Pınar GÜNGÖR'ü Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Emirgan'da süt gibi ak

bir pınarımız aktı.

Henüz 17'sinde geldi

Kara önlüğünü çıkardı

silahını kuşandı kavgayı seçti

dilinde Xace türküsü

bayrak-bayrak

ateş-ateş geldi

konuşunca

yürek dalımızda

kanaryalar şakırdı

kahkahasıyla

kar altında kardelenler açardı.

 

 

Aynı birlikteki gerilla yoldaşı anlatıyor:

 

Pınar'ı okullu yıllarında tanıdım. Okulda sessiz, sakin ve sadeydi. Hepimizin içinde örnek bir öğrenciydi. En çok çekingenliğiyle tanınırdı. Kendisine bir şey sorduğumuzda ya kahkaha atar, ya da tebessüm ederdi. Pınar'ın bazı tereddütleri vardı. Geceleri gezmekten, karanlıktan korkardı. Ayrıca insanlarla nasıl bağlantı kuracağını ve konuşacağını düşünürdü. İçimizde çalışkan arkadaşlarımızdan biriydi. Pınar gelişmeye açık biriydi. Benim en çok hatırladığım; evde annesine yardım etmeyen, hiç bir iş yapmayan biriydi. Ama mücadeleye atıldıktan sonra, tam tersine annesine iş yaptırmaz, kendisi koştururdu. Annesi "ne oldu sana, seni uykudan uyandırmak için bin dereden su getirirdik, şimdi kendin kalkıyorsun" diye şaşkınlığını dile getirirdi. Pınar ise, annesine tebessümle karşılık verirdi. Aynı zamanda paylaşımcıydı.

Bir gün sokakta yürüyorduk. Pınar eve sebze, meyve vs. almıştı. Önümüze iki çocuk çıktı, yüzü kir içindeydi. Ama tüm sevimliliği üstündeydi. Pınar, hemen poşetten, kardeşlerine aldığı çikolatalardan birini çocuğa uzattı. Çocuk önce utandı, almadı. Pınar, gülerek çocuğu öptü ve avucunun içine çikolatayı sıkıştırdı. Çocuğun sevinci gözlerinden okunuyordu. Çocuk yanımızdan ayrıldı. Pınar, hem yürüyor, hem arkasına dönüp çocuğa bakıyordu. Çocuğun o hali Pınar'ın kafasına takılmıştı. Bir iç çekerek; "Alah kahretsin, kimisi böyle kuru ekmek yiyerek geçinirken, kimisi bir öğünde yediğini diğer öğün tekrar yemez, bayatlamıştır diye." Hüzünlenmişti. Böyle söyledikten sonra sesini kesti. Eve varıncaya kadar da ağzından tek kelime çıkmadı. Yaşı küçüktü ama halkın içinde yaşadığı yoksullukları, acıyı yüreğinde duyuyordu.

Pınar'ı ilk böyle tanıdım. Daha sonra ben gerillaya katıldım. Benden bir süre sonra Pınar da katıldı. Pınar, Hozat Kız Meslek Lisesi'nde okuyordu. Ve daha lise birdeyken önlüğünü dahi çıkarmadan gerillaya katılmıştı. Zaten burada öğrenimini yaparken, dergimizi bir grup arkadaşıyla birlikte okuyordu. Ve oradaki faaliyetlere katılıyordu. Gerillaya geldikten sonra uzun bir süre sarp, taşlık yerlerde düşüyor, yürüyemiyordu. Fakat o her düştüğü yerden kalktığında gülerdi. Sanki biz düşüyorduk. Kendisine iyi misin? dediğimizde ise "iyiyim, iyiyim. Nasıl olsa alışacağım" derdi. Sessizliği sakinliği gerillada da sürdü. Ama günlük yaşamımızdaki her işte Pınar'ı görürdük. Ekmek yapar, kaynaktan su taşırdı.

