Reyhan
Havva İPEK'i Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
Bir yoldaşı anlatıyor:
Esas adı Havva olmasına rağmen ailesi ve arkadaşları
onu Reyhan adıyla çağırırdı. Babasını kan davası nedeniyle küçük yaşta
yitirmişti. Uzun yıllar Urfa'da dedesi ve anneannesiyle kalmıştı. Babası aşiret
reisi, annesi ise aşiret reisinin kızıydı. O bu düzen içerisinde çok rahat
koşullarda yaşamasını sağlayacak koşullara sahip olmasına rağmen aşiret
ağalarına karşı yakından tanıdığı yoksul köylülerin yanında yer aldı.
'93 yılının bahar aylarında mücadeleyle tanışan
Reyhan kısa süre içerisinde örgütlü ilişkiler içerisine girdi. 93 yılında legal ile illegalin
bağlantısını sağlama görevi verilmişti. Daha sonra sorumlusunun disiplinsiz
davranışları yüzünden deşifre olunca bu görevden alındı. '93 sonunda yeraltına
geçen Reyhan DEV-GENÇ örgütlenmesinde yer almıştır. '94 Nisan'ında Diyarbakır'da
bir operasyonda deşifre olunca bölgeden ayrılmak zorunda kaldı.
Reyhan’ın Kürt milliyetinden ve Diyarbakır'da olup da
Cepheli olması, O'nun Kürt milliyetçi çevreden ciddi tepkilere maruz kalmasına
neden olmuştur. Ancak O tüm bunlara rağmen doğru bildiğinden vazgeçmemiştir. Bu
durum onun inatçı yapısını da gözler önüne seriyordu. Refik ile Reyhan da
polisin bilinçli olarak seçtiği ve katlettiği insanlarımızdan birisiydi.
***
Dört TÖDEF'li
Üzerine Kurtuluş Dergisi'nden Bir Yazı
AMED'DE DÖRT
GENÇ...
DÖRT YOLDAŞ,
DÖRT KARDEŞ...
Dört
TÖDEF'liydi onlar. Selim, Refik, Reyhan ve Hüseyin...
1995’in 12 Ocak'ını 13 Ocak'a bağlayan gece katledildiler. Aslında bu dörtlü ve
onların şehadeti halkımızın, devrimimizin, ülkemizin
pek çok karakteristik yanına tanıklık ediyorlar adeta...
Onların
katledilişi Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki yüzlerce kontrgerilla cinayetinden
herhangi biri belki. Ama
yine de onların Kürdistan TÖDEF'ten olmaları, sahip
oldukları ulusal kimlikler, kişilikleri oldukça çok şey söylüyor bize. Bu
katliamda ayrıştırmamız gereken yanlar olduğunu söylüyor:
Amed'deki
dört şehit ne söylüyorlar bize? Şehadetleri ne gösteriyor?
Halklarımızın Kardeşliğini
Gösteriyorlar Bize:
Refik, Maraş Katliamının protestosunda gözaltına alınmış ve mahkemeye çıkarılmıştı.
Hakim "Oğlum sen Arapsın, ne işin var
Kürtlerin arasında?" diye soruyordu ona... Selim de Arap'tı... Reyhan ise bir Zaza kızı.
Hüseyin bir Kürt'tü... Ulusal değerlerine
bağlıydılar. Örneğin Selim'in normalde son derece sakin, sessiz bir yapısı vardı,
ama Arapça konuştuğunda o sakinliğinden pek eser kalmaz, ateşli bir konuşmacı
oluverirdi... Diğerleri de en az onun Arap olduğu kadar Kürt'tü, Zaza'ydı. Ama onlar halkların kardeşliğine, kardeşlikten öte, birlikte savaşması gerektiğine
inanıyorlardı. İşte bu yüzdendi ki, halkların kardeşliğine yakılmış bir türküydü
onların şehadetleri.
Bazı
sekter, çarpık yaklaşımlarla da karşılaşmıyor değillerdi elbette. Refik'e
Diyarbakır'da bir Arap olarak mücadele etmeyi "yakıştıramayan" sorgu hakimi gibi, Reyhan’a da bazıları "sen Kürtsün, Kürt halkına
ihanet ediyorsun, TÖDEF'lilerle dolaşma" diyorlardı.
Ama onlar bu ülke gerçeğini bir ucundan yakalamışlardı. Onun için mücadele
içindeydiler. Onun için TÖDEF içindeydiler. Onun için, onların ışığı
Parti-Cephe ışığıydı.
