Orhan KORKUT'u Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Gerilla Yoldaşları Anlatıyor:

 

'93'ün Ekim ayıdır. Dersim'in Hozat ilçesine bağlı Karataş Köyü'nde yüreği heyecanla çarpar Orhan'ın. Çünkü Orhan o gün, halk kurtuluş savaşçısı olacaktır. Orhan, Maraş'lıdır. Maraş'tan kalkıp savaşmak için gelmiştir Dersim dağlarına. Gerillaya katıldığı gün, Dersim'e geldiği ilk gün değildir.

Orhan'ın ailesi yoksuldur. Orhan da ailesine bakmak için çerçicilik yapmaktadır. Yoksulluk, onda düzene olan kinin ifadesi olarak savaşa katılma isteğini büyütmüştür. Ve o, biliyordu ki Dersim dağlarında gerilla savaşı vardır. Dersim'de olduğu süre içinde elde silah bu dağlarda halkının kurtuluşu için savaşmayı düşünmüş, karar vermiş ve artık o gün gelip çattığında da yerini almıştır.

Yoksulluğunu, halkının yoksulluğundan ayrı, kurtuluşu da halkının kurtuluşundan ayrı germeyen Orhan, halka bağlılığı, halkın kurtuluşu için canını seve seve vermeyi bilincinde hep diri tutmuş ve 3 Eylül '94'te o gün geldiğinde de yoldaşları için kendini feda ederek bunu göstermiştir.

Bağlılık Orhan'ın kişiliğindeki en somut değerdir. Onu bu savaşın içine çeken de, savaşı sürdürürken, şehit düşerken de halka bağlılığı ve devrime inancıdır. Bu bağlılık zorlukları aşmayı, hatalar yapsa da telafi etmeyi öğretmiştir. Orhan, öğrenmesini bilendir.

Silahıyla kendini yaralamış, ama yarasını bahane etmek yerine bu hatayı bir daha yapmamayı öğrenmiş ve öğretmiştir.

Ayağından yaralı olması sığınak kazmasına, gece arazide atılan pusulara katılmasına, spor yapmasına, karargaha odun taşımasına ve daha birçok işin yapılmasına engel olmamıştır. Ayağım dememiş, yaralıyım dememiş, küçük büyük demeden görevim, yapmam gerekir diye düşünmüş ve yapmıştır.

'93-94 kışlık üstlenmesinde, karargahın deşifre olması nedeniyle sık sık yer değiştirilir. Yiyecekler, eşyalar önce karın içinde kilometrelerce yürünerek sırtta taşınır. Zorlu bir süreçtir. Orhan da o süreçte bu faaliyetlere aktif olarak katılır. Sırtında birgün un torbası, birgün çökelek bidonları vardır. Bıkmadan yürür. Yoldaşlarına moral verir. Bütün bu işleri coşkusunu yitirmeden yapar. Oysa, daha ayağındaki yara iyileşmemiştir. Ama ona yön veren ayağındaki yaranın acısı değil, iradesidir. Orhan, iradesi ve bağlılığıyla zorlukları alt etmiştir.

Bahar aylarında Orhan daha güçlüdür artık. Ayağındaki yara iyileşir. İlkokul mezunu olmasına rağmen, gerillaya geldiğinde pek okuma yazma bilmemektedir. Çünkü ne doğru dürüst eğitim görmüş, ne de daha sonra okumasını geliştirecek imkana sahip olmuştur. Karargahta bu konuda ders görür, emek verir, çaba gösterir, okumayı ve yazmayı da öğrenir.

'94 Mayıs ayının başında Mazgirt'e faaliyete giden müfrezenin içinde Orhan da vardır. Yeni bir bölgeye gitmenin heyecanını yaşar. Mazgirt'e gitmek için Pertek'te konakladıkları yer asker tarafından çembere alınır. Orhan, komutanı M. Ali ÖZTÜRK'le birlikte öne atılır, tepeyi tutmak için hızla hareket eder, yoldaşlarının güvenliğini alır. Devlet güçlerinden hesap sorar. Akşama kadar yoldaşlarıyla omuz omuza askerle çatışır. Görevini yerine getirir. Zulme olan kiniyle, öfkesiyle hesap sorma bilinciyle basar tetiğe. Askerle girdiği ilk çatışmadır. Ama Orhan hiç tereddüt göstermemiş, kararlı, atılgan tavrıyla örnek olmuştur.

