Şehit
Düştüğü Tarih: 1
Mayıs 2004
Şehit
Düştüğü Yer: Gebze
Hapishanesi
Doğduğu
Tarih: 1978
Doğduğu
Yer: Malatya, Arguvan Köyü
Mezar Yeri: Arguvan/ Gürge köyü, Malatya
F Tiplerine karşı
Küçükarmutlu’da direnişe destek eylemi yaparken gözaltına alınıp tutuklandı.
Tutsaklık koşullarında 10. Ölüm Orucu Ekibi’nde yeraldı. 1 Mayıs 2004’te,
yoldaşları İstanbul Saraçhane’de kızıl bayraklarıyla büyük direnişn
kararlılığını 1 Mayıs alanlarına taşırken o da feda ateşiyle katıldı 1 Mayıs’a.
Gebze Hapishanesi’nde bedenini tutuşturarak ölümsüzleşti.
Mücadele
içinde yeralmaya başlamasıyla gözaltı ve işkencelerle, hapishanelerle tanıştı.
Onun yaşadığı gözaltılar, bu ülkede demokratik mücadelede yer alanların karşı
karşıya kaldığı baskıların karakteristik bir özetidir: 1997’de, şehit düşen bir
devrimci için düzenlenen anmada ilk kez gözaltına alındı. İkinci gözaltısını
Sağmalcılar Hapishanesi’nde ziyaretten çıkışta yaşadı. Gençlik dergisinin
muhabiri olarak Bağcılar’da bir ilkokuldaki gelişmeleri haber yapmak için
gittiğinde üçüncü kez gözaltına alındı. Dördüncü kez TAYAD’a yapılan bir baskının
haberini yapmak için TAYAD’a gittiğinde gözaltına alındı. Kısa süreli
tutukluluklar yaşadı. Son gözaltı ve tutuklanması da, yine haklı, meşru,
demokratik bir direniş tavrı göstermesi nedeniyleydi. Direnme hakkını yoketmek
isteyenler, aynı 1 Nisan 2004’teki “DHKP-C Operasyonu”nda olduğu gibi,
Armutlu’da direnişe destek eylemi yaparken gözaltına aldıklarına da “örgüt
üyeliği”nden onlarca yıl hapis cezaları verdiler.
Selma
Kubat, 13 Kasım 2001’de Küçükarmutlu’dan gözaltına alınarak tutuklandı. Tecrite
karşı direniş içinde geçen tutsaklık sürecinin son kesitinde, alnına kızıl
bantını kuşanıp bir ölüm orucu direnişçisi ve en son alevler içinde bir feda
savaşçısı olarak ölümsüzleşti.
***
SELMA KUBAT’tan, KÖLN’deki
bir arkadaşına mektup:
“Bendeki ışıltı yalnızca ufka diktiğim gözlerimden değil yıldızdan
da yansıyor. Yıldızımız ki ışıltısını güneşe uğurladıklarımızdan alıyor.”
Merhaba
........
Canım
kardeşim seninle bir türlü düzenli yazışamadık. Ben yine de bu uzun yoldan
gelirken sana kucaklar dolusu selâm getirdim. Yol uzun olduğu için değil tabii,
mektupların ulaşmamasından dolayı senede bir yazar hale geldik. İşte yeni bir
yıla giriyoruz. Bu sana ikinci mektubum. Gerçi ilki de karttı. Senin Temmuz’dan
sonra yazdıkların bana ulaşmadı.
Neyse bu mektup
yiyiciler böyle çalışırken seni bekletmek istemedim. Kaybettikleri dışında
ulaşanları bazen imha ediyorlar. Övücü buluyorlarmış. Niye mi? Ölüm orucunu övmekten. Dışarıdaki yoğun
sansürün buradaki etkileri. Tabii bizim buna ihtiyacımız yok ki.
Meselâ senin
yazdıklarını böyle engelleyince unutturuyorlar mı? Yok. Ben böyle güzel, reyhan
gibi iç açan, ferahlatan bir kardeşimi unutur muyum? Bilirim, o da beni
unutmaz. Hatta şimdilerde daha çok merak ediyorsundur ablanı.
