Sabahat KARATAŞı yakınları, yoldaşları

Anlatıyor:

 

Hasine Ecemiş (Annesi) anlatıyor:

 

Sabahat için hareketi ve arkadaşları her şeyin önündeydi.

70'li yıllarda İstanbul'a gelmişti. 5 Ağustos 1977'de evlendiler. Eşi ile de hareket içinde tanışmışlardı. Eşini çok sever, sayardı. Çok fedakardı, çok bağlıydı.

Felsefe bölümü mezunuydu. 12 Eylül öncesinde bir süre Scrikss fabrikasında işçi olarak çalıştı. Orada örgütlenme yaptı. İşe girerken ilkokul 3'ten terk ettim demek zorunda kalmıştı. Fabrikada onun diğer işçilerden farklı olduğunu anlamaları zor olmadı. Çalıştığı yerde "Sen çok akıllı bir kızsın. Sana yakında ilkokulu bitirtiriz." derlerken, Sabahat'i tanıyan birinden onun üniversite mezunu olduğunu öğrenmişler.., Çalıştığı süre boyunca, elleri kalem yapmaktan yara içinde kalıyordu. Sabahat o fabrikadan, arkasında mücadeleye kazandırdığı işçileri bırakarak ayrılmıştı.

O ailemizin en küçüğüydü. Biz hepimiz ona "Delal" derdik. Delal, Kürtçede çok değerli anlamındadır. Sevgi doluydu, kırıcı değildi. Hiç karamsarlığa düşmezdi. Canımız bir şeye sıkılsa, moralimiz bozuk olsa, bizimle beş dakika konuşması yeterli olurdu. Çok da espriliydi. Tabii yerinde ve zamanında olmak koşuluyla.

Doğru bildiğini sonuna kadar savunur, asla taviz vermezdi. Herkesi, her sorunu bütün ayrıntılarıyla düşünürdü. Fedakardı, cesaretliydi, paylaşmayı çok severdi. Aile ilişkilerinde çok saygılıydı. Mükemmel bir evlattı. Onun ölümünden sonra, aile ve akraba çevremizden karşıt düşüncede olanlar dahi bizi arayarak, üzüldüklerini söylediler. Onunla ne kadar gurur duysak azdır. Bugün hiç tanımadığımız insanlar bile onunla gururlandık diye bize telefon açıyorlar. İnsanlarla ilişkileri çok iyiydi. Kendi düşüncelerine karşı olan bir insanı bile yanına çekebilen biriydi.

Çok temiz ve titizdi. Ama bulunduğu her ortama da uyum sağlardı. Sevdiklerine karşı kıskançlık, kin, nefret nedir bilmezdi. Onun yaşamında ben yoktu, bana yoktu. Hareket ve arkadaşları vardı. "Ailem çok değerli ama, hareket ve arkadaşlarım her şeyin üstünde" derdi. Onun ölümüyle inancımız sarsılımamıştır. Mücadelenin devam edeceğine inanıyor ve güveniyoruz. Kaybettiler olarak kabul etmiyoruz.

Onu televizyonda izlerken gurur duyduk. Cenazelerine bile işkence yapılmıştı. Sabahat'in bacağı kırılmış, avucunun tam ortası kurşunlanmış, elinin içinde hilal şeklinde bir şekil oluşturulmuştu. Satı'da ise aynı şekil göğsündeydi.

Biz Sabahat'i çok seviyoruz, çok da saygı duyuyoruz. Onun bütün arkadaşlarını da seviyoruz. Hepsinin gözlerinden öpüyoruz.

O ölümlerin en güzelini, en onurlusunu seçti. Daha yetişecek nice Sabahat'ler var. Çatışma sonrası polisi alkışlayanlar da bir gün onların haklı olduklarını anlayacaklar ve yaptıklarından pişmanlık duyacaklardır. Kanları yerde kalmayacak.