Müfrezemizde bir arkadaşın okuma-yazması yoktu. Pınar, bunu duyduğunda, "tamam, gidip komutana söyleyelim, ben sana öğretirim" dedi. Arkadaş sıkılarak, "bir şey olmaz. Öğrenmesekte olur" dediğinde, Pınar bir çırpıda arkadaşa okuma yazmanın önemini anlatarak, öğrenmesi gerektiğini, bu işi de kendisinin yapmak istediğini söyledi.

Pınar için aşılmayacak engel yoktu. Azimle çalışırdı. Henüz 16 yaşındaydı. Fakat o kadar olgundu ki, kimse onun 16 yaşında olduğunu bilemezdi.

Bir ara Ekrem abinin (Kemal Askeri) talimatıyla, tüm birliğimizin raporlarını daktiloya çekmeye başladı. Bu işi dinlenme saatlerinde yapardı. Saatlerce çalışırdı. Fakat bir an bile "off yoruldum" dediğini duymadık. Raporları bitirinceye kadar canla başla çalıştı.

Pınar'ın birlikte geldiği arkadaşlardan biri kaçtı, diğeri de mücadeleyi bıraktı. Pınar'ın etkileneceğini düşünerek, onunla konuşmaya başladım. O kendine özgü kahkahasıyla "kim bırakırsa bıraksın, ben partide şehit düşünceye kadar savaşacağım" dedi. Söyleyecek söz bulamadım. Çünkü Pınar netti.

Bir süre sonra Sibirya dediğimiz kamp yerinde çatışmaya girdik. Pınar da yanımdaydı. Bundan önce bir kaç kez kuşatma içerisinde kalmıştı. Fakat ilk kez silah sesleri duyuyordu. İlk kez olmasına rağmen soğukkanlıydı. Bulunduğumuz yere sürekli havan topları düşüyor, kocaman çukurlar açıyordu. Çatışma ortasında Pınar'la birlikte üç kişi ekmek yaptık. Üç gün boyunca sürekli pusulara girdik, çatıştık. Bu üç gün boyunca, mücadeleyi bırakan birinin korumasıyla görevlendirilmiştik. Görevi Ekrem abi vermişti. Pınar her zamanki hassaslığıyla bu insanı koruyordu. Ona bir zarar gelmesin diye korunaklı mevziler arıyordu. En son Emirgan'da çatışma çıktı. Yoğun ateş altındaydık. Pınar ve iki arkadaş düşmanın dikkatini başka yöne çekmek için bulunduğumuz yerin yan tarafına geçerken farkedildiler. Orayı havan topları ve MG-3 makinalı tüfekle taradılar. İlk ateşte Pınar belden aşağı yaralandı. Yarası ağırdı ve sürekli kan kaybediyordu. O'nu yerde bir yere yatırdık. Üşüdüğünü söyledi. Üzerine battaniye örttük. O haldeyken yanında oturan bir yoldaşımızın üşüdüğünü düşünerek battaniyeyle üzerini örtmeye çalışıyordu. Pınar yarasına sardığımız puşu ve tülbenti yanında yaralanan başka bir arkadaşa vermek istiyordu. O anda bile yoldaşlarını sahiplenmesi bizleri duygulandırmıştı. Yüzü gülüyordu. En son bize "zafer bizim olacak. Yoldaşlarıma selam söyleyin. Hesabımızı soracağınıza eminim" diyerek bize veda etti. 12 yoldaşımızla birlikte 17 yaşındayken şehit düştü.