'94 Ağustos'unda Çemişgezek'te faaliyet yürüten müfrezenin savaşçısıdır. Görevleri kışlık üstlenme için gerekli malzemeleri toplamaktır. Orhan, ilk geldiği günlerdeki halk içinde konuşamama, birşey isterken utanma, sıkılma, zorlanma gibi yanlarını da aşmıştı artık. Görevinden dolayı her gittiği köyde komutanıyla birlikte evleri gezer, halka sohbet eder, gerekli eşyaları toplar. Halkına olan bağlılığı, hergeçen gün daha da artar. Zulme olan kini daha da pekişir.

3 Eylül '94 günü akşama doğru konakladıkları yerden Ulukale Köyü'ne doğru hareket ederler. Köyün üst tarafına varırlar. Burası ormanlığın olmadığı açık bir alandır. Orhan'lardan önce asker de gelmiş pusu atmıştır. Savaşçılar bundan habersizdir. Biraz daha aşağıya inince askerleri görürler, geri dönerler. Ne var ki askerler geri çekilmek istedikleri yeri de tutmuştur. İki yönden üzerlerine ateş açılır. İşte o an Orhan, daha önce Pertek'teki çatışmada olduğu gibi yine öne fırlar, askerlerin ateşini üzerine çekip yoldaşlarını korumak ister. Yoldaşlarının zarar görmemesi için bedenini seve seve kurşunlara siper eder, basar tetiğe. Kısa bir süre de olsa kahramanca çarpışır ve vurulur şehit düşer. O kısacık zaman diliminde de ortaya koyduğu davranışla, sarsılmaz halk sevgisini, yoldaşlık sevgisini, devrim inancını, zulüm düzenine duyduğu kini haykırır. Sadece yaşarken değil, şehit düşerken de öğretmesini bilmiştir.

Orhan'ı kendimize örnek alıp, halk kurtuluş savaşımızda yaşatacak, devrimi, halklarımıza ve şehitlerimize armağan edeceğiz. And olsun ki Orhan yoldaş birlikte verdiğimiz bu sözü yerine getireceğiz.

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

 

Ne olursa olsun öğrenmeye ve bunu yaşama geçirmeye müthiş hevesliydi. Bir nöbette silahı kazayla patlamış ve ayağından yaralanmıştı. Ayağının yaralı haline bakmadan yaşama canı-ı gönülden katılıyordu. Bu azimle kısa sürede iyileşmiş, normale dönmüştü.

Yoksul bir ailenin çocuğuydu. Ailesi çerçilik yapıyormuş. Annesi Dersimli. Babası Maraşlı'ydı. İlkokulu bitirdiği yıllarda babası onu Dersim'e dayılarının yanına getirmiş. O günden sonra dayılarının yanında çobanlık yaparak yaşamıştı. Yoksulluk içinde geçen çocukluğu, Dersim'in köylerinde yaşadığı ilk gençlik yılları ona zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumu öğretmişti. Anne ve babasından ayrı geçen yıllar, emekçi bir yaşam sürmesi hayata bakışını sağlamlaştırmıştı. Çobanlık yaptığı evin çocuğu gibi olmuştu. Öyleki, dayıları kendi çocuklarından biliyorlardı. Hatta, yarın öbür gün evlenirse, yabancıyla evlenmesin diyerek kendi kızlarıyla nişanlandırmışlardı. Ancak, Orhan'ın yaşantısı, ufku gerillalarla tanıştıktan sonra değişti ve farklı düşünmeye başladı.

Hozat'ın Karataş Köyü'nde oturuyorlardı. Bizler de bu köye sık sık giderdik. Orhan, bizimle konuşmaz, çekingen bir şekilde konuştuklarımızı dinlerdi. Çok geçmedi, gerillaya katılmak istediğini, sürdürdüğü yaşamın ona bir şey öğretmediğini bize anlattı. Çocukluğundan beri sıkıntılı bir yaşamı olmuştu. Zengin çocukları gibi okumak gibi bir fırsatı da olmamıştı. Yoksulluğu iliklerine dek yaşamıştı. Bu yaşamı değiştirmek gerektiğine inanmış ve savaşçı olmak istemişti. Savaşa katılmak noktasında ısrarcı oldu ve '93 Ekim'inde birliğimize katıldı. Katılmadan önce kendisiyle uzun uzun konuşmuştuk. Ama O, nişanlısını, yaşamını, düzene dair beklentilerini söz konusu dahi yapmadı. İlginç olan şu aslında; Orhan bizimle başlangıçta yakın bir ilişki kurmak istememişti. Hatta nişanlısı bize Orhan'dan daha yakın gözüküyordu. Zaman zaman ben gerillaya katılacağım dediği olurmuş ama Orhan buna karşı çıkar ve onu vaz geçirmeye çalışırmış. Bizim, köyde Orhan'la sık sık sohbetimiz bu düşüncesini değiştirmişti. Nişanlısını vazgeçirmeye çalışan Orhan gerillaya katılmıştı. Köylüler şaşırıyordu. Orhan gerillaya katılışını bir gereklilik olarak onlara anlatıyordu.