 

(Bu anlatım, Haziran Yayınevi tarafından yayınlanan Bayrağımız Ülkenin Her Tarafından Dalgalanacak kitabından alınmıştır.)

 

***

 

Bir kadın yoldaşı anlatıyor:

 

Sabo'yu seksen öncesi devrimci kadınlar derneği çalışmalarından tanıyorum. DKD'nin kurucularındandı. O dönem kadınların mücadele içindeki yeri konusunda netleşmiş bir bakışımız yoktu. Sabo tüm enerjisi ile bize öncülük ediyor, aynı zamanda bir işte çalışıyordu. Mütevazi idi, sıra neferi denirdi ya tam öyleydi. Kürdistan kökenli olduğu davranışlarından, genel havasından anlaşılıyordu. Beline kadar inen saçlarını ya arkasından tek örgü örer ya da bağlardı. Her zaman bol bir kadife pantolon ve gömlek giyer, gelenlerle sohbet ederdi. Özellikle fabrikada çalışan kadın işçilerden iş çıkışı ya da hafta sonu çocuğuyla beraber gelenleri hiç yalnız bırakmazdı. Onlarla sıkmadan, bir şeyler öğretiyor havasına girmeden doğallığında sohbet ediyordu.

Sabo ile daha sonra 83'teki büyük darbeden sonra karşılaştım, bu karşılaşmadan sonra uzun yıllar beraber çalıştık.

'83 operasyonunda altmıştan fazla arkadaşımız tutsak düşmüş, bunlarla beraber lojistik destek vb. pek çok şey polisin eline geçmişti. Biz de kılpayı kurtulmuştuk. Operasyonla ilişkisi olabilecek hiç kimseye gitmiyorduk, ev para ilişkisi hemen hiç bir şeyimiz yoktu, buna rağmen ben hareket kısa bir süre sonra müdahale eder, çözer diye düşünüyordum... Sabo o dönemdeki durumumuzu bana yıllar sonra anlattığında hem şaşırdım hem de üzüldüm; üzüldüm çünkü ona daha fazla destek olmak isterdim.

Sabo hareketin zor durumda olduğunu, olanakları bizim yaratmamız gerektiğini vb. söylüyor, var olan sorunları paylaşıyordu. Sabo o dönem hareketin sorumluluğunu üstlenmesine rağmen oldukça mütevazi ve soğukkanlı idi. O dönem yıllarca çalıştık ama ben onu alan sorumlumuz sanıyordum, konumunu hissettirecek hiç bir konuşması olmadı. Sakindi, soğukkanlıydı, en zor işleri bile dünyanın en doğal işiymiş gibi yapardı. Yanında sürekli poşet taşıyordu. O günlerde hepimizde bir poşet vardı. Neredeyse ayrılmaz bir parçamızdı. Kalacak yerimiz olmadığından zorunlu ihtiyaçlarımızı elbise ve benzerini yanımızda taşıyorduk. Bu nedenle ben özel eşyalarını taşıyor diye düşünüyordum. Daha sonra bir gün poşette örgütsel döküman, rapor, silah vb. bulunduğunu öğrendim. O'nun da kalacak yeri olmadığı ve onları bırakacak bir yeri olmadığından sürekli yanında taşıyordu. Yoldaşlık ilişkisinin ne olduğunu, yoldaşları sevmenin ne anlama geldiğini onunla çalışırken anladım. Yoldaşlarıyla yakından ilgilenirdi, onların düşünce ve duygularını anlardı. Ben daha O'na ne düşündüğümü, isteklerimi  anlatmadan anlardı.

Çok dikkatliydi. Şunu söyleyebilirim, beraber çalıştığımız yıllar boyunca, hasta olduğu dönemler de dahil, onun dalgın olduğuna tanık olmadım. İstisna dahi olsa hiç bir şey, hiç bir ayrıntı onun gözünden kaçmazdı. Hiç bir şeyi unutmazdı, uzun yıllar yakalanmamasının nedeni bir yanıyla da budur.