Basından
duymuşundur, ben, bugün 65. günümdeyim. Daha çok günlerim aylarım var.
Çok iyi
olduğumu gün geçtikçe daha iyi olacağımı bilmeni ve de beni merak etmemeni
istiyorum. Asıl ben sizleri merak ediyorum. Annen, baban, okulun nasıl? Onlara
çok selam sevgilerimi ilet. Buradaki kızları da senin gibiymiş de. Yani canım
senin gibiyim: Umutlu ve mutlu. Senin gibi geleceğimiz için büyüyorum. Gerçi
sen şimdi yirmi yaşında olacaksın büyümüş sayılırsın. Daha da büyüyeceksin. Çünkü
geleceğimiz çok büyük ve ben de seninle sizlerle olacağım o günlerde...
Güzel çiçekli
kartın ulaştı elimize. Şiiri sen yazdınsa çok güzel olmuş. Orada anlattığın
gibi, bir yanımız burada ama en çok sizlerleyiz, tabii ben artık önümde
gidenlerleyim çoğu kez de. Sana daha önce yazmıştım sanırım. Bu Kasım ve Aralık
günleriyle yaşadıklarımı. Onların özlemi hiç terk etmedi beni. Benim kadar
sevdiğim insanlardı hepsi. Yazmaya kalksam isimleri bu sayfayı doldurur. Ben
onlara kısaca önümde gidenler diyorum.
Canım, sen
benim yaşıma geldiğinde çok şey değişmiş de olacak ama eminim şu an benim
olduğum gibi senin de küçük kardeşlerin olacak. Onların gözündeki ışıltıya
kaptıracaksın yüreğini. Benim bir yanım da hala senin gibi. Sokaklara çıkıyor
insanlık âlemini izliyor… En çok reyhanlara bakıyor ve de gözlerim üzerinde
olacak her zaman bunu bilmeni isterim.
Çok şey mi
istedim? Dur sen istememişsin, ama ben bir de son fotoğraflardan bir tane
gönderiyorum. Belki merakını biraz gidermiş olurum. Gördün mü sendeki ışıltıdan
bende de var. Ortak bir yanımız daha. Bendeki ışıltı yalnızca ufka diktiğim
gözlerimden değil yıldızdan da yansıyor. Yıldızımız ki ışıltısını güneşe
uğurladıklarımızdan alıyor. Sen de fark etmişsindir. Daha aydınlık doğuyor
günlerimiz. Ulaşanlar arttıkça ışıltı da artıyor. ‘Kara yazgının üzerine’
doğmak için daha çok parlaması gerekiyor.
Canım,
kusuruma bakma dalıp gittim. Adeta astroloji uzmanı olacağız. Yıldızlarla çok
ilgilendiğimden sanırım. Benim gibi olan yedi yoldaşım var. Onlar da engin
ufuklarda dolaşıyorlar.
Sana en son
yazdığımda dört kişiydik. Şimdi yedi kişiyiz. Yeni tutuklanan arkadaşlardan
biri anne, iki çocuğu var. Kızı senin yaşlarında, ismi Dudu. İsmi güzel bir
anne... Nebiha Yusufumuz’un ablası ve Fatma. Onların sana çok selamları var. Biz
hepimiz çok iyiyiz.
Mektuplar bir
ay bekletiliyor burada. Ben de kısa yazıyorum şimdilik hızlı ulaşsın diye sana.
Daha uzun yazarım. Seni sizleri çok seviyorum. Ve yine kır çiçekleri
gönderiyorum. Özlemişsindir sen çiçeklerimizi, seni Gültekince kucaklıyorum.
Anne ve babana, abi-ablalarına selamlarımızı iletmeyi unutma...
