Özlem ERCAN'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

"Bugüne kadar yaşamda her şeyi tattım.

Bir ölüm kaldı, onu da tadacağım..."

ÖZLEM ERCAN

 

Özlem, Alevi ve Kürt bir ailenin en küçük "kara kızı"ı olarak büyür.

Ailesi, Özlem hünez çocuk yaşta ikenr, İstanbul-Bağcılar'a göç eder. Özlem, İstanbul'daki yaşama uzun süre alışamaz. Köyündeki ilişkileri, paylaşımcılığı ve saflığı arar. Onu tanıyanlar sessizliğine bakıp aldanırken onun içinde fırtınalar kopmaktadır.

Kimilerinin kültürel yozlaşma yaşadığı, değerlerini korumayıp düzenin çarkları arasında dönmeye başladığı bir ortamda, Özlem bu değerlere sıkı sıkıya bağlı kalır. O değerleri hem kendinde, hem etrafında yaşatmaya çalışır. Haksızlığa karşı serttir. Bu özelliğiyle herkesin saygı ve sevgisini kazanır.

Devrimcilerle esas olarak 95 yılında, Edirne'de Trakya Üniversitesi'nde tanışır. Öncesinde de devrimci düşüncelere uzak değildir ama ilk kez üniversitede bu kadar yakın olur.

"Onu ilk gördüğümde bir köşede sessizce oturuyordu. Gençlikteki arkadaşlarla yeni tanıştığını öğrenmiştim. Ağzından ilk başta kelimeler zor çıkar gibiydi. Sonra sohbet gelişince gözlerinin karasını ve yüreğinde taşıdıklarını hissettim. Güldü mü insanın içini ısıtır, öfkelendi mi insanı sorgulatırdı. Sade ve doğaldı Özlem. Giyimi-kuşamı, konuşmaları ile bunu yansıtıyordu."

Çevresinde olup özenti içinde yaşayan, tüketilen insanlara baktıkça daha çok sorumluluk hisseder. Öğrenci gençliğin mücadelesinde, Dev-Genç örgütlenmesi içinde yer aldığı günlerde İstanbul'da Sibel Yalçın yoldaşımızın kahramanca çatışarak şehit düşmesi onda büyük etki yaratır. O günden sonra Komutan Sibel gibi olmayı, onun gibi silahlı ekiplerde savaşmayı ister. Sibel'in savaşçıyken kullandığı adın Özlem olduğunu duyduğunda yüreği bir kat daha kabına sığmaz olur.

Kısa bir süre sonra silahlı ekiplerde savaşçı olarak istihdam edildi. Artık o da Sibel gibi elde silah adaleti uygulayacaktır. O, devrimin tek yolunun halkın silahlı mücadelesi olduğuna inanıyordu. Bu inanç ve bilinçle 18'inde her türlü bedeli göze alabildi.

Devrimci mücadelede kaçınılmaz olan iki şey vardır: Ya şehitlik ya da tutsaklık. Özlem ‘96 yılı başında İstanbul'da gözaltına alınıp tutuklandı. Tutuklanma gerekçesi ise 95 yılı sonlarında İstanbul Alibeyköy ilçesinde birçok hedefe yönelik yapılan baskın eylemiydi.

Artık mücadele alanı, özgür tutsaklığın ete kemiğe büründüğü hapishanelerdir.

Tutsaklığının ilk dönemleri onun için sıkıntılı geçer. Sıkıntısı onun deyimiyle "Sibel gibi olmak varken, bir şey 'yapamadan' gelmek"tir.

 

"Volta atmayı severdi Özlem. Bazen saatlerce voltalardı. Sohbetlerde yaşamını tekrar tekrar gözden geçirirdi. Çocukluğunu, yaşadıklarını anlatınca bazen duygulanır, bazen gülerdi. Espriyi severdi.

Onun öne çıkan bir özelliği inatçılığıydı. İnadı tuttu mu asla taviz vermezdi. Mutlaka ona ulaşırdı. İnatçılığı daha çok kendisiyle ilgili şeylerdeydi.

