Semiran POLAT’ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir yoldaşının anlatımından:

Yoldaş sevgisinin büyüklüğü son yolculuğunun da

nedeniydi

 

Haziran’ın 24’ü. NATO Zirvesi’ne sayılı günler var. Bir kulağımız radyoda sürekli. Yayın kesiliyor bir ara; Çapa’da İETT otobüsünde bomba patladığını söylüyor. Kalabalık bir İETT otobüsü, yaralanan, ölenler var. Ya bir kazadır, ya da NATO Zirvesi öncesi kontrgerillanın işidir diyorum kendi kendime...

Haber netleşiyor yavaş yavaş... Bombanın kaza sonucu patlamış olabileceğini, hedefin otobüs olmadığını, taşıma esnasında patlamış olduğunu söylüyor İstanbul Valisi. Devrimcilerin adalet anlayışı söyletiyor bunu valiye.. Herkes biliyor devrimcilerin halka zarar vermeyeceğini.

... Ve sonra Semiran’ın adını söylüyor radyo. Elimdekileri bırakıyorum, radyoya bakıyorum. Önce Semiran’ın gözleri geliyor gözlerimin önüne; gözlerine her daim yansıyan sevgisi, özlemi... “Sen bunu haketmedin» diyorum kendi kendime. Sen halkımızı ölçüyle ölçülemeyecek kadar çok severdin, üzerine titrerdin”... Ve şimdi uğruna ölümleri göze aldığın halkımızla karışıyor kanın.

İlk ‘99 yılı sonlarında tanışmıştık onunla. Lisedeydim o zamanlar. Yeni yeni gençlik bürosuna geliyordum. 4. gelişimdi sanırım. Masada kalabalıkça sohbet ediliyordu. Konudan konuya atlanıyor, sohbet uzadıkça uzuyordu. Pek karışmıyor dinliyordu genelde. Ara ara katılıyor ve yön veriyordu sohbete. Onun konuşmasıyla sohbetin havası değişiyor, arada atlanan, kaçırılan noktaları açığa çıkarıyordu. Sonra kalabalık azaldığında, karşılıklı sohbet etmeye başlamıştık. Yaşadığım yerden, okuldan konuşuyorduk, dinliyordu genelde. Ara ara konuşup belli noktalara yöneltiyordu beni, “şöyle olmaz mı?”, “şu yapılsa nasıl olurdu?” diyerek. Böyleydi genelde. Sessiz, sakin, dinleyen, anlayan ve sonrasında soru işareti bırakmayarak anlatan, doğruyu gösterendi.

Böyle sessizdi ama kızdı mı hedefe yönelen ateşli oklar gibi çıkardı ağzından kelimeler. Kolay kızmazdı, kızılacak şeylere, mesela, bile bile yanlışlık yapanlara, verilen emeğe layık olmayanlara, yanlışı savunanlara, hele ki bunun teorisini yapanlara ve oportünistliklere her zaman hakkını vererek kızardı.

Sabırlıydı, sonuç almadan bir işi bırakmaz, olmuyor demezdi. Ve fedakardı alabildiğine, taşın altına elini sokan hep ilk o olurdu, ne kadar ısrar etseniz de onun bu fedakarlığının önüne geçemezdiniz, göstermelik değildir.  

Yoldaşlık ilişkilerinde samimidir, sıcaktır, sevgisini belli eder. Zehramızın, özlemimizin bantlarını kuşanırken o da vardı bant takma töreninde. Bizim okullarımızda afiş asılmadık duvar; Zehramızını anlatmadığımız kimse kalmamalı diyordu. Sahiplenmesi, bağlılıydı bu.

Yoldaş sevgisinin büyüklüğü son yolculuğunun da nedeniydi. Yoldaşlarının hesabını sormak için düşmüştü yollara. 

 

(Yukarıdaki anlatım, Yürüyüş dergisinin 19 Haziran 2005 tarihli

5. sayısında kısmen yayınlanmıştır.) 

 

 

***

 

“Tam bir devrimci”

 

İstanbul’a ilk gelip gitmeye başladığım zamanlarda tanışmıştık onunla. “Merhaba, hoşgeldin, nasılsın”dan ibaretti o ilk zamanlarda sohbetlerimiz. Büroya gelip gidiyordum, öyle karşılaşıyorduk.

Sonraki yıllarda daha yakından tanıştık, çünkü ben de artık İstanbul’a gelmiştim. Sohbetlerimiz biraz daha uzamıştı. En azından akşamları sohbetlerde oluyordu Semiran. Ama o kadar yoğundu ki, neden sohbetlere katılmadığını omuzladığı sorumlulukları öğrenince anlıyordu insan. Gençliğin operasyonlarla zayıfladığı, zor günler yaşadığı zamanlarda yönetici olmuştu Semiran. Ve kısa sürede toparlanmıştı gençlik.

Bir işi bir görevi üstlenmişse, Semiran mutlaka sonuçlandırırdı. Yarım kalan bir iş görmedim. Bir bölgede ilişkiler kopmuş, örgütlülük yok denecek durumdaydı. Bölge sorumlusu ile birlikte tek tek insanlara ulaşmak için uğraşmış, bulduğu insanları, kurduğu ilişkileri bölge sorumlusuna verip yardımcı oluyordu. Ve ulaşıldı da. O yılın sonunda o bölgeden gelenler, dergi alanlar olmuştu. Selam verdiğ ibir kişiyi bile unutmaz, değer verir ve mutlaka bir yolunu bulup giderdi yanına. Gidemiyorsa, bir başkasını yollardı. Hani denir ya, “devrim için tırnağını verecek insan da, başını verecek insan da değerlidir” diye, işte bu Semiran’ın pratikte somutlayarak öğrettiklerinden biriydi. Bu yanıyla “kimse yok” denilen okullardan ilişkiler çıkarılmış, örgütlülükler yaratılmıştı. Bilirdi kimin neyi ne kadar yapacağını. Ve yapabileceğinin en iyisini yaptırırken, bununla yetinmez, daha ileri adımlar attırmak için çaba ve emek harcardı.

Örgütlenme dışında pratik işlerde de iş bitiriciydi Semiran. Diyelim ki biri Parti’nin parasını vermemiş, Semiran mutlaka alır. Mutlaka bir yolunu bulur. Biri mi uyarılacak, b.iri mi cezalandırılacak, mutlaka o iş hallolur. Biri mi bulunamıyor, mutlaka bulunur. Çünkü yapamamaya değil, mutlaka yapmaya kafa yorardı.

Bilene çok uzatmadan anlatırdı Semiran. Ama bilmeyen birisine de sabırla, emekle, bıkmadan anlatır, kavratırdı. Eğitim çalışmalarında da özenliydi. Dikkatle seçerdi grupları.

Sadece toplu çalışmalarda değil, bireysel çalışmayı da aksatmazdı, yoğunluk var deyip ertelemezdi. Çoğu zaman gözleri uykusuzluktan kanlanmış halde olurdu. Eyüp Beyaz da o günlerdendi. “Yeni örgütlenmiş ama hızlı geliştiriyor kendini. Şu bölgeye bu arkadaş bakacak, ona göre çalışmalıyız” demişti Eyüp için. Öyle de oldu. Her yönüyle görüp değerlendirebiliyordu insanları.   

Çoğu zaman birini tanımlarken, “tam bir devrimciydi... tam bir komutandı” denir ya hani; Semiran öyleydi. Layık olmak, öğrettikleriyle yolunda yürümektir diyor, anıları önünde saygı ve bağlılıkla eğiliyorum.

 

 

Geri