Orhan OĞUR'u Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir arkadaşı Orhan’ı anlatıyor:

Sen cevap oldun duranlara, susanlara

 

Kelimeler nasıl yeter seni anlatmaya

nasıl zordur bir bilsen

iki satırda tanımlamak seni

lafta değil sözde değil

hayatla anlaşılır ancak

pek lüzum da yok aslında

sen kendini yeterince anlattın

1 Mart 2003

 

1996 Yılında Hasköy lisesinde tanıştık Orhan’la. Aynı sınıfta karşılaştık, yaşam bizi bu sınıf içersinde bir araya getirdi. Bir hocamız vardı, biz ona "entel hoca" derdik. Ama her şeye rağmen bize okumayı o sevdirdi. İkimiz de hiç kitap okumayı sevmezdik, hocamızla tanıştıktan sonra kitaplara ilgimiz daha bir arttı. Derken dünya devrim klasikleri "Maksim Gorki - Ana", "Mitka Grıpçeva"..."Şeyh Bedreddin"... sonra daha da "biz"e doğru gelmeye başladık. Mahir - Bütün Yazılar vb...

İkimiz de artık bir tercih yapmak gerektiğini düşünüyorduk. "Okumak yetmez artık pratik zamanıydı", "hayatı, zulmü, sömürüyü tanıdık bir şeyler yapmalıyız" demiştik her ikimiz de... Senin tercihin bir süre oportünist bir siyasetten yana oldu, benim tercihim de malum! Ama yine de ayrı yerlerde olsak da sen zaman zaman karşılaşmamızda "gönlüm sizlerle" diyordun. "Burada yetmiyor yaptıklarım" diyordun. Yetmedi sana. Kararını verdiğini çok sonra öğrendim. O zaman karşılaşamıyorduk ama ben senin tercihini duymuştum... sevindim yaptıkların sana yetmiyordu çünkü, "bir şeyler yapmak" yine burada somutlandı...

Okulda faşistlerle bir çatışmayı hatırlıyorum, soğukkanlıydın, onlar kalabalıktı, cevabını verdik. Armutlu barikatlarında görmüşler seni, eminim yine aynı soğukkanlılığın, cesaretin üzerindeydi. Yine bir şeyler yapmak somutlanıyordu sende.

Bir ay önce eski okulda arkadaşlarla bir araya geldik konuştuk, seni andık, sevdiğimiz hocalarla da karşılaştık, sonra yine seni andık. "Orhan da olsa" dedi birisi. Sonra hapishaneler konuşuldu, ölüm oruçları, direniş. Bu konulara uzak olanlar bile seni anarken bir şeyler yapalımı konuştu... Yine seni anarken... Daha sen şehit düşmemiştin... resmen halen yerinde duranlara, kaçanlara, kulaklarını tıkayanlara şehitliğin bir cevap oldu; "Ne duruyorsunuz hadi biz canımızı ortaya koyuyoruz"...

Sen cevap oldun duranlara, susanlara... her sabah okulun önünden geçerken aklıma düşüyorsun, anıları tazeliyorum, şimdi anılar daha bir kafamda canlanıyor...

Halen bir şeyler yapmak gerekir diyenler... demeyi bırakalım, Orhanlar’ın son sözü bir şeyler yapalım oluyor. Daha fazla insan ölmesin... Senin son sözün çınlıyor kulaklarımda halen...

 

(Yukarıdaki anlatım Ekmek ve Adalet dergisinin 16 Mart 2003 tarihli

52. Sayısında özet olarak yayınlandı.)

 

***

 

Yoldaşları anlatıyor:

ARMUTLU'NUN "VELİ"Sİ; ORHAN OĞUR

 

İstanbul'un Nurtepe semtinde büyüdü Orhan. (...) Nurtepe'de ilk olarak kitaplar alıp okumaya başlar. Aldığı kitaplar özellikle tarihimize, partimize yönelik kitaplardır. Partimizi tanımak, öğrenmek ister. Teorik olarak oldukça birikimlidir, fakat Partimize dair bilgileri kulaktan dolma bilgilerdir. Okuyarak bilgilerinin daha sağlam temele oturmasını istemektedir. Okudukça, öğrendikçe Cephe'ye sempatisi artar... Daha bağlanır Cephe'ye. Bir süre sonra örgütlü ilişkiler içinde yer almaya başladı. Bir yandan çalışıyor, diğer yandan da mücadele içerisinde yer alıyordu. İş yerinden çıkar çıkmaz mahalleye gelir, işlerini yapmaya başlardı. Ama bu ona yetmiyordu. Mücadele içerisinde daha fazla yer almak istiyordu. Onun için işten ayrılıp tüm zamanını ve yaşamını mücadeleye verdi. Sürekli neşe saçmasıyla bilinirdi çevresi tarafından. Yüzünden tebessüm eksik olmazdı. Orhan'la sohbet eden yanından mutlaka gülerek ayrılırdı. Enerjisini karşısındakine yansıtırdı. Tek başına koca mahallenin dergi dağıtımını yapmaya başladı Orhan. Sırtına dergileri yükleyip saatlerce kapı kapı dolaşırdı. Her gün dergileri bitirmek, ulaştırabildiği kadar çok insana ulaştırabilmek için elinden geleni yapardı.