Sabo'nun kişiliğinin en belirgin yanlarından biri de ilkeli ve kurallı yaşamı, disiplinidir. Asla disiplinsizliğe taviz vermezdi. Verilen bir görevin zamanında yapılmaması, üstünkörü yapılması, gidilmemesi gereken bir yere gidilmesi, tüm bunlar karşısında, her zaman yoldaşlarına dostlukla sevgiyle yaklaşan Sabo'dan en ağır sözleri, en ağır eleştirileri duyabilirdik. O'nunla beraber çalıştığımız dönemde ilkesizlik, kuralsızlık nedeniyle bu tarzda aldığım eleştiriler vardır. Yaptığım eksiklikler nedeniyle hareket zarar görmemişti, ama Sabo o anı değil, geleceği düşünürdü. Hapishaneden çıktığımda yeni illegale çekildiğim dönemdi. O dönem beraber kalıyorduk. Alışverişe ben çıkıyordum. Bir gün alışverişten döndüğümde elimdeki poşete baktı, bunu nereden aldın dedi. Aldığım yeri söyledim, oraya, o bölgeye gitmemen gerekmiyor muydu dedi. Ben bir kez gittim, bir kez gitmekten bir şey olmaz deyinceye kadar o tamam anlaşıldı, bundan sonra aklın başına gelinceye kadar alışverişi semtten yapacaksın, başka bir yere gitmeyeceksin dedi. Arkasından hapishanede yatmak seni rehavete sürüklemiş anlaşılan, eskiden böyle yapmazdın dedi.

12 Temmuz operasyonu olmuştu. Operasyonun olduğu gün ben Sabo'nun yerleştirdiği bir evde kalıyordum. Operasyonun şaşkınlığı ve telaşı ile sabah kalktığımızda bakkala giderek gazetelerden aldık. Bir kaç saat sonra Sabo eve geldi. Eve girer girmez gazeteleri fark etti. Her zaman eve burjuva basından bir gazete alıyorduk, o sabah altı yedi gazete alınmıştı. Sabo nereden aldığımızı sordu, biz aldığımız yeri tarif ettik ve tabii hemen eleştirildik. Operasyonu merak ettik diye açıklamaya çalışıyorduk, ama Sabo dinlemedi. Korkunç bir şekilde sinirlenmişti. Bu kadar sinirlenmesinin nedeni bizim bile bile bu hatayı yapmamız, operasyondan sonra daha dikkatli olmamız gerekirken duygularımızla hareket etmemiz, ilkesizliğimizdi.

Yapılan hatalardan, ilkesizliklerden sonra bu derece sinirlenmesine rağmen son derece hassas ve duygulu bir kişiliği vardı. O'nun bu hassaslığına çokça tanık oldum.

İyi bir gözlemciydi. Çevresini, toplumu her yönüyle gözlemlerdi. İllegal yaşantıda bu gözlemlerini hem kendisi çok yönlü yaşamın her kesitinde kullanır, hem de ders çıkarmamız için bizimle paylaşırdı. Örneğin bazen başörtülü bir kadın gibi, bazen de şık bir bayan gibi dolaşırdı. Nasıl bir görüntü çizmesi gerekiyorsa sadece ona uygun giyinmez, ona uygun bir de görüntü çizerdi. İnsan kıyafetiyle bütünleşebilmeli derdi. Bu gözlem ve yaratıcılığı ile bir çok kez denetim dışına çıkabilmiştir. Bu özelliğini anlattığı bir olayla aktarmak istiyorum;

Hangi tarihte olduğunu hatırlamıyorum, bir gün takip alır, atlatamaz. Peşine takılan bir polisle beraber Mecidiyeköy meydanına gelir. Orada bekleyen bir resmi polise giderek sivili gösterip memur bey bu adam peşime takıldı bırakmıyor, ben evli bir kadınım diye söylenip bağırıp çağırır. Meydandaki herkes etraflarına toplanır. Polis sivil polisi alarak dövmeye başlar. Halk da vay ahlaksız, namus düşmanı diyerek polise yardım eder. Sabo bu karışıklıkta bir taksiye atlayıp uzaklaşır.