 

Ölümünüzle bilinçlerimiz tufanlaştı

savaşmak sizinle anlamını kazandı

ve Pınar gözümüzde nehirleşti

Pınar yaralı akar

konuşurken dahi utanır

ölüm bu, deme

zaferse, bizimkiler paylaşmaz kimseyle

En önde ben

sonra ben derler

 

Bir gülüş ip ince

yayıldı dudaklarında

"zafer bizim" deyince

duyunca

alageyikler ziyaret başında

süzülür Pınar

bir çocuğun masumluğunda

Mahsun-u Pak kayalarında

Pınar günlerce daktilo başında

hangi bilgiler geçerdi tuşlarda

biliyordun

kavgayı hatmetmiştin

yaşamın perisiydin

olumsuzluğu biçer giderdin

 

ölümünüzle kavga anlaşıldı

dökülen her damla kanda

düşman bozgunu tattı

sonra Pınar

ak bir güvercin olur

Emirgan'dan Kırnik'e

süzülüp gider

 

(Yukarıdaki anlatım, Malatya Hapishanesi'ndeki DHKP-C Davası Tutsakları tarafından yayınlanan Başak Dergisi'nden alınmıştır)

 

***

 

Aynı siperde çarpıştıkları bir yoldaşı anlatıyor:

 

Pınar sivil yaşantısında sessiz ve içine kapanıktı. Kimse onun Devrimci Sol'a sempati duyduğunu bilmiyordu. Harekete olan sevgisini sempatisini içten içe besliyordu ve gerilla olma özlemiyle yanıp tutuşuyordu. Bir köydeydik ve bize üç bayan savaşçının katıldığını öğrendik. Bulunduğumuz evden diğer müfrezenin kaldığı eve gittiğimizde Pınar gerillaların arasına oturmuş, yeni aldığı silahına büyük bir hayranlıkla bakıyordu ve gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Bizi gördüğünde yerden fırlayıp yoldaşlarını görmenin, tanımanın mutluluğuyla koşup hemen sarıldı. Bütün gerillaların içinde illegalite kuralını o heyecanla unutarak gerçek adımla hitap edip "sende mi buradasın" dediğinde zorunlu olarak illegaliteyi hatırlatmak zorunda kaldım tabi. Hemen kendini toparlayıp daha fazla deşifrasyona neden olmamak için ciddi bir havaya büründü.

O gece bütün birlikler yola koyulduğumuzda Pınar ilk olmanın acemiliğiyle düşe kalka yürüyordu. Zaman zaman yanına yaklaşıp düşmemesi için nasıl yürümesi gerektiğini, adımlarını nasıl atması gerektiğini gösteriyordum. Gerçi o bu dağların yabancısı değildi. Bu dağlarda doğup büyümüştü. Ama uzunca bir süredir şehirde kaldığından dağlarda yürümeye biraz yabancılaşmıştı. Fakat alışması uzun sürmedi. Kısa sürede gerilla yaşantısına adapte oldu. Ve iyi bir savaşçıydı.

1994 Ekim operasyonlarında ilk kez çatışmaya girmişti. Ciddi bir operasyonla ilk kez karşı karşıya geliyordu. Fakat 10 aylık gerilla yaşantısı ona çok şey öğretmişti. İlk çatışmada gayet sakin ve soğukkanlıydı. Gece olup tepecilerimiz çekildiğinde zaferimizi büyük bir sevinçle karşılamıştı. Ama hemen uyarıldı, çünkü bozguna uğrayan düşman halen çok yakınımızdaydı. Bu çatışmanın ardından çatışa çatışa bir kaç günde Emirgan bölgesine geldiğimizde bizim için çatışmaya müsait olmayan bir alanda düşmanla tekrardan çatışmak zorunda kalmıştık. Çember daralmış, her tarafımızdan mermiler geçmeye başlamıştı. İlk taramada Pınar yaralanmıştı. Ama soğukkanlılığını yitirmemişti. Kendisine nereden yara aldığını ve durumunu sorduğumda "Çok iyiyim biraz üşüyorum" demişti. Ben de puşimi çıkarıp yarasını sarması için ona verdim. O da aldığı puşiyle yarasını sardı. Çatışma boyunca sürekli gülümsüyordu. Son sözü "Zafer Bizim Olacak" olmuştu.

 

Geri