Refik HOROZ'u Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Birlikte çalıştığı bir arkadaşı anlatıyor:

 

Refik'le ilk karşılaştığımda ondaki canlılık ve yüzünden hiç eksik etmediği ve kendine özgü olan gülümsemesi dikkatimi çekti. Daha sonra beraber çalışmaya başladıkça daha bir çok yönü açığa çıktı. İçtenliği, sahiplenmesi, paylaşımcılığı, fedakarlığı ile birçok insana güven veriyordu. Fakültedeki çalışma onunla giderek gelişmeye ve daha çok insan çalışmalara katılmaya başlamıştı. Refik'i her zaman çevresinde yeni yeni insanlarla sohbet ederken, birşeyler anlatırken görmek mümkündü. Bir sohbetimizde Refik bu durumu şöyle açıklamıştı. “İnsanların duyguları farklıdır gülüm” ve gülümsemişti. Bazen onlarla futbol oynuyor, tiyatroya gidiyor, piknikler düzenliyor, hep insanlarla bir bağ kurmanın yolunu arıyordu. Bu durum aramızda bir espri konusu olmuştu ve artık “Fen Fakültesi Refik birimi” diye tabir etmeye başlamıştık.

Refik kararlığından, inancından hiç bir zaman ödün vermedi. Polis onun kararlığını kırmak için hep gözaltına alıp ölümle tehdit ediyordu ama o tersine kinini ve öfkesini daha da bileyerek ve alnının akıyla çıkıyordu gözaltından.

Refik her sohbetimizde bize köyündeki gençlerin av tüfeğiyle dağa çıkıp gerillacılık yapmasını anlatırdı. O gençleri kendisi eğitmişti ve onlarla birgün kleşlerle çıkıp savaşacaklarını söylerdi. Hep gerilla olmak istemişti.

Ama ona farklı görevler verilmişti. Bu görevlerini de büyük bir özveriyle yerine getiriyordu. Düşman da buna çıldırıyordu ve onu katletti. Onun coşkusu, kararlığı ve gülümseyişi bize ışık tutuyor. Katillerinden hesap soracağız. Anınız önünde saygıyla eğiliyorum.

Eski Çalışma Arkadaşı

 

***

 

Antakya'dan Bir Yoldaşı Anlatıyor:

 

Seni ilk tanıdığımda beni düşündürtmüştün bu kadar genç biri nasıl bu derece olgun olabiliyor. Daha sonraları seni daha fazla tanıdım. İnsanlarla her zaman bir şeyleri paylaşmaya hazır halin... Elinde ne varsa hep paylaşmak için hazırdın. Çevren ile hemen diyalog kurma yeteneğin vardı. İşte bütün bunlar seni çevrende sevilen ve saygı duyulan biri yapmıştı. Sürekli çevrene bir şeyler anlatmak için çabalardın.

Diyarbakır'a okumak için gittiğinde devrimci mücadelenin içinde görev alman beni şaşırtmamıştı. Daha sonra senin tutuklandığını öğrendiğimde Refik bunu başarır demiştim kendi kendime. Zaten senden bu beklenirdi.

1992 yılında Konya DGM'de yargılanan Grup Yorum'a destek amacıyla düzenlenecek olan pikniğe çevrende bulunan bütün kişileri katmaya çalışmıştın. Çevreni ikna edebilmek için gösterdiğin çaba görülmeye değerdi. Çevrende bulunan çoğu kişiyi katılmaları için ikna etmiştin. Ve bununla övünüyordun. Övünmekte de haklıydın. Çünkü düzenlenen pikniği sıradan bir piknik olarak kabul etmiyordun. Düşmanın karşısına dikilen bir mevzi gibiydi. Düşman halkın ve devrimin türkülerini söyleyen Grup Yorum'umuzu mahkum etmek istiyordu. Buna karşı sessiz kalamazdın. Bu mevziye herkesi katmak içindi bütün bu yaptıkların. Omuz omuza verdiğimiz halaydaki mutluluğun hala gözlerimin önünde. 

Dergimizin Antakya Bürosu daha açılmamıştı. Çevrende bulunan bütün olanakları seferber etmiş, dergimize kavuşmamıza büyük emeğin geçmişti. 93 yılının sonbaharında dergimizin bürosuna kavuşmuştuk. Bir mevzimizi düşmanın karşısına dikmeliyiz diyordun başka birşey demiyordun. Bunun için bütün maddi ve manevi olanaklarını seferber etmiştin. Sen Hatay'daki “Feda Kuşağı”nın sürdürücüsüydün.

