Niyazi AYDIN'ı
Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Bir Yoldaşı anlatıyor: "Tarih
yazıyoruz"
1981 Martı Cihangir'de Cennet Bahçesi'nde son
yakalanmalardan sonra kopan ve dağılan ilişkileri derleyip toplayacağımız
insanı bekliyorum. Masamın üstünde 'H' harfi karalanmış bir Hürriyet gazetesi
duruyor. Biri omzuma dokunuyor. İrkiliyorum. Takım elbiseli, kravatlı, bana
göre yaşlıca bir insan. Şaşırıyorum. Gören tipik bir İstanbul efendisi demekten
kendisini alamaz. İlk andaki sıcak bir tebessüm şaşkınlığımı alıyor. Yürüyoruz.
Açıkçası boşlukları nasıl dolduracağımızın, ilişkileri birbirine nasıl bağlayacağımızın
sıkıntısını duyuyorum. Seçilmiş, güven veren sözcükler, sıkıntılarım yavaş yavaş dağılıyor. Her sorum rahatça ve ikna edici bir
şekilde cevaplanıyor. Sakinliği bana da geçiyor. Yaklaşık 3 saat konuşarak
yürüyoruz. Verdiğim tüm bilgileri ve ilişkileri derleyip, toplayıp bana yeniden
anlatıyor. Üç saat sonunda yanından ayrıldığımda kopan bütün ilişkilerin yerli
yerine oturduğunu anlıyorum. O günlerden sözcük sözcük
olmasa da söylediği, "Kaldığımız
yerden devam edeceğiz, mücadeleyi geri çekersek yok oluruz." sözlerini
hatırlıyorum.
8 Nisan
1981: Aynı
yerde oturuyorum. Önümdeki gazetelerden gözümü ayıramıyorum. Dokunsalar ağlayacakmış
gibi bir halim var. Selçuk Küçükçiftçi'nin kanlar
içinde yerde yatışını bir türlü hazmedemiyorum. Niyazi Ağbiyle
birlikte 10 gündür İstanbul'da Selçuk'u arıyorduk. Polis bizden önce buldu.
Niye onlardan önce bulamadık sorusuna cevap arıyorum. Yine Niyazi Ağbinin sıcak, dostça eli omuzlarımı kavrıyor. Üzüntüsünü
hissetmemek mümkün değil. Gülüşü yüzünden eksik ama benden
çok daha metin ve sakin. Anlatıyor, anlattıkça rahatlıyorum. Mücadelenin
bedelsiz olmadığını, daha nice değerli insanımızı bu mücadelede kaybedeceğimizi
anlatıyor. 12 Temmuz'da Niyazi Ağbinin ismini duyunca
o geçmiş günden sadece bu sözler aklıma geliyor.
İşkencedeki tavrını, inat, direnç ve inancını
hatırlıyorum. 1981 Kasım'ının sonlarında yakalanmıştı. Kış erken bastırmıştı.
Gayrettepe'nin buz gibi duvarları insanın içine işliyordu. Niyazi Ağbiyi işkenceli günlerinden birinde, uzun bir soğuk su
işkencesine tabi tuttular. Tuvalette tazyikli suyla iyice ıslatıp, açık
pencerenin önünde bekletiyorlar, yetmezmiş gibi vantilatörü de açıyorlardı. İşkence
böyle aralıksız 3 saate yakın sürdü. Her seferinde
yarım saat, 45 dakika bekletiyorlardı. Onu bayıltamadılar, yere düşürüp,
inadını kıramadılar. Her yere düştüğünde inatla ayağa kalktı. İşkence boyunca
belki de 15 kez yere düştü ama her seferinde kendisini zorladı, ayağa kalktı. İşkencecilerin
direnci karşısındaki suskunlukları ve çaresizlikleri görülmeye değerdi.
2 Kasım
1982: 2.
davanın açılış günü. 12 Eylül Anayasası'nı protesto edeceğiz. Mahkeme öncesi
akşam karar geliyor. Kimlik yoklaması öncesi konuşmamıza ve anayasayı protesto
eden dilekçemizi okumamıza izin verilmezse mahkemeyi topluca protesto edeceğiz.
İddianame sırasında ortalarda olduğum için protesto metnini okuma görevi bana
verildi. Yaklaşık 200 tutuklu arkadaşım okuyacağım metni tekrar edecek. Niyazi Ağbi önümde oturuyor. Ne zaman kalkıp metni okuyacağıma o
karar verecek. Heyecanlıyım. Gözüm ve kulağım Niyazi Ağbide.
Heyetle tartışmaların büyüdüğü bir sırada bana dönüşünü görüyorum ve sesini
alıyorum: "Hadi başlat!" Hep birlikte ayaktayız ve salondaki yaklaşık
200 kişi Niyazi Ağbinin elyazısıyla
yazılı elimdeki metni hep bir ağızdan tekrarlıyoruz. "Biz devrimciler,
yurtseverler, demokratlar, faşizme karşı mücadele edenler olarak halkımıza
baskı ve şiddet uygulayan, Türkiye halklarına açlık, yoksulluk, sefalet getiren
bu anayasayı protesto ediyoruz."
Yıl 1984
Haziran:
Ölüm Orucu sürüyor. Ölüm sınırına yaklaşıldığı günler örgüt içi yazışmalar ve değerlendirmeler
de hızından bir şey kaybetmiş değil. Yanlışlarım ve eksikliklerim üzerine
Niyazi ağbiyle yazışıyoruz. Yazdıklarını okuyunca
Niyazi Ağbiyi iyi tanımadığımı anlıyorum. Örgütçülüğünü
biliyorum. En zor anlarda örgütü için her şeyini ortaya koyan, gecesini
gündüzüne katan fedakarlıklarını biliyorum.
Konuşmalarındaki ikna gücünü, kendisindeki özgüveni çevresine paylaştırışını,
direncini, işkenceciler kendisinden ev istediğinde "Topkapı surlarında
yatıyorum." cevabını verdiğini biliyorum. Şimdi diğer bir yanına tanık
oluyorum. Yazdıklarındaki güce, derinliğe, yol göstericiliğe, yönlendiriciliğe.
Bir seferinde "tarih yazıyoruz" diyordu. "12 Mart Mahirlerle,
Denizlerle, İbolarla anıldı. 12 Eylül Ölüm
Oruçlarıyla anılacak. Ölüm Orucu bizi geleceğe taşıyacak." diye yazıyordu.
Niyazi Ağbi geleceğimize yön verenlerimizdendi.
Yazılarının her paragrafında anılacak şeyler vardı.
(Bu anlatım, Haziran Yayınevi tarafından yayınlanan «Bize Ölüm Yok»
adlı kitapta yayınlanmıştır.)
***
Bir Yoldaşı anlatıyor: "Düşmanla
uzlaşma yok"
1985 yıllarındaydı. Tek tip elbise direnişlerinin
devam ettiği günler. Duruşmaya giren avukatlardan, Niyazi Aydın'ın tahliye
edildiğini öğreniyoruz. Ve hemen ailesine haber vererek elbise tedarikine
gidiyoruz. Ancak gerek ablası, gerek bizler uzun bir süre göremediğimiz için
uygun bir bedende karar verdik. Şubeye götürmeler ve sonra tahliye.
Onu daha önceden de kısaca tanırdık. Sevimli, sakin,
inatçı görünümünün yanında her yaştan insanın saygı ve sevgisini kazanan
kişiliği yatardı. Hareketiyle öylesine bütünleşmişti ki, çok kısa bir sürede
ailesini bile göremeden sorumluluklarını yerine getirmeye devam etti.
Onu sakin, sessiz görünümünde, neşeli sohbetlerinde
tanımıştım. Çok doğal, çok içtendi. Bir ara cezaevi boşaltılırken
havalandırmada onu yeniden görmek, gülüşünü ve el sallamasını görmek nasıl da gururlandırmıştı.
Evet onu örgütsel ilişkileri içinde
çok yakından tanıyan arkadaşları "düşmanla uzlaşma yok" cümlesinde
Niyazi'yi sembolleştiriyorlar.
Polis Niyazi'yi örgütlü mücadeleye katıldığı andan
itibaren aramaya başladı. O da yıllardır adresi bilinmeyen DEVRİMCİ SOLcu olmaya devam etti.
İfade vermeyen, asla teslim olmayacak Niyazi gibi
bir DEVRİMCİ SOL'cunun bilinen yaşamından örneklerdi
bunlar.
Gözüm derdi, sohbetlerinde. İçtenliği, sevecenliği
ifade ettiği bu kelimede haksızlık ve tembelliğe karşı tahammülsüzlüğünü bu
sevimlilikte hemen hallederdi.
Sırf sevgi doluydu. Dürüsttü, sıcaktı. Çatışma
esnasında evin çevresindeki bir kadının 'Ne istiyorsunuz bu gençlerden?'
feryadıyla kaçış zamanı kazandığını, o anneyi unutmadığını zaman zaman anlatırdı. Soğukkanlıydı. Serinkanlıydı. Sabır ve sevgi
insanıydı.
'Gençliği tanıdıkça zaptetmek
zor' derdi. Azimli, coşkulu ve inançlı buluyordu. Beşiktaş infazında Perihan'ın
fedakarlığından bahsederdi. Yoldaşlarını polis
karakoluna düşürmemek için nasıl çatıştığını anlatırdı. Kadın savaşçılarımızla
gurur duyardı.
(Bu anlatım, Haziran Yayınevi tarafından yayınlanan «Bize Ölüm Yok»
adlı kitapta yayınlanmıştır.)
***
Bir Yoldaşı anlatıyor:
"O bir devrim emekçisi, devrim
önderiydi"
Tahliye olalı bir ay kadar olmuştu. Görüştüğüm
yoldaş Merter civarında bir sokak randevusu verdi.
Buluşacağım yoldaşla birbirimizi tanıdığımızı söyleyerek başka bir açıklama
yapmadan ayrıldık. Sokağa girdiğimde hafifçe sekerek bana doğru yaklaşanı hemen
tanıdım: Niyazi Aydın. İçimde müthiş bir heyecan ve sevinç hissettim. Kucaklaştık:
İki hemşerinin yıllar sonraki karşılaşması havasını vererek konuşmaya başladık.
Böylece ilk buluşmamızda ve ilk andan itibaren illegalite
ve gizlilik eğitimini de başlatmış oldu. Konuşarak yürümeye başladık. Siyasi
terimler kullanmadan cezaevinden bahsediyordu. Birlikte kısa da olsa
kalmışlığımız vardı. O günleri yadettik. Gelişmeleri
konuştuk. Hafifçe sekerek yürüyordu. Yorulduğunu söyledi. Bir fabrikanın kenarındaki
taşlara oturduk. Bacağından yaralıydı. Kurşun girip çıkmıştı.
Bir evde kurulan karakola düşüyor. Ama polisler onun
üzerine çullanamadan o kapıdan fırlıyor. Bahçede biriyle boğuşuyor. Kaçarken de
açılan ateşle bacağından yaralanıyor: Ciddi bir tedavi görmeden kendi kendine
pansuman yaparak sokaklara yeniden çıkıyor. "Niye dinlenmedin, tedavi
olmadın" dediğimde, "Zorunluydum, mücadele sürüyor, oturamazdım, bana
da ihtiyaç var." demişti. O gün üç-dört saat dolaştık. Kah
oturarak, kah yürüyerek neredeyse İstanbul'u dolaştık. Süreci anlattı. Başından
geçenleri anlattı. Bir yandan da polis takibi konusundaki deney ve
tecrübelerini anlatarak eğitmeye başladı. Evet Niyazi Ağbiyle '86 Kasım'ında başlayan ve 12 Temmuz gününe kadar hemen
her gün süren birlikteliğimiz böyle başladı. Onun büyüklüğünü, önder kişiliğini,
özellikle mütevazılığını, soğukkanlılığını, cesaretini, hoşgörülülüğünü ve
genişliğini, yoldaş sevgisini anlatacak o kadar çok güzel, anlamlı anılar var
ki, onun yaşamının her anı öğretici-eğiticidir. Hareketimize her yönüyle örnek
olmuş ve önderlik yapmış bir insandı. O zor günlerin adamıydı. Onu birkaç anıyla anlatmak çok güç.
Tahliye olduktan sonra polis peşini bırakmıyor. O
polisi atlatarak yoldaşlarıyla buluşuyor. Bir süre bir evde dışarı çıkmadan
kalıyor. Bu dönemde ilişkiler oldukça daralmış, silah, para ve özellikle insan
sıkıntısı çekiliyor. Niyazi Ağbi ağır bir görev ye
sorumlulukla karşı karşıyaydı. Kadro ve kitle örgütlenmesinin geliştirilmesi ve
mücadelenin yükseltilmesi gerekiyordu. Bu amaçla legal ve illegal mücadele ve
örgüt biçimlerinin bütünleştirilmesi gerekiyordu. O sürekli "Bir Devrimci
Solcu, 'Ben varsam mücadele devam ediyor' şiarıyla hareket edendir."
derdi, Keza "Kolayı herkes başarır, sorun zoru başarmaktır." derdi.
Nitekim de o zorun adayıydı.
Onunla ilk buluştuğumuz günler ve aylarda '86-87'de
ev, büro, para, telefon gibi sorunlarımız çok büyüktü. Özellikle iletişim
sorunlarımızdan dolayı randevularımız sürekli sokaklarda gerçekleşmekteydi.
Kontak telefonlar bile çok sınırlıydı. Tüm ilişkiler sokaklarda sürerdi. Onunla
günde 8-10 saat dolaştığımız günleri de hatırlarım. Hiç unutmam '87 Şubat'ıydı,
bir operasyon yemiştik ve sürüyordu. Yakalananlar vardı. Ayrıca takip ve, şaibeli durumlar vardı. Hareket kabiliyetimiz
zayıflamıştı. O günlerde yoğun bir kar yağışı vardı. Trafik, yaşam felçti.
Otobüs, taksi işlemiyordu. Bizim de ne arabamız, ne de paramız vardı. Dizimize,
yer yer belimize gelen karla boğuşarak İstanbul sokaklarında
dolaşıyor, ilişkiler ve randevulara ulaşmaya çalışıyorduk. Çünkü birçoğuyla
telefon bağlantısı olmadığından randevulardaki bir aksama ilişkilerin uzun süre
kopmasına yol açacaktı. O karda ve çamurda yürümek çok zordu. Ayaklarımız su
içinde, üstümüz başımız sırılsıklamdı. Donuyorduk. Niyazi Ağbiyle
de çok alternatifli olarak günde üç-dört kez buluşuyorduk. Bunca soğuğa ve
güçlüğe rağmen hiç etkilenmemiş görüntüsü ve rahatlığı beni de etkiliyordu. Ama
yoğun kar yürümemizi de engelliyordu. Randevuları da kaçırmamak, ortada kalan
insanlara ulaşmak, uyarılması gereken yerleri uyarmak gerekiyordu. Çünkü operasyon
genişlememeliydi.
O gün sanırım Niyazi Ağbiyle
üçüncü ve dördüncü buluşmamızdı. Bir hayli ıslanmıştık. Benim dişlerim soğuktan birbirine vuruyordu.
Bu karda kıyamette işleri nasıl halledeceğiz diye düşünürken Niyazi Ağbi beni bir ayakkabıcıya soktu. Dizlerimize kadar gelen
iki çizme aldı. Ve "Sorun varsa çözümü de vardır." dedi. O hafta çizmelerle
İstanbul sokaklarını arşınlayarak işleri rayına koyduk. Yine o hafta Niyazi Ağbi bir polis takibine giriyor. Polis takibinde olan
birisinden bir paket alıyor. Polis bu paketten hareket ederek Niyazi Ağbiyi denetime alıyor. Niyazi Ağbi
zorlukla bu takibi atlatıyor. Niyazi Ağbi polis
takibi atlatma konusunda hareketin en yetkin kişisi diyebilirim. Sürekli
polisin geliştirdiği yeni teknikleri, yöntemleri izler, öğrenir, bizleri de bu
konuda öğrenmeye zorlar, uyarırdı. Defalarca takibe girmiş ve atlatmıştır. Ya
da önceden görmüş, sezmiş, önlemini almıştır. Beni ve birçok yoldaşı o yetiştirmiştir.
Yoldaşlarına değer verirdi, öyle ki bunu bazen ifrat noktasına vardırır birçok işi
kendisi yapardı. Geceyarılarına kadar onunla malzeme,
doküman vb. şeyleri taşıdığımızı bilirim. Geceyarısından
önce de evine gitmezdi, sürekli sokaklardaydı. Ö bir militan yönetici, militan
bir önderdi. Polisin arama ve kontrollerinde soğukkanlılığını hiç yitirmezdi.
Müthiş rahat ve sakindi. Yine bir gün geç vakitte polis aramasına girmiştik.
Polis geldi, kimlik vs. sordu, (arabanın arkasında da malzeme vs. vardı,)
arabadan inmemizi söylediler indik. Niyazi Ağbiye
"Arka bagajı aç" dediler. Niyazi Ağbi
arabanın bagajının anahtarını alırken bu arada polis nereden geliyorsunuz, nereye
gidiyorsunuz dedi. Niyazi Ağbi bir işyeri adresi ve
ev adresi söyledi. Polis işyerinin bulunduğu sokağı biliyormuş ki, o sokakta
bulunan bir-iki işyerini sordu. O gayet rahat cevap verdi ve polisin daha fazla
soru sormasına fırsat vermeden "Malatyalı mısın?" diye lafa girdi.