Sabo ilişki, olanak yaratmayan arkadaşları eleştirerek şöyle derdi; insanları seven, insana değer veren herkes her kesimden, her düşünceden insanla diyalog kurup onları dönüştürebilir. Biz ilişki yaratamıyorsak insanları ne kadar anlıyoruz, onları dinliyor muyuz, sadece kendimiz mi konuşuyoruz, tüm bunları düşünmeliyiz derdi.

Sabo çok yönlü biriydi. Yönetici idi, militan idi. Ama her şeye rağmen kadın kimliğini reddetmez, kadın olmaktan kaynaklı özelliklerini korur ve kimliğin reddedilmesine, devrimcilik militanlık adına bunun yapılmasına kızardı. O kadının olumlu yanlarını mücadele içine taşımış, geliştirmişti. Çeşitli örneklerle bizlere bu bakış açısını vermeye çalışırdı.

Sık sık seksen sonrası süreci anlatır ve şöyle derdi; ben kadının ne kadar güçlü olduğunu o yıllarda gördüm, biz kendi gücümüzün farkında değilmişiz derdi. Bunun yanında kadının doğasından gelen daha ince, hassas yanları olduğunu söyleyerek devrimcileşme adına bunları inkar ederek, erkek kimliğine bürünmenin yanlışlığını vurgulardı. Biz niçin bu özelliklerimizi reddedelim, bunları geliştirmeli, bu yanlarımızı yaratıcılığımızla geliştirerek mücadeleye sunmalıyız derdi. Bunları kadın yoldaşlarda açığa çıkan bir çok eğilim üzerine söylüyordu. Sabo'yu tanıyıncaya kadar ben de devrimciliği ve devrimci kadını farklı düşünüyordum.

87'lerdi. Ben Niyazi abi ile kalıyordum. Eve yeni taşınmıştık, kısa süre sonra Sabo geldi, şöyle bir eve baktı, ne kadar zevksizsiniz, nasıl böyle bir yerde kalabiliyorsunuz dedi. Sonra bana döndü, hadi erkekler bu işlerden anlamaz, ama sen ne biçim kadınsın diye kızdı. Arkasından evi nasıl yerleştirebiliriz, nasıl güzelleştirebiliriz diyerek dolaştı. Gerçekten çok kısa süre sonra ev çok sade ve zevkle yerleştirilmiş, insanı dinlendiren bir yere dönüşmüştü. Sabo tüm bu değişiklikleri hemen hiç para harcamadan yapmıştı. Daha sonra evin ilk hali ve benim yaklaşımım üzerine konuştu. Konuşmaya Stalin'in Moskova'da yaptırdığı metroyu örnek vererek başladı. Bu metro Moskova'da bu güne kadar yapılan en güzel sanat eserlerinden biriymiş. Metro hem kullanım açısından en güzel şekilde inşa edilmiş, hem de Stalin sosyalist insanın en ince zevkini katmıştır. Biz de böyle olmalıyız. Yaptığımız her işe ufak ya da büyük kendimizden bir şeyler katmalıyız. Örneğin bu ev, nasıl yapılacağını bilmiyorsan kataloglara bak, sonra biz nasıl bir yerde kalmalıyız diye düşün ve yerleştir. Ama emek ver ve düşün, yaptığın her işe böyle yaklaş. Bu sende yaratıcılığı geliştirir, siyasi faaliyetlerine de yansır bu. Ufak ya da büyük yaptığın her işi en iyi şekilde yapmalısın dedi. Kendisi yaptığı her işi büyük bir titizlikle yapar, yapılmasını isterdi. Örgütsel işlerden günlük yaşamdaki en ufak işe kadar başkalarının nasıl yaptığını da denetlerdi. Biz her şeyi en iyi şekilde yapmalıyız derdi.