SELMA KUBAT
Nisan 2004
***
SELMA
KUBAT’IN SON MEKTUBU
“Yangınımla
saldırıların önünde barikatım”
Son
mektubum 1 Mayıs 2004
Bu
sizlere son mektubum, ancak son merhabam değil. Her son bir başlangıç ve bugün
1 Mayıs 2004, benim yeniden doğuşum. Halkımın bağrına uğurlandığım gün olacak.
Bugün burada yaktığım ateş ki yalnız bedenimde değil. Yalnızca beden yanmadı,
yanmıyor da. Koca bir halk işçisi, emekçisi, öğrencisi, işsiziyle yanıyor
zaten, ben bugün yalnızca yazgımı birleştiriyorum. Bugüne kadar onlar için
yandım, en çok içim yandı, 19 Aralık’ta 28 canımla birlikteydim onlar içerde
ben dışarıda onlar için yandı içim. 6 Kasım’da Armutlu’da DÖRT can parçamla
yandım. Yani onların da acısını taşıdım bugünlere. Hepsi, ki bunlar direnenleri
engellemek için vahşetin en üst sınırına tırmanmasıydı. Öfkem içimi yaktı. Ölüm
orucu 4 yıldır sürüyor ve bugüne kadar 110 şehit verdik, hepsiyle daha da çok
yandı içim. Yine bugün bu yangınla değil, içimden yandım; emperyalizm, ABD,
Afgan halkına saldırdığında, Filistin halkına karşı İsrail siyonizmini
körüklediğinde ve en son Irak’a işgal güçlerini yığıp katliam yaptığında
yanıyordu içim...
İçimdeki
yangın, halkımın açlığında, yoksulluğunda, emekçilerin sefalet ücretinde,
işçilerin grev yasaklamasında öğrenci gençliğe demokratik-akademik talepleri
için saldırı olduğunda, büyüdü. Ailelerimize saldırıyor düşman bizim öldüğümüzü
duyurdukları için. AKP iktidarının bilançosunu, katliamını haykırdıklarından,
coplandılar yerlerde sürüklendiler, tutuklandılar...
Hala
NATO Zirvesi öncesi operasyon, komplo, tutuklamalar sürüyor. Ülkemizin yangın
yeri olduğunu haykıranlar bizim sesimiz olanlar, yani demokratik mücadele
verenler tutuklanıyor. Ve bugün öfkem onların saldırılarından daha büyük. Ben
bugün yaktığım ateşle yangınımla tüm bu saldırıların önünde barikatım. Bizlere
ölmeyelim, direnmeyelim diye zorla müdahale ediyorlar. Bundan önce birçok
yoldaşım müdahaleyle şehit düştü. Ben de zorla elimizden alınmak istenen
direnme hakkımızı savunmak için kendimi feda ediyorum.
1
Mayıs mücadele, birlik ve dayanışma günü bugün, kendi tercihim ve kararım.
Birlik, mücadele ve dayanışma bizim direnişimizle olur. Benim fedamla güçlenir.
Ben de alanlara akıyorum eylemimle. Yoldaşlarımla mücadeleden yana olanlarla
bugün omuz omuzayım. Halaylardayım mutlu ve huzurluyum. Hiçbir saldırı,
zorbalık 1 Mayıs alanlarına akışımızı durduramaz. Biz fedayı kuşanan yüreklerle
çıktıkça zulmün karşısına hiçbir engel tanımayız. Dalcı’nın elindeki taş değil
yüreğiydi. Ben de onun yüreğinin yanına katıyorum yüreğimi. Yüreğimiz düşmana
savurduğumuz taşlardır.
Iraklı
çocuklar, Filistinliler ve bizler bütün saldırganları bu yüreklerle yenecek
halklarımıza kurtuluşu armağan edeceğiz. Biz kazanacağız. Zaferimiz fedayı
kuşanan yüreklerimizdedir. Halkımı, yoldaşlarımı partimi ve tüm dostlarımızı
sevgiyle selamlıyorum. Halkımı, vatanımı, yoldaşlarımı, partimi, önderimi
seviyorum. Hep aranızda olacağım, bunu biliyorum. Sizin feda diyen
yüreklerinizleyim...
Gültekince
Selamlar
Selma
Kubat
1
Mayıs 2004, Saat: 14.00
(Selma Kubat’ın
bu son mektubu, Ekmek Ve Adalet dergisinin 30 Mayıs 2004 tarihli 110. Sayısında
yayınlanmıştır.)
