Serdar KARABULUT’u Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Özgür Tutsaklar, Serdar’ı Anlatıyor: 

 

Merzifon’un Alişar Köyü’nde yoksul Alevi bir ailenin 1970 yılında doğan ikiz çocuklarından biri olan Serdar; hareketli, meraklı ve inatçı bir çocuk olarak büyüdü. Inatçılığı zaman zaman başına “dert” açsa da o hep büyük hayallerinin peşinde oldu. Ve ilk hayali olan üniversiteyi kazanarak 1978 yılında Denizli Mühendislik Fakültesi’ne geldi. Ailesine, köyülerine yaşattığı gurur onun en büyük sevinciydi. Üniversite ortamı Serdar’a yeni ufuklar açtı ve o, köyünün dışındaki hayatı, haksızlıkları görüp öğrenmeye başladı. Çocukluğundan kalma alışkanlığıyla her şeyi merak ediyor, soruyor ve sorguluyordu. Kısa süre içinde okulundaki Dev-Genç’lilerle tanıştı ve onları da soru yağmuruna tuttu. Verilen Yeni Çözüm dergisini büyük bir ilgiyle okudu. Yalnız okuldaki, yurttaki sorunları değil; köyü, yoksulluklarını düşündü. Okuldaki mücadaleyi görüp de geri durmak zaten Serdar’a yakışmazdı.

Artık mücadelenin tam ortasındadır Serdar. Yürüyüşler yaparlar, sivil faşist saldırılara cevap verirler, diğer üniversitelerdeki İzmir’deki, Manisa’daki Dev-Gençliler’e desteğe giderler. Elbette demokratik üniversite mücadelesinin, vatan ve halk sevgisinin bedelleri de vardır. Soruşturmalar açılır, gözaltına alınanlar olur. Birlikte Manisa’daki arkadaşlarının açlık grevine destek verdikleri Baki Erdoğan tutuklanır. Yıl 1989 olmuştur ve Devrimci Hareket, Ege Bölgesi’nde örgütlenmesini geliştirmek için faaliyetlerini yoğunlaştırmaktadır. Dev-Genç’liler sık sık uğradıkları yerlerden biri de İzmir Yeni Çözüm Dergisi Bürosu’dur. Burada Müjdat Yanat’la, Recep Güler’le, Hüseyin Coşkun’la tanışan Serdar artık kararını vermiştir: Ne olursa olsun devrimcilik yapacak ve gerilla olacaktı.

Bu hayalinin gerçekleştiği gün daha büyük bir ateşle yürekler yangın yerine döndü. Ege dağlarında atılan her adımda Sabo’lara bağlılık, hesap sorma bilinci vardır. Serdar artık Ege kır gerilla birliği’nin öncüsü İbrahim Yalçın Arıkan’ın, Bülent Pak’ın en yaman gerillasıdır. Özel bir tecrübesi, bilgisi olmadığı halde ısrarla öncülüğe aday olmuş ve bu zorlu görevi almıştır. Sadece öncülük değil her işte gönüllü ve ataktır Serdar. En iyi keşifi yapmaya, su kaynağı bulmaya, depo kazmaya, en sessiz yürüyüşü yapmaya, attığını vurmaya, ilk eylemde yer almaya hem de büyük bir inat ve ısrarla adaydır Serdar. İlk kez yürünen, hiç bilinmeyen bir ormanın içinde saatlerce birliği yürütür; çoğu zaman birliği durdurup “Siz biraz dinlenin” deyip yanına bir yoldaşını alarak sessizce gözden kaybolur ve yine sessizce ön keşif yapmış olarak geri dönerdi. Hiç dinlenmeden gayet kendinden emin birliği belirlediği hedefe doğru yürüyüşe geçirirdi.

Ege Gerilla Birliği Berdanlar’la, Yaseminler’le güçlenmiştir ama bir de kavganın diğer yanı vardır. Devrimci hareket yeni atılımlara, devrimci yürüyüşünü umutla büyütmeye hazırlanırken darbecilik ihanetini yaşamıştır.

