Refik
HOROZ'u Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Birlikte çalıştığı bir arkadaşı
anlatıyor:
Refik'le ilk karşılaştığımda ondaki canlılık ve
yüzünden hiç eksik etmediği ve kendine özgü olan gülümsemesi dikkatimi çekti.
Daha sonra beraber çalışmaya başladıkça daha bir çok
yönü açığa çıktı. İçtenliği, sahiplenmesi, paylaşımcılığı, fedakarlığı
ile birçok insana güven veriyordu. Fakültedeki çalışma onunla giderek gelişmeye
ve daha çok insan çalışmalara katılmaya başlamıştı. Refik'i her zaman
çevresinde yeni yeni insanlarla sohbet ederken, birşeyler anlatırken görmek mümkündü. Bir sohbetimizde
Refik bu durumu şöyle açıklamıştı. “İnsanların duyguları farklıdır gülüm” ve
gülümsemişti. Bazen onlarla futbol oynuyor, tiyatroya gidiyor, piknikler
düzenliyor, hep insanlarla bir bağ kurmanın yolunu arıyordu. Bu durum aramızda
bir espri konusu olmuştu ve artık “Fen
Fakültesi Refik birimi” diye tabir etmeye başlamıştık.
Refik kararlığından, inancından hiç bir zaman ödün
vermedi. Polis onun kararlığını kırmak için hep gözaltına alıp ölümle tehdit
ediyordu ama o tersine kinini ve öfkesini daha da bileyerek ve alnının akıyla
çıkıyordu gözaltından.
Refik her sohbetimizde bize köyündeki gençlerin av
tüfeğiyle dağa çıkıp gerillacılık yapmasını anlatırdı. O gençleri kendisi
eğitmişti ve onlarla birgün kleşlerle
çıkıp savaşacaklarını söylerdi. Hep gerilla olmak istemişti.
Ama ona farklı görevler verilmişti. Bu görevlerini
de büyük bir özveriyle yerine getiriyordu. Düşman da buna çıldırıyordu ve onu
katletti. Onun coşkusu, kararlığı ve gülümseyişi bize ışık tutuyor.
Katillerinden hesap soracağız. Anınız önünde saygıyla eğiliyorum.
Eski Çalışma Arkadaşı
Antakya'dan Bir
Yoldaşı Anlatıyor:
Seni ilk tanıdığımda beni düşündürtmüştün bu kadar
genç biri nasıl bu derece olgun olabiliyor. Daha sonraları seni daha fazla
tanıdım. İnsanlarla her zaman bir şeyleri paylaşmaya hazır halin... Elinde ne
varsa hep paylaşmak için hazırdın. Çevren ile hemen diyalog kurma yeteneğin
vardı. İşte bütün bunlar seni çevrende sevilen ve saygı duyulan biri yapmıştı.
Sürekli çevrene bir şeyler anlatmak için çabalardın.
Diyarbakır'a okumak için gittiğinde devrimci
mücadelenin içinde görev alman beni şaşırtmamıştı. Daha sonra senin tutuklandığını
öğrendiğimde Refik bunu başarır demiştim kendi kendime. Zaten senden bu
beklenirdi.
1992 yılında Konya DGM'de yargılanan Grup Yorum'a
destek amacıyla düzenlenecek olan pikniğe çevrende bulunan bütün kişileri
katmaya çalışmıştın. Çevreni ikna edebilmek için gösterdiğin çaba görülmeye
değerdi. Çevrende bulunan çoğu kişiyi katılmaları için ikna etmiştin. Ve
bununla övünüyordun. Övünmekte de haklıydın. Çünkü düzenlenen pikniği sıradan
bir piknik olarak kabul etmiyordun. Düşmanın karşısına dikilen bir mevzi
gibiydi. Düşman halkın ve devrimin türkülerini söyleyen Grup Yorum'umuzu mahkum etmek istiyordu. Buna karşı sessiz kalamazdın. Bu mevziye herkesi katmak içindi bütün bu yaptıkların. Omuz
omuza verdiğimiz halaydaki mutluluğun hala gözlerimin önünde.
Dergimizin Antakya Bürosu daha açılmamıştı. Çevrende
bulunan bütün olanakları seferber etmiş, dergimize kavuşmamıza büyük emeğin
geçmişti. 93 yılının sonbaharında dergimizin bürosuna kavuşmuştuk. Bir mevzimizi düşmanın karşısına dikmeliyiz diyordun başka birşey demiyordun. Bunun için bütün maddi ve manevi olanaklarını
seferber etmiştin. Sen Hatay'daki “Feda Kuşağı”nın sürdürücüsüydün.