***
Selma
Kubat’ın Halkına Son Seslenişlerinden:
“Yangınım
suskunlukları da yaksın”
26
Nisan 2004
Basına
ve Kamuoyuna
Ben
Selma Kubat. Bu mektup elinize ulaştığında birçoğunuz tanımış olacaksınız. Çok
yakında kendimi yakacağım. Külümü Bir Mayıs’a karıştıracağım. Birçoğunuz neden
kendimizi yaktığımızı merak edecek. Bunları yani bunca soğukkanlı oluşumuzu
anlamak isteyeceksiniz. Beni buna zorlayan gerçekleri açıklayacağım.
Size
5 gün öncesinden yazıyorum. Öncelikle şunu bilmenizi istiyorum ki kendimi yakma
kararını özgür irademle aldım. Zaten ölüm orucunda gün gün ölüyor kendimi feda
ediyordum. Ölüm orucuna başlamam gibi kendi isteğim ve irademle oldu kendimi
yakma kararı. Bu mektubu yazarken de elim titremiyor.
Birçoğunuza
vahşice gelecek bu soğukkanlılık; işkenceye, baskılara, zorla müdahaleye,
sansür duvarlarına ve çıkarılan yeni baskı yasalarına karşı olduğundan hangisi
daha vahşet dolu siz karar verin!
Ben
ölüm orucunun 190. günündeyim. Ve bugüne kadar 110 arkadaşım tecriti kaldırmak
için şehit düştü. Asıl bu vahşet değil mi? Bunca insanımızın canına değecek
kadar değerli mi bu hücre kapıları, duvarları, izolasyonu. Bana göre değil ama
iktidar ısrarlı ve iddialı bunda. Biz de elbette direnme hakkımızın çalınmasına
karşı ısrarlı ve iddialıyız.
Sessizce
ölmeyeceğiz. Bir gazete köşesinde yer alacak haberimiz ama bir sessiz ölümü
bedenlerimizle duyuracağız.
Hücreler
ölümdür... Yalnız kapalı yer olması anlamıyla değil elbette benim şu an
bulunduğum yerde de 14 kişi var. Ancak tüm uygulamalar tecrite, izolasyona göre
ayarlanmış. Bir de dört yıldır insan sesi duymayan tecrit hücreleri ve oralarda
yaşamaya çalışan arkadaşlarım var. Avukat görüşleri, aile ziyareti, aramalar,
mektup yasakları, kitap yasakları, suç duyurularımızın cevapsız kalması ve daha
onlarca hak ihlali diyebilirim. Hepsini denetliyorlar ancak yetmeyecek ki
üzerimizdeki üç kazak, üç pantolona göz koyup tek tip giydirmek için yasalar
çıkarıyor, bir de çalışmamızı zorlayacaklar.
Ben
huzur içinde ölüyorum, benden sonrakiler daha zorunu yaşayacaklar. Baskı ve zor
var oldukça, benim gibi direnenler de var olacak. Direnme hakkımızı
engelledikleri için kendimi yakıyorum.
Evet,
ülkemizde bir hakka sahip olmak için canımızın yanmasını, gözaltına alınmayı,
tutuklanmayı, ölebilmeyi hatta yanmayı göze almak gerekiyor. Bu bir fedakârlık değil
zorunluluk. Zora karşı durma zorunluluğu.