Dayımız hainler tarafından tutsak edilmiş, komutan İbrahim Yalçın Arıkan Hareketi ve Dayımızı sahiplenmek için birlikten ayrılmıştır. İç düşmanın darbesinden haberi olmayan Ege gerilla birliği yer değiştirmeye çalışırken bu kez dış düşmanın darbesiyle karşılaşmış ve tutsak düşmüştür.

Serdar çatışmadan tutsak düşmenin acısıyla işkencecilere meydan okur. Onun direnişine tahammül edemeyen işkenceciler “böyle olacağını bilseydik dağda kafanıza sıkardık” der… Serdar’ın cevabı “sıkmazsanız şerefsizsiniz, orda ya da burda şehit düşmek benim için onurdur” olur. İşkenceciler yıllar geçse de cevabı unutmayacaktır.

Buca Hapishanesi’ne yüreği buruk ve acılı ama başı dik giren Serdar’ın yeni hedefi Buca okulu’nun örnek bir öğrencisi olmaktır... Serdar da başarılı bir öğrenci olarak direnişlerde, özgürlük eylemi çalışmalarında yerini almıştır...

Serdar’ın en önemli özelliklerinden biri de soğukkanlılığı, iradiliğidir. Yoldaşları her zaman onun duygularına, öfkesine nasıl yön verdiğinin tanığı olmuşlardı.

Serdar Buca Okulu’nun öğretmenlerinden biri olmuştur. Ali Rızalar’ı sürgün edenlerin bütün hesapları boşa çıkmıştır ve Buca Okulu’nun öğrencileri düşmanın korkularını büyütmeye devam etmişlerdir.

Bu kez 17 Temmuz 1995 günü özgürlük eylemi başarıyla gerçekleştirilir. Serdar bu eylemin her aşamasında görev alır, sabırla çalışır ve sonuçta 4 komutanını Ali Rıza’yı, Celalettin’i, Bülent Pak’ı, Tevfik’i kendi elleriyle kavgaya gönderir. Oligarşinin bu darbeye cevabı Ali Rıza’yı katletmek ve 21 Eylül 1995’teki katliam saldırısı olur. Hedef katliamla, tutsakları teslim alarak halka gözdağı vermek ve sindirmektir.

İşte 21 Eylül günü tüm bunların acizliğiyle geldiler özgür tutsakların kapısına. Ve o gün öğle üzeri “Vatan Buca, Namus Buca, Onur Buca” olmuştu. Uğur Yusuf, Turan bu inançla, bu bağlılıkla ve bu feda bilinciyle tohum oldular yüreklere, halkın ve Vatan’ın bağrına. Katiller Serdar’ı da özel olarak hedef seçmişler, ağır yaralamışlar ve öldüğünü düşünerek bırakmışlardır.

Serdar 21 Eylül’den sonra hep o günkü feda ruhuyla yaşadı, direndi, savaştı… Hep en önde oldu. Barikatlarda, göğüs göğüse çatışmalarda, Ümraniye’nin, Ulucanlar’ın hesabını sorarken ve nice direnişte, eylemde, okumada, öğrenmede…

19 Aralık’ta ve büyük direnişte de hep en önde, hep feda ve zafer gönüllüsü oldu. Berdanlar’ın, Ali Rıza komutanın yıl dönümünde alın bandını kuşandığında hayallerinden biri daha gerçek olmuştu.

Ege dağlarında yürür gibi Berdanlar, Yaseminler gibi yürüdü Serdar. “Muştumuzu bekleyin” diyordu yoldaşlarına ve halkına. Muştuyu 8 Kasım 2002 günü verip yüreklerde ve kavgada zafer bayrağı oldu.

