Şenay HANOĞLU'nu Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
Bir yoldaşı anlatıyor:
“Devrimin Kadın Kahramanı
Şenay Hanoğlu”
F tiplerine karşı yapacağımız ilk
Ankara yürüyüşünün hazırlıklarını yapıyoruz. 2000 yılının Ağustos’u Armutlu’dan
hedefimiz iki otobüs kaldırmak. Yani 100 kişi. Yürüyüşten bir kaç gün önce
kesin gidecek olanların listesine bakıyoruz. Listede 60-70 kişi var. Çalışma
yapan arkadaşa soruyoruz “bu kadar mı?”, “henüz çalışma yapmadığımız aileler
var” diyor. Listeye dikkatle bakıyoruz. Şenay’ın adı yok. “Şenay’a da mı
gitmediniz?” diyoruz. “Gittik, ama gelmeyeceğini söyledi, isterseniz bir de siz
gidin”... Nasıl olur? Her eylemde en önde olan Şenay nasıl gelmez? Şenay’a
gidiyoruz.
Şenay’ın özü-sözü bir. Hesap-kitap
yapmaz, düşüncelerini gizleyemez. Küskün bir çocuk edasıyla karşılıyor bizi.
Biz hiç oralı olmuyoruz, hiç bir şey yokmuş gibi davranıyoruz. Ankara yürüyüşünün
hazırlıklarını anlatıyoruz., sonra soruyoruz: “Buralarda ne var ne yok, ne yaptınız?”
“hiiiç” diyor Şenay “Bir şey yapmadım. Ben gitmiyorum” “Ne demek ben
gitmiyorum, bir şey yapmadım?” diye soruyoruz. Derdini deşmek istiyoruz. Hiç
öyle uzatmadan lafı giriyor “Artık yetti” diyor. “Bir sürü zorluk çekiyorum
biliyorsunuz. Tamam tabiki katlanacağım ama bu kadarı da olmaz” diyor. Anlatıyor
sorununu. Sorun şu: sıcak yaz günleri Armutlu’da su sıkıntısı yaşanıyor. Su
tazyiksiz olduğu için komşular kendi aralarında belli saatleri bölüşmüşler, o
saatler içinde su alıyorlar. Ancak Şenay’ın alt komşusu buna uymuyor. Şenay da
bu nedenle ya çok az ya da hiç su alamıyor evine. Şenay sorunu mahalledeki
arkadaşlara iletiyor. Mahalledeki arkadaşlar da böyle yapmaması için ihtiyar
komşuyla konuşuyorlar. Ama inatçı ihtiyarlar “tamam”deyip geçiştiriyorlar.
Sorun tam olarak çözülemiyor bu nedenle, devam ediyor.
Şenay da şöyle düşünüyor; madem benim
bu sorunum çözülmüyor ben de Ankara’ya gitmiyorum o zaman...
Biz de tamam dedik o zaman bu
ihtiyarları kolundan tutup atalım sorun çözülsün. İster misin? Cevap yok Şenay’da.
İstemiyor tabii ki böyle bir şey. “Sana bir şey demiyoruz” diyoruz. “Şu günde
otobüs kalkacak, F tiplerine karşı yürüyeceğiz. Sadece vicdanının sesini dinle
ve ona göre hareket et. Adımız gibi eminiz Şenay da Ankara’ya gidecek...
Nihayet Ankara yürüyüşü başladığında yanılmadığımızı görüyoruz.
Şenay evli, eşi hapishanedeydi.
Gündelik temizlik işlerine giderek geçimini sağlıyordu. Cin gibi yaramaz iki
küçük çocuğu vardı. Evin yükü onun omuzundaydı. Her hafta eşinin ziyaretini
aksatmazdı. Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan geceler Şenay ve Gülsüman uyumazlardı.
Ertesi günün ziyaret heyecanıyla geceden börekler, çörekler hazırlarlar, daha
gün ışımadan Armutlu’daki tutsak yakınlarıyla bir minibüse doluşarak, Ümraniye
hapishanesi önündeki ziyaretçi sırasına girerlerdi.
