Özlem TÜRK'ü
Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Kardeşi, Özlem’i
anlatıyor
“Şehitliğine
Kendimi Hazırlamıştım”
Kardeşiniz Özlem Türk
ölüm orucunda şehit düştükten sonra neler hissettiniz?
Direniş boyunca her iki
duyguyu, acı sevinç bir arada yaşadık. Özlem'de de farklı değildi. Sevinçten
kastedileni kimileri anlamayacaktır. Oysa hem Özlem'de hem de diğer şehitlerin
haberini aldığımda her iki duyguyu iç içe yaşadım. Gözyaşlarıma engel olamamıştım.
Özlem'de de öyle oldu. Ama hep ağır basan yan Özlem'in ve diğer şehitlerimizin
bizlere yaşatmış oldukları onurdu. Onlar vermiş oldukları sözlerini yerine
getirdiler.
Özlem'in şehitliğine
kendimi çoktan hazırlamıştım. Ya da zorla müdahaleyle sakat bırakacaklardı,
bunu kendisi de ben de hiç istemiyorduk. Gazetelerde okuduğumda artık onu
hiçbir zaman fiziken göremeyeceğimi ona dokunamayacağımı,
öpüp kucaklayamayacağımı ve daha birçok şeyin eksikliğini yaşayacağımı o anda
daha ağır hissettim. Diğer yandan sevgim, saygım büyüdü.
Bize onu anlatır mısınız?
Nasıl biridir Özlem? Nasıl devrimci oldu?
1992 yılının sonlarıydı
halkevine gelip gitmeye başladı. Önceden karşı çıkar, anlamsız bulurdu.
Tanıması için yanımda kalmasını istemiştim. Merzifon'da kalıyordum o zaman.
Pazarlama şirketinde sekreter olarak çalıştı. Yani bir şekilde aynı ortamı
paylaşmalıydık. O işten çıkınca ben halkevinde oluyordum, yanıma geliyordu.
Gelip giderdi ama buna rağmen karşı çıkardı, anlamsız bulurdu. Bir takım
şeyleri eleştirirdi. Buna rağmen de bu ilişkilerin içinde yer aldı
doğallığında. İnsanları tanıdı, paylaşımları oldu. Devrimcilerden, devrimci
yaşamdan etkilenmeye başladı. Bir örnek yaşamıştık. O etkileyici oldu. Gazete
paraları toplanmıyordu, nasıl vermezler üzerinden halkevinde tartışma var.
Okuyorsa verecek parasını diye. O, olmayacağını, insanların vermemek gibi bir
şeyinin olmayacağını savunuyor. Mücadele dergisinin satış işini ona vermiştik.
Bize ekonomik olarak yardımda bulunan birisi gelip dergi almak istiyor, yanında
parası yok, vermem diyor, parasını vereceksin öyle alıp götüreceksin diyor.
Parasını almadan kimseye dergi yok diyor. Okumak istiyorsan parasını ver.
Sahiplenmesi hoşumuza gitmişti. Ama aktif hale de gelmiyordu. Etkinliklerin
içinde yer alıyordu doğallığında. Devrimci yaşamın içinde olmuş oluyordu.
Daha sonra aktif olarak
neler yapabilirim diye düşünmeye başladı. Samsun bürosunda muhabir olarak görev
alması '93 başına denk gelir sanırım. Ondan sonra daha az görüştük zaten.
İnançlı birisi, aile
içinde de kendine güvenen kişi Özlem'dir. Sevgide saygıda kusur etmemiştir.
Babamla sorunlar yaşadığı zamanlar oldu. O bize göre daha cepheden tavır aldı.
Benden yaşı küçük olmasına rağmen en radikalimizdi. Bizim gibi yaşamı
yoksullukla geçti. Belki açlık yaşadık denemez ama hep yaşamımız yoksulluktu.
Hep çalıştık. Çocukluktan beri tütün işiyle uğraştı o da bütün köy çocukları
gibi. İlkokulu köyde okudu, ortaokulu ve liseyi ilçede. Bu süreçte de yaz
tatilinde köy işlerinde çalıştı, tarla işlerinde.
