Recai DİNÇEL'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

"Dört mevsim aynasında

damarları fındık, tütün, çay kokan

bir yaprak ol, gel

ağaçların yeşili açsın gözlerinde"

 

 

12 Eylül Öncesinden Bir Yoldaşı Anlatıyor:

 

Recai Abiyi anlatmak, daha doğrusu belirli yönlerini açabilmek benim için belki de en güzel, en anlamlı ve sevindirici bir olay.

12 Eylül öncesi liseye başladığım yıllarda, o dönemin anti-faşist mücadelede kalesi ve faşistlerin korkulu rüyası olan Niğde Öğrenci Yurdu'na gidip gelmeye başladım. O zaman Recai Abi yurdun müdürüydü. Onun sert görünen yüz ifadesi beni ilk zamanlar etkilemişti. Sanki hiç iletişim kuramayacakmışım gibi geliyordu. Ama onu tanıdıkça, sohbet etmeye başladıkça, oldukça sakin, sabırlı ve olgun bir yapısının olduğunu görmüştüm. Ben devrimcileri tanımanın verdiği heyecanla sürekli bir şeyler öğrenmek istiyordum. İşte bu süreçte Recai abi bana ve benim gibi olanlara bıkmadan usanmadan anlatır, bizlere bir şeyler kazandırmaya çalışıyordu.

Yurttaki insanlarla diyalogu oldukça olumlu ve anlamlıydı. Onu kah temizlik yaparken, kah faşistlerle çatışırken, kısacası yaşayışımızda görürdük. Tam bir görev ve dava insanı idi. Hele ki yaşadığım bir olay var, onu hiç unutamam. Polisin yurdu basacağı birgün bizi yurdun arkasından, bahçeden dışarı çıkarması beni çok etkilemişti. Çünkü polis yurtta yaşı tutmayanları ve kalmayanları gerekçe gösterip yurdu kapatmaya çalışıyordu. Böylece faşistlere karşı devrimcilerin bir mevzisi olan Niğde Öğrenci Yurdunu düşürerek, faşistlerin hareket sahasını genişletip, devrimcileri tecrit etmek istiyordu. Bunun yanında özellikle öğrencileri okul idarelerine ihbar edip uzaklaştırılmalarını istiyordu. Yani her iki yönüyle devrimci mevziler ortadan kaldırılmak isteniyordu.

Evet, Recai Abi, bulunduğu alan ne olursa olsun savunma tavrını gerek polise düştüğünde işkencecileri evinde yenerek, gerek cezaevinde düşmanın saldırılarına direnerek, insanları kazanmaya çalışarak yaşattı. O cezaevinden çıktıktan sonra da mücadeleye atılmada tereddüde düşmedi, mücadelenin içinde yer aldı. Tekrar tutsak düştü, bir kez daha işkencecileri rezil etti. Dışarı çıktığında yine kavgamızın içindeydi. Darbeci ihanetçi çeteye karşı anında tavır alarak Devrimci Sol'a ve Önderliğine bağlılığını bir kez daha gösterdi. Ve en son olarak kuşatıldığı üstte, "HİÇ BİR DEVRİMCİ SOLCU TESLİM OLMAZ" sloganlarıyla bilincimize, yüreğimize bir isyan ateşi gibi düştü. Onun bir öğrencisi ve yoldaşı olmaktan gurur duyuyorum. Ve bizlere verdiği değerleri her zaman yaşatacağıma söz veriyor, kendisini saygıyla anıyorum.

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

"'Beni o yetiştirdi.' demenin gururunu taşıyorum.

 

Büroda bekliyorum. Birazdan yeni atandığım alandaki sorumlu arkadaş gelip beni alacak, heyecanlıyım. Yeni çalışacağım alanı ve neler yapacağımı bilmeyişim heyecanımı daha da çok artırmakta. Mücadele içerisinde henüz yeniyim. Buluşmanın ciddiyetini düşündükçe de seviniyorum. Birden telefon çalıyor. Telefondaki ses "merhaba dost" diyor. Merhaba diyerek karşılık veriyorum. Çok yakında olduğunu, bulunduğum yerde bir gazete varsa elime alıp çıkmamı istiyor. "Milliyet var" diyorum ve alıp çıkıyorum. Biraz yürüyorum, bu sırada yanıma iyi giyimli ve henüz yeni traş olmuş birisi yaklaşıyor. "Merhaba, büro kalabalık olduğu için girmek istemedim" diyor. Belli ki telefon etmeden önce binaya girip kontrol etmiş. Biraz şaşırıyorum. Tokalaşıyoruz. Her şey alabildiğine doğal, biraz rahatlıyorum. Kontrol için biraz dolaşıyoruz. Bu sırada yeni çalışma alanımı ve yapacağım işleri anlatıyor. Can kulağı ile dinliyorum ve o gün başka bir şehirde (çalışacağımız alanda) buluşmak üzere ayrılıyoruz...