Aynı zamanda mahallede birçok faaliyetin içerisinde yer alırdı. İnsanların sorunlarıyla ilgilenir, çözmeye çalışırdı... Mücadele konusunda da kararlıydı. Bu konuda önünde en büyük engel ise ailesiydi. Ailesi onun mücadele içersinde yer almasını sürekli engellemek istiyordu. Birçok defa annesini peşinden takip ederken bulur Orhan. Annesini eve göndermek için saatlerce konuşup ikna etmeye çalışırdı. Annesi ise Orhan'ı koruma içgüdüsüyle peşinden ayrılmak istemezdi. Orhan ailesini mücadele konusunda ikna edebilmek için ne kadar uğraştıysa da başaramadı. Bu noktada Orhan bir karar vermek zorundaydı. Ve bulunduğu bölgeden başka bir bölgeye geçmek ister.

Bir süre Küçükarmutlu'da mahalli alanda görevler alır. Ondan sonra da hayalini süsleyen silahlı ekiplerde yer alır. Orhan bir milistir artık. Bu süreçte Doğan TOKMAK'ın sorumluluğu altında çalışır. Yaşanan bir operasyonda aranır duruma düşer. Bu süre içerisinde de yerinde duramaz, görev ister. Okur, öğrenir, kendini geliştirir...

19 Aralık'ta dışarıdadır... Süreç Küçükarmutlu'nun direniş kalesi olduğu günlerdir. Dışarıda tanıdığı, yaşamı paylaştığı yoldaşları bir bir şehit düşerken o görevlerini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışır. Armutlu halkının "Veli"sidir artık Orhan. Veli kod adıyla tanır insanlar Orhan'ı. Onun en temel özelliklerinden biri çalıştığı mahalleye vakıf olmasıydı. Kim giriyor, kim çıkıyor, kim nerede ne yapıyor bilirdi. Hızlı ve pratikti. Bir Cemevi’nde, bir Armutlu'nun aşağılarında, bir meydanındaydı. Yerinde duramaz. Böyle sürekli gezmeli herkes ile rahatlıkla ilişki kurabiliyor olmasıyla mahallede deyim yerindeyse uçan kuştan haberi olurdu.

5 Kasım 2001'de Armutlu katliamından bir gece önce ölüm oruççularını ziyaret için Armutlu'ya gelir. Ertesi gün operasyon başladığında önce çatışır, daha sonra mahalleden ayrılır. Ancak ne var ki ertesi gün yakalanarak tutuklanır. Önce Bayrampaşa Kapalı Hapishanesi’ne, ardından Tekirdağ F Tipi hücrelerine konulur... Artık tutsaktır. Yerinde 5 dakika duramayan Orhan'ı duvarlar sıkar bunaltır. Özellikle hücrelerde olmanın da getirdiği bir durumla sorunlar yaşamaya-yaşatmaya başlar.

Orhan'ın kişilik özelliğinden kaynaklı asi ve isyankâr yanları vardır. Bu özelliği ile idarenin keyfi uygulamalarına anında sert tavırlar alır. Ama mevcut durumu nedeniyle örgütlü tepkilerden ziyade, mesela 5-10 dakika boyunca durmadan küfür etmek gibi tavırlar da geliştirir. Böyle bir yaklaşım elbette doğru değildir... Hücre içerisinde beraber kaldığı yoldaşlarıyla da sorunlar yaşamaya başlar. Sonuçta not yazmayan, yazı gibi işlere de uzak duran Orhan günde 200-300 sayfa kitap okuyarak sıkıntılarını atmak ister.

Yaşadığı-yaşattığı sorunlar onu da etkilemektedir. Hücre değişiklikleri yapar. 3-4 yer değiştirir. Her hücre değişikliğinden bir süre sonra yine sorunlar baş gösterdikçe artık çözümsüzlük Orhan'ı sarmıştır. Daha önce de talep ettiği tek kişi kalma istediğini yineler... Uzun uzun konuşulur tartışılır... Bu tartışmalarda da Orhan kararında ısrarcı olur. Ve örgütlülüğümüz tarafından bir süre "geçici ve zorunlu" olarak tek kalması uygun görülür ve B-2’de tek kişilik hücrelere geçer.

Teklilere geçmesiyle birlikte düşman keyfi uygulamalar ve dayatmalarla Orhan'ın iradesini kırabileceğini düşünür. Hemen her sayımda, sorun çıkartmaya başlar. Bu dayatmalara karşı Orhan tavırsız kalmaz. Çünkü teklilere geçmiş olsa da düşmana olan kini aynıydı. Düşmanın kasıtlı baskılarına karşı bir isyandı Orhan'ın çaktığı çakmak... ABD'nin Irak'a olası saldırısı ve tecriti protesto için yapmış olduğumuz 3 günlük açık grevinin son günü 17 Şubat'ta saat 22.30'da yan tarafında kalan hücreye seslenerek "Savaşa ve Tecrite karşı kendimi yakacağım" dedikten sonra, kendi iradesi ve kararıyla bedenini tutuşturdu.

"Yaşasın Feda Eylemimiz", "Savaşa ve Tecrite Hayır" sloganları ve haykırışlarıyla hastaneye kaldırıldı. Vücudunun üst kısmında yanıklar olmamasına rağmen bacaklarındaki yanma ciddiydi. Ağır durumda 10 gün kadar hastanede kaldı. Ve bir öğle vakti radyo ve TV haberlerinde Orhan'ın şehit düştüğü haberi geldi...

 

Nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana

Bağlanmadı kendine de bir ömür boyu

dağlara tırmanan otlar gibi

Soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı

bir şahan gibi bulutlara kurdu

dumanlı sevdaların yörük çadırını

Sıradan bir gezgin değildi hiç

dövüşür gibi yaşadı yolculukları

belki korkusuz sayılmazdı büsbütün

korkardı korkulara düşmekten zaman zaman (*)"

 

((*) Şiirler; A. Telli "Soluk Soluğa" şiirinden)

 

 

 

Geri