Sabo'nun en belirgin bir özelliği de ulusal özelliklerini koruması, kültürünü sevmesiydi. Sabo entellektüel, aydın birikimi olan bir yoldaşımızdı, ama bu özelliğini hiç öne çıkardığını görmedim. Sabo ile uzun yıllar beraber çalıştım, onun için şunu söyleyebilirim, bana kimliğimi kişiliğimi kazandıran Sabo'dur. Çalıştığı her yoldaşa olduğu gibi bana da ısrarla, sabırla emek vermiştir. Sabo bizlerin hem öğretmeni, hem yoldaşı, hem de dostuydu. Onu yakından tanıyanlar bilir, hepimiz hiç kimseyle paylaşmadığımız sorunlarımızı, düşüncelerimizi rahatlıkla, tereddütsüz O'nunla paylaşırdık. Her durum için önerdiği bir çıkış yolu ve bir çözüm vardı. Hangi sorunla karşılaşılırsa karşılaşılsın, ne tür hata yapılırsa yapılsın her yoldaşına emek verir, dönüştürmeye çalışırdı. Bu düşüncesini şöyle ifade ederdi: insan hata yapabilir ya da zaafa düşebilir. Ama bunu açıklıkla gelip ifade etmesi gerekir. Harekete karşı açık olan bir insanın aşamayacağı sorun yoktur. Çünkü hareket insanına sahip çıkar, elinden tutar.

 Sabo yaşamı boyunca eğitimi ile, yoldaşlığı ile, sıcaklığı ile bizlere örnek oldu, destek oldu; bize insan olmayı öğretti diyebilirim. O yaşamında olduğu gibi şehit düşerken de yarattığı direnişle bizlere öğretti, öğretmeye devam ediyor...

 

***                                       

 

Bir kurumsallaşma ilişkisi anlatıyor:

 

Saboyu ilk defa görmüştüm, onun kim olduğunu bilmiyorduk, sadece Devrimci Solcu olduğunu biliyorduk. O geldiğinde oğlum hastaydı ve yatıyordu, hemen bizi eleştirmeye başladı. Çocuğun ateşi var, neden hastaneye götürmediğimizi, neden beklettiğimizi eleştirmişti. Evdeki sorumlu da para olmadığı için götüremediğimizi söylemişti. Sabo ise mazeret kabul etmiyorum, beni bulabilirdiniz demişti ve kızmıştı. Sabonun bir insana ne kadar değer verdiği gözlerinden okunuyordu. Bir de eve girer girmez evin her tarafını gözden geçirmişti, ben sorumluya bunun nedenini sormuştum. Bana Sabonun çok dikkatli olduğunu ve her an bir saldırı olabilir diye bütün evdekileri yani kurumlaşılan yerdeki ilişkileri uyarır, derli toplu olmalarını istermiş. İlk ve son tanışmamız böyle oldu işte.

Saboyu ilk kez görmemize rağmen bir hafta sonra şehit düştüğünde adeta şok olmuştum, ben ve oğlum onun şehit düştüğünü bir türlü hazmedemiyorduk ve aylarca yıllarca bizim evde hep Sabo konuşuldu.

 

***

 

Reşat Karataş (Akrabası) Anlatıyor:

 

İnsana yakın, sevgi dolu, sakin ve hayat dolu biriydi. Sanırım onu en iyi bu sözcüklerle anlatabilirim. Sade giyimli, güler yüzlü, neşeli ve ağır başlıydı. O, hep gelecek güzel günlerden söz eder, ne yapar eder, konuşmalarını, sohbetlerini bu noktaya getirmeyi başarırdı... Geleceğin güzel olacağına inanırdı. Ortalık suskunluğu seçenlerle doluyken, bu zor koşullarda mücadelesini yürütmüş, cesareti ve özverisiyle örnek bir insan olmuştu. Onu itk önceleri kardeşimin bir eşi olarak sahiplenmiştik, ama onun kişiliği ve mücadelesi, kardeş eşi olmaktan öte, örnek bir devrimci olarak sevip-saymamıza, değer vermemize yol açtı. Zaten kendisini hemen benimsemiştik. Kısa sürede çok sevdik.

