Özlem DURAKCAN'ı Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Bir Yoldaşı Anlatıyor:

"İnsanın Kaderi Kendi Elindedir"

 

"Cenazem önce Çorum merkeze götürülsün, orada büyük bir yemek verilsin. Ama yemeğin malzemeleri kim ne verirse halktan toplansın. Sonra köyüme götürülüp oraya gömülmek isterim."

Özlem cenaze törenini böyle planlıyordu. Ölümü düşünüp ölümden konuşurken daha 19'undaydı. Onun yaşındaki kızlara ölüm Kaf Dağı'nın ardı kadar uzaktır. Yaşıtları ya hangi üniversiteye gideceklerini planlar ya da sevgililerini düşünürler. Özlem belki bir zamanlar bunları da düşünmüştü. Ama devrimci olmaya karar verdikten sonra peşinden koştuğu hayalleri, özlemleri farklılaşmıştı.

17'sindeyken devrimci olmalıyım, öğrenmeliyim diyerek İstanbul yollarına düşmüştü. Gençliğin yaz çalışmalarına katılmak için gelmişti. İstanbul'a gelmesinin ardından Çorum'da bıraktığı arkadaşlarının gözaltına alındığını, tutuklananların olduğunu duyunca koca İstanbul ona dar gelmişti. Ağlayarak dönmüştü Çorum'a. Arkadaşlarının yokluğunu aratmamalıydı. Öğrenecek çok şeyi vardı fakat bunlarla bir süre için erteleyebilirdi. Her hafta, bazen annesini de katarak Ankara Vatan dergisinin bürosuna gider, Çorum'da dergi bekleyenleri eli boş bırakmazdı.

Gün oldu Çorum'da yapacaklarının bittiğini düşünüp yeniden, ama bir daha dönmemek, geriye bakmamak üzere İstanbul'a gitti. O, artık Gençlik dergisinin muhabiriydi. Gençlik neredeyse Özlem oradaydı. Ailesinin mücadelesine destek olmasını istiyor, yaptığı işi ailesine anlatmakta sakınca görmüyordu. Annesi bir kaç kez çalıştığı dergiye Özlem'i görmeye gelmişti. Annem arkadaşlarımı tanırsa beni merak etmekten vazgeçer, arkadaşlarımı, verdiğim mücadeleyi sever diye düşünüyordu. Yaşı küçük de olsa ablaydı. Kendinden küçük iki kız kardeşi vardı. Yaptıkları bir nevi kardeşlerine örnek teşkil edecekti. Özlem'in neden evden ayrıldığını anlamalıydılar.

Özlem çoğunlukla bir köşede ağır ağır birşeylerle ilgilenirdi. Neler düşündüğünü kestirmek zordu. Düz siyah saçları önüne düşerken hafiften kamburunu çıkartarak saatlerce aynı işle uğraşırdı.

Küçükarmutlu'da Canan'ı (Kulaksız) görmesi ondaki büyük değişikliğin başlangıcı olmuştu. Canan'ın son iki haftasında yanındaydı. Suyunu veriyor, çayını hazırlıyordu. Canan şehit düştükten sonra, bürodaki işlerine geri döndü dönmesine ya, aklı hep Küçükarmutlu'daydı. Canan'ı ve diğerlerini düşünüyordu. Canan kadar seviyordu vatanını, halkını. Öyleyse niye Canan'ın yatağına uzanmıyordu, bandını kuşanmıyordu? Bu düşünceler peşini bırakmadı uzun süre ve kararını verdi. "Koca koca" örgütler direnişi bırakmanın teorisini hazırlamakla meşgulken Özlem ölüme hazırlandı. Devrimci olmak için çıktığı yolun son durağı Ankara olmuştu. Ankara'da çocukluğu geçmişti. Ölüm orucuna önce Tutuklu Aileleri Bülteni'nin Ankara Temsilciliğinde başladı. Onun için önemli olan direnişti. Canan'dan devraldıklarıydı, büro ortamının sağlıksız koşullarını görmüyordu gözü. Özlem, seyyar bir direnişçi olmuştu. Numune Hastahanesi mahkum koğuşu önünde ölüm orucundaki tutsakların ailelerinden bilgi alıyor, direnişçilere "Ben de dışarıda direnişe başladım" diyerek selam gönderiyordu. Ayşe tahliye olduğunda da Özlem tutuklu hükümlü koğuşunun önündeydi. Çıkarken hepsiyle kucaklaşmıştı birer birer. Artık Ayşe ile (Baştimur) birlikte devam edecekti koşusuna. Ayşe'nin refakatçisiydi aynı zamanda.

Özlem'in o sessiz hali hiç değişmemişti. Yaptığı iş büyüktü ama öyle büyük laflar etmezdi. Özlem’in direnişe başladığını duyanlar ve görmeye gelenler Özlem'i ancak bandından tanıyordu. Onun için "bandımı takayım da ölüm orucundakinin ben olduğunu anlasınlar" derdi.