Göreve başladığım henüz birkaç kez görüştük ki, operasyon başladı. Gittiğimiz alanda ancak 1,5 ay kalabiliyoruz. Ben ve o dahil birçok insan gözaltına alındı... Ben, sadece onun bildiğini sandığım bir telefondan gözaltına alınıyorum, birçok olasılığı düşünmeye başlıyorum. Bu arada ona haksızlık yapmak istemiyorum. Polis ona duyduğum saygıyı anlıyor, ısrarla "çözüldü" diyor. "Seni, her şeyi verdi" diyor. İnanmak istemiyorum. "Her şeyi itiraf etti, kendi adını bile söyledi" diyor. İnanmıyorum. Bu arada adını merak ediyorum. Ama merak ettiğimi hissettirmemeye çalışıyorum. İnatlaşıyoruz. Birden adını söylüyorlar. "Recai Dinçel" diyorlar. Bu ismi Ana davadan hatırlıyorum. Gözaltına alınışımızın 3-4. günü. Gözlerimiz bağlı karakolun bir köşesinde bekletiliyoruz. Koridorun diğer başından sesler geliyor. Asker Recai Abiye "Ekmek getirdim, yiyor musun?" diyor. Hayır, yemiyorum diye cevaplandırıyor. Kısa bir süre tartışıyorlar, diğer askerler de onun başına toplanıyorlar. O koşullarda bile espri yapıyor. Askerin gülüşünü duyuyorum. Gözbağımın altından bakıyorum. Şimdi onu daha iyi görebiliyorum. 3-4 günlük beyazlamış sakalı var yüzünde, ayrıca üzeri de temiz değil. Askerler bu kez bana yöneliyorlar. Aynı soruyu soruyorlar. Aynı cevabı veriyorum "Hayır yemiyorum." Asker anlamıyor, şaşırıyor. "Ne biçim insanlar" diyerek hayretini dile getiriyor. O akşam bir ara yalnız kalıyoruz. Bir kaç kez kod adıyla sesleniyorum. Ama duymuyor.

Polis direnenleri hücreye koymuyor. Odalarda, sağda solda tutuyor. Aynı zamanda uyutmuyor. Benim 5. Recai Abinin ise 7. günü uyutmamalarının nedeni ise (Recai Abi daha sonra anlatmıştı) Bir sorgu sırasında polis ona sorular soruyor. Hiçbirisini cevaplamıyor. Sanırım 4. günde yine polis sorular soruyor, o "hayır cevap vermiyorum, bırakın ben uyuyacağım" diyor. İşte bu konuşma üzerine son günlere kadar uyutmuyor.

Yine bir akşam aynı koridorda Recai Abi ile askerler arasında bir konuşma geçiyor. Recai Abi soruyor, "Burada kaç kişi var?" Asker "söylemem yasak" diyor. "Ama çok kişi var" diyor. Arkasından Recai Abi sohbeti uzatmak istiyor. Ve sayıyı öğrenmekte ısrarlı. "Eh canım sen de tam sayıyı söyleme, 3 kişi varsa 5 artı 3 dersin ben anlarım, sen de tam sayıyı söylememiş olursun" diyor. Asker katıla katıla gülüyor. Sayıyı söylememişti ama sohbet hoştu. Askerlerden iyi davrananlar da var. Özellikle doğulu olanların bir kısmı PKK sempatizanı. Gözaltının son günlerinde ideolojik tartışmalar bile yapıyoruz. İşkenceye sorguya götürüp getirirlerken zaman zaman sohbet ediyoruz. Bir keresinde bana da "Recai çözüldü demi" dediler. Ne için sorduklarını sordum. Çünkü herkese öyle söylüyorlar. Ama o çözülmedi. Hala işkencede diye cevap vermişti...

Gözaltı süresince askerlerin üzerinde müthiş bir etki bırakmıştı. Komutanları özellikle tartışmak istemiş ama o yüz vermemişti. Recai Abi'nin anlattığı birçok şey askerler için mizah konusu oluyordu. Ondan dinlediklerini sık sık gelip bana anlatıyorlardı. İçten içe de saygı duyuyorlardı... Gözaltının son günlerinde gözbağımızı çözüyorlar. Recai Abi tuvaletten dönüyor. Bir odada karşılaşıyoruz. "Senin ne işin var burada" diyor. "Nasıl olduğunu bilmiyorum ama getirdiler" diyorum. "Moralini bozma" diyerek gidiyor. Tutuklanıyor. Cezaevine gidiyoruz. Onu cezaevinde daha iyi tanıma olanağı bulduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Birçok şeyi ondan öğrendim. Bulunduğumuz cezaevinde asker-idare ve devrimciler arasında belli statüler oluşmuş. Yıllar öncesindeki direnişlerle kazanılan haklarla yetiniliyor. Sayım masada oturarak veriliyor. Havalandırmaya çıkış saatli. Tüm bunlar Recei Abiyi rahatsız ediyor. Bu durumu değiştirmek için adım atmak istiyor. Tam bu sırada idare ve askerlerle konuşmalar, tartışmalar başlıyor. Sayım artık öyle verilmiyor. Onunla saatlerce konuşmaktan adeta zevk alıyor. Öyle bazı şeyleri kabul etmemekte de direniyorlar. Burada 1 yıl kalıyor. Bense tutukluluğumun 6. ayında çıkıyorum.

Tam iki yıl sonra hareketimizde darbe oluyor. Bundan dolayı onun İstanbul'da olduğunun haberini alıyorum ve görüşmek istiyorum. Kabul ediyor, görüşüyoruz. O tok ve kendinden emin tavırlarıyla darbeyi anlatıyor. Özellikle birçok şeyin legalize olmasına, deşifrasyona uğramasına çok kızıyor. Ayrılırken dikkatli olmamı öğütlüyor. O örgüte-önderliğe ve önderine sahip çıkmanın adıdır. Kavganın öğretmeniydi. "Beni o yetiştirdi." demenin gururunu taşıyorum. Anısını yaşatacağız.

 

Geri