Çok cana yakın birisiydi. Sanki yıllardır berabermişiz gibi kaynaşmıştık. Çevresine karşı çok saygılıydı. Davranışları olgundu. Onda kibirden hiç eser yoktu. Fedakarlığını tanımlayacak bir sözcük bulamıyorum. Çok fedakar birisiydi. Hiçbir zaman bir başkasından önce kendisini düşündüğünü görmedim.

Yiğit bir kadındı. Eşiyle birbirlerine çok bağlıydılar. Eşi on yıl cezaevinde yatmasına rağmen, bu konuda olumsuz hiçbir yaklaşımı olmadığı gibi, tam tersine örnek bir yaşamı vardı.

Öldürüldüğünü televizyondan öğrendim. İsyan ettik. Öyle bir insanın öleceğini doğrusu hiç düşünemezdim. O, son nefesinde bile en doğrusunu yaptı. Teslim olmadı. Yüzlercesine karşı büyük bir cesaretle direndi. Öldürdükten sonra, her parmağına bir kurşun sıkmışlar. Öldürülen bir insanın parmaklarını tek tek kurşunlamak, korkaklıktan başka bir şey değil.

Bizi en çok o pencereden konuşmaları etkiledi. Televizyondan tam anlaşılmıyordu, ama yine de çok etkiledi. Cenazesine bile sokmadılar bizi. Mezarlıktan kefen almak için dışarı çıkıp, tekrar mezarlığa dönmek istediğimde, kapıdan çevirerek "Kaybol" dediler. Ölüye bile saygıları yoktu. Halbuki, halk bunlara saygı duyuyorsa, onlar halkın sevgisini kazanmışlarsa ne yapılabilir ki?..

O güzel bir insandı.

Bir gün kayınvalidesi "Bize ne zaman çocuk vereceksin?" diye sorduğunda, o, "Dünyanın bütün çocukları bizim çocuklarımızdır. " demişti. Bunu hiç unutmam.

Haberim olsa, çatışmanın olduğu yere giderdim. O insanların öldürülmemesi için ne gerekirse onu yapmaya çalışırdım. Sağ yakalamak isteselerdi, bekleyebilirlerdi. Ama açıkça görülüyor ki, öldürmek amacıyla gidilmiş. Onlar kendi olanaklarıyla direnmişler, kendilerini müdafaa etmek istemişlerdir.

TV haberlerinde olayı izledim. Yaşananlara gerçekten tanık olmak için orada bulunmak isterdim. Çünkü görüntüler tüyler ürperticiydi. İçerdeki üç kişiye karşı, yüzlerce polis, bombaları, silahlarıyla saldırmışlardı. Oysa biz de onların aileleriydik. Çocuklarımızın öldürülmemesi için orada bulunmak, onlara en azından sesimizi duyurmak bizim de en doğal hakkımızdı.

Üzülmekle birlikte, böylesine inançlı, yürekli insanları tanımaktan onur ve gurur duyuyorum. Nasıl duymayayım ki!..

(Bu anlatım, Haziran Yayınevi tarafından yayınlanan Bayrağımız Ülkenin Her Tarafından Dalgalanacak kitabından alınmıştır.)

 

***

 

Yoldaşları anlatıyor:

Bize kadının gücünü gösterdi

 

Sabo'nun mücadele içinde kadınlara verdiği değer çok farklıydı. Onları, yani bizi korur, kollardı. Tabii, bu koruma hataları görmeme anlamında değil. Bizim güçlüklerimizi, erkek arkadaşlar yanındaki çekincelerimizi bilirdi ve bu noktalarda zorlardı. En çok zorladığı yan da güçlü olmamızdı...