Özlem kısa boylu, toplu bir kızdı. Direnişin ilk günlerinde henüz kilosundan bir şey kaybetmemesi onu üzüyordu. Bu utangaçlıkla Ayşe'yle ilk sohbetleri epey ilginç olmuştu. Ellerinde meyve çaylarıyla karşılıklı oturmuşlar, Özlem heyecanla ölüm orucuna başladığını söylemiş, Ayşe merakla sormuş "kaçıncı gündesin" diye. Özlem dördüncü gününde olduğunu söyleyince Ayşe yanlış anladığını düşünerek "kaç dört" diye sorusunu yinelemişti. Özlem mahcup; utanıp sıkılarak "sadece dört gündür" diyebilmişti.

Yanında kart-mektup malzemeleri bulundururdu. Zaten Özlem ister odasında yatıyor olsun, ister salonda konuşuyor olsun kart malzemeleri hep yanındaydı.

Direnişin ilerleyen günlerinde görme sorunu yaşamaya başlamıştı. Hareketleri ağırlaşmıştı ve bir kartı tamamlaması saatler alıyordu. Çekmecesinde hapishaneye göndermeyi düşündüğü mektupların zarfları bekliyordu. Mektuplaşmak onun için çok önemliydi. Mektuplaştığı insanlara çok değer verirdi. Yazamayacaksa hemen kendi yerine mektuplaşacak birini bulurdu. Onun için mektuplaştığı bir tutsak şöyle diyordu: "Özlemi sadece üç-dört mektupluk tanıyorum. O her yazdığında şikayet eder yazdığını beğenmezdi. "Ben iyi anlatamıyorum, yazamıyorum" derdi. Bense defalarca okurdum mektuplarını hissettiklerini anlamaya çalışırdım satırlarından. Oysa çok doğal, sade ve içtendi..."

Annesi gelip Ankara'da kızının ölüm orucuna başladığını gördüğünde endişelenmişti. Özlem uzun uzun konuştu annesiyle. "Eninde sonunda kazanacağız" dedi ve niye ölüm orucuna başladığını anlattı. Canan'ı anlattı. Küçükarmutlu'da tanık olduklarını anlattı. Annesi kızını ikna edemeyip Çorum'a dönmüştü. İki yıldır mücadelenin içindeydi Özlem ve yaptıklarına bir gençlik hevesidir gelir geçer de demezdi.

Özlem’i sessiz sakin görenler acaba bir sıkıntısı mı var diye düşünmeden edemiyordu. Bazı ziyaretçilerin onun sessizliğine aldanıp "ölüm orucunu bıraksın, bir çorba içsin ve kendine gelir, canlanır" ya da "kıza yazık" dediklerini duyduğunda Özlem yırtıcı bir kuş gibi olurdu. "Bunları söyleyenler kendilerine baksın, asıl ben onlara güvenmiyorum" derdi. Tabii, Özlem’in hiçbir siyasi bilinci olmayanlara yaklaşımı daha anlayışlı olurdu. Bazen mahalleden komşular, evde hasta var diye duyup ellerinde süt, bisküvi, ile girdikleri olurdu. Özlem onlara hasta değil direnişçi olduklarını anlatırdı. Özlemin ziyaretçileri çoğu zaman Mamak'ın gençleri olurdu. Özlem'in ölme kararlılığının en çok yaşıtları farkındaydı. O kara gözlerinin yakında sonsuza dek kapanacağını bilerek bakıyorlardı Özlem'e. Gençlerin gözlerindeki endişe hissedilmeyecek gibi değildi. Özlem'le saatlerce sohbet ederlerdi.

Kaldıkları apartmanda 20 kadar daire vardı. Kimi komşular gelip giden polislerin çokluğundan tedirgin olup Özlemler'in daireden çıkartılması için imza toplamaya girişmişlerdi. Apartman yöneticisi bina sakinlerini toplantıya çağırıyordu. Özlem toplantı öncesi yanına aldığı iki arkadaşıyla kapı kapı dolaştı, niye ölüm orucuna başladığını anlattı. Onları eve davet etti. Bu ziyaretlerin etkisiyle toplantıda kimse çıksın diyememişti. Özlem söz alıp "ben aynı zamanda sizlerin geleceği için ölüm orucundayım, benden neden rahatsız oluyorsunuz?" diye anlatmıştı. Apartmandaki bu sorun çabuk çözülmüştü.

Özlem’in günleri ilerlerken ailesinin telaşı da artmıştı. Önceleri, "gel Çorum'da ölüm orucuna devam et, istersen sana orada başka ev tutarız" demişlerdi. Özlem ailesini çok severdi. Fakat onlarla gitmeyi kabul etmedi. Sonrasında anne ve babasının gidip gelmeleri sıklaştı. "Bırak" demeye başladılar... Bu konuşmaların üzerinden bir hafta geçmedin Özlem şehit düştü.

Özlem’in kararlılığı son nefesine kadar sürdü. Asla ihaneti seçmeyecekti. Özlem'i yakından tanımayanlar bu kararlılığa şaşırıyordu.

Kendine umut bağlayanların umutlarını boşa çıkarmadı. Özlem gençti, bu ülkenin geleceğiydi. Onun, Canan'a baktığı gibi bakmalı genç kızlar, genç erkekler Özlem'e. Orada görecekleri insanın kaderinin kendi elinde olduğudur, verdiği sözü namus bilip sözünden dönmemelidir.

 

Geri