Gençliğimizin Fedakarlığını
Gösteriyorlar; Reyhan'ın
babası bir aşiret reisiydi. Annesi de bir aşiret reisinin kızı. Bu düzen içinde
çok rahat yaşayabilecek koşullara sahipti. Ama o aşiret ağalarına karşı yoksul
köylüsünün, halkının yanında yer almayı tercih etti... Yani kendi sınıfına
karşı halkının yanında... O halkını tercih ederken, mücadelenin saflarına
gelirken ailesinin "aşiret" soyundan gelen herhangi bir burnu
büyüklüğü de yanında taşımamıştı. Tam tersine halkını tercih ederken, halk
olmayı, halkının özellikleriyle donanmayı da başarmış, bu yolda epeyce mesafe katetmişti. Herhangi bir şeye ihtiyaç olduğunda onun ağzından
çıkan sözler hep "ben bulurum",
"ben yaparım", "ben giderim" olmuştur... Refik de
düzen içinde aynı olanaklara sahipti... Selim tam tersine, maddi durumu pek de
iyi olmayan orta halli bir çiftçi ailesinin çocuğuydu. Fedakardı,
okulundan arta kalan zamanda pazarlarda birşeyler satıp
okumaya çalışıyordu. Ve onlar tüm bu aynılık ve ayrılıklarına karşı kavgada
birlikteydiler: Aslında hepsi düzen içinde istedikleri gibi bir yere sahip olabilirlerdi.
Fizik, Matematik, Biyoloji bölümlerinde 3.,4. sınıf
öğrencisiydiler...
Ne
var ki, onların hayatının kendini
kurtarmaktan
öte amaçları vardı... İşte onlar Amed'de devrimci
olmayı, Amed'de demokratik mücadele yürütmeyi böyle
bir amacın parçası olarak kavramışlardı. Dicle Üniversitesinde boykotlarda hep
onların emeği, çabası, fedakarlığı, kahramanlığı
vardı.
Kontrgerilla'yı Gösteriyorlar; Türk,
Kürt, Arap, Çerkes, Laz, Gürcü tüm ulus ve
milliyetlerden gençliğin örgütlülüğü olan TÖDEF çatısı altında demokratik
üniversite mücadelesi yürütüyorlardı. Kaldıkları evde açıkça infaz edilmişlerdi.
Ne çatışma vardı, ne birşey. Yalnızca bu olayı
hatırlamak bile bugün ortalıkta "temiz
siyaset" diye, "hukuk
devleti" diye dolaşanların ikiyüzlülüğünü görmek için yeter. İnsanın
midesini bulandıran, öfkesini beynine sıçratan bir ikiyüzlülüktür hem de bu.
Tipik
bir kontrgerilla katliamında yitirdik onları. Bugün "hukuk devleti"
falan diyenlerin hiç biri o gün bu katliam karşısında ses çıkartmamışlardı.
Çıkartmasınlar.
Biz "katilleri kontrgerilladır" diye haykırmayı sürdürdük. Bizim
haykırışlarımız olmasaydı, kuşkusuz Susurluk da Susurluk olmazdı.
Yıllardır
ölen bizdik. Katledilen bizdik. Ölen Refik’ler, Selim’lerdi. Onların yerdeki
kanı temizlenmeden, o kanın hesabı sorulmadan hiç birşey
temiz olmayacaktır bu düzende.
Birleşerek Savaşmanın Gereğini,
Yani Kazanmanın Yolunu Gösteriyorlar: Onların
ilham kaynağı kurtuluşun yıldızıydı. Cephenin yıldızıydı. Cephe yıldızı
halkları birleşip savaşıp kazanmaya çağırıyordu. Onlar bu çağrıya kulak
vermişlerdi. Ne diyordu sorgu yargıcı; oğlum sen Arapsın Kürtlerin içinde ne
işin var? Bir başkasına aynı şey, sen Türksün, Van'da niye ortalığı
karıştırıyorsun diye söylenir. Bir başkasına İstanbul'da bak işte buraya da
gelmişsin, bırak artık Kürtlüğü, Kürdistan'ı falan diye ifade edilir... Mesele
halklar birbirinden ayrı dursun, mücadeleden uzak dursundur.
Bu, elbette ki oligarşinin meselesidir.
Bizim
meselemizse, Reyhan, Selim, Hüseyin, Refik gibi yanyana
gelmektir. Amed şehitleri işte bu meseleyi
çözmüşlerdir. Yanyana kavga etmiş, yanyana şehit düşmüşlerdir. Halklarının gençliğine kurtuluşun
ışığını, yolunu göstermişlerdir.
(Bu yazı, Halkın Sesi Kurtuluş dergisinin 11 Ocak 1997 tarihli 1.
Sayısında Yoldaşlar Bizi Aşın köşesinde yayınlanmıştır.)