Kadınların mücadeleye girmesinin ve kendini kanıtlamasının daha güç olduğunu bildiği için her zaman kadınların önünü açardı. Ama bunun yanında kadın olarak mücadeleye taşıdığımız birçok olumlu özellikten, bunların avantajlarından söz ederdi.

Sabo'yu hep bu özellikleriyle değil, biraz da farklı yanlarıyla anlatayım, hassas ince yanlarıyla. Mardinliydi ve Kürdistan kültürünün birçok özelliğini taşıyordu. Ama bunun yanında çok özgün ve zengin özellikleri vardı. Sanat, müzik vb. konuda entelektüel birikimi vardı. Ama bunları öne çıkarmazdı. Sadece zaman zaman ilişkilerde fark edilirdi.

Dedim ya çok özgün yanları vardı diye. Mesela yemek yapmayı çok severdi. Ama yoldaşları için alışveriş yapmayı, hediye almayı, her bayram da veya yeni yılda bizlere mutlaka hediye alırdı. Ufak bir çorap da olsa. Ve aldığı hediyeyi herkesin zevkine, beğenisine göre alırdı. Bir de O'nu hep çiçeklerle beraber hatırlıyorum. Çiçekleri çok severdi.

Sabo'yu tanımayan birçok arkadaş O'nun sert disiplinli, katı yanlarını öne çıkarır. Hatta çekinirdi de. Ama bir çoğumuz hemen hiç kimseyle paylaşamayacağımız birçok sorunumuzu sadece O'na anlatırdık. O sadece bizim yöneticimiz değildi. Ablamızdı, dostumuzdu, bazen de sırdaşımız. Onunla konuşurken kafamda sınır olmazdı. Yani şurasını şöyle mi anlar diye. Kafamda ne varsa, içimden ne geçiyorsa anlatırdım. Zaten ben anlatmasam da hissederdi. O'nun tahammül edemeyeceği şey samimi davranmamaktı. Açık olmamaya, hesaplı-kitaplı ilişkilere tahammülsüzdü.

Dedim ya, anlatmasam da fark ederdi diye. Çok dikkatliydi ve bizleri çok iyi tanıyordu. Tabii emek verdiği için hiçbir ayrıntıyı atlamazdı. Bazen O'nunla konuşurken istemediğim bir şey olduğunda bakışlarımı kaçırırdım.

Kadın yoldaşlarına sevgi konusunda ne düşündüğünü yazmasam olmaz. Bir anıyla beraber anlatayım. Benim yaşadığım bir anı değil. Kendisi anlatmıştı. '80 sonrası, o zaman hareketin sorumluluğu Sabo'da. Ve işlere koşturanların çoğu bayan. Çünkü dışarıda kalanlar sadece bayandır desek yeridir. İşte o günlerde bir bayan arkadaş Sabo'nun randevusuna gidiyor. Biraz terslemiş. "Ben bir kadından emir almam" demiş.

Sabo bunu duyunca ne mi yapmış? Bana şöyle anlatmıştı. "Başladım gülmeye. Niye mi? Adam hareketin başında bir kadın olduğunu duysa ne yapardı acaba?" Tabii diğer arkadaş o kadar rahat değil. Sabo gülüyor ama o ağlıyor. Niye böyle yapıyorlar diye.

O zaman kadının güçlü olduğunu anlatmıştı bize, "Kadın aslında güçlü, çok güçlü ama bu gücünün farkında değil. Bu güç açığa çıktığında çok şey başaracak. Ben kadının gücünü cunta yıllarında gördüm" demişti.

 

(Yukarıdaki anlatım, Gebze hapishanesindeki DHKP-Cli Kadın Özgür Tutsaklar tarafından çıkarılan Cansuyu dergisinin Mart-Nisan 2005 tarihli sayısından alınmıştır.)

 

 

Geri