Şefinur TEZGEL'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Yoldaşları Anlatıyor:
OY BENİM SOL YANIM. BİLENMİŞ BIÇAK
YANIM...
ŞEFİNUR TEZGEL
1971 yılında Malatya-Kürecik'te
doğar Şefinur, Kürt milliyetindendir.
Daha çocukluğunda evleri işkenceciler tarafından
baskına uğrar. Evlerine karakol kurulur ve o, günlerce evlerinde karargah kuran işkencecilerle yaşamak zorunda kalır.
Çocuk yaşta bunlara tanık olan Şefinur'un
yaşamı da o günlerin derin izleriyle doludur. Ama onun için net olan
devrimcilerdir, mücadeledir. Tanıdığı her devrimci kendisinde tarif edilmez bir
hayranlık uyandırır. İdealleri de böyle şekillenir. Bir çocuğun buyüdüğünde neler yapacağını ne olacağını klişe sözlerle
ifade ettiği yaşlarda Şefinur'un büyüdüğünde ne
olacağı daha o günlerden belli olur biraz da.
Sohbetlerinde küçükken tanıdığı devrimcilerden bir çok şey aldığını belirtir. O günleri "Ben daha şu
kadardım" diye başlayan sözlerle kendini de katarak anlatır, güler espiriler yapar sonraki yıllarda.
92 yılında özlemini duyduğu mücadeleye aktif olarak
katılır. Kısa bir süre sonra milis operasyonundan dolayı ilk tutsaklığını
İstanbulda yaşar. Çıkar çıkmaz
aynı coşkuyla mücadelesine devam eder. Yoksul gecekondu mahallelerinde emekçi
halkın içinde örgütlenme faaliyetleri yürütür. Halkın olanaklarını ve yaşam
koşullarını gördükçe onlarla daha da bütünleşir. Sevgisini, saygısını dobra dobralığıyla onlara taşır. Sözünü sakınmaz. özellikle Anadolu insanının bakışını, ikinci planda olmalarını
kabullenmez, onlarla daha yoğun ilişkiler kurarak bilinçlendirme faaliytleri yürütür.
Elbette bu durumdan rahatsız olan evin erkekleri,
kurulu ve rahat düzenlerinin bozulmasını istemez. Ama Şefinur
inatçıdır. Yeri geldiğinde kaldığı evlerde bu konuda kadının nasıl düşünmesi
gerektiğini, nasıl yapması gerektiğini ve önemini evin erkekleri ile tartışıp
haklılığını anlatmaktan çekinmez.
En çok duyduğu karşılık ise, "tamam bacım doğru
da, böyle gelmiş böyle gider, onlar hakkını arasın kim engelleyebilir ki..."
vb. olur. Buna karşın pratikte karşılaşılan engelleri gördüğünde tartışmaktan
da geri durmaz.
Mahalli alanlarda yürüttüğü faailyet
sırasında gözaltılar yaşayan Şefinur, 95 yılından
itibaren illegal faaliyetler yürütmek üzere yeraltına çekilir, görevler alır.
Yeraltı örgütlenmesinde üstlendiği görevini
sürdürürken 96 yılının şubat ayında tutsak düşer. Aynı operasyonda onunla
birlikte tutuklanan yoldaşlarından biri de Ali Ateş'tir.
Yaşadığı tutsaklık onun moral-motivasyonunu
bozmaz, coşkusundan bir şey kaybettirmez. Yine Bayrampaşa Hapishanesindedir.
Yine şen şakrak yine dobra dobradır. Sözünü sakınmaz Şefinur,
ne varsa onu olduğu gibi söyler. Bu nedenle o kırgınlığı gidererek kaldığı
yerden ilişkisine devam eder.
Dobra Dobraydı Şefinur.
Yoldaşlarıyla kurduğu ilişkilerindeki sıcaklığı yaşamın her alanında görmek
mümkündü. Ama bir de öfkelendi mi onu durdurmak imkansızdı.
Öfkesi dinene kadar yanına yaklaşılmazdı. Zayıf yeri kahkaha atacağı bir konu
bulunmasıdır. Ondan sonra kolaydı.
Bırakanlara olabildiğine öfkeliydi. Kendisine
devrimciliği anlatıp yol gösterenlerin düştüğü hali görünce ağız dolusu
söyleyeceğini söylerdi.