Haziran
ayında bir zirve yapılacak. Ülkemizde ne zaman zirveler yapılsa, emperyalistler
gelse faturası bize, halkımıza çıkarılır. Yine dışarıda ailelerimiz gözaltına
alınmak yerlerde sürüklenmek pahasına “110
İnsan Öldü Hapishanelerde Duydunuz mu?” diyordu. Onların sesini boğmak için
TAYAD’a saldırdılar, ilk olarak başkanını tutukladılar. Derneği kapattılar,
yasal kurumlara baskılar düzenleyip çalışanları “terörist” ilan ettiler. 30’u
aşkın insan tutuklandı. Hepsi dışarıda yasaların öngördüğü kurumlarda
çalışıyordu. Yine aynı şekilde dışarıda muhalif olarak gördükleri kim varsa
tutuklamaya, gözdağı vermeye devam edecekler. Neden? Emperyalist efendilere
“sorunsuz”, “muhalefetsiz” toz pembe bir ülke sunmak için. Sadece zirveye
katılanlara eskortluk yapmak için 33 trilyon harcadı ve zırhlı araçlar aldı bu
iktidar. Mahallelere, sokaklara döşeyecekleri kameralar İstanbullular’ın
tamamının fişleniyor olması, yani hepsi onların emperyalist çıkarlarının devamı
için. Efendilere böyle kırmızı halılar serilirken ölüm orucu devam ediyor, hala
çözülmemiş bir tecrit sorunu var bu ülkenin. Yine onlara sunulan vatanımızda
açlık, yoksulluk sürüyor. Memurlar açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm
ediliyor; memuriyet önemli bir mevkiyken, şimdilerde ek işler yaparak yaşamını
idame ettirmeye çalışıyor memurlarımız. İşçilerimize grev yasaklanıyor,
sendikasızlaştırma için işten atmalar, zorunlu iş yasaları ile esir haline
getiriliyor. Köylülerimize; “gözünüzü toprak doyursun” deniyor. Öğrencilerimiz
YÖK sultası altında, anti demokratik, bilimsel olmayan bir eğitime itiliyor.
Çocuklarımıza gelecek değil işlikler, ucuz işgücü olarak bakılıyor. Yine
gençlerimiz yoz bir kültürün ürünü olan pop starlara mahkûm ediliyor.
Gençlerimizin
hayalleri çalınıyor. Yani efendilere ne kadar rahat huzur varsa biz halka o
kadar çok çeşitli baskı politikaları uygulanıyor.
Biz
hapishanelerdeki tutsaklar bunun bir parçasıyız yalnızca. F tipleri, tecrit,
yalnız bize yönelik değil. Tüm bir halk tecrit ediliyor ve vatanımız F
tipleştiriliyor. Bu tabloyu yaratan emperyalistler Irak halkına her gün
katliam, baskı, şiddet dağıtıyor. Irak halkı vatanında işgalci istemediğini
aylardır direnerek gösteriyor. Yine de “terörist” denilen Irak halkı oluyor. Bu
tabloda kim “terörist...” Irak’ta çocukları katledenler mi? İşgalciyi kovmak
için iki çocuğunu arkada bırakıp kendini feda edenler mi? Ya da Filistin’de
panzere taş atılmasın diye çocuk bağlayanlar mı? Yoksa evleri yıkılmasın diye
direninler mi? Vatanımızda “110 İnsan öldü duyun!” diyenler mi? 19 Aralık’ta
diri diri kadınlarımızı yakanlar mı?
Bu
dünya tablosunda benim kendimi yakarak baskıları protesto etmem ne vahşet, ne
soğukkanlılıktır. Ortadoğu’da her gün insanlar ölüyor, kadınlarımızın ırzına
geçiliyor, çocukların kaçırıldığını, organ mafyalarının (emperyalistlerin
bilgisi dahilindedir) Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de yayıldığını
biliyorum. Yani yalnız ben yanmıyorum Ortadoğu yanıyor. Bu tabloda asıl vahşet
olan gazetelerin yazmaması, aydınlarımızın, yazarlarımızın görmemesi, gördüğü
halde dillendirmemesi, yazmaması, toplumu aydınlatmamasıdır. Bu karanlığa ortak
olan herkes bu vahşetin 110 insanımızın ölümünün sorumlusudur. Ben kendi adıma
karanlığa bir kibrit çaktığıma inanıyor ve bu rahatlıkla gidiyorum.
Tüm
kamuoyuna sesleniyorum: Duyun sesimizi. Bu ses direnen ama teslim olmayan,
koşullara uymayan, koşulları zorlayan ve insan gibi yaşamak isteyenlerin
sesidir. Yangınım bütün sessizlik, suskunlukları da yaksın. Görün, duyun,
bilin...
Selma
Kubat
(Selma Kubat’ın
bu mektubu, Halk İçin Ekmek Ve Adalet dergisinin
23 Mayıs 2004
tarihli 5. Sayısında yayınlanmıştır.)