Tokat’lıydı Şenay. Çok genç yaşta
evlenmiş İstanbul’a göçmüşlerdi. Eşi Belediye’de çalışmaya başlamıştı. Sonra eşinin
işyerinde bir mühendis evlerine gelmeye başladı. Devrimcileri duymuştu ama o
zamana kadar tanımamıştı hiç. Evlerine gelip gitmeye başlayan bu mühendis, şehidimiz
İsmet Erdoğan’dı. İsmet’in konuşmaları, olaylara bakış açısı, hareketleri, tavırları
karşısında kısa sürede etkilendi. Devrimcilere yakınlık duymaya başladı. Onları
sevdi, haklı buldu. Bu nedenle eşinin devrimcilik yapması önünde engel olmadı
hiç bir zaman, hep onun yanında oldu, destek oldu.
Armutlu’ya taşındılar. Başlarını
sokacak bir gecekondu yapıp içine girdiler. Armutlu’da devrimcilerle daha bir
kaynaştı Şenay. Devrimcilere karşı duyduğu sempati bilince dönüştükçe
Armutlu’daki halk örgütlenmeleri içerisinde çalışmaya başladı, görevler aldı.
Kavgacı ve inatçıydı. Eylemlerde,
direnişlerde militan tavırlarıyla dikkat çekiyordu. Gözü karaydı. İşkenceymiş,
dayakmış vız gelirdi ona. Aldırmazdı hiç. Katıldığı eylemlere ilişkin çekilen
fotoğraf karalerinde mutlaka vardır. Onu ya en önde pankartı taşıyanlar arasında,
ya polisle girilen çatışmalarda direnirken görürsünüz.
Şenay’ı tanıyan arkadaşlarımızdan
biri onu şöyle anlatıyor:
“(...) Şenay abla deyince aklıma kararlılığı
ve düşmana duyduğu sonsuz kini, öfkesi gelir. Bu yanları kendini gözaltılarda
öyle dışa vururdu ki, o’nu gözaltına alan işkenceciler, çevik kuvvet polisleri
aldıklarına da, alacaklarına da pişman olurlardı. Beraber bir, iki gözaltım
olmuştu... Çevikler aldığında otobüsün içinde de saldırır, başımızı eğdirmeye
çalışırlardı. Biz karşı çıkar, başımızı dik tutardık. Şenay ablayla başa çıkamazlardı.
O dahada ileri giderek polislere saldırır, kimseye dokunmalarını istemezdi”
Halk’tı Şenay. Onun yaşamı halk gerçekliğimizi
öğrenmek için temel ders kitabıdır. Yeri gelir su sorunu yüzünden komşusuyla
çekişir, küser. Ama yeri geldi mi komşusunun kondusunu yıkmaya gelenlere karşı
ölümüne direnir. Yeri gelir devrimcilere küser, ama yeri geldimi de onlar için
direnir ve de ölür.
Yaşamın günlük akışının karmaşıklığı ve
ayrıntıları içinde mahallede sınır kavgasından, çocuk tartışmlarına dek
görebilirsiniz onu. Ama eses olarak yaşamın asıl çelişkisinin, ezenler ve
ezilenler çelişkisinin, yani halkla oligarşinin çatışmasının tarafıdır, halktır
o.
Anadır Şenay. Şehüt düştüğünde kızı Pınar
10, oğlu Erdem 6 yaşındaydı. Onların gözleri önünde ölüm yürüyüşünü sürdürdü.
Yatağına aldı, sevdi, öptü, kokladı, saçlarını okşadı... Onlarla birlikte o çok
sevdiği “Karahisar Kalesi” türküsünü söyledi. Ölürken yaptı bütün bunları. “Kadın
duygusallığı”, “ana duygusallığı” ardına sığınıp, sözünden dönmedi, tereddüt
etmedi. Aksine onun annelik duygularını sömürerek direnişten vazgeçirmek
isteyenlere karşı tavrını net koydu. Bir anne olarak duyguları yok muydu, acı
çekmiyor muydu? Elbette acı da çekiyordu, annelik duyguları da güçlüydü. Ama o
yaşamının gerçekliğini kavramıştı, bu sömürü, haksızlıklar düzeninde geleceği
kazanmak, yaşatmak için yeri geldiğinde ölmesini de bilmek gerekiyordu.
Çocuklarının geleceği için sorun tek başına kendisinin yaşaması ya da ölmesi değil,
esas sorun bu düzenin devam edip etmemesiydi... Bu çıplak gerçeği okuyarak değil
yaşayarak öğrenmişti.
Direnişçiydi Şenay. Henüz ölüm oruçları
başlamamıştı. TAYAD’lı aileler yaptıkları eylemlerle F tiplerini tartıştırmaya
başladıkları günlerdi. Analar CHP Beyoğlu ilçe başkanlığını işgal etmişlerdi. İçeriden
CHP’liler, dışarıdan polis ailelere baskı yaparak işgali bitirmek istiyorlardı.
Polis’in parti binası önüne yığınak yaptığını duyan Şenay, Armutlu’da o anda
yanına aldığı bir kaç kişiyle soluğu parti binasının önünde almıştı. Kimseden
bir şey beklememiş, duyar duymaz koşup gelmişti. Yanında bir kaç kişiyle binanın
kapısının önünde set olmuşlar, onların kararlılığı ve cüretinden etkilenen diğer
insanların katılımıyla birlikte etten, kemikten ciddi bir barikat olmuştu
polisin önünde. Polis girmeye cesaret edemedi sonuçta. İşte böyleydi Şenay,
direniş dedinmi en öndeydi...
Dışarıda TAYAD’lıların ölüm orucu
direnişi gündeme geldiğinde, ilk gönüllü olanlardan biri oldu. Bu düşüncesini
örgütten önce, dert ortağı, can yoldaşı Gülsüman’a da açmıştı... O zamana kadar
hep birlikte olan Şenay ve Gülsüman’ın arzusu direnişe de birlikte katılmaktı.
Birinin direnişçi olması, diğerini korkutuyordu. Birimiz olacaksa eğer ben olayım
diyordu ikisi de... Bunun üzerine aralarında şakalar yapıyor, hayaller
kuruyorlardı. Her ikisininde direnişçi olacağı açıklandığında birbirlerine sarılıp,
çocuklar gibi sevindiler.
Yapmacıklıktan ve gösterişten uzaktı Şenay.
Normalde konuşkan, hoş sohbet birisi olan Şenay, iş kameralar karşısında konuşmaya,
gazetecilerle röportaja geldiğinde zor gelirdi. Yapmak istemezdi. Çoğu zaman,
zorlamayla, istemeyerekte olsa çıkardı kamera karşısına. Bu işleri daha çok,
kameralara ve gazetecilere “pek hevesli” ve “severek” yapan Reşit Sarı ve Fatma
Şener’e bırakırlardı. Şenay’ı tanıyan bir başka arkadaşımız onu şöyle anlatıyor;
”(...) F tipi çalışmalarının hepsinde Şenay
abla’yı da görüyordum. Şenay abla’yı daha çok Gülsüman ablayla birlikte
görürdüm. Gülsüman abla çok daha sessizdi. Şenay abla daha hareketli ve konuşkandı.Gülsüman
ablayla bir bütünün parçaları gibiydiler. Özellikle ölüm orucuna başladıkları
zaman. Ölüm orucunun ilk zamanlarında kamuoyununda çok yoğun ve ilgili olduğu
zaman aydınların, sanatçıların, medyanın yoğun ilgisi insanların popülist
yanlarını da okşuyordu. Ama onlar olabildiğine mütevazi, abartısız ve sadece
kendilerine verilen bir görevi yerine getirmenin alçak gönüllülüğüyle hareket
ediyorlardı.
Uzun süren direnişte bu yönleri daha da
açığa çıktı. Direnişin başından beri zaferin kolay kazanılmayacağını,
bedellerin büyük olacağını biliyordu, zafere de mutlaka inanıyordu. Kendileride
direnişçiydi ama aslı yürekleri hep hapishanelerdeki direnişçilerin yanında atıyordu.
Onlarla sürekli yazışıyorlardı. Benim ikisinde de gördüğüm şu özellikleri çok
dikkatimi çekiyordu; Teoriyi, devrimin nasıl gerçekleşeceğini, devrimden sonra
neler olacağını bilmiyorlardı. Ama devrimciler ne yapıyorlarsa doğru yapıyorlar
diye düşünüyorlardı. Devrimcileri sevdikleri, devrimcilere inandıkları için
ölümü göze aldılar ve bunu başardılar...”