Hani su gibi berrak derler ya, öyledir Şefinur. İçi dışı birdir. Utandığında yüzü kızarır, tırnaklarıyla
oynar, öfkelendiğinde yüzü sert bir ifade alır, kahkaha attığında gözlerinden
yaşlar gelir. Mücadelesi de böyledir. Çocukluğundan beri yaşadığı onca şeye
rağmen asla tereddüte düşmez. İçeri-dışarı, demokratik
yada illegal alan, her yerde her görev ve sorumlulukta
neşe kaynağıdır. Özü-sözü yaşamı birdir.
Onu güldürmeye bayılıyorum. Çok meşhurdur kahkahası,
o önde ben arkada koştururuz havalandırmada. Elinde süpürge olur. Kovalar beni,
kimbilir ne şaka yaptım da, laf yetiştiremeyince ya
da laf yetersiz kaldığında böyle koşturur beni. Yakalayınca da bir şey yapmaz,
kıyamaz.
Aynı zamanda muziplikleriyle ünlüdür. Ortalığı
karıştırmayı sever. Kadınlar koğuşunun neşe kaynağı olduğu gibi ortak
faaliyetlerde tüm hapishanenin de neşe kaynağıdır. Bir kenara geçip birileriyle
fiskos yapıyorsa, yine birşeyler çevirdiğini herkes
anlar.
Çocukları çok severdi. Ziyaret günleri içeri giren
çocukları aşırı sevgisi ile ağlatır, onlarla top oynar, karınlarını doyurur
öyle yollardı.
Birgün ziyaret kabininin öteki
tarafında sevimli bir çocuk gördü. Çocuk içeri girmeye çekiniyor, annesinden
ayrılmak istemiyordu. Şefinur "Ben o çocuğun
yanaklarını ısırmazsam sevmezsem içim rahat etmez" diyordu. Çok uğraştı ve
sonunda içeri almayı başardı. Ve tabii çocuğun yanaklarını güzelcene
ısırdı. Çocuk hem ağlıyor, hem "abla niye ısırdın" diye sımsıkı boynuna
sarılıyordu. Çok içten bir sarılmaydı. Çok sevimlisin de ondan diye açıklıyordu
ısırmasını. Sonra gönlünü alıp yollamıştı.
Neşeli, şen-şakrak olduğunda böyledir Şefinur ama, öfkelendiğinde hele hele bir şeyi kabullenmiyorsa ağzını bıçak açmaz.
Ölüm Orucu gönüllülerinin toplantıları yapılırken
herkes duygularını ifade ediyordu.
Ölüm Orucu ekiplerinin netleştiği günlerde Şefinur da üstlendiği görevler nedeniyle bandını kuşanacak
savaşçılar arasına dahil edilmediğini öğrenir. Bu onun
için ağır gelir, kabullenemez. Oysa kendince hazırlıklarını bile tamamlamıştır.
Bundan sonra tekrar aynı coşkuyla işlerine sarılması gerektiğini bilir.
Söyleyeceğini yine söyler ama sıkıntı yaratacak durumdan kaçınır.
19 Aralık gecesi en öndedir. Öfke doludur. Böyle
anlarda deliliğini bilir yoldaşları. Gözü karadır, durmaz yerinde.
O gece durduğu yerde duramıyor, yığınla gaz
bombasının ortasında koşturuyordu. Birlikte son sıgaramızı
içmiştik. Çok soğukkanlıydı Şefinur. O gece her şeyi
temizledi ve görevini tamamladıktan sonra gülümsedi. Şehit düştükten sonra
düşmanın eline bir çöp bile geçmemeliydi. Bir eliyle temizlik yaparken, diğer
eliyle gaz bombalarını atıyordu. Kahramanca karşıladı ölümü.
Alevler arasındayken o yine su gibi berrak, emekçi
halkın kavgasının içinde olacak kadar huzurluydu. Vedalaşma anında bile
yiğittir Şefinur. Karşı koğuşta kalanlara el
sallayarak zafer işaretleri yaparak, alevlerin arasında kahramanlık yaratır.
Şefinur'un ölümsüzleşmesiyle
annesi, "Yaşarken onu anlayamadım" diyordu. Ardından onun
mücadelesini gücü oranında sürdürürken "Şefo'ma layık
olun, o sizi çok severdi" diyerek kavganın yolunu gösteriyordu.
Kavganın yolu, kurtuluşun yolu kahramanlarımızın
yoludur. O yoldan dönülmeyecekti
Delikanlıydı bu Şefo
dedikleri
bir sıktımı
dişlerini
bir sıktı mı yumruğunu
Ateş olsan yalım yalım
kavrulan
deniz derya olsan köpürür
ok yaydan fırlar gibi
Şemşek olsan çakardın günler
geceler boyu
Duru bir su gibiydi bu Şefo
dedikleri
baksan görürdün kendini
öyle saf öyle temiz
bir tas su içesi gelirdi.
