Selami KURNAZ'ı Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Tekirdağ F Tipi Hapishanesinde hastaneye

kaçırılmadan önce kendisiyle aynı hücreyi paylaşan

yoldaşı Fikret Akar Selami Kurnaz'ı anlatıyor:

 

“Kırk yıla yaklaşan ömrümde beni onore eden üç an...”

 

"Selami Kurnaz 11 Şubat 1964 Trabzon Arşin Diçek Kılçıkburun köyü doğumlu. Bir kız, üç erkek, toplam 4 kardeşler.

Selami abi Laz milliyetindendir ve herkesin onda ilk fark edeceği özelliği Karadeniz'e olan sevgisidir. Karadeniz'e aşıktır adeta Selami abi. Tüm Karadeniz'i bir ucundan bir ucuna karış karış tanır bilir. Çünkü her karışında emeği vardır. Yalnızca coğrafyasını değil, bölgenin halklarını-kültürlerini, ekonomisini, tarihini... en ince ayrıntısına kadar bilir. Karadeniz Bölgesi konusunda hepimizin değişmez kaynağıdır. Karadeniz'den bahsederken gözleri parlar, kendinden geçer. Saatlerce soluk almadan anlatır Karadeniz'i.

Çifte sevda taşır yüreğinde. Bir yanı Karadeniz'e, bir yanı devrime sevdalıdır. Daha 14 yaşında sevdalanır. 16'sında, ki zaman 12 Eylül sonrasıdır, tutsak düşer, ağır işkencelerden geçirilir. Bedel ödedikçe büyür sevdası. 12 Eylül sonrası çeşitli işlerde çalışır. 90'lı yılların başında hayatının en önemli dönemlerinden birini yaşar.

Kendi ifadesiyle "Kırk yıla yaklaşan ömrümde beni onore eden üç an vardır. Birincisi 14 yaşımda devrimcileri, devrimci düşünceleri tanımak. İkincisi '90'lı yılların başlarında kişiliğimi yeniden biçimlendiren, ete kemiğe bürünen zafer kişiliğiyle donatan devrimci hareketi bulmak oldu. Üçüncüsü Gültekin Koç Ölüm Orucu ekibi savaşçısı olduğum kızıl bandı taktığım bugündür.” (Ölüm Orucuna başladığı anki ifadeleri).

'90'ların başında İşpor-Der'e gidip gelmeye başlar. Yemliha Kaya ile tanışır, birlikte koştururlar. '92 yılında memleketi Trabzon'a döner, sevdasını Karadeniz'de büyütmek için. Karadeniz gazetesinin çıkmasında büyük emeği vardır. Hakkında pek çok davalar açılır. Bunlardan birinden mahkûmiyet kararı çıkınca illegal faaliyet yürütmeye başlar. 2000 yılı sonlarında İstanbul SPB'lerde görevlendirir. 18 Haziran 2001 tarihinde tutsak düşer.

Tutsaklık koşularında çalışkanlılığıyla, üretkenliğiyle, yaratıcılığıyla hepimize örnek olur. Hemen hemen tüm yayınlarımızda emeği vardır. Gomedi'nin "müdürlüğünü" yapar, müdürlüğü döneminde Gomedi gelişir. Kollektif yaşamın gereklerini yerine getirmede çok titizdir. Yanlızca anlatan değildi, yaşamıyla örnek olurdu. Nerede-neye ihtiyaç varsa, orada Selami abi vardır. Yazar, çizer. Bu konuda hem kendisini hem yoldaşlarını geliştirmek için gayret eder.

8. Ölüm Orucu Ekibinde yer aldı ilk önce. Ancak sürecin özgünlüğünden dolayı iradi olarak ara vermek zorunda kalır. Üzülür, kabul etmek istemez. "Sabır da eylem" diyerek bekler gününü. Melek Birsen Hoşver'in şehitliğinden çok etkilenir. Bir yoldaşına yazdığı notta şöyle ifade eder duygularını: "30 yıldır bu ülkede umudun adı kavgayı harlıyor. Sabo'nun kızları ise en önde. Melek'i düşünmek yeniden doğmak, var olmaktır kavgada tereddüde düşecek olanlar için".

25 yıllık devrimci yaşamında hep dik durmasını bilir. Şöyle der ölüm orucuna başladığı gün: "Evet yoldaşlar, 25 yıllık devrimci yaşamımda çokça baskılar, işkenceler, gözaltılar, tutuklamalar yaşadım. Boşluğa düştüğüm anlar oldu, ölümle burun buruna geldiğim anlar da. Ama savaşa, devrime olan inancımı hep canlı tuttum. Çok yendim, çok da yenildim. Fakat boyun eğmedim. Hep dik durmasını bildim. Yenilgileri zafere dönüştürdüm. Ve bugün alnıma taktığım kızıl bantla yürüyorum."

Halkımızın değerlerine sıkı sıkı bağlıdır. Bayramda yoldaşlarına şöyle seslenir: "Açlığın, yoksulluğun, sefaletin kader diye dayatıldığı böylesi bir dönemde yozlaşmaya, bireyseleşmeye karşı olumlu değerlerden biridir Bayram... Acılarını paylaştığı gibi, sevinçlerini de paylaşıyor halkımız. Küskünlüklerin son bulduğu ve kardeşliğin sağlandığı gündür bayram. Halkımızın bayramı bizim bayramımızdır. Halkımızın değerlerini, geleneklerini büyütüp, geliştirerek geleceğe taşıyoruz. Bunun için bugün hücrelerde olunca hepimizin yüreği daha hızlı çarpıyor. Coşkusunu, sevincini, heyecanını, hücrelerimizde taşıyoruz (...)”.

Selami Abi için mütevaziliğin simgeleşmiş haliydi desem hiçte abartmış olmam. Hastaneye kaçırılışından on gün sonra bana yazdığı mektupta "... nasılsın, yoldaşım, hemşerum, can parçam. Senin gülümsemen bilincimin, yüreğimin en has yerine kazındı bilesin. Artık seni unutmak ne mümkün. Hele hücre ortamında bitimsiz sohbetlerimiz, satranç ve hele ki emeğin-emeklerini unutulabilir mi? Senin bende hakkın çoktur. İşte öyle. Senin gibi bir yoldaşım olduğundan ne kadar gurur duydum bir bilesin. Ah elimden gelse idi senin hakkını ödemek için neler yapardım. Valla yapardım. Hele Doğu Karadeniz turu kaymağı-balı olurdu bu işin".

İşte bu denli mütevaziydi. Canını feda etmiş, ölümün üstüne yürürken dahi "senin hakkını nasıl öderim" diyor. Ya biz, ya biz sana hakkını nasıl ödeyeceğiz Kılçık Burun'lu Abimiz?... Anısına sadık kalacağız, ideallerini yaşatacağız. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

 

(Yukarıdaki anlatımın bir bölümü, Bağımsızlık, Demokrasi Sosyalizm İçin Yürüyüş dergisinin 7 Ağustos 2005 tarihli, 12. Sayısında yayınlanmıştır)

 

 

Geri