Devrimcileri, partimizi bizimle tanıştığı süreç içinde öğrenmişti. Okuması yazması güçlü değildi. Buna rağmen yayınlarımızı okuyarak hem bizi öğrenmeye çalışıyor, hem okuma-yazmasını güçlendiriyordu. İlgisi, merakı silahlara, patlayıcılara yönelikti. Askeri yaşam, askerlik, savaşçılıkla ilgili her şey onu fazlasıyla ilgilendiriyordu. Orhan'a şöyle bir dışarıdan bakan birisi, onun fiziki görünüşünden, silahı kavrayışından, duruşundan iyi bir asker olduğunu rahatlıkla anlayabilirdi.

 Askeri yaşamda hızla gelişen Orhan, elbette düzenin yarattığı kişiliği yok etmişti diyemeyiz. Devrimciliği gerilla saflarında öğreniyordu. Bu süreç içinde Orhan bir olumsuzluğa düştü ve bunun sonucunda bir süre tutuklu kaldı. Ezik, utangaç ve mahcup hali gözlerimin önünden gitmiyor. '93 ve '94 kış karargahındaydık. Bu süreç Orhan için kendini sorgulama ve tam anlamıyla bir hesaplaşma süreci olarak seçti. Savaşçılık hakkı geri verildi. Silahını aldığı gün çok sevinçliydi. O günden sonra Orhan emekçiliğiyle yaşamda kendini ispat ediyordu. Çalışkanlığı hiçbirimizin gözünden kaçmıyordu.

Çemişgezek bölgesinde faaliyet yürütüyorduk. Ulukale köyüne bir hafta kadar önce gitmiş, lojistik malzeme getirmelerini söylemişlerdi. 3 Eylül günü de öğlen saatlerinde Ulukale'ye doğru sekiz kişilik bir ekiple yola çıktılar. İki yoldaş tepeye çıkıp savunmalarını alacaklı. Diğer altı yoldaşımız da yavaş yavaş köye doğru yol almaya başladılar. Tam köyün altındaki düz ve açık bir alana gelmişlerdi ki, karanlığın cellatları ölüm kusan namlularıyla ateş etmeye başladılar. Orhan'ın kullandığı silah Port-Sait Marka otomatik bir tabancaydı. Çevik ve atılgan hareketlerle mevzilendi, çatışmaya başladı. Elindeki silahın gücü O'nun için hiç de önemli değildi. O, halkına duyduğu sevgi ve kararlılığıyla çatışıyordu. Acımasız ve cesurdu. Kendisindeki düzen yanlarıyla çarpıştığı gibi korkusuzdu. Yaralanmıştı ama yanındaki yoldaşı Hülya Ateş'i korumaya çalışıyordu. Çatışma saatlerce sürdü ve beş yoldaşımız 3 Eylül 1994'te inancın adını bir kez daha haykırdılar. Çatışma çevre köylerde büyük yankı uyandırdı. Halkımız gerillaların cenazelerini büyük bir kararlılıkla sahiplendiler. Hülya Ateş, Asuman Koç, Nurhah Azak aileleri tarafından alınarak defnedildi. Dayısı Orhan'ın cenazesini almak için oldukça uğraş verdi, ancak birinci dereceden yakını olmadığı için düşman Orhan'ın cenazesini vermedi. Aydemir ve Orhan yoldaşlarımız da köylüler tarafından alınarak törenle şehit düştükleri noktada defnedildiler. Bu sahiplenme dahi savaşımızın halkımızca nasıl bir sempatiyle karşılandığının ve halk kurtuluş savaşçılarını bizim çocuklarımız diyerek bağırlarına basmalarının en somut göstergeleridir. Bizler de halkımıza ve şehitlerimize sözümüzü tutacağımıza and içiyoruz.

 

Geri