Şefo bu her damardan su içmez
Egenin tütünü gibi oy nazlı nazlı
oy benim sol yanım keskin yanım
bilenmiş bıçak yanım
delikanlı yanım
öfkem benim
küskünlüğüm
inadım, hırçınlığım
çocuk yanım
ağız dolusu kahkahalarım benim
bir ömre değer gülüşün
hoyrat yanım
Dağlara gidelim Şefo
Adam seninle deli olur
vurur kendini dağların başına
dağların başına
dağlara çıkalım Şefo, sarp yamaçlı dağlara
Soluğum yetmez sana ama
Dağlara çıkalım Şefo
kar olmaz orda sular
düğünler kuralım vardığımızda
dağlara
Halaya duralım Şefo
tut elimden Şefo
beladır bu eller durulmaz.
***
Yaşamı, direnişi yıllarca paylaştıkları
bir yoldaşı anlatıyor:
"ORTAK"
Ayrı yerlerde, farklı yaşamlarımız vardı. Tanımıyorduk
birbirimizi. Hiç görmemiş, seslerimizi hiç duymamıştık. Bir gün
karşılaşacağımız hangimizin aklına gelirdi ki... Gelmezdi elbet. Sonra karşılaştık.
Şairin dediği gibi bir sokak başında ya da bir meydanda değil. Patikaları
arşınlarken de değil. Dört duvar arasında, tutsaklıkta tanıdık birbirimizi.
Ortak noktamız çoktu. İkimiz de daha yolun başındaydık. Acemiydik kavgada.
Birlikte öğrenecek, birlikte büyüyecektik. Ve omuz omuza koyulduk yola...
"Ortak" dedik birbirimize. "ORTAK"; bakarsan bir kelime, beş harf, iki hece. Yok
öyle değil. O kadar basit değil. "Ortak" bizim için çok şey anlatıyordu.
29 harfin yan yana dizilip kurduğu bütün kelimelerin bir seferde söylenişiydi.
Mesela; sevgi, bağlılık... Mesela; inanç, kararlılık... Ve sahiplenme... Ve
emek... Ve... Yani canım ortağım. Bize ait olan, canımızı ortaya koyup
savunduğumuz her şey... Yoldaşlığımız.
İşte biz beş harfe tüm bunları sığdırdık. Yaşamımız
ortaktı en başta. Amacımız, duygularımız, düşüncelerimiz, pratiğimiz. Kaygısız,
çıkarsız paylaştık her şeyi. Temiz ve dupduru...
Evet, ortaklığımız yaşamın her anındaydı. Günün 24
saatinde. Sohbette, yapılan işlerde, okunan kitapta, yazılan yazıda, ya da
daktilonun tuşlarında... Ağız dolusu gülüşteydi ortaklığımız, öfkeyle
haykırılan seste... Geleceğe dair planlarda ve hiç eksik etmediğimiz
kavgalarımızda...
Anladık, anlaşıldığımızı bilerek... Sevdik,
sevildiğimizi hissederek... Güvendik, güvenildiğimize inanarak.... Her zaman yan yana olacağız diyerek destek olduk
birbirimize, güç verdik.
Kimine göre uzun, kimine göre kısa zamanlar içinde;
en derin acıları, en büyük sevinçleri birlikte yaşadık. Emeği esirgemedik.
"Ortaklığımız ekmek değil, emek ortaklığı" dedik. Emek büyüdükçe biz
de büyüdük. Tabii ortaklığımız da...
Önce iki kişiydik. Sonra üç, sonra dört, beş...
Ortaktık, ekip olduk. Artık "yarin yanağından gayrısı"nda beraberdik. Ve devam ettik yolumuza. Her gün daha da güçlenerek.
Sonra... Sonra bir gün... Bir gece
vakti. Daha günün ilk ışıkları vurmamışken göğe, derin uykulardan
uyandık. Ölüm kapımızı çalıyordu.
Her yanımızda ölüm kutuları patlarken biz yine
beraberdik, işimizin başındaydık. Yıllarca emek verdiğimiz, başında
sabahladığımız, her bir satırında ortaklığımız olan kağıtları
bir bir tutuştururken göz göze geldik. Aynı şeyleri
düşünüyorduk o an. Beraber geçen altı yıl gözbebeklerimizde buluşuyordu. Hiç
konuşmadan baktık sadece. Böyle zamanlarda kelimeye ne hacet, gözler her şeyi
anlatıyordu. Bir de yürekten süzülüp gelen sıcak gülümseme...