93 yılında ağızları salyalı faşist güruhun
Sivas'taki Madımak Oteline saldırarak 37 canımızı yakarak katletmesine tanık
olmuştun. Faşistlerin bu saldırısına taşlarınla nasıl karşı koyduğunu büyük bir
öfke ve heyecanla anlatmıştın bizlere. O günkü öfken hala gözlerimin önünde.
Okullar tatil olup da memlekete döndüğünde boş
durmaz hareketi anlatırdın. Yeni insanlarla ilgilenirdin. Yeni insanlar bulur
onları eğitmek için geceni gündüzüne katardın. Biz de tatilin gelmesini
beklerdik; çünkü sen gelecektin. En son gelişmeleri senden öğrenmek için.
Seninle bir süre görüşemedik ama beynimiz ve
ayaklarımız aynı yöndeydi artık. Senin şehit olduğunu öğrendiğimde seninle
paylaştıklarımız gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçti.
Sen ve arkadaşların Diyarbakır'da katledildiğinizde
Diyarbakır'daki mevzimizi çökerteceklerini düşünmüşlerdi.
Ama amaçlarına ulaşamadılar. Çünkü sana ve şehitlerimize sözümüz vardı.
Şehitlerimizin yarattığı mevzileri terk etmeyecektik.
Hatay'da mücadelemiz daha kararlı ve daha örgütlü
devam ediyor. Filizin ekilmesinde büyük emeğin geçmişti. Bu filizi suladık ve
büyüttük. Filiz artık meyve vermeye başladı. Amanoslarda
gerillalarımız dolaşıyor. Yeni filizler ekmek için.
***
Bir Yoldaşı Anlatıyor:
Diyarbakır gençliğinin önderlerindendi. Küçük büyük
demeden her işe koşardı. Gün oldu gün boyu sokaklarda dolaşıp gazete satmaya
çalıştı. Gün oldu döviz, pankart astı, gün oldu TÖDEF sorumlusu olarak talimat
verdi. Çeşitli tarihlerde, kısa süreli olmak üzere üç defa tutsaklık yaşadı.
Diyarbakır'da çeşitli görevler aldı. Bir dönem legal alan sorumluluğunda
bulundu.
Babası Suudi Arabistan'da çalışan Refik istese bu
düzen içerisinde çok rahat bir yaşam sürebilirdi. Düzenin "cazip"
tekliflerini reddederek insanların mutluluğu için mücadele etmekten geri
durmadı.
İnsanlarla ilişkilerinde gelişkin olan Refik,
Diyarbakır öğrenci gençliği içerisinde tanınan, sevilen, sayılan biriydi.
Cüretli, atak, militan bir yapıya sahipti. Kimlik kontrolü
yapan polise kimlik göstermediği gibi kendisi polisin kimliğini kontrol etmiş,
gözaltına alınmak istendiğinde ise polislere sloganlarla karşılık verip
kalabalığın dikkatini çekerek gözaltına alınmaktan kurtulabilmişti.
Refik'in Diyarbakır'daki durumunu bilen polis birçok
defa onu ölümle tehdit etmiş, buna rağmen o mücadeleden bir an bile geri
durmamıştı. Bu durumu hazmedemeyen Diyarbakır polisi tarafından kalleşçe
katledildi.
***
İLERİ'DEN:
DİYARBAKIR ŞEHİTLERİ
95 yılına yeni umutlarla
girmiştik. Partimiz ilan edilmiş, umudumuzu büyütmüştük. 94 yılında partimizi
kurmuştuk, sevincimiz büyüktü, ama bir de Dayı'nın yakalandığı haberiyle
sarsılmıştık. 95 yılına girerken umudumuz büyüktü. Dayı'yı mutlaka alacaktık
emperyalizmin elinden. Mutlaka kararlılığımız hayata geçecekti. Yeni bir zafere
hazırlanıyorduk.
İşte böyle girdik 95
yılına. Faşizm saldırıyordu her taraftan. Hem de öyle bir saldırıyordu ki, bir
gün hesap verebileceğini düşünmeden azgınca ve namussuzca saldırıyordu. 12 Ocak
95'te yine bu şekilde saldırdı. Ve savunmasız silahsız insanları katletti. Saldırısına
çatışma süsü vermeyi unutmamıştı.