Böyledir 'kara kız'. Ve onun yaşamı, yoldaşlarına karşı sahiplenme duygularının sayısız örneğiyle doludur. Kendi sağlığı için zararlı olacak bir şeyi ise sorun etmez.

"Ciğerlerinden rahatsızlanmıştı. Bu rahatsızlığı nedeniyle aylarca hastanede yatmak zorunda kalmıştı. Mahkemeye gittiğimizde, Özlem duruşmalara ağzında maskeyle hastaneden getirilir, öyle katılırdı.

Hastaneye kaldırıldığı ilk günler doktorların "öleceğini zannetmiştik" dediğini gülerek anlatırdı bize. Başında ağlayan hemşireler olmuş.

Bu rahatsızlığından dolayı Açlık Grevlerine girmesine izin verilmiyordu. Ama inadı tutuyordu bazen."

Hapishanede önemli faaliyetlerden biri de anmalar, kutlamalardır. Özlem bu faaliyetlerin hemen hemen hepsinde yer alırdı. Bazen bir programda hem şiir okur, hem tiyatro sahnesinde rol alır, hem de halkoyunları ekibinde yer alırdı. Ama şiir dendiğinde Bayrampaşa'da ilk akla gelen kişi Özlem'dir. "Kadife sesli" diye bir deyim vardır ya, bu, Özlem'i en iyi ifade eden deyimlerden biridir.

"Ne bileyim... şiiri herkes okur. Ama Özlem'in okuduğu şiir gibisine ben tanık olmadım. Öyle yalın, öyle içten, öyle vurgulu okurdu ki... Anlatılmak isteneni bazen tüylerim diken diken olur, öyle hissederdim. Ses tonu insanı alır götürürdü. Hafızası ve ezberi de güçlü olunca bazen 10-15 sayfa şiirsel metni tek başına okurdu. Onun okuduğu şiirlerin ses tonu, vurguları hala kulaklarımızda."

Onun şiirleri sadece özgür tutsakları değil etkinliğe katılan diğer örgütlerden insanları da etkilerdi. Bazen bir ananın haykırışını seslendirir, dinleyen sahnede o anayı hisseder. Bazen direnen bir devrimciyi canlandırır sahnede, kendisi olur. Çatışma anında "asıl siz teslim olun" diyen haykırışla sahneden alıp götürür çatışma yerine. Hepsini hissederek yaşardı, yaşatırdı.

Sadece sesiyle değil, yüz hatları, bakışları ve sessiz gülüşüyle de anlatırdı anlatacağını. Özlem'in yüzünde ne aradığını, ne söylemek istediğini görmek mümkündü.

Rahatsızlığının ciddiyetine rağmen ısrarcı olduğu, inatlaştığı tek şey herkesin katıldığı açlık greviydi. Yıllarca böyle giden inatlaşma 2000 yılında gündeme gelen Ölüm Orucu eylemiyle daha da doruğa çıkar.

Bırakalım Açlık Grevi'ne desteği, Özlem Ölüm Orucu'nda ısrarlıdır. Yemeden-içmeden kaçar. Mutlaka bandını kuşanacak, başka yolu yoktur. Onun inatçılığını bilen yoldaşları günlerce anlatır.

Rahatsızlığının artık geçtiğine kanaat getiren Özlem, tahlilleri yaptırılıp rahatsızlığının derecesine göre alınacak karara uyacağını belirtir.

Örgütlülüğe, alınan kararlara karşı çıkmak, ayak diremek gibi bir tavrı asla yoktur elbette. Onun ısrarcı olduğu böyle bir direnişte bedeller ödenecekken, şehitlik kaçınılmazken, kendisinin rahatsızlığından dolayı eylemin dışında kalmasıdır. "Vicdanen bunu yapamam" der.

"Akşam vakti Özlem'le volta atıyoruz. Mesele malum: Açlık Grevi ve Ölüm Orucu ısrarı. Volta attıkça sohbet koyulaşıyor. Sohbet koyulaştıkça Özlem'in Ölüm Orucuna neden bu kadar ısrarla katılmak istediğini anlıyoruz. Hemen hepimizde olan duygular onda tamamen yerleşmiş durumdaydı.