93 yılında ağızları salyalı faşist güruhun Sivas'taki Madımak Oteline saldırarak 37 canımızı yakarak katletmesine tanık olmuştun. Faşistlerin bu saldırısına taşlarınla nasıl karşı koyduğunu büyük bir öfke ve heyecanla anlatmıştın bizlere. O günkü öfken hala gözlerimin önünde.

Okullar tatil olup da memlekete döndüğünde boş durmaz hareketi anlatırdın. Yeni insanlarla ilgilenirdin. Yeni insanlar bulur onları eğitmek için geceni gündüzüne katardın. Biz de tatilin gelmesini beklerdik; çünkü sen gelecektin. En son gelişmeleri senden öğrenmek için.

Seninle bir süre görüşemedik ama beynimiz ve ayaklarımız aynı yöndeydi artık. Senin şehit olduğunu öğrendiğimde seninle paylaştıklarımız gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçti.

Sen ve arkadaşların Diyarbakır'da katledildiğinizde Diyarbakır'daki mevzimizi çökerteceklerini düşünmüşlerdi. Ama amaçlarına ulaşamadılar. Çünkü sana ve şehitlerimize sözümüz vardı. Şehitlerimizin yarattığı mevzileri terk etmeyecektik.

Hatay'da mücadelemiz daha kararlı ve daha örgütlü devam ediyor. Filizin ekilmesinde büyük emeğin geçmişti. Bu filizi suladık ve büyüttük. Filiz artık meyve vermeye başladı. Amanoslarda gerillalarımız dolaşıyor. Yeni filizler ekmek için.

 

***

 

Bir Yoldaşı Anlatıyor:

 

Diyarbakır gençliğinin önderlerindendi. Küçük büyük demeden her işe koşardı. Gün oldu gün boyu sokaklarda dolaşıp gazete satmaya çalıştı. Gün oldu döviz, pankart astı, gün oldu TÖDEF sorumlusu olarak talimat verdi. Çeşitli tarihlerde, kısa süreli olmak üzere üç defa tutsaklık yaşadı. Diyarbakır'da çeşitli görevler aldı. Bir dönem legal alan sorumluluğunda bulundu.

Babası Suudi Arabistan'da çalışan Refik istese bu düzen içerisinde çok rahat bir yaşam sürebilirdi. Düzenin "cazip" tekliflerini reddederek insanların mutluluğu için mücadele etmekten geri durmadı.

İnsanlarla ilişkilerinde gelişkin olan Refik, Diyarbakır öğrenci gençliği içerisinde tanınan, sevilen, sayılan biriydi.

Cüretli, atak, militan bir yapıya sahipti. Kimlik kontrolü yapan polise kimlik göstermediği gibi kendisi polisin kimliğini kontrol etmiş, gözaltına alınmak istendiğinde ise polislere sloganlarla karşılık verip kalabalığın dikkatini çekerek gözaltına alınmaktan kurtulabilmişti.

Refik'in Diyarbakır'daki durumunu bilen polis birçok defa onu ölümle tehdit etmiş, buna rağmen o mücadeleden bir an bile geri durmamıştı. Bu durumu hazmedemeyen Diyarbakır polisi tarafından kalleşçe katledildi.

 

***

 

İLERİ'DEN: DİYARBAKIR ŞEHİTLERİ

 

95 yılına yeni umutlarla girmiştik. Partimiz ilan edilmiş, umudumuzu büyütmüştük. 94 yılında partimizi kurmuştuk, sevincimiz büyüktü, ama bir de Dayı'nın yakalandığı haberiyle sarsılmıştık. 95 yılına girerken umudumuz büyüktü. Dayı'yı mutlaka alacaktık emperyalizmin elinden. Mutlaka kararlılığımız hayata geçecekti. Yeni bir zafere hazırlanıyorduk.

İşte böyle girdik 95 yılına. Faşizm saldırıyordu her taraftan. Hem de öyle bir saldırıyordu ki, bir gün hesap verebileceğini düşünmeden azgınca ve namussuzca saldırıyordu. 12 Ocak 95'te yine bu şekilde saldırdı. Ve savunmasız silahsız insanları katletti. Saldırısına çatışma süsü vermeyi unutmamıştı.

