Özlem KILIÇ'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir Savaşçı Yoldaşı Anlatıyor:

 

4 Ağustos '94 Bağcılar. Üç Devrimci Sol Savaşçısı Hüseyin Aslan, Özlem Kılıç, Güner Şar. Tarihimizde yaratılan geleneklere sahip çıkarak, burjuva gazetelerine dahi "bu nasıl bir inanç ki kanlarıyla duvarlara örgütlerinin isimlerini yazıyorlar" dedirtecek şekilde görkemli bir direniş yarattılar.

Üç yoldaşımızın da örnek alınacak, anlatılacak pek çok güzellikleri vardı. Ama bir ortak yanları vardır ki onları tanıyan herkes tarafından bilinir. Bu üç yoldaşımızda da öne çıkan "savaşma coşkuları"ydı.

Özlem Kılıç; Özlem"le çalıştığımız süreç yine darbeciliğin hemen sonrasıdır. Yani büyük olanaksızlıklar içinde olduğumuz bir süreçtir. Yine Özlem'le de kısa bir süre, birbuçuk ay birlikte çalıştık. Günlük harçlığımız südece üç kere dolmuşa binmek için olan paramızdı. işte böylesi zorlu bir süreçte, Özlem'in en belirgin yanı tıpkı mütevaziliği gibi yaşamının her anına yayılmış coşkusudur. Özlem'i tanıyıp da onun coşkusundan etkilenmemek gerçekten zordur.

Birliğimiz yeni kurulmuştu. Belli konularda yetmezliklerimiz, eksiklerimiz vardı. Özlem her akşam yeni bir istihbaratla dönerdi üsse. Çıkardığı istihbaratları anlatırken heyecandan yerinde duramazdı. Komutanımız (Murat Gül) Özlem'in çıkardığı istihbaratlara ilişkin "bu istihbarat biraz eksik olmuş, bir de şu gözle bak..." derdi. Özlem her gün tekrar tekrar ama geliştirerek istihbarat getirmeye devam etti. Komutanımız "Bu kız hiç tereddüt etmeden bombanın pimini çeker dalar düşmanın ortasına" derdi. Evet yapardı. Bundan hiçbirimizin zerre kadar kuşkusu yoktu.

Özlem şehitlerimize çok bağlıydı. Üssümüzdeki sohbetlerimizin çoğunu şehitlerimiz oluştururdu. Özlem şehitlerimizin ölüm yıldönümünde 30'ar dakikalık programlar hazırlar ve hep birlikte şehitlerimizi anardık.

Yine böylesi bir sohbette Özlem "şehitlerimizin yarattıkları gelenekleri sürdürmek bizim boynumuzun borcu olmalıdır. Özellikle duvarlara kanlarıyla örgütümüzün ismini yazan şehitlerimize layık olmalıyız" derdi. Özlem bu sözünü tuttu. Hem de yiğitçe bir şekilde şehit düşerek.

 

***

 

Yoldaşları Özlem Kılıç'ı Anlatıyor:

 

‘Sürekli düşündüğü şey ‘LDG’nin (Liseli Devrimci Gençlik’in)  insana ihtiyacı var ve ben insan yetiştirmeliyim’ idi. İlgilendiği insanlarla da bu temelde ilgilenir, öğretmeye çalışırdı. En küçük sorunumuza dahi kafa yorar, ama mutlaka çözerdi. Örneğin benim aile sorunum vardı. Evden pek kolay çıkamıyordum ve kimliğimi açıklamaktan korkuyordum. O da benzer sorunlar yaşıyordu. Benim için çözüm üretirken kendi sorunlarını da çözüyordu.’

 

‘Gazetemize korkunç bağlıydı. ‘O benim ekmeğim, suyum. Onunla besleniyorum’ diyordu. Gazeteyi alır almaz bulduğu her fırsatta okumaya çalışır ve her zaman ilk o bitirirdi. Gazetenin önemini onunla kavradım. Sorun çözücüydü. Ona bir sorunumuzu anlattığımızda mutlaka çözüm bulacağına inanarak anlatıyorduk.’

 

‘Daha sonra hain olan amcasına o zamanlar çok bağlıydı. Mücadeleye onun sayesinde katılmıştı. Her fırsatta ondan bahsederdi. Bu onunla ortak noktamızdı. Çünkü ben de abimden bahsederdim ona. Beni de abim örgütlemişti. Bir gün sohbet ediyoruz. Söz ihanetlerden, mücadeleyi bırakmalardan açılmıştı. ‘Söz verelim’ dedi. ‘Eğer onlar bırakacak, ihanet edecek olursa onlara kurşunu biz sıkacağız, cezalarını kendi ellerimizle vereceğiz’. O sözünü tuttu.’

 

‘Çok çalışkandı. Bir dakikasını dahi boş geçirdiğini göremezdik. Özgür-Der’de çalıştığı dönemde polisin denetiminden kaynaklı dışarıda koşturamıyordu. Hep dernekteydi. Sabırla gideceği günü bekliyordu ama bir kez olsun sıkıldığını, yakındığını, somurttuğunu, morali bozuk durduğunu görmedim.