“’Yiyemem-içemem, gün gün yoldaşlarımın erimesini, onların ölümünü seyredemem. Duygusallık değil bu. Yaşamadığım ne kaldı derdi. Böyle anlarda sesinin titrediği olurdu."

Tahlilleri zaten temizdi. Yine öyle çıkınca "Ne olacak şimdi" diyordu. Ancak risk vardı. Sonunda rahatsızlığı baş gösterecek olursa açlık grevine ara vermesi şartıyla eyleme katılmasına karar verildi.

1. Ölüm Orucu ekibi yola çıkarken duyguluydu. "2. ekipte mutlaka olacağım" diyordu. Ancak 3. ekiplerde içi buruk da olsa yer alacaktı.

Aynı günler heyetlerin gelip gittiği, sözde anlaşma zemininin doğduğu izlenimi yaratılıyordu.

Özlem bandını kuşanmadan, o anı yaşamadan sorunun çözülmesini istemediğini söylüyordu şakayla karışık. Çünkü ertesi gün tören yapılıp bandını kuşanacaktı."

Ertesi gün o çok istediği bandını kuşandı. Kürsüden çok yalın olarak duygularını ifade edip andını içti. Kucaklaşmalar-tebrikler sonrası ziyaretinin geldiği söylendi. Kuşandığı bandıyla gitti ziyaret kabinlerine. Ailesinin haberi ilk kez orada olmuştu. Kaygı, sevinç, Özlem'in mutluluğu... herşey yaşanıyordu o kabinlerde.

Günlerden Cuma'ydı ve o günden sonra operasyon olasılığı daha da netleşmiş, Ölüm orucu savaşçıları feda eylemi yapacaklarını dilekçeleriyle idareye bildirmişti. Özlem "ilk önce ben kendimi yakmak istiyorum" diyenlerdendi.

19 Aralık gecesi kurşunlar, gaz bombaları yağarken, kadınlar koğuşunda kimyasal silahlar da kullanılıyordu.

"O gece Özlem'in her zamanki gibi gülen, pırıl pırıl parlayan gözleriyle, nefes alamaz haldeyken bile "yoldaşlarımız bunların hesabını soracak" deyişini, bombaları kucaklayarak dışarı atışını, "dayanın arkadaşlar" deyişini... bugün o an gibi yakından duyuyorum. Son dönemlerde o kadar coşkulu, o kadar mutluydu ki... Herşeyiyle kendini şehitliğe hazırlamıştı. Bombaların yoğun şekilde atıldığı bir anda Seyhan bir tarafta, Özlem bir tarafta hem bizleri korumaya çalışıyor, hem de bombaları geri atıyordu. "Özlem eğil vurulacaksın" diyen yoldaşımıza "Bugüne kadar yaşamda herşeyi tattım, bir ölüm kaldı. Onu da tadacağım" diye cevap vermişti.

Ayrıca Özlem'in vasiyeti vardı: "Olur ya ben şehit düşersem eğer, beni olduğum gibi abartısız, beni ben olarak anlatmanızı isterim.

Bayrampaşa'da diri diri yakılan 6 kadından birisiydi Özlem Ercan.

Vasiyetinde belirttiği gibi onu nasıl biliyorsak öyle anlattık.

O her şeyi yalın haliyle severdi. 16'sında direnişçi 18'inde kahraman olan Komutan Sibel'den aldığı bayrağı 23 yaşında zulmün teslim alma saldırısında "siz bizim teslim olduğumuzu nerde gördünüz?" diyenlerin geleneğiyle dalgalandırarak ölümsüzleşti.

 

 

***

 

Bir yoldaşından

ÖZLEM'E

 

Geçecek

Geçmeli

Direndikçe biz

ve düştükçe

Erteledikçe sevinçlerini kimimiz

geçecek geçmeli

baki değildir ya hiçbir şey

hiçbir şey tükenmez değil

acılarımız da tükenecek tükenmeli

Unutma

her fırtınanın ardından

sessizlik gelir

gebe olsa da her sessizlik

yeni fırtınalara

sen hep gelecek güzel

günlerin düşleriyle

gir anaforlara

yarım kalmasın

yarım kalmasın umutların

mutlulukların

 

 

 

Geri