Düşmanın bu kalleşçe saldırısı, dört insanımızı aramızdan aldı. Daha doğrusu aldığını sandı. Onlar aramızdan hiç gitmediler. Hep bizimleydiler. İki yıl geçti aradan yok ettikleri sandıkları Diyarbakır'dan nice yiğitler, nice Refik'ler, nice Selim'ler, Hüseyin'ler, Havva'lar selamlamaya devam ediyor, halklarından aldıkları güçle bütün Türkiye'yi ve Kürdistan'ı. Yine bayrağımız dalgalanıyor. Refik'in attırdığı sloganlar yine mavzer gibi patlıyor düşmanın üstüne. Melik Ahmet'de, Dicle'de, Fiskaya'da ektiğiniz devrim ağacını kanınızla suladınız. Devrim daha büyük artık. Yeşerip meyvesini verdi. Ve çoğalıyor üstelik devrim ağacını Yaylıca'da, Dursunlu'da da büyüttük.

Devrim ağacı verimlidir. İçinde çok çeşitli meyveler yetişir. Kanımızla sularız onu. Öyle bir ağaçtır ki, hiç kimse onu yerinden söküp atamaz. Bütün halkların ağacıdır. Her tarafta kökü vardır onun. Dört şehidimizin kanı onu daha da kökleştirdi. Kürt halkındın, Arap halkından ve Türk halkından şehitlerimiz devrim ağacını kendi halklarına taşıdılar. Her biri devrimin bir köküdür artık.

Refik, devrime içten inanmış, her şeyi devrime adamış bir insan. Zeki ve atılgan. Yaşadığı ortamı devrim için değerlendirmek onun tek düşüncesi. Nereye gitse hep iz bırakırdı. Refik'in oradan geçtiğini hemen fark edebilirsiniz. Yaptığı esprilerin etkisi hemen kendini gösterir, davranışları insanları çok çabuk etkilerdi. İşte bundan dolayı bilirdik biz Refik'in geçtiği, uğradığı yerleri. İnsanlara nasıl ulaşabiliriz, onları nasıl örgütleyeceğiz sorularıyla hep meşguldü. Sadece meşgul olmazdı tabii, örgütlerdi, yeni ilişkiler bulurdu. Müzikle ulaşırdı insanlara, kitapla, dergiyle, hep çantasında vardı bunlar. Bir de beceriyle giderdi insanlara, futbol oynardı, kaynaşırdı onlarla, saz çalardı dostluk kurardı.

Her anı, her şeyi, her sözü devrim içindi Refik'in. Refik mahkemede faşizmden hesap soracak kadar cesur ve inançlıydı. İşkencede düşmana olan kinini sloganlarıyla gösterdi. Alnının akıyla çıktı hep işkenceden. Sınır tanımaz, hücredeyken de ulaşırdı insanlara, onlara Türkiye halklarının mücadelesini anlatmak için çırpınırdı. O Arap'tı ama Kürt'tü, Türk'tü, tüm dünya halklarındandır aynı zamanda halkların kardeşliğini savunan böyle bir insanın Arap olması bizleri gururlandırıyor. Refik'in türküsü şimdi artık mitralyözün çıkardığı melodiyle beraber, Yaylıca (Selca) dağlarında Amanos'larda, Toroslar'da söyleniyor.

Selim, her zaman insanlarla sıcak ilişkiler kurardı. Hareketle ilişkiye girdiğinden itibaren aldığı görevleri eksiksiz yerine getirir, Kendisine sınır koymazdı. Her şeye açıktı. Bu yüzden aldığı görevleri başarırdı mutlaka. Bu yüzden korku yoktu gözünde. Kararlıydı ve kararlığını işkencecilere de gösterdi. Hareketle bağı kopuk geçtiği bir yıl boyunca da boş durmamıştı. İş bulup çalışmıştı. Sonradan acizleşenlerin yaptığı gibi, küçük burjuva zaaflara kulak verip düzeni tercih etmedi. Hep içinde vatan sevgisini yaşattı. Bu içindeki sevgi onu hareketle yeniden ilişkiye geçirdi. Diyarbakır'a geldi. Zulüm onu orada yok etmek istedi. Onun içindeki sevgiyi yok edemedi. Arap halkı yeni Selimler yetiştiriyor.

Refik, Selim, Hüseyin ve Havva...

