Rıza Poyraz'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Yoldaşlarının Rıza Poyraz’ı ortaklaşa anlattıkları

bir yazı:

HERKES SÖYLEDİ, O YAPTI.

COŞKUN AKAN BİR IRMAKTI

 

DURGUN SULARIN

ÇAĞLAYIŞI GİBİSİN YOLDAŞIM

BİR BEBENİN

ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA AĞLAYIŞI

VİRAN ŞEHİRLERİ KUŞATAN

ANSIZ SELLER GİBİSİN YOLDAŞIM

ANSIZ SELLLER...

 

Biz onu mütevaziliği, sessizliği, çalışkanlığıyla tanıdık ve öyle sevdik... O ailesini, yoldaşlarını, vatanını, kavgasını böyle sevdi...

En coşkulu hali, kavganın türkülerini, marşlarını sazının tellerinden damıtırken hayata, halay başlarını çekerken, bir de şehit yoldaşlarının yüz hatlarını en ayrıntısına dek saatlerce ve büyük bir özenle çizdiği anlardır.

Sanatçı titizliğine sahip bir cephe savaşçısıdır o. Tutsaklıktan sazını ve kalemini, özgürlükte ise silahını elinden hiç düşürmez. Savaşçıdır. İstanbul sokaklarını belde silah arşınlamış, Gazi'nin kondularından çıkıp egemenlere, halk düşmanlarına kefen biçmiştir.

Bir SPB savaşçısıdır. Ölüm Orucu şehidi Meryem Altun yoldaşımız ile aynı birlikte görev yapmaktadırlar. İstihbarat için gittikleri Şişli DYP binasına girerken şüphe üzerine gözaltına alınırlar. Tarih 13 Aralık 1998'dir. Gözaltına alınıp polisin işkence ve infaz girişimlerine maruz kalır. Cesaretle direnir. Bu yüzdendir ki gözaltına alındıktan sonra onun cesaretine şaşan cellatlar, şubenin 5.katından aşağı atarlar.

Mahallesinde onu tanıyan arkadaşları mücadeleyi bırakmış sanırlar. Çevresine bu izlenimi vermiştir. Öyle ki şubede gördüğü işkenceler gazetelere yansıyınca "yok canım polis abartmış" diyenler bile vardır. Oysa o illegale çekilmiş, SPB üyesi olmuştur...

Rıza Poyraz yoldaşımız 16 Temmuz 1971 Sivas-Kangal-Dağönü köyünde doğmuştur. 1981 yılında ailesiyle Gazi Mahallesine göç ederler. Gençliği Gazi sokaklarında geçer. Direnişleri görür, şehitleri tanır, yoksul halkın içinde her türlü adaletsizliği, yoksulluğu, zulmü görerek büyür. Gazi ayaklanmasını yaşar. Gazi ayaklanmasında şehit düşen Zeynep Poyraz onun amcasının kızıdır.

Meslek lisesi mezunu olan yoldaşımız askere gidene kadar bir kimya laboratuarında, konfeksiyon ve avizecilik gibi işlerde çalışmıştır. Kısa bir dönem bir müzik grubu ile beraber faaliyetler içerisinde yer almıştır.

Askerden döndükten sonra Gazi mahallesinde 93-94 yılları arasında cephemizle tanışır ve mücadeleye başlar. Bir dönem mahalle çalışmalarında çeşitli görev ve sorumluluklar alır. Daha sonra ise savaşçı olarak konumlandırılır.

Tutsak düştüğünde şubede gördüğü işkencelerden sonra Ümraniye'de 5 ay tekerlekli sandalyede yaşamak zorunda kalır. Ne gördüğü işkenceler, ne de yürüyememesi ve tutsak düşmesi onu yıldırıp, hayattan koparamaz.

Tam aksine Ümraniye'de bu kez kalem ve kağıda sarılmış yürüyememesinin acısını, düşmana olan kinini, mücadele coşkusunu çizgilere, yaptığı resimlere yansıtır.

Kaldığı koğuşa giden herkes devrimci yaratıcılığın, sanata hassasiyetiyle nasıl nakış nakış hayata geçirilebileceğini somut bir şekilde ondan görür.

İçindeki duyguları, düşüncelerini kâğıtlara yansıtarak çizdiği resimlerle ifade ediyor, aynı zamanda bakanı da düşündürüyordu... Bu beş ay içerisinde çizmiş, okumuş kendini daha fazla geliştirmiştir. Sakin bir ruh hali ona yakışır bir ağır başlılığa sahiptir. Ümraniye'de kültür-sanat işlerinden sorumlu yoldaşlarımızdan biridir. Yine 19 Aralık'ta şehit düşen yoldaşımız Ercan Polat'la ayrılmaz bir ikiliydiler. Her ikisi de kültür-sanat faaliyetlerini yürütüyor, anma ve kutlama programlarımızda sazlarıyla karşılıklı programa eşlik ediyorlardı.

Halay denince de her ikisi gelir akla. Rıza da, Ercan da çok güzel halay çeker ve çoğunlukla en başta mendil sallayıp omuz tutanlar olurlardı.

Hele de Dersim'in o meşhur karaca halayı çekiliyorsa siz görün onların coşkusunu. Adeta herkesi kendilerine özendirir, halayda onların yanında olmak için can atılırdı.