Düşmanın bu kalleşçe
saldırısı, dört insanımızı aramızdan aldı. Daha doğrusu aldığını sandı. Onlar
aramızdan hiç gitmediler. Hep bizimleydiler. İki yıl geçti aradan yok ettikleri
sandıkları Diyarbakır'dan nice yiğitler, nice Refik'ler, nice Selim'ler,
Hüseyin'ler, Havva'lar selamlamaya devam ediyor, halklarından aldıkları güçle
bütün Türkiye'yi ve Kürdistan'ı. Yine bayrağımız dalgalanıyor. Refik'in attırdığı
sloganlar yine mavzer gibi patlıyor düşmanın üstüne. Melik Ahmet'de,
Dicle'de, Fiskaya'da ektiğiniz devrim ağacını
kanınızla suladınız. Devrim daha büyük artık. Yeşerip
meyvesini verdi. Ve çoğalıyor üstelik devrim ağacını Yaylıca'da,
Dursunlu'da da büyüttük.
Devrim ağacı verimlidir.
İçinde çok çeşitli meyveler yetişir. Kanımızla sularız onu. Öyle bir ağaçtır
ki, hiç kimse onu yerinden söküp atamaz. Bütün halkların ağacıdır. Her tarafta
kökü vardır onun. Dört şehidimizin kanı onu daha da kökleştirdi. Kürt
halkındın, Arap halkından ve Türk halkından şehitlerimiz devrim ağacını kendi
halklarına taşıdılar. Her biri devrimin bir köküdür artık.
Refik, devrime içten
inanmış, her şeyi devrime adamış bir insan. Zeki ve atılgan. Yaşadığı
ortamı devrim için değerlendirmek onun tek düşüncesi. Nereye gitse hep iz
bırakırdı. Refik'in oradan geçtiğini hemen fark edebilirsiniz. Yaptığı
esprilerin etkisi hemen kendini gösterir, davranışları insanları çok çabuk
etkilerdi. İşte bundan dolayı bilirdik biz Refik'in geçtiği, uğradığı yerleri.
İnsanlara nasıl ulaşabiliriz, onları nasıl örgütleyeceğiz sorularıyla hep
meşguldü. Sadece meşgul olmazdı tabii, örgütlerdi, yeni ilişkiler bulurdu.
Müzikle ulaşırdı insanlara, kitapla, dergiyle, hep çantasında vardı bunlar. Bir
de beceriyle giderdi insanlara, futbol oynardı, kaynaşırdı onlarla, saz çalardı
dostluk kurardı.
Her anı, her şeyi, her
sözü devrim içindi Refik'in. Refik mahkemede faşizmden hesap soracak kadar
cesur ve inançlıydı. İşkencede düşmana olan kinini sloganlarıyla gösterdi.
Alnının akıyla çıktı hep işkenceden. Sınır tanımaz, hücredeyken de ulaşırdı
insanlara, onlara Türkiye halklarının mücadelesini anlatmak için çırpınırdı. O
Arap'tı ama Kürt'tü, Türk'tü, tüm dünya halklarındandır aynı zamanda halkların
kardeşliğini savunan böyle bir insanın Arap olması bizleri gururlandırıyor.
Refik'in türküsü şimdi artık mitralyözün çıkardığı melodiyle beraber, Yaylıca (Selca) dağlarında Amanos'larda, Toroslar'da söyleniyor.
Selim, her zaman
insanlarla sıcak ilişkiler kurardı. Hareketle ilişkiye girdiğinden itibaren
aldığı görevleri eksiksiz yerine getirir, Kendisine sınır koymazdı. Her şeye
açıktı. Bu yüzden aldığı görevleri başarırdı mutlaka. Bu yüzden korku yoktu
gözünde. Kararlıydı ve kararlığını işkencecilere de gösterdi. Hareketle bağı
kopuk geçtiği bir yıl boyunca da boş durmamıştı. İş bulup çalışmıştı. Sonradan
acizleşenlerin yaptığı gibi, küçük burjuva zaaflara kulak verip düzeni tercih
etmedi. Hep içinde vatan sevgisini yaşattı. Bu içindeki sevgi onu hareketle
yeniden ilişkiye geçirdi. Diyarbakır'a geldi. Zulüm onu orada yok etmek istedi.
Onun içindeki sevgiyi yok edemedi. Arap halkı yeni Selimler yetiştiriyor.
Refik, Selim, Hüseyin ve
Havva...
Mücadeleleriyle, şehitliklikleriyle ülkemizin gerçekliğini ve kurtuluşunun
nasıl olacağının kısa bir özetiydiler. Kürdistan topraklarında Kürt halkının
kurtuluşu için, Devrimci Halk İktidarını kurmak için şehit düşen Sünnisi, Alevisiyle Araplar...
Kanları Kürt yoldaşlarının kanına karışıyor, toprağa karışıyor. Halklarımızın
birlik mayasını güçlendiriyorlar. Artık bu topraklar daha cesur, daha başeğmez, daha isyankar çocuklar
verebilir. Artık bu toprak toprak değil vatandır.
Refik, Selim, Hüseyin ve Havva...
(Bu yazı İLERİ
dergisinden alınmıştır.)
***
Refik Horoz'un Bir Şiiri:
Gözlerine kurban
olduklarım
Tutmuşlar dağ başlarını
Yürek çaresiz bir serçedir
Çırpınır
Şimdi cihan parçalarının
türkülerine
Silah sesleri karışıyor
Ben zaptetmem yüreğimi
Ah derim ah
Kuşların kanatlarında
şafaklara bulanmak varsa
O serinlikte ürpermek
vardı ya
Barut kokularında umudu
tadandım
Nehir boylarında
koşandım
Parmaklarım gömülürken
toprağa
Ölüme yatardım
Ah demedim mi ah
Ah Diyarbekir
Sevdiklerimden ettin beni
Refik Horoz
Dört
TÖDEF'li Üzerine Kurtuluş
Dergisi'nden Bir Yazı
AMED'DE
DÖRT GENÇ...
DÖRT
YOLDAŞ, DÖRT KARDEŞ...
Dört TÖDEF'liydi
onlar. Selim, Refik, Reyhan ve Hüseyin... 1995in 12 Ocak'ını 13 Ocak'a bağlayan gece
katledildiler. Aslında bu dörtlü ve onların şehadeti
halkımızın, devrimimizin, ülkemizin pek çok karakteristik yanına tanıklık
ediyorlar adeta...
Onların
katledilişi Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki yüzlerce kontrgerilla cinayetinden
herhangi biri belki. Ama yine de onların Kürdistan TÖDEF'ten olmaları, sahip oldukları ulusal kimlikler, kişilikleri
oldukça çok şey söylüyor bize. Bu katliamda ayrıştırmamız gereken yanlar
olduğunu söylüyor:
Amed'deki dört şehit ne söylüyorlar bize? Şehadetleri ne gösteriyor?
Halklarımızın
Kardeşliğini Gösteriyorlar Bize: Refik, Maraş Katliamının protestosunda
gözaltına alınmış ve mahkemeye çıkarılmıştı. Hakim "Oğlum
sen Arapsın, ne işin var Kürtlerin arasında?" diye soruyordu
ona... Selim de Arap'tı... Reyhan
ise bir Zaza
kızı. Hüseyin bir Kürt'tü... Ulusal
değerlerine bağlıydılar. Örneğin Selim'in normalde son derece sakin, sessiz bir
yapısı vardı, ama Arapça konuştuğunda o sakinliğinden pek eser kalmaz, ateşli
bir konuşmacı oluverirdi... Diğerleri de en az onun Arap olduğu kadar Kürt'tü, Zaza'ydı. Ama onlar halkların kardeşliğine, kardeşlikten öte, birlikte savaşması gerektiğine
inanıyorlardı. İşte bu yüzdendi ki, halkların kardeşliğine yakılmış bir türküydü
onların şehadetleri.
Bazı sekter, çarpık yaklaşımlarla da
karşılaşmıyor değillerdi elbette. Refik'e Diyarbakır'da bir Arap olarak
mücadele etmeyi "yakıştıramayan" sorgu hakimi
gibi, Reyhana da bazıları "sen Kürtsün, Kürt halkına ihanet
ediyorsun, TÖDEF'lilerle dolaşma" diyorlardı.
Ama onlar bu ülke gerçeğini bir ucundan yakalamışlardı. Onun için mücadele
içindeydiler. Onun için TÖDEF içindeydiler. Onun için, onların ışığı Parti-Cephe
ışığıydı.
Gençliğimizin
Fedakarlığını Gösteriyorlar; Reyhan'ın babası bir aşiret reisiydi.