Ortaktık, anlardık birbirimizi. Şimdi ölümün
koynunda sürüyordu ortaklığımız. Daktilo başında uykusuzluğu-yorgunluğu
paylaştığımız gibi; voltada sohbetin en güzel anını
yaşar gibi; havalandırmayı dolduran kahkahanın sıcaklığını yürekten
hissettiğimiz gibi, ölümü onurla kucaklamanın coşkusunu yaşadık.
Saatler boyu cehennemin içinde yan yanaydık. Ve daha
ilk dakikalarda "Öleceğiz, Ama Asla..." derken bile ayrılığı hiç
düşünmedik. Yaşamı bölüşmüştük, ölümü de bölüşecektik.
"Çıkıyoruz" sesini duyduğumuzda son
sigarayı nefesliyorduk. Yerimizden doğrulmadan çöktü kara bulut üzerimize...
Göz gözü görmez oldu bir anda. Duman-gaz ve demirleri eriten, hücrelerimize
kadar hissettiğimiz cehennem sıcağı...
Sonra bir ses... "Gülseren, Şefinur,
Nilüfer, Seyhan, Gülser, Özlem Ölümsüzdür!"
Beynimde yankılanan, yüreğime kazınan isimleriniz...
Koğuştan yükselen alevler içinde yanan bedenleriniz... Yanık ten kokusu ve
büyüyen yürek yangını...
Aradan aylar geçti ortak. Özledim seni. Hem de çok
özledim. Sıcak, içten, dobra hareketlerini, ortalığı
çınlatan şen kahkahanı, öfkeli sesini... Geceyi gündüze katan çalışmaları, dükkanda işleri kolaylaştıran mavraları...
Kavgalarımızı özledim ortak, "hiç çekilmez" dediğimiz anlarımızı
özledim.
O günden beri çok arıyorum seni. Öfkelendiğimde ya
da sevindiğimde; kızdığımda ya da üzüldüğümde; ya da coşkuyu, heyecanı, hasreti
doruğunda yaşarken; ya da ... Yani her an "Şimdi Şefinur olsaydı" demekten kendimi alamıyorum. Seninle herşeyi paylaşmaya öyle alışmışım ki, şimdi paylaşamamak zor
geliyor, yarım kalıyor sanki.
Alışamadım ortak, yokluğuna alışamadım. Alışmak da
istemedim. Alışmak, sensizliği kabullenmek gibi, kabullenemedim. Bugün "yaşamıyor"
dese de dilim, yüreğim dinlemedi. Sen benimlesin çünkü. Yine yanımda, en yakınımdasın
ortağımsın.
Seni alıp alevlerin içinden, yıllarca emekle
kurduğumuz bize ait olan ne varsa hepsiyle beraber koydum yüreğimin en güzel
yerine. Yanında Gülseren, Nilüfer, Seyhan. Yanında Gülser, Özlem. Yanında Aşur,
Fırat, Ali. Yanında Mustafa ve Cengiz... Yanında bütün ortaklar. yaşadığımız her anı yeniden yeniden
yaşıyorum seninle. Bir söz bir espiri seni
hatırlatmaya yetiyor. "Şefinur'la bir gün" diye
başlayan sohbetlerimiz yaşamı dolduruyor. Ve dalıp gidiyoruz o zamanlara.
Tekrar bugüne dönüp "yoklar" demek çok zor geliyor. Hep yanında
kalmak istiyorum. Sonra seni alıp bugüne getiriyorum. Bugünü, yaşadıklarımızı
paylaşıyorum. Anlatıyorum, dinliyorum; öğreniyorum, güç alıyorum. Sana-size
verdiğimiz sözü tutmanın huzuru ve mutluluğu yaşıyorum. Biz hala ortağız Şefinur. Çünkü ortaklığımız geçici ayrılıklarla bitecek
türden değil, temeli sağlam. Bak bugün ekipteki herkes çok farklı yerlerdeyiz.
Ama yine de bir arada olduğumuz gibi en güzel şeyleri paylaşıyor, geleceğe dair
planlar kuruyoruz. Aynı şeyleri düşünüyor aynı şeyleri yaşıyoruz. Yürekten
sohbetlerimizi sürdürüyoruz. Ve seni özlediğimiz gibi özlüyoruz birbirimizi.
Ama biliyoruz ki bugünler bitecek ve biz yine hep beraber olacağız. Ekibi
toplayıp, zaptedilecek ufuklara yelken açacağız.