***
Selma
Kubat’ın Bir Yoldaşına Mektubu
“bu yalnız gösteri değil, yaşamın kendisi.
Canım
….’ım
Yarın
düğünüm var, sen de olsan sevinirdim. Ama yanımdasın hep. Sana son bir kez
merhaba diyeyim, sarılayım doyasıya. Gerçi yarın daha sıkı sarılacağım ya,
olsun. Ben yine de duygularımı paylaşmak istedim. Heyecanlıyım biraz ama panik
yok, her şey kontrolümüz altında. Hani bir program için ortak bir şeyler
hazırlıyor gibiyim. Yarın gösterime girecek skeçlerimiz gibi. O tüm gözlemler,
vurgular, hazırlık heyecanımız aynı bende. Tabii bu yalnız gösteri değil,
yaşamın kendisi. Sonrasında katıla katıla gülmeyeceğiz ama eminim, senin için
de benimki gibi mutlu bir gurur olacak, “bunu
biz yaptık, bu bizim gücümüz” diyen bir sevinç. O yüzden duygularımız
düşüncelerimiz aynı. Belki daha fazlasını yapamamanın burukluğu olacak her
zaman içimizde. Olsun bu da bizi tetikler. Bunları hep kurar ve hayal ederdik ya!
Her gözaltından sonraki hayal gibi, her devrim sonrası hayallerimiz gibi. Her
zaman daha fazlasını isteyeceğiz. Ama ben artık bir otomobille bitirmiyorum
hayalimi, daha büyük dünyalar... Eminim senin de öyledir.
Son
günlerde sana yazmak, seninle konuşmak güzel. Ancak bir şey var biliyorsun
bizim sohbetler bitmez, ben bekleyeceğim uzun sohbetler için adamızda...
Zaman
az, kısa yazıyorum kusuruma bakma. Bir de seni çok sevdiğimi, kendim gibi
bildiğimi unutma. Feda sıcaklığında senin de kazandırdıkların var bana-bize.
Onun için bir kez daha kucaklıyor doyasıya öpüyorum.
Sevgilerimle
30
Nisan 2004
Selma
***
Selma
Kubat’ın Şiirlerinden:
1
MAYIS
“İşçinin emekçinin bayramı”
Benim bayramım
benim düğünüm
benim son
günüm
Bir bayram günü
“ayrılırım”
Hep düğün
bayram
şenlikle
geçerdi
hayatım
En çok bayramlarda
coştu
kanatlandı
acıya kına yakmayız
bayramda
düğünde
bir de ömrün son deminde
mutluluktur kına
murattır
şendir gönlüm
benim de
Şen ola günleriniz
diye yanıyorum
15
Nisan 2004
***
Karanlığı
bir kibrit çaktım
24 Nisan’da
Vara
vara
vardım
190’lara
Kaldı mı bir haftam
Bırakacaklarım
var
varım
varırım
bıraktıklarımla
o güne
ateşin kor alevine
Nasıl mı
hızlı
pratik
güvenli
yani bildiğimizce
Çakıldı kibrit
çaktım
çaktım
karanlığa
bir kibrit çaktım
yansın
yansın
kül olsun bedenim
ben yine de gülenim
koşanım
koşturanım
bu kavgamızda
sizlerle
24
Nisan 2004
***
20
Nisan
Uykum
geldi
Ve zaten sonsuz uykuya
dalacağım
Uyuyup
uyanmayacağım
Bunca
ayakta uyuyan
(Ben
de çok uyudum ayakta)
Uyutulan insanlarım
sizin için de yakacağım
rüyaları
uykuları
uyuyanları
Alevlerin
içinde
uyumayacak
Umutlu
şarkılar
besleyeceğim
bütün
uyuyanları
uykuları
yakarak
yanacağım
gideceğim
Benim
de
alevden
kanatlarım
olacak
Yeniden
doğduğum
günde
O
alev
kanatlarımı
açacağım
her yana
20
Nisan 2004
Hakkında
Daha Geniş Bilgi İçin...
Yoldaşları, yakınları Selma Kubat’ı Anlatıyor: