimlerin gerçek
anlamda halk ve vatan sevgisinden sözedilebilir mi?
Halklar için bu değerlerin önemini ve bunlar için
neler yapılabileceğini iyi bilen egemen sınıflar, yüzyıllardır bu değerleri
yalan ve demagojilerle çarpıtarak sömürü ve zulüm düzenlerini sürdürebilmek
için kullanmışlardır. Bugün de kullanıyorlar. Örneğin ülkemiz egemenleri,
‘vatan-millet-sakarya edebiyatı’ diye tanımlanan şovenist sahtekarlıklarıyla halklarımızın bu değerlerini
kullanıyorlar. Yukarıda sözettiğim sağ-faşist, dinci
ve diğer ‘solcu’ partilere oy veren, bu kesimlerin tabanını oluşturan halk
kesimlerinin ‘tavırsızlığının’ veya yanlış tavır almasının nedeni de budur.
Objektif ve subjektif koşullar nedeniyle bu böyledir.
Eğer halka doğruyu gösterir ve anlatırsanız, bugün egemenlerin her türlü yalan
ve demagojilerine, baskı ve terörlerine rağmen halk bağımsızlığı ve özgürlüğü
uğruna hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacak, tavırsız kalmayacaktır. Tarih bunun
örnekleriyle doludur.
Gerçek bir halk ve vatan sevgisinden sözedebilmek için inanç ve bilinç gereklidir. Halka
inanmaktan, neler yapabileceğini bilmekten geçer. Bilmek; kitabi değil,
kavramak, anlayarak bilmektir. Ve tabi ki, bunun gereğini yerine getirmekten,
yani kurtuluşu için bedel ödemekten kaçınmadan mücadele etmekten geçer. Bu
nedenle gerçek vatanseverler sadece devrimcilerdir, biziz diyoruz. Halkımızın,
her şeye rağmen devrimcilere saygı duymasının, sahiplenmesinin ve bu uğurda
düşenlerini yaşatmasının, yerlerini onlarla-yüzlerle doldurmasının nedeni
budur. Bu, kavgada düşenlerin bedenleri yok olsa da, isimleri, kavgaları ile
yaşamasıdır. İnsanı insan yapan onuru ve bıraktığı değerleri ise, bundan daha
büyük onur ve değer verme olur mu?...
Tabi şunu da eklemek gerekir; kavgada toprağa düşmek
bir sonuçtur, kavganın olası bedellerindendir. Yoksa kimse bunun için yola
çıkmaz, kavgaya girmez. Bu noktada ölümsüzlük bir devrimcinin kazanacağı en
değerli nişandır, onurdur.
*
Sevgili Birol;
Bildiğin gibi biz Fidan’larda ilk dalyamızı
tamamlıyoruz. 120’lerimiz gibi inanç ve kararlılıkla her şeye ve herkese rağmen
yolumuzda yürümenin coşkusunu yaşıyoruz. Sizleri bu coşkuyla, canlarımızın
sıcaklığında sımsıcak kucaklıyorum.
*
Hiçbir kaygı duymadan halklarımızın özgürlüğü,
vatanımızın bağımsızlığı için yaşamlarını feda eden yüzlerce canımız gibi
gönüllü oldum. Gönlüm rahat ve huzur doluyum. Biliyorum ki, Anadolu’nun
bağrında binlerce, yüzbinlerce vatanseverin yüreği
bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için çarpıyor. Ve mutlaka umudun ışığında
ideallerimizi gerçekleştirecekler. Çünkü; cüret, kararlılık ve inançla
çelikleşmiş bir iradeyi yenebilecek hiçbir güç yoktur.
Serdar
Demirel’in mektuplarından derlenen bu yazı Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm İçin
YÜRÜYÜŞ dergisinin 22 Ocak 2006 tarihli, 36. sayısında yayınlanmıştır.
Hakkında
Daha Geniş Bilgi İçin...
Yoldaşları, yakınları Serdar
Demirel’i Anlatıyor: