Serdar DEMİREL’i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Serdar Demirel’in Annesi Mesude Demirel:

“Ciğerimiz Yandı Ama Gururumuzla Yaşıyoruz.”

 

Aşağıdaki metin, Mesude Demirel’le yapılmış bir röportajın metnidir:

 

“...Allah belalarını versin, belalarını versin. Başka bir şey söylemiyordum ilk gördüğümde. Elleri böyle, kelepçeli. İkinci gittiğimde yoğun bakım odasına getirmişler. Şöyle bir anda beni tanıdı. Ondan sonra anne dedi bana, “ben ölüm orucundaymışım, doğru mu?” dedi. Evet dedim. “Zorla müdahale edilmişim doğru mu?” dedi...

 

- 19 Aralık’tan bu yana siz de oğlunuzun şehit düşmesine kendinizi hazırlamışsınızdır. Annesi olarak şehit düşmesini nasıl karşıladınız?

Mesude DEMİREL: Kendi kararına, kendi sevgisine, kendini kaptırdığı şeyin arkasında gitti. Hiçbir zaman engellemek için de en ufak teşebbüste dahi bulunmadım, söyleyenlere de ters cevap verdim. Oğlumun gururunu korumak için elimden geleni yaptım. Oğlumu toprağa verdim, şehit ettim, bundan sonra da ölünceye kadar oğlumun arkasındayım. Annelik görevimi yapacağım. O benim gurur kaynağım.

 

-       Cenazede de bunu söylemiştiniz, kasette izlemiştik.

Mesude DEMİREL: Ve aynı şeyi ölünceye kadar söyleyeceğim.

 

-       Onunla hapishanede yaptığınız son ziyaretlerde nelerden bahsediyordu daha çok?

Mesude DEMİREL: Ziyaret ettiğim zamanda bana söylediği, anne unutma diye devamlı verdiği vasiyetnameden sözediyordu. O vasiyetimi yerine getirmeni diliyorum anne. Bütün arzusu oydu. Ona, hiçbir zaman en ufak bir tereddütün olmasın vasiyetin yerine gelecek dedim ve en ufak gönlümde şimdi bir şeyim yok, hiç pürüzüm kalmadı. Gerek ben, gerek abisi verdiği vasiyeti yerine getirdiğime inanıyorum.

Ben ölünceye kadar da bu devam edecek, ben öldükten sonra da arkasında iki abisi var. Onların da onun dediklerini yapacaklarına canı gönülden evlatlarıma inanıyorum.

Daha da bırak onu, daha açıkça söyleyeyim, onu seven onu sayan yoldaşlarının da, halkın da arkasında duracaklarına, oğlumu destekleyeceklerine yürekten inanıyorum.

 

- Serdar’ın mücadele öncesi geçmişinden biraz bahsetsek...

Mesude DEMİREL: Serdar, işte askere gidinceye kadar devamlı hapishanedeki abisinin ziyaretine gidip gelen, faaliyette olmasa bile daima abisine destek veren, abisinin yanında olan birisiydi. Sonra olanlar malumunuz. Abisinin gittiği her yere peşinden gitti. Ta ki ‘91’de yakalanıncaya kadar. Yakalandıktan sonra ben bir anne olarak ona destek güç vermek için her gittiği cezaevine de gittim. Hiçbir yerde bir eksiklik yaptığıma inanmıyorum.

 

- Peki çevresinde nasıl tanınan bir insandı Serdar...

Mesude DEMİREL: Buraya geldiğimiz zaman da, bu çevremiz de gördü. Dürüst, terbiyeli, sakin, sevecen, babası da dahil böyle bir insandı. Hiçbir zaman çevresindekileri kırmayan, yalanı, düzeni sevmeyen. Hatta bir keresinde bana dedi ki ana en kabahatlisi sensin. “Biz kime ne yaptık ki oğlum?” dedim, dedi ki anne bize doğruyu öğreten, doğru yola teşvik eden babamla sensin anam dedi. Ben de onun karşısında “doğru söylüyorsun oğlum, kimse bizi yıkamaz, biz doğru yolumuzda gidiyoruz” derdim. Aynı kelimeleri konuşurduk. Ta ki o eylemi yaptığında bile o aynı şeyi söyledi. Ben de “kesinlikle senin başarızlığını hazmedemiyorum” dedim. Hazmedemedim de. O yanık eliyle betona vurduğu zaman ciğerim yerinden hopladı ama dedim bunu kabul ettiğin anda beni bulamazsın. Sen aslanlar gibi girdin aslanlar gibi yoluna devam et oğlum dedim.

 

- Anacığım o konuşmayı anlatabilir misin bize?

Mesude Demirel: Şimdi bak 19 Aralık gününün ertesi gün görüş günüydü. Ben gittiğim zaman da baktım başında şapkası yok, beresi vardı geçiriyordu şöyle... Kapıyı açtı gardiyan, oğlum içeri girdi, girdiği zaman elleri böyle bembeyaz. Sargı bezleri hemen üstüne koymuşlar. Hayrola oğlum ne oldu dedim. “Feda eylemi yaptım” dedi. O anda dondum kaldım, bir şey diyemedim.

 

-       Bu son ziyaretiniz değil mi?

Mesude Demirel: O andan sonra iki kez daha ziyaretine gittim. Elini orada betona bir vurdu. “Başaramadım” dedi. Ben de deli misin dedim. Sen başarılısın. Sende kalbur kadar yürek var, her babayiğit giremez o yükün altına dedim. Sen yoluna devam ediyon mu ondan haber ver dedim. “Ediyorum” dedi. Tamam o zaman dedim. Yanık yara geçer, leke geçmez dedim. Haksız mıyım?

Ondan sonra biraz oturdu. Yorgunsan gideyim oğlum dedim. “Yok anne dayanıyorum” dedi. Yürüyerek kendi geldi, gardiyanlara elini sürdürmedi. Bir 5 dakika sonra kendisi “tamam anne gidebilirsin” dedi. “Avukatlara haber ver” dedi.

Hapishanedeki bu ziyaretin ardından bir daha görüştüm. Doktorlar ne yaptılar dedim. “Revire götürdüler” dedi. “Revire gittiğim zaman da çok mücadele ettim” dedi. İkna edip müdahale edilsin diye hastaneye kaldırmak istemişler illa hastaneye gideceğiz. Orada doktorla bayağı pençeleşmiş. Orda en son doktor da “hafızası yerinde olan kişiyi ben hastaneye götüremem, müdahale edemem” demiş. Doktora müdahale edeceksin diye tutturmuşlar. Ve doktora da demişler “sen müdahale edemiyorsan sen de buradan gidecen” demişler, oradan resmen kovmuşlar. O görüşmem öyle oldu. Ondan sonra bir daha gittiğimde biraz daha iyiydi. Gene kendi yürüyerek geldi. Onda da gene aynı konuşmalarımız böyle.

Çarşamba ailelerden öğrendim ki Serdar zorla müdahale için hastaneye götürülmüş. Hastaneye gittiğinde de yine sağolsun çocuklar duymuşlar yanıma geldiler. Benim içim rahat değildi. Çocuklar dedim bunlar her bir şeyi yaparlar, yani müdahale etmelerinden korkuyordum, korktuğum başıma geldi. İlk gördüğümde kendinde değildi. Sadece böyle kafasını çeviriyordu. Allah belalarını versin, belalarını versin. Başka bir şey söylemiyordum ilk gördüğümde. Elleri böyle, kelepçeli. İkinci gittiğimde yoğun bakım odasına getirmişler. Şöyle bir anda beni tanıdı. Ondan sonra anne dedi bana, “ben ölüm orucundaymışım, doğru mu?” dedi. Evet dedim. “Zorla müdahale edilmişim doğru mu?” dedi. Doğru dedim. Eğildim dedim, “sen bu mücadeleye devam et, ne olduğunu unutma” dedim. Başını salladı. Başka bir şey konuşmadı. Sonra önümden aldılar hemen apar topar. Gittiler, gidiş o gidiş. Bir daha görmedim ben de. Ama döner dönmez çocuklar dedim, gün saat o kadar sayılı dedim. Tahmin ettim. Çünkü o kadar güçsüzdü. Hırpaladılar mı gözüm görmedi ama her şeyi beklerim.


- AKP Hükümetine ve Adalet Bakanı’na dergimiz aracılığıyla söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Mesude Demirel: AKP hükümetine olsun, Cemil Çiçek’e olsun en büyük beddualarımı ediyorum. Canlarından çok kendi ciğerlerindeki evlatları paramparça olsun, yüz karasıylan toprağa gömsünler. Benim alnım açık, yüzüm ak, göğsüm kabarık, çocuğumla iftihar ederek gezeceğim. Onlar da boyunları yerde gezsinler. Daha başka demiyorum. 121. benim oğlum oldu. Bu 121 kişinin kanını, canını ciğerinde paramparça bulsun. Her birisi böyle birer ejderha gibi ellerini, yüzlerini yolsunlar, gece rahat uyku uyumasınlar. Bir ana olarak en çok anaların da söyleyeceği söz budur. Bizim ciğerimiz yandı ama gururumuzla yaşıyoruz. Bunu da unutmasınlar. Bütün dünya duysun bunu.