Rızamız’ın halay ve memleket sevgisi bir çalışmada şöyle yansıyor:

Çalışmanın konusu hayallerimiz ve özlemlerimizdir. Eğitmen yoldaşımız herkese hayallerini ve özlemlerini sorar. Kimi yoldaşımız gerilla der, silah, külah der. Sıra Rıza'ya gelince "vallahi memleketime gidip havasını çekip, suyunu içsem, sonra da hep beraber orada bir halay çeksek daha da bir şey istemem" der...

Rıza'nın kişiliğinde herkesin hemfikir olduğu ve ön plana çıkan yanları mütevaziliği, olgunluğu ve emekçiliğidir. Sade ve yalındır o. Giyiminden, konuşmasına kadar temiz, özenlidir. Yaş ayrımı yapmadan herkese karşı aynı sadelik, saygı ve sevgiyle yaklaşır. Onda caf-caflı, bilgiçlik taslayan kelimeler yoktur konuşurken. Kısa ve öz konuşup yalın anlatır her şeyi.

Yoldaşlarıyla ilgilenmek onun doğal bir işidir. Ona başvuran ya da herhangi bir konuda yardımını isteyen bir yoldaşına hiçbir zaman "işim var, şu var, bu var" dediği olmamıştır. Oysa her zaman yoğun bir çalışma temposuna sahiptir. Yine de yoldaşlarına elinden gelen en iyi şekilde yardımcı olur, ilgilenir, yol yöntem gösterir, nesi varsa ortaya koyar.

Hapishanede Rıza'nın emeği kültür-sanattan, şehitlerimizin resimlerinin çizimine, pankart yapımına kadar gözle görülür bir şekilde ortaya çıkar. Bunların yanı sıra yoldaşlarına halk oyunları öğretmekte, saz çalmasına yardımcı olmakta, yıldönümü ve önemli günlerin kart çizim, çoğaltma faaliyetlerini örgütlemekle ve de hapishanenin elektrik işlerine koşturmaktadır. Hiçbir zaman yapamam, edemem ya da çok işim var dediğini duymazsınız. O, büyük bir ustalık ve özveriyle bütün bu işlerin üstesinden gelirdi.

O, öğrenen ve öğreten bir yoldaşımızdı. Sessizdi, daha fazla konuşmak yerine daha fazla üretmeyi sever, öyle yaşardı.

Gün 19 Aralık 2000'e geldiğinde direniş boy verip filizlenir. Ahmet İbili’mizin fedası ardından Ercan'ımız kurşunları bedeniyle göğüslerken, Rıza'mız durur muydu? Durmaz eblet... Yine öyle sakin, ağırbaşlı ama kin dolu gözlerle yerini aldı ön saflarda, barikat başlarında. Yoldaşları vardı koruyacağı, inançları, idealleri vardı savunacağı. Düşmanın karşısında korkak, ödlek biri değil canını esirgemeyen bir savaşçı vardı. Artık ellerindeki silahlar da faydasız, kurşunlar nafileydi.

Rıza'mız şimdi Ümraniye'de özgür vatanı savunuyordu. Düşman barikatları zorluyor, o şehitlerimizi çiğnemeden geçit yok diyordu.

Barikat başında direnişçiler kurşun sağanağı altındaydı. O yoldaşlarıyla barikatı koruyor, geçit vermiyordu. İşte bu anda bir kurşun bedenine isabet edip onu ağır yaraladı. Hapishanenin her bir yanına akan kanımıza Rıza'mızınki de karıştı...

Rıza'ya ilk müdahaleyi bir hemşire dostumuz yapıyor. Kanı durdurulmuş ve bilinci yerindedir. Sağlıkçı yoldaşlarımız sürekli pansumanını kontrol ediyor, takılı olan serumu değiştiriyor ve periyodik olarak ağrı kesici iğne yapıyorlar.

Rıza, su istiyor. Pamukla dudaklarına damla damla su veriliyor. Ağrıları var. Kendinden geçmediği sürece bir kez bile inleyip ah demiyor. Konuşmakta zorluk çekiyor. Rıza nasılsın diye sorulduğunda gözleriyle gülüp bir tebessüm ediyor. Yine sade, mütevazi, ölümü gülerek karşılamaya hazır, rahat ve huzurlu.

Ercan'la el ele vermiş saz çalıyorlar direnişte de... Nasıl ki anmalarımızda, kutlamalarımızda aynı sahneyi paylaşıyorlarsa yan yana şimdi de ölümü, ölümsüzlüğü paylaşmaya hazırlar... Sanki sözleşmişçesine ikisi de bedenlerinde eritiyorlar kurşunları.

Direniş sona eridiğinde Ercan şehit düşmüştü. Rıza yaşıyordu. Sağlıkçı yoldaşımız iyi bir ameliyat yapıldığı taktirde şehit düşmez diyordu... Ama Rıza yoldaşımız 2 Ocak 2001 günü, günün ilk saatlerinde, Haydarpaşa Numune Hastahanesi’nin kayıtlarına göre tam olarak saat 00.40’da şehit düştü. Yapılan otopside darp izlerine de rastlanmıştı. Oysa direniş süresince hiç darp almamıştı...

Rıza'mızın mezarı bugün Cebeci'dedir ve mezar taşında Kahramanlar ölmez Halk Yenilmez yazar. O ölmedi ve biliyoruz ki gözü arkada da kalmadı. Aramızdan fiziken ayrıldığı 2 Ocak 2001 gününden bu güne Gültekinlerimiz feda feda dövüyorlar düşmanın kalelerini.

Onu ve Onları böyle anıyor ve yaşatıyoruz.

Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

 

 

Geri