Selçuk
AKGÜN'ü Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Selçuk Aygün: “Ben bugüne kadar neden sizden
habersiz
yaşamışım sanki...”
Selçuk geçimini hep emeğiyle, alınteriyle
kazanmıştı. Devrimci hareketle tanışmasından sonra ise yoldaşları için
çalışmaya başladı. Yaşamın içinde kazandığı tecrübe ve birikimleri mücadelenin
gelişimi için kullandığı gibi, oğlu yaşındaki sorumlusundan talimat almayı da
hiçbir zaman gurur sorunu yapmadı. Tanıştığı günden itibaren kendisine “ben
öğrenciyim artık” diyordu. Herşeyi öğrenmeyi istiyordu.
Eylem yapmak, düşmana darbeler vurmak için
birlikteki diğer yoldaşları gibi sabırsızdı. Hareket ile zorunluluktan dolayı
kısa bir süre bağlarının kesildiği bir sırada da boş durmamışlar, istihbarat çıkarmışlardı.
İstihbarat yaptıkları yerler arasında emperyalist kurumlar da vardır. Kendileriyle
bağ kurulur kurulmaz şöyle demişti Selçuk: “Namlumuz
soğudu yoldaş... Düşman boş durmuyor. Bak, kendine devrimci diyenler emperyalizmden
medet umuyor. Biz emperyalizme vuracağız. Yüreğim kıpır kıpır...
Demek ki; Che'nin başka insanlar, halklar için
duyduğu duygu bu olsa gerek. Hani bana onunla ilgili kitap vermiştiniz ya...
Oradan biliyorum bunu. Biz de Yugoslavya halkı için vuracağız. Ne kadar onurlu
ve asil bir şey! Ben bugüne kadar neden sizden habersiz yaşamışım sanki...”
Evet, doğru söylüyordu. Che'nin
taşıdığı duygulardı bunlar. Dünyanın neresinde olursa olsun başka halklar için
de ölebilmek, eylem yapabilmek, kurşun sıkabilmek... Onurlu ve asil bir duyguydu.
Selçuk bunu dolu dolu yaşıyordu. Soğukkanlılığı ile
hemen kendini hissettiriyordu. Çünkü onda bir emekçinin, halktan bir insanın
kendine güven ve sabrı vardı. Alnından boncuk boncuk
akan ter, şimdi artık sadece kendi ailesinin geçimi için değil, halkının kurtuluşu
için akıyordu. O tüm davranışları ve yaşamı ile halktan bir insandı. Onun
yaşamı, gelişimi, halktan insanların ne kadar kısa bir sürede savaşçı olabileceğini
gösteren çarpıcı bir örnektir. Küçük burjuvazinin eşim, çocuklarım, sevgilim
kaygısının onda zerresi yoktu. Mücadele içinde tutsaklık da vardı ölüm de. Ama
inandığı düşünceler için, bağımsızlık ve hürriyet için ölmek, ailesine
bırakacağı en büyük mirastı. Ve Selçuk bunun bilincindeydi. Çocuklarının da
devrimci olması, mücadelenin içinde yer alması konusunda sürekli ısrar ederdi.
Koruma duygusu, bencillik yoktu onda.
Yapacakları son eylemin hedefini öğrendiğinde çok
sevinmişti. Yaşamı boyunca ABD onun kafasında erişilmesi zor bir güçtü, halkların
baş düşmanıydı ve şimdi artık onlar bu baş düşmana bir darbe daha vurmanın
coşkusunu daha eylem öncesinden yaşamaya başlamışlardı. Eylemleri başarısız
oldu, ancak onların ölümü bile haydut ABD'yi korkutmaya yetti.
Selçuk yoksulluğu tanımış, yıllarca gecekondularda
ekmek kavgası vermiş, geçim sıkıntısı çekmiş, ama yine de kendini düzenin
yolsuzluklarından koruyabilmişti. Bu nedenle devrimci hareketin saflarında yeralması zor olmadı. Halktan birisiydi, halkın
öncüsü olmaya karar verdi ve vatanımızın bağımsızlığı için şehit düştü. Onurlu
ve mütevazı yaşamı tüm cepheliler için örnek oldu.
Söz veriyoruz Selçuk ve Sadık yoldaşlar! Emperyalizm
dünya üzerinden silinene kadar savaşacak ve anti-emperyalizmin tüm dünyadaki
bayrağı olmaya devam edeceğiz.