Sohbetini etmediği
şeyleri mektuplarda yazmıştı. Köydeki günlerini, devrimci olmasını... Mesela
kurban kesildiğinde et dağıtılır. O konularda çok rahatsız olurmuş, bizim
evimize et geliyor, niye biz kurban kesip dağıtamıyoruz diye. Ya da işte bizden
daha yoksul komşumuza kurbanın derisidir, işkembesidir vs. şeylerin
verilmesinin de kendisini üzdüğünü, o tür şeylere kafa yorduğunu, benim zoruma
gidiyorsa onun kim bilir daha fazla, nasıl zoruna gidiyordur diyordu. Sonuçta
yaşadığı, içinde bulunduğu koşullardı Özlem'in devrimcilik yapmasını sağlayan.
Öncesinden işte okuyup araştırma yapma, devrimci düşünceyi, Marksizmi,
Leninizmi teorik olarak öğrenme gibi bir şeyi olmadı.
Hiçbirimizin olmadı. Devrimci olduktan sonra öğrendik. Kitabı bile devrimci
olduktan sonra okudu. Samsun Mücadele bürosunun muhabiri olduktan sonra
devrimcileri ve devrimci mücadeleyi tanımaya, okumaya araştırmaya başladı.
Hülya’nın
Emeğine Layık Olacağım
Görüştüğümde devrimci
anlamda değişmeye gelişmeye başladığını görüyordum. Özlem'de en fazla emeği
olan Hülya (Tumgan)’dır. Hülya
tutsak düşene kadar birlikte çalıştılar. Hep Hülya'nın emeklerine layık olacağım
demiştir. Çünkü hemen her şeyin ilkini Hülya'dan öğrendi. Bu yüzden Hülya'ya
karşı sevgisi saygısı daha bir farklıdır.
Özlem, ölüm orucu
direnişçisi olmayı çok istiyordu. ‘96'da ikinci ekiplerdeydi. Bunu hep yarım
kalmış bir iş olarak görürdü. Bu direnişin şehidi olmayı da çok istiyordu.
Artık duyguları düşünceleri çok berraklaşmıştı. Ne için mücadele ettiğine, ne
için öleceğine dair kafasında hiçbir soru işareti olmadığını anlamıştı. Ben de
mektuplarımda başarı diledim, "yolun açık olsun" dedim. Sonrasında
utandım. Çünkü başaracağına sonuna kadar inanıyordum.
Özlem'i son 5 yıldır
görmemiştim. Şehit düşmeden önce son bir kez de olsa görmeyi kucaklaşmayı çok
istemiştim. Fakat bu mümkün olmadı. İyi kötü her yönüyle 5 yıl boyunca Özlem'i
göremediğim süreçte neler yaşadı? Hemen her şeyi öğrenme isteği duyuyorum.
Bugün Özlem'i andığımda aklıma Gülnihal ve Fatma da geliyor.
Sanki onlar üçü birbirinden ayrılmaz bir bütünmüş gibi. Direniş boyunca üçünün
de kendilerinden geriye bir şeyler bırakmak için olanca çabalar sarf
ettiklerini mektuplarından anlayabiliyordum. Şehitliğe giderken dahi mücadeleye
bir şeyler bırakma istekleri takdire şayandı.
Özlemle mektuplaşmalarımda
kendisine de verdiğim bir sözüm vardı, bundan sonraki devrimci yaşamımda onun
yapabileceklerini mücadeleye katabileceklerini ben yapmaya çalışacaktım. Ona
verdiğim sözü yerine getirdiğim oranda kendimi hep mutlu hissedeceğim.
Akrabalar, konu komşu
köylü, Özlem'in açlık grevinde öldüğünü biliyor, ama hangi amaçlar uğruna ölüm
orucuna katıldığını pek bilmiyorlar. Genç yaşta niye böyle yaptı diyerek
direnişimize dair gelişmelere uzak olduklarını gösteren yaklaşımlarda
bulunuyorlar. Cenazesine korkuları nedeniyle katılmayanların, keşke katılsaydık
dediklerini duydum. Ailem Özlem'in kararına saygı duydu. Düşünceleri idealleri
uğruna öldü diyerek saygılarını hala ifade ediyorlar.
Özlem'i rüyasında
görenler gelip anneme anlatıyormuş. Özlem'in mezarının içinde ışık
gördüklerini, baş ve ayak uçlarında sürekli ışık
yandığını, rüyalarında hep bu şekilde gördüklerini söylüyorlarmış. Mezarı
ışıklı görünenler bizim o tarafta nur düşmüş olarak kabul edilir.
Yukarıdaki Röportaj,
Ekmek Ve Adalet dergisinin 16 Mart 2003 tarihli 52. sayısında yayınlanmıştır.