Şubat 2010, Kırıklar 1 No’lu F Tipi

Özgür Tutsaklar

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

«Halkımızın cephanesinde bir mermi»

 

"Serdar’la aynı okuldaydık. Aynı yurtta, evde kaldık. Benden bir yıl önceydi, çok da çalışkan bir öğrenciydi. Tanıştığımızda henüz örgütümüzü  bilmiyordu. Ama buna rağmen pekçok  olumlu özelliği üzerinde taşıyordu. Her satırında inancı, bağlılığı, vefayı, görmüşsünüzdür. Çok da inatçıydı hani. Ama inadı hep doğru aderese yönelikti, kaç kez gözaltına alındıysa her defasında başı dik çıkmasını bildi.

Bir defasında okulda forum yapacaktık. Hem de 12 Eylül sonrasında ilk kez olacaktı. Okulumuzda sivil kaynıyordu. Konuşacak olan kişi hemen gözaltına alınacaktı, bunu biliyorduk. Buna rağmen ne yaptıysak Serdar’ı gözaltına alınmaktan (daha doğrusu konuşmacı olmaktan) alıkoyamadık.

"Halkımızın cephanesinde -kütüklüğünde bir mermi gibi hissediyorum kendimi ve bu beni çok mutlu ediyor" demişti. bir mektubunda. Hiçbir isteği yarım kalmadı, istediği her yerde oldu. Okulda, şehirde, kırda ve en son hapishanede hep en önde oldu ve özlemlerini gerçekleşitirdi" 

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor: «Her zaman başı dik oldu»

 

"Selam göndereceğim» demişti, ama böylesini beklemiyorduk, gazimiz olduğunu biliyorduk. Ama şaşırmadık, tanıyorduk Serdarımızın kararlılığını, inatçılığını, bağlılığını, yapacağını yaptı yine, başı dik çıkta her zaman yaptığı gibi.

Serdarımızla dışarda bir süre birlikte kalmıştık. Ben Aydın’da öğrencilik yaparken o da Denizli’deydi. Ama asıl tanışıklığımız Buca’ya dayanır. Buca’nın Buca olduğu zaman... Ali Rıza komutanın ardından sorumlu olmuştu. ‘92 ortalarına kadar da bunu sürdürdü. Zorlu günlerde hep kararlılığı ve cüretiyle yol almasını bildi. Serdarımız Ege kır davasındandı. Yani Ege’nin her yöresinde dolaştıktan sonra bir de dağlarına çıkmış, sonra da yolu Buca’ya düşmüştü. Düşman karşısında her zaman başı dik oldu. Defalarca şubeden başı dik çıkmasını bildi.

Ali Rıza komutanın özgürlük eylemi sonrası Buca’da zorlu bir süreç başlamıştı. Bir yanda giderek tutsak sayımızın artması,  bir yanda ise 21 Eylül’ün habercisi olan gelişmeler yaşanıyordu.  Öylesi bir süreçte yüklenmişti o görevi. Onun da üstüne 21 Eylül geldi.

21 Eylül’den önce, Ali Rıza komutan şehit düşünce arama sırasında bir saldırı olmuştu. 27 Temmuz’du... Aramaya refaket eden dört kişiyi saldırı sonucu koğuştan alıp hücrelere almışlardı. Koridorda saldırı sonucunda Serdar’ın yoldaşını darbelerden korumak için üstüne kapaklanıp korumaya çalışması hala gözümün önünde, ölümün kıyısından dönmüştü orada ama düşündüğü tek şey vardı: Yoldaşını darbelerden korumak. Tıpkı şimdi yoldaşları ve halkı için uzun bir yolculuğu zafere taşıması gibi...

O artık Ali Rıza komutandı. Onun yerini dolduracaktı. Düşman da bu bilinçle saldırıyordu. Yükleniyordu. ‘Kim gelmiş bu mu?’ diye soruyorlardı ama onun kararlılığı ve öfkesi  karşısında ‘bu da ona benziyor’ demek zorunda kalmışlardı. Yoldaşlarına ve ailemize olan bağlılığına vurgu yapmak gerekiyor sanırım.

Sabır isteyen, bağlılığın, inancın sınandığı zorlu süreçlerde yaşadı. Herşeyin bittiği noktada o son sözünü, o zor günden kahramanlığa ulaşarak söyledi...

 

 

Geri