- Serdar Demirel’in arkadaşlarına yoldaşlarına buradan ne söylemek istersiniz?

Mesude Demirel: Hepsinin yolu açık olsun, gönülleri ferah olsun. Dileğim mücadelelerinde başarılı olsunlar. Göğüsleri açık, alınları dik gezsinler. Gezeceklerine de inanıyorum. Hepsinin arkasındayım. Bütün analarla beraber hayır dualarımızı eksik etmeyeceğiz üzerlerinden. Hepsini de seviyorum, canı gönülden koklayarak öpüyorum.

 

Serdar Demirel’in annesi ile yapılan bu röportaj Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için YÜRÜYÜŞ dergisinin 16 Ocak 2006 tarihli

35. sayısında yayınlanmıştır.

 


***

Serdar Demirel’in Ağabeyi Mehmet Demirel:

“O yolundaydı...”

 

-Ağabeyi olarak şehit düşmesini nasıl karşıladınız?

Mehmet Demirel: Gurur duyuyoruz her şeyden önce. Bu insanlar kendini bu halk için adamış. Bizi kimse yenemez, bizi kimse ezemez bu şekilde, öleceksek biz kendimiz öleceğiz. Düşünceleri budur.

 

-       En son ziyaretine gittiğinizde nelerden bahsettiniz?

Mehmet Demirel: En son bayram bitiminde açık görüşe gittim. Gayet iyiydi. Orada vedalaştık. Ama bu arada birbirimizi hep teselli ettik. O yolundaydı, biz bunu kabul ettik, biz de destek verdik. İşte herkesin son bir isteği vardır. Bu istekler törelere göredir. Bu töreyi de yürüttük, görüştük vedalaştık. Bir tek derdimiz vardı, bir resim çektiremedik son olarak. Yine güldük eğlendik hiçbir şey olmamış gibi. Çünkü bu insanların ölmeyeceğine, bu insanların yeniden her zaman doğacağına inanıyoruz biz. Bugün benim kardeşim Serdar. Öncekiler de birer Serdar’dı bizim için. Adları ne olursa olsun. Mücadele içinde kalmak da var, ölmek de. Biz bunu bilerek gittik, bilerek sarıldık öpüştük. Serdar’ın ben karakterini biliyorum. O da yaşamayı seven cıvıl cıvıl bir insandı. Bir şey anlatırken kızsa bile yüzünde bir tebessüm olurdu. Hayat dolu bir insandı.

 

-Serdar mücadeleden önceki yaşamında nasıldı?

Mehmet Demirel: Serdar çocukken, gayet yaramaz, devamlı hareketli, akıllı, kurnaz, cin gibi. Lise çağlarında olsun okuduğu okulda hovarda tipli gençler vardı. Ama Serdar’ın öyle bir şeyi kesinlikle olmadı. Zaten askerliğini bitirdi, giderdi şantiyelerde çalışırdı, kantinlerde çalışırdı. Yani kendi ekmeğimi taştan çıkartırım zihniyetli bir gençti o zaman da.

 

- AKP’ye, Adalet Bakanı’na dergimiz aracılığıyla buradan söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Mehmet Demirel: Şunu bilsinler, bizler yüzümüzün akıyla gezen insanlarız. Şöyle geceleri yattıklarında biraz düşünsünler. Ben şunu söylemek istiyorum, Allah onları bildiği gibi yapsın, annemin dediğinden yüzbin beter etsin. İnsanlar da Serdarlar’ın sesine kulak versinler, onların yolundan gitsinler.

 

- Serdar’ın arkadaşlarına yoldaşlarına ne söylemek istersiniz?

Mehmet Demirel: Şunu bilsinler ki, Abdi İpekçi Parkı’ndaki elin altında, yine hep aynı şekilde eleleyiz, bağlıyız. Hep biraradayız. Hep yanlarındayız. Gönüllerini ferah tutsunlar. Biz hep kenetli bir eliz, ayrılmayız. Bunu değil Türkiye Avrupa, tüm dünya bilsin. Çünkü bu büyük bir mücadeledir. Biz dünya halkıyız.