***
Özlem'in bir
arkadaşının anlatımı:
Özlem'in
türküsü söyleniyor Anadolu’nun dört bir yanında
Anadolu toprakları
yabancı değil adımlarımıza, tanır asırlardır. Adımlamadığımız yolu,
konaklamadığımız şehri kalmamıştır. Sürgünlere, göçlere vurulduk. Zorunlu
iskânlarla kuşatıldık. Kimi gün acılarımızla omuz omuza, kimi gün
sevinçlerimizle yürüdük bir ucundan bir ucuna.
Sevgiyi yürekten
paylaşanlar, özlemleri omuzlarına yüklenenler, acılarda da ölümlerde de bir
birini yalnız bırakmayanlar, gözlerinden umut ışığını hiç yitirmeyenler, en
güzel geleceği bedenlerine, yüreklerine, ömürlerine güç yapanlar hep birlikte
yürüdüler. Paylaştılar her şeyi. Yakınmadılar, öykünmediler. Umudun hiç
şaşmayan yol göstericiliğinde mevsimler boyu yürüdüler, yürüdüler, yürüdüler.
Düğünlerde, sevinçlerde omuz omuza halay çekenler, bir ağızdan türkü
söyleyenler, en güzel ezgileri yaratanlar, acılarda da ölümlerde de hep
birlikteydiler. Her zaman başları dik, yüzleri güleç, bedenleri direnç doluydu.
Gelecek güzel günlere-yarınlara olan umutları hiç tükenmedi. Çünkü bunlar;
yaşananlar- yaşadıkları ne yazgıydı, ne de değişmez olandı. Hepsi biliyorlardı,
gelecek ellerindeydi. Gelecek bu günden yarınlar için bir şeylerin kavgasını
verebilmedeydi. Değişmez değildi, değişirdi. Yeter ki güzel olanın, yeter ki
onurlu olanın, yeter ki doğru olanın, yeter ki haklı olanın yoluna bir kez
düşülebilsin. Yeter ki uğruna her türlü bedeli ödemeye hazır olunsun. Ölüm bile
düğün dernek gibi karşılanabilirdi. İşte onlar da; bu halkı yürekten sevenler
de; onur için, namus için, adalet için, güzel bir gelecek için, düşmüşlerde
yollara. Halklarının acıları, acıları; özlemleri özlemi; düşleri düşleriydi.
Onun içindi tereddütsüzlükleri, onun içindi ataklıkları, onun içindi yeri
geldiğinde ölümü gülerek karşılamaları. Onun içindi gün gün
erirken bedenleri, solukları ölümü nefeslerken bile dimdik ayakta olmaları, göz
bebeklerinin ışıldaması, sözlerinin yüreklere güç vermesi bedenlere direnç taşımaları.
Onbeşinde, yirmisinde, otuzunda,
ellisinde olanı vardı. Anaydılar, babaydılar. Civan-perçem delikanlıydılar;
dirençleriyle geleceği bu günden kuran genç kızlardı. Gelinlik yerine kavganın
kendisini kuşanmışlardı bedenlerine. Başları hep dikti, dirençleri hep
sınırsızdı. Dışarıda da, içeride de coşkun ırmaklar gibi akıyorlardı. Anadolu
topraklarına; geçtikleri her yere umudun tohumunu ekip, umudu büyütüyorlardı
sevdayla.
Özlem de yüreğini
sunmuştu Anadolu'ya. Özlemin gücü Kara Fatmalar’dan, Hakikat
Bacılar’dan, Kurtuluş Savaşı’nda bebesinin yanında,
cepheye mermi taşıyan analardan; Onsekizinde
Kahramanlaşan Sibel'den; Açılığı ve ölümü paylaştığı Fidan'dan, Ayşe'den,
Fatma'dan, Hülya’dan, Gülsüman Ana’dan; ölümü paylaştığı
sevdiklerinden alıyordu. Özlem ki tepeden tırnağa fedaydı. Özlem ki tepeden
tırnağa bağlılıktı. Özlem ki en güzel günlerin, onurlu bir geleceğin müjdecisiydi.
Anadolu'nun dört bir yanındaydı Özlem. Tütün tarlalarında tütün kırıyor, pirinç
tarlalarında bereket saçıyor, okul kürsülerinde geleceğe ses veriyor, zulmün
zindanlarında ilmek ilmek inancı örüyordu. Günü gelmişti. Tereddütsüz yatırdı
bedenini açlığa. Şimdi daha da hızlı aşılacaktı günler... Yetmez dedi, daha çok
fedakârlık dedi. Kuşandı alnına onurunun bandını, başladı daha da hızlı ve
soluksuz yürümeye. Gün gün yeniyordu ölümü, gün gün örüyordu zaferin taşlarını. Öyle
ustaca, öyle itinayla, öyle yürekten inanarak. Harcında canı, harcında
kanı, harcında ömrü vardı.
Ateşlerde pişmişti,
acılarda güçlenmişti, zulmün önünde çelikleşmişti. Kavganın suyuyla
beslenmişti. Özlem; özlemiydi zindanların. Onunla biraz daha aydınlanıyordu
hücreler, onunla çiçekleniyordu Anadolu'nun dört bir yanı. Onurlu bir hayat
akıyordu Anadolu'ya.
Biliyorduk, biliyordu
canından çok onu sevenler, Özlem özlemlerimizin taşıyıcısı, can pahasına
savunucusu olacak. Öyle itinayla koruyacak her birini... İlk günkü
kararlılığıyla yürüdü, adımlarını gün-gün hızlandırdı. Varmak istiyordu
özlemimiz olan o güne. Günü geldi, kucaklaştı özleminle. Yenmişti ölümü, gün gün eriyen bedeniyle.
Duyduk sesini, duvarların
ardından; tel örgülerin, demirlerin arasından geldi haberi. Şimdi onun içindi
tüm söylenenler ve söylenecek olanlar. Ve öyle güzel, ve
öyle ona yakışır oldu uğurlama. Uğurlamanın üzerinden günler geçti. Yine onunla
birlikte yürüyen, ondan önce ölümle kucaklaşan Serdar’la olacaktık. Yolları
aştık, ulaştık yanlarına. Topraklarını kucakladık, çiçeklendirdik. Baş uçlarında durduk onurla başımız dik. Türkülerimizi
söyledik yürekten.. Ve sonra onu seven canları
topladık bir araya, kırkında-kırk yemeğinde birlikteydik. Özlem vardı her omuz
başının yanında. Toprağının insanları köylüleri de koşuvermişti yanına. Sözler
Özlem’di, tebessümler Özlem’di, umutlar Özlem’di; geleceğin en güzel düşleri Özlem’di.
An değil, yaşam Özlem’di. Köyünün yolunda Özlem, dağlarında Özlem; kara, borana
soğuğa inat çiçeklerin tohumunda Özlem vardı. Çünkü Özlem ölümsüzlüktü. Özlem
yaşamın kendisiydi.
Özlem orada da yalnız
değildi. Bir yanında da canının bir parçası, sınırsız sevdiği yoldaşı Serdar
KARABULUT vardı. O da kuşanıp onurun, baş eğmemenin bandını alnına, düşmüştü
zafer yoluna. Mevsimler boyu yürümüş ve yenmişti ölümü.
Onlar aynı topraklarda
tütün kırıp, aynı umudu başak başak büyütüyorlardı.
Sevdikleri, canlarının bir parçası olanlar onunla da kucaklaşıyordu. Baş ucunda bir kez daha söz veriyordu sevdikleri "Gözünüz
arkada kalmayacak, Düşleriniz gerçek olacak" diye. Onların direnciydi
dimdik yükselen Anadolu'nun dört bir yanında. "Baş eğmeyeceğiz zulmün
önünde" diye.
Zordu Özlem’in ve Serdar’ın
yanından ayrılmak. Ama yürekler hep onlarlaydı. Hep onlarla yürünecekti,
zorluklar onlarla aşılacaktı. Çözülmez denilenler, onların verdikleri güçle
çözülecekti. Onların ışığıyla aydınlanacaktı Anadolu yolları. Ve varılacak en
güzel günlerde, varılacak ve çıkılacak alanlarda onlarla olunacaktı.
Özlem Ve Serdar türkü türkü dillerde söylenecekti.
***
İngilterede bulunan Bir Atılım okurunun Özlem Türk
için yazdığı yazıdır:
ÖZLEM
YAŞAM SEVİNCİNİN EN CANLI ÖRNEĞİDİR BİZE
Onunla ilgili
hatırladığım en etkileyici [şey şu sözleriydi:] “Kuşkun olmasın abi, için rahat olsun, onurluca
kuşandığım bayrağı sonuna kadar taşıyacağım. Bu görevi büyük bir sevinç ve
mutlulukla yapıyorum” (Cümlenin biçimi tümü böyle
olmayabilir. Fakat özü itibariyle bu içeriği-ruhu taşıyordu).
Bu satırları okuduğumda gözlerim dolmuş kendimi zor tutmuştum. Bir yandan büyük bir gurur ve onur duymak, bir yandan düşmana
duyulan kin, nefret, öfkenin kabarması, öbür yandan da gözyaşları. Bu
gibi anları anlatmak hayli zordur. Çünkü birçok duygu birden akın eder
bilincinize ve yüreğinize.
Özlemin şehit haberini
aldığımda aynı durumun kat kat daha fazlasını yaşadım.
Can yoldaşım, sırdaşım F tipinden sana “dökmeyeceğim bu göz
yaşlarını, yüreğimde kin olmalı” diye kendi kendime verdiğim sözü yerine
getiremedim. Şehit düşüşünü öğrenince tutamadım kendimi. Biliyorum o sevgi dolu
yüreğinle sen de yoldaş şehidi haberleri aldığında aynı duyguları
yaşamışsındır. Lakin “Vaktimiz yok
Onların matemini tutmaya, akın var akın, güneşe akın güneşi zapt edeceğiz, güneşin
zaptı yakın” diye haykırdığını duyar gibiyim.
“Boşuna aramayın mezarda
beni
Ben Hasan’ım geldim işte” diyorsun şimdi. Ezilen,
sömürülen, ihanetlerle savaşlara sürülmeye çalışılan Anadolu halklarının
yüreğindesin, bilincindesin. “Damla damla
ezilen işçilerin aşsız ışıksız suyu samanı yağmalanmış bezgin dayanıksız
köylülerin” rehberisin can yoldaşım. Anadolu Halkları Sibel’i, Sabolar’ı, Hüseyinler’i bağrına
bastığı gibi (biliyorsun) basıyor seni bağrına.
Sen onlara en zor
koşullarda bedenini ölüme yatıraraktan yaşama sevincinin nasıl
sağlanabileceğini gösterdin. Sen ölüm hücrelerinde özgür ruhunla “Ben bir
rüzgârım” diyerek yüreklerden yüreklere taşıdın kavgayı. Sen her sabah doğan
güneş oldun yaşam sevincinle hücrelere. Bazen mektupla, bazen bir ziyaretçinin
selamında, bazen de kanlı karargâhların yalancı basınında daldın aramıza.
Seni anlatmak zor geliyor
can yoldaşım. Emperyalizm ve proleter devrimler çağı olan günümüzde, gelecek
insanlığın bütün özelliklerini bünyende taşıyordun. İnsanlığın, insan olan
bütün değerlere yabancılaştığı yozlaştığı koşullarda Devrimci Ahlakı ve
erdemleri yaşatmanın bir canlı örneğiydin bize.
Faşist diktatörlüğün ölüm
hücrelerinde cesarettin, zulmün,
zorbalığın, işkencenin ortasında insandın,
karanlığın, korkaklığın ihanetin üzere altılan cürettin. İdeolojiyi, politikayı örgütü var etmenin adıydın. Umudu,
hayalleri geleceği o çetin koşullarda yaratandın.
Sen her sabah doğan
güneşle yeniden yeniden doğuyorsun aramıza, sevincimize
sevinç, umudumuza umut, kavgamıza güç veriyorsun. Ve diyorsun ki Yoldaşlar! Siperdaşlar!
Anadolu halkları karanlıkta, açlıkta, yoksulluktadırlar. Güneşin önüne kara
bulutlar geçtiğinde düşünmeyin hiç, oturmayın, beklemeyin taşıyın güneşi
Anadolu halklarının o karanlık bilinçlerine. Taşıyın ki “Gövdesini yüreğiyle kırbaçlasın
dağıtsın bu kara bulutu! Unutmayın ki, Güneş ışıklarını insanlara yansıtmakla
yetinir, oysa bir devrimci bunu bilince taşımakla yükümlüdür”. Sen yaşamınla
bunu yaptın bunu öğrettin. Sana söz can yoldaşım, insanlığın bayrağı faşizmin
burçlarında dalgalanıncaya kadar ve Anadolu Halkları özgürleşinceye kadar hiç
durmayacağız. Yoldaşlarına ve siper yoldaşlarına devrettiğin bayrağı yere
düşürmeyeceğiz.
Sen yaşamdın yaşam
sendeydi.
Daima seninleyiz, daima
bizimlesin.
Can Yoldaşın-Siperdaşın
***
Bir yoldaşı anlatıyor: Seni Anlatabilmek Seni...
“Olmam
gerektiği gibiyim. Cevap aynı, hedefime yürüyorum...”
Özlem
Türk
Tütünü herkes bilir. Hani şairin, “Kız saçı demiş zeybekler / Her damardan su
içmez / Yerini kolay beğenmez/ üşür, naz eder...” dediği tütünü... Peki ya
tütün emekçilerini? Onların çilesini, çektiklerini, onların yoksulluğunu,
acılarını, umutlarını da bilir misiniz? Tütün emekçilerini tanıyan, onların
yaşantısını bilen, Özlem’in neden devrimci, neden ölüm orucu gönüllüsü ve
şehidi olduğunu da bilir. Anlar, doğal karşılar, saygı duyar. Onun kocaman,
namuslu, delikanlı yüreğinin önünde saygı ile eğilir.
Özlem Türk, Amasya, Gümüşhacıköy’de
Alevi, Türk, yoksul üç çocuklu bir çiftçi ailesinin tek kız çocuğudur. Özlem’in
ailesi bir tütün emekçisidir. Özlem, çocukluğundan beri o emekçilerden biridir.
Tütünde onun da emeği, alın teri, göz nuru, sabrı vardır. Umutları beklentileri
vardır.
Gözünü tütüne açtı Özlem. Sekiz yılı
hapiste geçen, 28 yıllık ömrünün, 17 yılını tütüne verdi, annesi, babası,
kardeşleriyle birlikte evlek evlek toprağını
hazırladı. Yerini beğensin diye toprağını eledi. “Yoruldum”, “Bıktım” demeden
bir bebek gibi tek tek büyüttü fideleri. Her bir fideyi
götürüp yeniden toprağa ekti. Yabancı, zararlı otlardan arındırmak için çapa
vurdu. Günü gelip büyüdüğünde tek tek yapraklarını
kırıp topladı, deste yaptı, katmer katmer iğnelere,
iğnelerden iğnelere dizdi. Sıra sıra salaçlara yerleştirdi. Gecelerini uykusuz geçirdi, tan yeri
ağarmadan tarla, tütün yollarına düştü. Yorgunluğunu, uykusuzluğunu, çilesini,
acısını, tütüne bağladığı umudun gölgesinde bıraktı. Ve fakat,
çalıştıkça ailesi ile birlikte yoksulluğu, çilesi, özlemleri büyüdü. Düzene karşı
mücadeleye, devrime, devrimciliğe giden yol Özlem’in önünde böyle açıldı.
...
Özlem’in özlemi; herkesin emeğinin
karşılığını aldığı, çalışanın aç, yoksul kalmadığı, insanca bir yaşamın olduğu , sömürünün, zulmün olmadığı bir ülkeydi.
Devrimcileri, devrimci yaşamı tanıdıkça onları sevdi, güvendi, bağlandı.
Kurtuluşu beklemek yerine, adım adım kurtarıcılardan
biri olma yoluna girdi. Örgütlenmeye ilk adımını attığı günlerde yaşadığı bir
anısını şöyle anlatır: “Karadeniz’de
çalıştım. ‘93’te Trabzon’a bir kere gidip geldim, ama gerçekten tam gidip
gelme. Ailemize yeni gireceğim vakitlerdi. Gündüz çıktım yola. Ondan çok kısa
bir süre önce ilk kez gördüm denizi. 17 yaşındaydım, yok 18’e girmiştim. Gündüz
bindim otobüse. Bir dakika gözümü ayırmadım dağdan, denizden... Ne kadar da
güzeldi. Trabzon’a indim... Yol bilmem, iz bilmem. Beni almaya gelen yok, ne
yapacağım? Samsun büroda Hülya Tumgan var. Hülya’yı
aradım. Dönüş bileti alıp dönmemi istedi. Otobüsten inip otobüse bindim.
Gerçekten yol boyu gece yeniden izledim o birbirini sarmış, bütünleşmiş
güzelliği: Bir de gece ya, şahanları da yeni
duymuşum, gelene kadar hep yolda bizi durduracaklar da göreceğim diye umdum.
Olmadı tabi. Benim hayalperestliğimden bir de çok ilginç bir olay oldu. Adamın
biri benimle sürekli konuşuyor. Ortayaştan. Jeton sonradan
düştü benim. Tarikattan, yani istihbarattan. O gece
nasıl bildik adrese götürmediler şaşırdım. Bir şey de bilmiyoruz ya, bir de
düşüncelerimi savunuyorum. Her molada bir de telefon ediyor, “şöyle bir yerdeyim...”
diye. “Kekliği düz ovada avlarlar” misaliyim. Yani dedim ya kardeş, cahilim
diye. İşte geceli gündüzlü 17 saat yolculuk yaptım...”
Trabzon’da o gün gözaltına alınmasa da,
sonrasında gözaltılar yaşamının bir parçası olur. ‘93 yılında iki üniversite
öğrencisi Uğur Yaşar Kılıç ve Şengül Yıldıran’ın
katledilmesini protesto için yapılan 3 günlük açlık grevi, onun katıldığı ilk
eylem olur.
Samsun’da Mücadele Dergisi’nin ve Özgür
Karadeniz Gazetesi’nin bürolarında çalıştı. Mücadelesini sürdürürken, ‘93’te
gözaltına alındı. Gerekçe, kontrgerilla tarafından büroları bombalanan Özgür
Ülke gazetesine yaptığı dayanışma ziyaretiydi. Bir yıl sonra yine gözaltındadır
Özlem. Gerekçe nitelik olarak bir öncekinden farksızdır. Neden, Çiller
hükümetinin 5 Nisan soygun paketine karşı özel sayı dağıtmasıdır. Gözaltılar,
işkence ve tehditler Özlem’i yıldıramaz. O inandığı, bildiği yolunda
kararlılıkla devam eder.
Sömürücü egemenler, mücadeleyi
örgütleyen insanlara ağır bedeller ödeterek, insanları devrimcilikten
yıldırmaya çalışırlar. Özlem de egemenlerin bu saldırganlığından,
hukuksuzluğundan payına düşeni alır. 23 Şubat 1995 tarihinde DHKP-C üyesi
olduğu gerekçesiyle tutuklanır. Örgüt üyeliğinden 12,5 yıla hüküm giyer.
Mücadeleye katılmak, her türlü bedeli
göğüslemek için, hayatın gerçeklerini görmek, namuslu ve onurlu olmak, devrimci
mücadeleyi tanımak yeterlidir. Bu nedenle hapislik Özlem için umudunun
kırıldığı, yıldığı bir yer değil, kendini geliştirip eğittiği, öfkesini, düzene
olan kinini bilediği bir okuldur. Tutuklanıp konulduğu Samsun Hapishanesi’nden
sevk edildiği Ulucanlar Hapishanesi’nde hapishane direnişlerinin en önünde yer
alır. 96’da hapishanelerde başlayan ölüm orucu gönüllülerinden biri de Özlem’dir.
2. Ekip savaşçısı olarak bandını kuşanır, halkı, yoldaşları, ülkesinin geleceği
için ölüme yatar.
Mahkemesi sonuçlanınca Ulucanlar
Hapishanesi’nden Çanakkale Hapishanesi’ne sevk olur. Çanakkale’de yoldaşlarının
sağlıkçısıdır, yine direnişlerin en önündedir.
19 Aralık şafağında başlayıp, üç gün
süren, adına “Hayata dönüş” denilen katliam operasyonunda tüm enerji ve gücüyle
yaralanan yoldaşlarını tedavi etmeye çalışır. Ölümcül yara alan yoldaşlarını
kurtarmak için çırpınır. Kurşun ve bomba yağmurları altında onlara serum
takmaya, kanamalarını durdurmaya çalışır. Yoldaşları ellerinde şehit düşerken
yüreği yangın yerine dönüşür. Yoldaşları bir bir
şehit düşerken Özlem duramazdı. O da en önde koşmalı, ölümü yoldaşlarından önce
karşılamalı, onlara acı, onlara ölüm bırakmamalıydı. Bu nedenle operasyonun
ardından götürüldüğü Kütahya Hapishanesi’nde gönüllülüğünü yeniler.
...
Bu bilinçle Kütahya’da 7. ekiplerde
yerini alır. Özlem 5. ölüm orucu ekibinden Gülnihal Yılmaz ve 6. ölüm orucu ekibinden Fatma Tokay
Köse yoldaşı ile birlikte aynı koğuştadır. Onlarla omuz omuza yürür. Ayları
aylara, mevsimleri, mevsimlere ekler. Hücre hücre
erir. Üçü elele ölümle kucaklaşmaya sözleşmişlerdir.
Ancak tüm çabalarına rağmen istedikleri olmaz. Durumu ağırlaşan Fatma zorla
müdahale için hastahaneye kaçırılır. 25 Ağustos’ta Gülnihal şehit düşer. Gerisini abisine ve yoldaşlarına
yazdığı mektupta şöyle anlatır Özlem:
“Gülnihalimiz’i yanımızdan uğurlayınca Kütahya Hastahanesi’ne kaldırıldım. Dün akşam da buradaydım
(Hacettepe’de). Gülnihal çok güzeldi. Başında saygıya
durmak, öperek uğurlamak bana kısmet oldu. Ve Gülnihal
bir İlk’i gerçekleştirdi. Yaşattığı onur, gurur çok büyük. Anısı
önünde tekrar saygıyla, bağlılıkla eğiliyorum. Mutlaka kucaklaşacak,
kavuşacağım Gülnihal’in sıcaklığıyla, Fatma’yı
göreceğim diye düşünüyordum, ama dün sabah bilinci kapanınca Fatma’ya müdahale
edilmiş, ama şu anda hedefe varmasını bekliyoruz.
Burası
Fatma Bilgin’i, Melekimizi uğurladığımız koğuş. Melek’in
yatağındayım. Halime, Fatma’nın havalı yatağını bana bıraktı. Halime buralarda.
Fate’yi bekliyor o da...
Feride
23 Ağustos’ta tahliye edilmiş. Dışarıda devam ediyor. Serdar ve Tanju ile
karşılaşma olanağı olmadı. Onun dışında ben iyiyim, olmam gerektiği gibiyim.
Cevap aynı, hedefime yürüyorum. Başaracağım da...”
Başarmak zulme teslim olmamaktır.
Çıkılan yoldan dönmemektir, davasına, direnişe, ihanet etmemek, yoldaşlarını
satmamaktır. Bunlar
Özlem hastahanede
yalnızdır. Tam tecritte, Mengele artıklarının elindedir; ama o hiçbir şeye
aldırmadan hedefine yürümektedir:
“Faşizmin ideolojisi yoktur, onun
ideolojisi yalan ve demagojidir” denir. Doğrudur.
Devlet, Adalet Bakanı ve diğer yetkililer Ölüm Orucuna başlayanların örgüt
baskısı ile başladığı yalanını söylemişlerdir. Bu yalanı söylemekten hiç vazgeçmediler.
İşte Özlem ellerindedir. Örgütten de, örgüt baskısından da çok uzaktadır. Özlem
tek başına ölüme yürür... Onların yalanlarını da parçalar, yüzlerine çarpar. “Hedefime
yürüyorum...” demişti. Yürür... Baskı ve tehditler, iğrenç yalan ve demagojiler hedefinden döndüremez. Yürür... Tüm kasları, kemikleri
erir, neredeyse 15 kiloya düşer. Açlığın zulmü, eriyen bedeninde dayanılmaz acı
ve sancısı onu teslim alamaz. Yürür... Onu hedefinden döndürmeyi başaramayan
Mengele artıkları Adalet Bakanlığı’nın talimatıyla zorla müdahale eder.
“Ben
Özlem’i en son görenlerdenim. Cuma akşamı ziyaret edebildim. Ambulansla hastahaneden kaçırdılar. Ben basını aradım. Çünkü
endişeliydim. Sağlığı çok ciddi tehlikedeydi. Basını aradım, istedim ki, bir
kere de ölmeden “haber” alabilsinler, ama yapmadılar. Ben gördüğümde önceki
müdahaleden kalma yara izleri, kesikler, morluklar ve delikler vücudunun pek
çok yerinde vardı. Kaçırmadan önce serumlar getirdiler. Onları uyardım “Bu
şekilde müdahalenin ölüm ve sakatlık riski olduğunu” belirttim. Buna rağmen “Biz
bu konuda uzmanız, Bakanlığın talimatı böyle” diye yanıt verip müdahale
ettiler. Sonuçta da Özlem Türk yaşamını yitirdi.” (Avukat Zeki Rüzgar, Ekmek ve Adalet Dergisi, sayı 44, sayfa 14)
O gün 11 Ocak 2003’ü gösteriyordu takvim
yaprakları. Yakınları Özlem’in sıkılı
yumruklarını açtıklarında, avuçlarında saklı kağıtta
kendine zorla müdahale ederek katleden celladın adı yazıyordu.
Tütün için evlek evlek
hazırladığı, emeğini katıp terini akıttığı toprağına gömülür Özlem. Şimdi
toprağı bedeniyle bereketlendiriyor. Şimdi toprağında emekçilerin mücadelesinde
direniş tohumu olarak, tütünle birlikte filiz veriyor.