Mücadeleleriyle, şehitliklikleriyle ülkemizin gerçekliğini ve kurtuluşunun nasıl olacağının kısa bir özetiydiler. Kürdistan topraklarında Kürt halkının kurtuluşu için, Devrimci Halk İktidarını kurmak için şehit düşen Sünnisi, Alevisiyle Araplar... Kanları Kürt yoldaşlarının kanına karışıyor, toprağa karışıyor. Halklarımızın birlik mayasını güçlendiriyorlar. Artık bu topraklar daha cesur, daha başeğmez, daha isyankar çocuklar verebilir. Artık bu toprak toprak değil vatandır. Refik, Selim, Hüseyin ve Havva...

 

(Bu yazı İLERİ dergisinden alınmıştır.)

 

***

 

Refik Horoz'un Bir Şiiri:

 

Gözlerine kurban

olduklarım

Tutmuşlar dağ başlarını

Yürek çaresiz bir serçedir

Çırpınır

Şimdi cihan parçalarının

türkülerine

Silah sesleri karışıyor

Ben zaptetmem yüreğimi

Ah derim ah

Kuşların kanatlarında

şafaklara bulanmak varsa

O serinlikte ürpermek

vardı ya

Barut kokularında umudu

tadandım

Nehir boylarında

koşandım

Parmaklarım gömülürken

toprağa

Ölüme yatardım

Ah demedim mi ah

Ah Diyarbekir

Sevdiklerimden ettin beni

 

Refik Horoz

 

***

 

Dört TÖDEF'li Üzerine Kurtuluş Dergisi'nden Bir Yazı

AMED'DE DÖRT GENÇ...

DÖRT YOLDAŞ, DÖRT KARDEŞ...

 

Dört TÖDEF'liydi onlar. Selim, Refik, Reyhan ve Hüseyin... 1995in 12 Ocak'ını 13 Ocak'a bağlayan gece katledildiler. Aslında bu dörtlü ve onların şehadeti halkımızın, devrimimizin, ülkemizin pek çok karakteristik yanına tanıklık ediyorlar adeta...

Onların katledilişi Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki yüzlerce kontrgerilla cinayetinden herhangi biri belki. Ama yine de onların Kürdistan TÖDEF'ten olmaları, sahip oldukları ulusal kimlikler, kişilikleri oldukça çok şey söylüyor bize. Bu katliamda ayrıştırmamız gereken yanlar olduğunu söylüyor:

Amed'deki dört şehit ne söylüyorlar bize? Şehadetleri ne gösteriyor?

Halklarımızın Kardeşliğini Gösteriyorlar Bize: Refik, Maraş Katliamının protestosunda gözaltına alınmış ve mahkemeye çıkarılmıştı. Hakim "Oğlum sen Arapsın, ne işin var Kürtlerin arasında?" diye soruyordu ona... Selim de Arap'tı... Reyhan ise bir Zaza kızı. Hüseyin bir Kürt'tü... Ulusal değerlerine bağlıydılar. Örneğin Selim'in normalde son derece sakin, sessiz bir yapısı vardı, ama Arapça konuştuğunda o sakinliğinden pek eser kalmaz, ateşli bir konuşmacı oluverirdi... Diğerleri de en az onun Arap olduğu kadar Kürt'tü, Zaza'ydı. Ama onlar halkların kardeşliğine, kardeşlikten öte, birlikte savaşması gerektiğine inanıyorlardı. İşte bu yüzdendi ki, halkların kardeşliğine yakılmış bir türküydü onların şehadetleri.

Bazı sekter, çarpık yaklaşımlarla da karşılaşmıyor değillerdi elbette. Refik'e Diyarbakır'da bir Arap olarak mücadele etmeyi "yakıştıramayan" sorgu hakimi gibi, Reyhana da bazıları "sen Kürtsün, Kürt halkına ihanet ediyorsun, TÖDEF'lilerle dolaşma" diyorlardı. Ama onlar bu ülke gerçeğini bir ucundan yakalamışlardı. Onun için mücadele içindeydiler. Onun için TÖDEF içindeydiler. Onun için, onların ışığı Parti-Cephe ışığıydı.

Gençliğimizin Fedakarlığını Gösteriyorlar; Reyhan'ın babası bir aşiret reisiydi. Annesi de bir aşiret reisinin kızı. Bu düzen içinde çok rahat yaşayabilecek koşullara sahipti. Ama o aşiret ağalarına karşı yoksul köylüsünün, halkının yanında yer almayı tercih etti... Yani kendi sınıfına karşı halkının yanında... O halkını tercih ederken, mücadelenin saflarına gelirken ailesinin "aşiret" soyundan gelen herhangi bir burnu büyüklüğü de yanında taşımamıştı. Tam tersine halkını tercih ederken, halk olmayı, halkının özellikleriyle donanmayı da başarmış, bu yolda epeyce mesafe katetmişti. Herhangi bir şeye ihtiyaç olduğunda onun ağzından çıkan sözler hep "ben bulurum", "ben yaparım", "ben giderim" olmuştur... Refik de düzen içinde aynı olanaklara sahipti... Selim tam tersine, maddi durumu pek de iyi olmayan orta halli bir çiftçi ailesinin çocuğuydu. Fedakardı, okulundan arta kalan zamanda pazarlarda birşeyler satıp okumaya çalışıyordu. Ve onlar tüm bu aynılık ve ayrılıklarına karşı kavgada birlikteydiler: Aslında hepsi düzen içinde istedikleri gibi bir yere sahip olabilirlerdi. Fizik, Matematik, Biyoloji bölümlerinde 3.,4. sınıf öğrencisiydiler...

Ne var ki, onların hayatının “kendini kurtarmaktan” öte amaçları vardı... İşte onlar Amed'de devrimci olmayı, Amed'de demokratik mücadele yürütmeyi böyle bir amacın parçası olarak kavramışlardı. Dicle Üniversitesinde boykotlarda hep onların emeği, çabası, fedakarlığı, kahramanlığı vardı.

Kontrgerilla'yı Gösteriyorlar; Türk, Kürt, Arap, Çerkes, Laz, Gürcü tüm ulus ve milliyetlerden gençliğin örgütlülüğü olan TÖDEF çatısı altında demokratik üniversite mücadelesi yürütüyorlardı. Kaldıkları evde açıkça infaz edilmişlerdi. Ne çatışma vardı, ne birşey. Yalnızca bu olayı hatırlamak bile bugün ortalıkta "temiz siyaset" diye, "hukuk devleti" diye dolaşanların ikiyüzlülüğünü görmek için yeter. İnsanın midesini bulandıran, öfkesini beynine sıçratan bir ikiyüzlülüktür hem de bu.

Tipik bir kontrgerilla katliamında yitirdik onları. Bugün "hukuk devleti" falan diyenlerin hiç biri o gün bu katliam karşısında ses çıkartmamışlardı.

Çıkartmasınlar. Biz "katilleri kontrgerilladır" diye haykırmayı sürdürdük. Bizim haykırışlarımız olmasaydı, kuşkusuz Susurluk da Susurluk olmazdı.

Yıllardır ölen bizdik. Katledilen bizdik. Ölen Refikler, Selimlerdi. Onların yerdeki kanı temizlenmeden, o kanın hesabı sorulmadan hiç birşey temiz olmayacaktır bu düzende.

Birleşerek Savaşmanın Gereğini, Yani Kazanmanın Yolunu Gösteriyorlar: Onların ilham kaynağı kurtuluşun yıldızıydı. Cephenin yıldızıydı. Cephe yıldızı halkları birleşip savaşıp kazanmaya çağırıyordu. Onlar bu çağrıya kulak vermişlerdi. Ne diyordu sorgu yargıcı; oğlum sen Arapsın Kürtlerin içinde ne işin var? Bir başkasına aynı şey, sen Türksün, Van'da niye ortalığı karıştırıyorsun diye söylenir. Bir başkasına İstanbul'da bak işte buraya da gelmişsin, bırak artık Kürtlüğü, Kürdistan'ı falan diye ifade edilir... Mesele halklar birbirinden ayrı dursun, mücadeleden uzak dursundur. Bu, elbette ki oligarşinin meselesidir.

Bizim meselemizse, Reyhan, Selim, Hüseyin, Refik gibi yanyana gelmektir. Amed şehitleri işte bu meseleyi çözmüşlerdir. Yanyana kavga etmiş, yanyana şehit düşmüşlerdir. Halklarının gençliğine kurtuluşun ışığını, yolunu göstermişlerdir.

 

(Bu yazı, Halkın Sesi Kurtuluş dergisinin 11 Ocak 1997 tarihli 1. Sayısında “Yoldaşlar Bizi Aşın” köşesinde yayınlanmıştır.)

 

 

 

Geri