 

Serdar Demirel’in ağabeyi ile yapılan bu röportaj Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için YÜRÜYÜŞ dergisinin 16 Ocak 2006 tarihli

35. sayısında yayınlanmıştır.

 

***

 

Bir yoldaşından Serdar’a

 

Merhaba Serdar!

 

Hatırlarsın, Amerikalı katiller yıllar önce mazlum Irak halkını yine bombalıyorlardı. Adına da “Körfez Savaşı” dediler, sene 1991’di. Oysa ne savaşı, basbayağı katliamdı. “Duyulur da durmak olur mu?” demiş halkımız. Biz de durmadık ve gücümüz yettiğince vurduk. Vurduk emperyalist katillerin yüzüne öfkemizi. Hem de öyle bir vurduk ki, gazeteler “Amerika, Irak’tan çok Türkiye’de zayiat verdi” diye yazdılar. Ki zayiat verdikleri yerlerden biri de, Adana’ydı. Yani senin halkın hıncı olup emperyalistlere vurduğun yer. Yani senin bu nedenle tutsak düştüğün yerdi...

Hatırlarsın, bizim bir marşımız vardı, yine var ve daima dilimizdedir. Bazen “Cesaret” diye anılsa da, bizim için adı hep SDB Marşı oldu: “Atıldık kavgaya yürüyoruz en önde / devrim bayrağımız ellerimizde” diye başlayıp devam eder: “Cesaret, cesaret, daha fazla cesaret”! Ki dün ve bugün, emperyalizme vurmanın yegane yolu budur. Ve biz hep daha fazla cesaretle vurduk emperyalizme. Ol sebepten kara listelerindeyiz ve adımızı andıkça korkuları büyür...

Hatırlarsın, bizim bir şiarımız vardı: “Daha hızlı koşmalıyız!” Böyle demişti umudumuzun rehberi ve biz ardından koştuk hep. Devrimin yolu üzerindeki bütün statükoları parçalayıp hep daha çok ve hep daha fazla örgütlenmek anlamına gelir bu şiarımızın anlattıkları. Ve bizim mekanımızın son beş yılında daha hızlı koşmanın adı ve anlamı Fidan olmaktır. Ki toprağı örgütlemek için umut yağmurunda bir damla olduk işte Serdarca...

Hatırlarsın bizim bir hedefimiz vardı: “Yeni insan!” Kapitalizmin bulaşığını taşıyan “eski” insanın reddi ve alternatifi olarak küllerinden yeniden doğan insandı bu. Sonuç alan ve sonuç almak için sadece elinden geleni yapan değil, elinden gelmeyeni de getirten insandı hedefimiz. Ve bazen sonuç almak, Çankırı’nın kar altındaki toprağında bir kardelen olmaktır...

Yani diyorum ki serdengeçti SDB’li Serdar’ım, hani diyordun ya başlarken “fırlattım oku” diye, yine hedefini buldun ve vurdun! Şimdilik zaiyatlarının farkında değiller ama yarın, onlar için çok geç olacak. Çünkü yeni insanlar doğuyor küllerimizden...

Sana sevgi, sana saygı, sana bin selam bizim adam, sana bin selam!

“... Sen yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun

Sen bir alev gibi yanmakta devam edeceksin...”

 

Ellerine bak!
Ne müthiş ve kudretli
Değdiği yerde nice yangın
Dokunduğu yeri devrim yapar...
Ellerin, halkın umudu
Yaparken yapılması gerekeni...
Ellerin, adaletin yumruğu
Yıkarken yıkılması gerekeni...
Ellerin Serdar’ın elleridir
Yakıp yıkarken zincirleri...

 

Sen de ellerine bak dostum. Ne müthiş, ne kudretliler değil mi. Umutlu insan elleri böyledir; ki umutsuzsa bir insan, ellerinin kudretinden de bihaberdir. Oysa emperyalizmin yüksek teknolojili cümle sofistike silahları, halkın kudretli elleri karşısında çaresizdir. Ve belki şimdi şöyle demek gerekir:

Beş parmağın bir olmayan halinin

Bir olan halidir halkın yumruğu

Ve bir kez sıkılınca, ardı devrimdir...

 

(Serdar Demirel’e mektup Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş dergisinin 12 Şubat 2006 tarihli 39. sayısında yayınlanmıştır.)

 

Geri