Özlem gittiğinde şehidimiz Vehbi Melek’in babası uzunca bir süre onu sorup durmuştu. Adını hatırlayamadığı için ‘hani o sürekli gülen kız nerede?’ diyordu... Bir gün ‘niye bu kadar çok gülüyorsun’ diye sorduğumda, ‘Neyleyim, neşe kavganın muzikisi’ diye edebi bir cevap vermişti. Anlatmak istediği ise çok açıktı: Mücadele coşkusu, kavgaya olan bağlılığı.’

 

***

 

Kurtuluş Dergisi’nden:

‘GENÇ’LİĞİN YA DA ‘ESKİ’LİĞİN TEK BAŞINA

HÜKMÜ... YOKTUR ARTIK!

 

Özlem şehit düştüğünde 19 yaşındaydı.

Bir Silahlı Devrimci Birlikler Üyesi olarak destansı bir direnişle şehit düştü. 19 yaşındaydı ve SBD üyeliğinden önce de bir dönem kır gerillasında bulunmuştu. Ondan önce hem legal hem illegal alanda çalışması vardı. Bulunduğu yerin Liseli Dev-Genç'inde sorumluluk üstlenmişti.

Bu kadar zamana bu kadar şey nasıl sığmıştı? Üstelik bu kadar zamana sığanlar "bu kadar’ da değildi. O yaşın kaldıramayacağının düşünülebileceği bir ihaneti de yaşamıştı.

Yeni olmak, genç olmak çok rahatlıkla arkadaşlarımızın çeşitli eksikliklerinin açıklaması, "mazereti" olabiliyor. Ama Özlem'i (ve tabii Ümit Doğan Gönül gibi, Sibel gibi benzer süreçleri yaşamış diğer yoldaşlarımızı) gözümüzün önüne getirdiğimizde bu mazeretlerin pek de geçerli ve gerçekçi olmadığı ortaya çıkar.

Hep söylüyoruz, öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, çocuklarımız, gençlerimiz erken büyüyor, erken olgunlaşıyor.

Ama tabii bunu kendiliğindenciliğe bırakamayız. Bırakmamalıyız. Hızla büyümeyi ve hızla olgunlaşmayı düşünmeli, hedeflemeli ve yapmalıyız. 18-19 yaşındaki Özlem için yoldaşlarının, onu tanıyan çeşitli insanların anlatımlarına bir bakalım; bağlılık, olgunluk, çalışkanlık, fedakarlık gibi nitelikler çıkar karşımıza. Bu nitelikler sanki en azından belli bir yaşa özgü gibi görülür. Ama öyle değil işte. Erken büyüyorsak bunlara da erken sahip olacağız. Özlem gibi...

İki-üç yıllık insanlarımızın kendini ısrarla ve illaki "yeni" olarak görmeye ve göstermeye meyilli olmaları, 19-20 yaşını yaşayan insanlarımızın "genç"liği illaki eksikliklerin sığınağı olarak öne sürmeleri ülkemiz gerçeğinden, savaş gerçeğimizden uzaktır. Belli bir yaşa gelip de "bizden artık bu işler geçti" diyenlerin gerekçesinden pek de farklı değildir. Her ikisi de, aralarında elbette fark olsa da bir anlamda belli kaçışları içerir.

Parti-Cephe'miz de, devrimimiz de genç insanlarımızın omuzlarında yükseliyor. Gençliği, yeniliği bahane yapanlar diğer genç yoldaşlarını yalnız bırakıyorlar aslında.

Turan Kılıç Buca'da barikatlarda direnip şehit düşerken oğlu da karşı koğuşta direnişin içindeydi... Geçen yılın 12 Kasım'ında Dersim'de çıkan bir çatışmada şehit düşen 3 DHKP-C gerillasından Erkan Dilsiz 1980, Kadir Güven 1958 doğumluydu. Biri 16, diğeri 38 yaşında. Biri diğerinin babası yaşında... TKP(ML) Genel Sekreteri Cüneyt Kahraman şehit düştüğünde babası da aynı gerilla birliğinin üyesi olarak şehit düşmüştü...  Baba oğulun birlikte savaştığı, 17-18 yaşındaki gençlerimizle üç torun sahibi insanlarımızın birlikte ölüme yattığı bir süreçte artık yaşın, genç ya da yaşlı olmanın, eski ya da yeni olmanın hükmü kalmamıştır.

Hüküm savaşçı olabilmektedir.

Hüküm, halka ve partiye karşı sevgi ve bağlılıkla dolu olabilmektedir.

Hüküm sorumlu, fedakar olabilmektedir.

Hüküm emekçi ve kahraman olabilmektedir.

Şimdi mücadelede yaş’ın değil, ‘eski’liğin, ‘yeni’liğin değil, bunların hükmü geçmektedir. 

 

(Bu yazı, Halk İçin Kurtuluş dergisinin 2 Ağustos 1997 tarihli 41. Sayısının ‘Yoldaşlar Bizi Aşın’ köşesinde yayınlanmıştır.)

 

 

Geri