Semra BAŞYİĞİT'i Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Bir yoldaşından Semra’ya sesleniş:

GÜLEN KIZIN ÖYKÜSÜ

 

“Hepimize açık büyük ve görkemli kapı

Kimimiz giriyoruz içeri

Kimimiz dönüyoruz geri

Yine de kapatamıyor kapıyı

Kapının önüne bırakıp kaçtıkları yürekleri”

Semra Başyiğit

 

Uzaklardan gelen bir uğultuyla bahçeye attım kendimi. Ses dalga dalga geliyor. Ne olduğunu anlamak mümkün değil. Şehit... sonra Semra, sonra Başyiğit kelimeleri uçuşuyor. Ve ardarda gökyüzünü sarsan o öfkenin ahengi duyuluyor, katılıyorum. Bir daha, bir daha... Sonra sessiz bir öfke ile oturuyorum duvar dibine. Kulağım orada ama beynim uğulduyor... Biliyorum ki doğru. Biliyorum ki artık vakit gelmişti. “Biter mi bu acılar” diye soruyorum kendi kendime. “Yok” diyorum. “Yok, bitmez bu acılar. Onlar bize böyle yaşamlar dayattıkça biz de hep böyle öleceğiz.” Ama sıkıntı veriyor bu halim. Kalkıp havalandırma boyunca voltalamaya başlıyorum.

O an çaresizlik, öfke, gurur... herşey içiçedir. Böyle anlarda kimse konuşmak istemez. Konuşan da kısa cümlelerle konuşur. Çünkü duygu dünyasına dalınmıştır o an. Tanıyanlar tanımış olmanın mutluluğunu, gururunu yaşarlar; tanımayanlar ise kısa sorularıyla cevaplar ararlar, öğrenmek istediklerine.

Voltadayım. İşte o sıkıntı gelip çöktü. Acaba mektuplarını okusam mı? “Yok, yok” diyorum, ama bir kez aklıma takıldı, işte. Okuyana kadar rahat etmeyeceğim. Yine de sessizce duvar dibine yanaşıp çömeliyorum. Tutuyorum kendimi. Oysa daha yeni mektubu gelmişti Halil İbo'ya, Ümit'e... Yukarı çıkıyorum, dalıyorum yıllar ötesine...

Bizim Semramız

- Görüşçün var. Semra adında bir arkadaş. Bursa Kurtuluş muhabiriymiş.

20'li yaşlarda bir bayan arkadaşla görüş kabinlerinde karşılıklı oturmuş buluyorum kendimi. Tanışıyoruz. Tanışıyoruz ama yeni tanışmanın karşılıklı resmiyeti ve sessizliği üstünde. Sonra konuştukça, daldıkça yıllar ötesine coşuyor. Gülen yüzü parlayan gözleriyle en zorlu koşullarda, Bursa'da ortada örgütlü pek kimsenin kalmadığı bir dönemde, büroyu açık tutmuş olmanın mutluluğunu yaşıyor. Ama doğal, ama en sade cümlelerle dökülüyor bunlar dudaklarından. Anlatıyor, anlatıyor...

İşte bizim Semramız buydu. İlk tanıştığımızdaki o haliyle hep aklımızda kaldı. Gülen yüzü, parlayan gözleri, yalınlığı ve saflığı beynimize kazındı. Ve böyle aylar geçti. Her çarşamba değişmeyen ziyaretçimiz olarak bulduk karşımızda onu. Gün geldi dışarda sesimiz soluğumuz oldu, gün geldi ihtiyaçlarımızı karşılayan, bize sahip çıkan oldu. Hep yanımızdaydı. Ve bazen de tartışırdık. Her yeni tartışmada ufkunda yeni bir pencere açılırdı.

- Bu anlattıkların güzel Semra. Ki hep susma hakkını kullandı gözaltılarda. Ama biz bundan öte bu gücü, dinamiği örgütlenmeyi ve ilişkilere nasıl taşıyacağımızı düşünmek zorunda değil miyiz?

- Evet, ama ben hiç böyle düşünmedim. (...)