Şehitlerimize karşı sevgisi, vefası
büyüktü. Tanıdığı şehitlerimizi anlatmayı severdi. Onların yaşamlarından
örnekler verirdi. 2000 yılının 30 Mart 16-17 Nisan anma ve kutlama
etkinliklerinin bir parçası da şehitlerimizin fotoğraflarının ve eşyalarının
sergilenmesi oluşturuyordu. Sergimizi açacak bir kurum bulamayınca
ailelerimizin evlerinden birini sergi salonu olarak kullanmayı düşünmüştük. Bu
düşüncemizi duyduğunda evinin bu sergi için kullanılmasında ısrarcı olmuştu. Şehitlerimizin
eşyalarının kendi evinde sergilenecek olmasından büyük mutluluk duymuştu.
Evinin salonunu kırmızı satenlerle kapladı. Baştan sona bu sergide en büyük emeği
geçen oydu.
Direniş ustası Şenay, ölüme de ustaca
direndi. Direniş süreci boyunca hep hareketli, neşeli, bulunduğu ortama heyecanını,
coşkusunu taşıyan oldu. Halaya dayanamazdı. İlerleyen günlerde bile dayanamadı,
halaya durdu. Direniş evinde Gülsüman’la aynı odada, yatakları yan yanaydı.
Kendisinden daha önce yatağa düşen Gülsüman’ı canlandırmaya, ayaklandırmaya,
gülmeye, konuşmaya çalıştı. Direnişinin coşkusuyla, enerjisiyle Gülsüman’ın canına
can katmaya çalışıyordu adeta. Gülsüman’ın şehitliğine kadar sürdü bu. Ne zaman
ki Gülsüman şehit düştü, ardından Şenay da bıraktı kendini. Dert ortağını, can
yoldaşını fazla bekletmek istemedi. Gülsüman’dan bir kaç gün sonra Şenay da şehit
düştü.
O’nu son yolculuğuna uğurlayan arkadaşlarımızdan
biride halkımızın onu sahiplenmesini şöyle anlatıyor: “1 Mayıs öncesi
piknikteydik. Saat 15:00 civarında kürsüden Şenay Hanoğlu’nun şehit düştüğü
anons edildi. Kitlenin öfkesi sloganlarla bütün piknik alanına yayıldı. Ardından
piknik anmaya dönüştü. Türküler Şenay abla için söyleniyordu. Ağaç dibinde
oturuyor ağlayanlar... Şenay ablayla ilgili anılarını anlatanlar... Yoğun bir
duygu seli vardı. Bu sel Armutlu sokaklarına akmak istiyordu şimdi. Yola
koyulduk. Haberi duyan herkes akın akın Armutlu’ya geliyordu. Herkesin dilinde Şenay
abla vardı. Tanıyan tanımayan, duyan gelmişti. “Evliymiş”, “Ya evet hem de iki
çocuğu varmış”, “eşi hapishanedeymiş” “TAYAD’lıymış, çok seveni varmış”... Şenay
ablayı tanıyanlar, onunla birlikte gözaltına alınanlar ise onun kahramanlıklarını
ve direnişlerini anlatıyorlardı. İşkencecileri nasıl pes ettirip, deli ettiğinden
tutun da, o’nun coşkusuna, fedakarlığına kadar, Armutlu sokakları Şenay ablanın
uğultusuyla çalkalanıyordu...”
Şenay Hanoğlu, çok sevdiği sevildiği
Armutlu sokaklarında, binlerin omuzlarında yol alırken ölümsüzlüğe, halkın nasıl
tükenmez bir kaynak da olduğunu, öğretti bir kez daha geride kalanlara. Yaşamıyla,
direnişiyle ve ölümüyle dersler çıkaracağımız bir kadın halk kahramanıdır Şenay.
Direnişçiliği, militanlığı, fedakarlığı, anneliği, emekçi ve namuslu yaşamıyla
örnektir. Tecrite karşı sürdürdüğümüz büyük direnişimizde ölümsüzleşerek, dünya
devrim tarihinin kadın kahramanları arasında yer alan Şenay Hanoğlu’nun anısı
önünde saygıyla eğiliyorum.”