(Yukarıdaki anlatım, Bağımsızlık ve Demokrasi Yolunda Kurtuluş
dergisinin 11 Haziran 1999 tarihli 34. sayısından alınmıştır.)
Bir yoldaşı anlatıyor:
“'Hayatımın
başka türlü anlamı olmayacak.' diyordu.”
40 yaşlarındaydı. Erzurumlu'ydu.
12 Eylül'den hemen sonra bir tutsaklık yaşadı Erzurum'da. O zamanlar TDKP sempatizanıymış. Yaklaşık bir yıl yatıp çıkmış. Sonra
İstanbul'a göçmüşler. İstanbul'da düzenin yozluğu, 12 Eylül'ün depolitizasyon
politikaları onu da içine çekiyor. Bir süre hırsızlık, dolandırıcılık gibi
işlere bulaşıyor. Sonra adam yaralamadan tekrar tutuklanıp ceza alıyor.
İstanbul'da Metris'te kalıyor. Bir süre sonra Tekirdağ taraflarında bir
yarı-açık cezaevine gönderiliyor. 1993 yılında ise oradan firar ediyor. 5 yıl
boyunca firar koşullarında yaşıyor. Kendisiyle tek bağlantısı
eşi Melek Akgün. Birkaç ev değiştirdikten sonra Alibeyköy
Çırçır mahallesinde kiraladığı bir evde yaşamaya başlıyor. Eşi, teyzesinin kızı
olarak o eve gidip geliyor. Bu süre içinde inşaat boyacılığı yapıyor. Melek
abla Kültürel Etkinlikler Derneği üyesi. En son olarak ayrıca "Bizim Sesimiz"de çalışıyor. Melek abla bu çalışmalarını,
bizden öğrendiklerini Selçuk abiye de aktarıyor. Selçuk abi
etkileniyor karısının devrimci gelişiminden. Ayrıca ülkemizdeki haksızlıklar,
görüp yaşadığı sömürü, insanın aşağılanması ve bizim eylemlerimiz... Hepsi bir
araya gelince bir hesaplaşma içine giriyor. Kendi deyimiyle "kıskanıyor
karısını, onun devrimciliğini." Bizimle görüşmek istiyor. Ancak Melek abla
bu süreci biraz uzatıyor. En sonunda Balkıca direnişimiz sonrası Selçuk abi ısrar ediyor. Evine ilk gittiğimizde, ilk defa görüşüyor olmamıza
rağmen sıkı sıkı sarılmıştı, özlemle kucaklamıştı.
Tutsaklık günlerini anlattı. Metris'teyken bizim direnişimiz adli tutsakları da
etkilemiş ve hak almak için açlık grevinden isyana kadar çeşitli direnişler
gerçekleştirmişler. Sonra (yılını hatırlamıyor '90 olabilir) bir gün hastanede
Sinan Kukul'la karşılaşmış. Aynı odada 5-10 dakika da
olsa birlikte kalmışlar. Sinan abi bu kısa sürede
sohbet edip etkilemiş Selçuk abiyi.
Dağa gitmek istiyordu. Bunda çok arzuluydu. "Hayatımın başka türlü anlamı
olmayacak. Yaşıma bakmayın, her zorluğa uyarım, hiçbir hastalığım yok, kafamda
hep dağ var, bunca yıllık kaybımı telafı etmek
istiyorum" diyordu. Sonra bu kadar ısrar etmesinin yanlış anlaşılacağını
düşünerek; "ama Cephe saflarında
başka görev de olabilir. Hiç bir şey demem. Her göreve hazırım" demişti.
Çok samimi, çok içtendi. Yüzü hep gülüyordu, ama zaman zaman
gözleri de doluyordu. Bizimle ilişkiye geçmekten çok sevinçli, çok heyecanlıydı.
Bir süre yayınlarımızı okudu. Sinan Kukul'un
"Metris" kitabını ikinci güne bırakmamıştı. Hemen o gün bitirmişti.
Her şeye susamış bir hali vardı. İlk olarak bir milis ekibinde görev aldı. Ekip
Sorumlusuyla arasında büyük yaş farkı olmasına rağmen çok iyi anlaşmışlar. Çok
disiplinli olduğu söyleniyordu.