Biz bilirdik ki bu, Semra'nın kafasına takılan sorudur artık. Ve bunu nasıl yapacağının çözümlerini aramaktadır. Sonra bir gün Semra'nın da tutuklandığını ve Ümraniye'de olduğunu öğrendik. Ve üç ay sonra sokaklara döndüğünü. Ama artık görüşemez olmuştuk. Ama selamlarını alıyor, selamlarımızı gönderiyorduk. İşte böyle geldik 19 Aralık’a.

Onlar dışarıda biz içerdeydik. Ama direniş ortasında; bir arada olmasak da, görüşemesek de buluşmuştuk işte. Deyim yerindeyse canını dişine takmış, var gücüyle direnişi büyütmeye çalışıyordu. İlçeleri adımlıyor, dernekleri dolaşıyor, geleceğimizi kazanmanın inancını taşıyordu.

Sonra 19 Aralık'ı, acının ve direnişin destanlaştığı günleri yaşadık.

Semra dolu dolu yaşıyor

Hücrelerdeydik. Semra'nın bir grup arkadaşla tutuklandığını öğrendik Bursa'da. Artık ak kağıtlara yüklenmiş selamlarla konuşacaktık!

Alt katta tek başıma oturmuş, gazete okuyorum. Bahçe kapısı kapalı bir saat olmuş neredeyse. Ümit'in sesi geliyor. “Semra için bir türkü okur musun?” diyor. Hiç itiraz etmeden “tabi” diyorum. “kanmasınlar, kanmasınlar/bizi öldü sanmasınlar...”

Bitiriyorum türküyü, aklım mektuplarda. Evet, şimdi mektupları okumalıyım. Gecenin karanlığını yırtan türkülerin arasında mektupları ranzamın üstüne yığıyorum. Biliyorum, mektuplar dolu dolu. Çünkü Semra her şeyi dolu dolu yaşıyor ve o coşku ile yazıyor. Yaşananlar o denli berrak ki kafasında herşeyiyle direnişe kilitlenmiş. Yalın, kusursuz.

“Şu son dönemde o kadar çok şehit verdik ki, daha da vereceğiz. Sonrası daha zorlu olacak. Yüzer yüzer ölüyorsak şimdi; biner biner öleceğiz. Öldükçe büyüyeceğiz savaşımızla birlikte. Her şehidimizin acısı da, bize bıraktığı değerler de çok büyük. Öyle hızlı gelişiyor ki, kimi şehitlerimizin sadece ismini biliyoruz. Acımız büyük oluyor ama böyle büyüyeceğiz ve savaşımızın gelişmesi de bu. Bunları neden anlatıyorum, çünkü bunları düşünüyorum. Sonra yaşadığımız sürecin önemini, geleceğe bırakacaklarımızı. Ne kadar şanslıyız değil mi?” (10 Temmuz 2001 tarihli mektubundan)

Evet, Semra şanslıyız. Ama sen bizden daha fazla şanslıydın(!) Her şeyi en önde dolu dolu yaşadın. Yüreğinin bir yanı Bursa'da işçilerin arasında, bir yanı Armutlu'da direniş safındaydı...

“Armutlu direniş adamız kuşatmada. Hepsi ayrı bir destan, sayfalar dolusu yazsak da anlatamayacağımız kahramanlıklar. Hangi birinden başlayacağımı şaşırıyorum. Onlarla doluyum çünkü. Hepsini de seninle paylaşmayı isterim. Böyle söylerken bir taraftan da gülüyorum, savaş bu, yasımızı tutmayı, şenliğini yapmayı ya da paylaşmamızı bekleyecek değil ya. Yaşatıp öğretip hızla büyüyor işte. İnsan beyni, yüreği öyle büyük ki hepsini taşıyor.” (15 Eylül tarihli mektubundan)

Taşır Semra, taşır... Yeraltında ölümü utandıran böylesine yürekler, böylesine büyük iradeler oldukça bizde, ölüm bile utanır sizden. Çünkü insana ait bütün erdemlerin kirletildiği, yok sayıldığı bir dünyada, erdemin bayrağını hep yükseklerde dalgalandıran tükenmez bir kaynaktan beslenirsiniz. O kaynak ki halktır, vatandır, bayraktır ve bizden önce düşenlere sonsuz bağlılıktır.