Annesi de bir aşiret reisinin kızı. Bu düzen içinde çok rahat yaşayabilecek
koşullara sahipti. Ama o aşiret ağalarına karşı yoksul köylüsünün, halkının yanında
yer almayı tercih etti... Yani kendi sınıfına karşı halkının yanında... O
halkını tercih ederken, mücadelenin saflarına gelirken ailesinin "aşiret"
soyundan gelen herhangi bir burnu büyüklüğü de yanında taşımamıştı. Tam tersine
halkını tercih ederken, halk olmayı, halkının özellikleriyle donanmayı da
başarmış, bu yolda epeyce mesafe katetmişti. Herhangi
bir şeye ihtiyaç olduğunda onun ağzından çıkan sözler hep "ben bulurum", "ben yaparım", "ben giderim" olmuştur... Refik de düzen
içinde aynı olanaklara sahipti... Selim tam tersine, maddi durumu pek de iyi
olmayan orta halli bir çiftçi ailesinin çocuğuydu. Fedakardı,
okulundan arta kalan zamanda pazarlarda birşeyler
satıp okumaya çalışıyordu. Ve onlar tüm bu aynılık ve ayrılıklarına karşı
kavgada birlikteydiler: Aslında hepsi düzen içinde istedikleri gibi bir yere
sahip olabilirlerdi. Fizik, Matematik, Biyoloji bölümlerinde 3.,4. sınıf öğrencisiydiler...
Ne var ki, onların hayatının “kendini
kurtarmaktan” öte amaçları vardı... İşte onlar Amed'de
devrimci olmayı, Amed'de demokratik mücadele
yürütmeyi böyle bir amacın parçası olarak kavramışlardı. Dicle Üniversitesinde
boykotlarda hep onların emeği, çabası, fedakarlığı,
kahramanlığı vardı.
Kontrgerilla'yı
Gösteriyorlar; Türk, Kürt, Arap, Çerkes,
Laz, Gürcü tüm ulus ve milliyetlerden gençliğin örgütlülüğü olan TÖDEF çatısı
altında demokratik üniversite mücadelesi yürütüyorlardı. Kaldıkları evde açıkça
infaz edilmişlerdi. Ne çatışma vardı, ne birşey. Yalnızca
bu olayı hatırlamak bile bugün ortalıkta "temiz siyaset" diye, "hukuk devleti" diye dolaşanların ikiyüzlülüğünü görmek için yeter.
İnsanın midesini bulandıran, öfkesini beynine sıçratan bir ikiyüzlülüktür hem
de bu.
Tipik bir kontrgerilla katliamında
yitirdik onları. Bugün "hukuk devleti" falan diyenlerin hiç biri o
gün bu katliam karşısında ses çıkartmamışlardı.
Çıkartmasınlar. Biz "katilleri
kontrgerilladır" diye haykırmayı sürdürdük. Bizim haykırışlarımız
olmasaydı, kuşkusuz Susurluk da Susurluk olmazdı.
Yıllardır ölen bizdik. Katledilen
bizdik. Ölen Refikler, Selimlerdi. Onların yerdeki kanı temizlenmeden, o
kanın hesabı sorulmadan hiç birşey temiz olmayacaktır
bu düzende.
Birleşerek
Savaşmanın Gereğini, Yani Kazanmanın Yolunu Gösteriyorlar: Onların ilham kaynağı kurtuluşun
yıldızıydı. Cephenin yıldızıydı. Cephe yıldızı halkları birleşip savaşıp
kazanmaya çağırıyordu. Onlar bu çağrıya kulak vermişlerdi. Ne diyordu sorgu
yargıcı; oğlum sen Arapsın Kürtlerin içinde ne işin var? Bir başkasına aynı
şey, sen Türksün, Van'da niye ortalığı karıştırıyorsun diye söylenir. Bir
başkasına İstanbul'da bak işte buraya da gelmişsin, bırak artık Kürtlüğü,
Kürdistan'ı falan diye ifade edilir... Mesele halklar birbirinden ayrı dursun,
mücadeleden uzak dursundur. Bu, elbette ki
oligarşinin meselesidir.
Bizim meselemizse, Reyhan, Selim,
Hüseyin, Refik gibi yanyana gelmektir. Amed şehitleri işte bu meseleyi çözmüşlerdir. Yanyana kavga etmiş, yanyana
şehit düşmüşlerdir. Halklarının gençliğine kurtuluşun ışığını, yolunu
göstermişlerdir.
(Bu yazı,
Halkın Sesi Kurtuluş dergisinin 11 Ocak 1997 tarihli 1. Sayısında “Yoldaşlar
Bizi Aşın” köşesinde yayınlanmıştır.)