“En güzel selamı gönderdi ablamız. Uzun zamandır bekliyorduk. Yine de ağır geldi. Onuru çok büyüktü, acısı da. Öğrettikleri, bıraktıkları da öyle oldu. Anadolu kadınının, halkımızın değerlerinin gücüydü Hülya abla. İnancın, sevginin, bağlılığın adıydı.(...) Halkım ben, dedi ve çıktı meydana, vuruşa vuruşa yürüdü. İnancını, sevgisini silah yaptı ve kazandı. Kahraman, kahramanlaşmak bu kadar kolay ve sade... Yeter ki inan, yeter ki sev. Ailelerimizin acısı da onuru da farklı oluyor. Helal olsun ablamıza. Halkımız bu kadar güçlü bizim. İnanmayan görsün, yarının devrim olduğunu bilmeyen görsün. Hepimizin, tüm halkımızın gururu oldu. Hülya Abla halkımız, böyle sonsuz bir gücüz biz.” ( 15 Eylül tarihli mektubundan)

Bilen de bilmeyen de dost da düşman da gördü Semra. Yaşamı böylesine sevip, uğrunda böylesine ölebilenleri, her anı böylesine dolu dolu yaşayıp en küçük güzelliklerden mutluluk duyanları tanıdı. Acaba var mıdır bizim gibi böylesine, açlığın koynundayken dahi yaşam sevincini koruyanlar?

“Sen bu hastaneyi bilirsin. Bahçesi çok güzel, ağaçlarla dolu. Ağaçları izlemek çok güzel. Bugün hava pek kasvetli ama kasvetini bulaştırmıyor bize. Biz yalnız renklerdeki güzelliği alıyoruz, gözlerimize. Bu ağaçlar beni hep köye götürüyor. Geceleri de araba sesleri duyuyoruz uzaktan. O seslerle de her gece Bursa'ya gidip geliyorum. Bursa'ya gidince düşünecek şey çok. Bir dalıyorum Yalova yolundan sabaha uyandığımda çıkıyorum o kargacık burgacık sokaklardan.” ( 2 Kasım 2001 tarihli mektubundan)

Bak şimdi ne gördüm Semra, mektupların arasında dolaşırken. Ailen üzerine hani bir pot kırmıştım da, nasıl da uzunca yazıp, yo öyle değil demiştin hatırladın mı?

“Aile konusuna gelince yanılıyorsun. Bu konuda tembellik yapmadım hiç. Öncesinde bunaldığım, yanlış davrandığım, eksik yaklaştığım oldu ama tembellik değildi hiçbiri. Baştan beri bu konuda gereğinden çok duyarlıyım belki de. Devrimi hiç tanımayan, bilmeyen, Türkiye gerçeklerini TRT'den öğrenebilmiş ama halkımızın olumlu pek çok özelliğini de barındıran bir çevreden geliyorum. Sadece ailemin değil, büyüdüğüm çevrenin de devrimcileri tanımasını, sahiplenmesini çok istiyorum. Çünkü tanımıyorlar, bilmiyorlar. Ve bu yüzden çok zorlandım. Akla gelmeyecek dedikodu, kurgular dolanıp duruyor memlekette. O yüzden ailem de zorlanıyor. Devletle çatıştığından çok akraba çevremizle vs. de çatışıyor ve yalnız kalıyor. O yüzden zor oluyor. Ama benim için de kolay olmadı. Zaten böyle tanımıyor mu halk bizi. Birebir yakınında, çevresinde görmedikçe düşmana inanıyor. Ailem de kendi çevresinde ilk olmanın sancısını yaşıyor.” (10 Temmuz 2001)

Evet Semra, gelecek kuşakların gurur duyacağı, onurla anacağı bir tarih bırakıyoruz. Belki çoğumuz ölecek, sakat kalacağız. Ama bu toprakların özgürlüğü için yaşamış yürekler hiç susmayacak, hiç bitmeyecek.

31 Temmuz 2002

 

(Yukarıdaki anlatım, Ekmek ve Adalet dergisinin 11 Ağustos 2002 tarihli 21. sayısında yayınlanmıştır.)

 

Geri