Polis "Evet" diye yanıt verince hemşeri sayılırız deyip sigara
uzattı. Niyazi Ağbi "İşimiz bittiyse gidelim
hemşerim bizim hanımlardan dayak yemeyelim" dedi. Polisler gülerek "Tamam,
iyi akşamlar" dedi. Onun soğukkanlılığı sayesinde durumu kurtarmıştık.
Çünkü Niyazi Ağbinin belirttiğine göre az ilerimizde
DEVRİMCİ SOL timinden siviller de vardı ve bizi tanıyabilirlerdi.
Niyazi Ağbi bu tür arama
kontrollerde işyeri ve ev adreslerini "gerçek verirdi" (verirdik).
Tabii bildiği semtlerden ayrıntılı adresler verirdi. Nitekim polisin sorularına
yanıtlar verirken, diğer taraftan ustalıkla polisin dikkatini başka yöne
çekmişti. Ve o sohbet ortamında çevrede bekleyen sivillerin de dikkatini
çekmemiştik.
Niyazi Ağbi son derece mütevazıydı. Oturuşundan kalkışına, yiyişinden içişine,
giyiminden kuşamına kadar o mütevazılığı görmek mümkündü. Öyle ki çoğu kez
akşamdan hazırladığı ekmek sandviçlerle öğlen yemeğini yerdi ve bunu bizimle de
paylaşırdı.
Niyazi Ağbiyle hemen her
gün birlikte olurduk. 12 Temmuz günü de birlikteydik. Sabah İbrahim Erdoğan
yoldaşla bir yere gidip geldik. Balmumcu'daki eve
geldiğimizde Niyazi Ağbi Yücel'le (Yücel Şimşek)
oturmuş sohbet ediyordu. Ben de sohbet ettim. İbo'ya
ve bana takılıyordu. Siz yaşlandınız diye takılıyordu. Her günkü gibi
neşeliydi. Sohbet ettikten sonra ben ayrıldım. Öğleden sonra büroda buluştuk.
Ömer de oturuyordu. Hep birlikte yemek yedik. Ömer'e biraz takıldık. Niyazi Ağbi genelde herkese biraz takılırdı. Bürodan ayrıldıktan
sonra saat 16.30 suları telefon ederek büroyu aradı. Bana takıldı akşama
çiğköfte yiyor muyuz diye. İki saat kadar sonra ben de bürodan ayrıldım. Akşama
buluşamadık... O gece o büyük insanla birlikte on yoldaşımın şehit olduğunu
öğrenecektim. O abimdi, önderimdi. Unutulmayacak,
sürekli yaşatılacak, her yönüyle örnek alınacak, "yeni insan" dendiğinde
ilk akla gelebileceklerden biridir o. Mümkün olsa paylaştığımız her günü her
anı yazabilsem. Her biri öğretici, eğitici, keyif, haz ve heyecan vericiydi. O
bir devrim emekçisi, devrim önderiydi. Her türlü zor koşullara karşın
"Ben varsam mücadele devam ediyor." diyen, yaşayan, yaşatan
ve öğretendi...
(Bu anlatım, Haziran Yayınevi tarafından yayınlanan “Bize Ölüm Yok”
adlı kitapta yayınlanmıştır.)
***
Bir kitle
ilişkisi anlatıyor:
“Her
anını öğrenmek ve öğretmekle geçiriyordu.”
'80 öncesiydi ve Niyazi aranmaktaydı. Evimizi
açmıştık ona. Çevreye kayınbiraderim olarak tanıtmıştık. Bir gün dışarıda
buluşmamız gerekti. Niyazi'yi uzaktan gördüm. Giderek yaklaşıyordu. Yaklaştığında
kaş göz işaretleri yaparak takipte olduğunu anlattı ve yanımdan geçerken
"Sen de onun peşine takıl" dedi. Ben de 50-60 metre ilerideki sivil
polisi gördüm ve onu geçtikten sonra peşine takıldım. Niyazi şimdi çok iyi
bildiği sokaklarda ikimizi de oyun oynuyorcasına
peşinden dolaştırıyordu. Bir an öyle bir sokağa girmiştik ki, polisin durumu
kötüleşmeye başladı, Niyazi'yle birbirlerine çok yaklaşmışlardı. Polis benim de
arkasında olduğumu farkettiğinden aniden hızla koşarak
karşı kaldırıma geçti. Niyazi ve ben de onun peşinden gitmeye başladık. Şimdi
başka bir kovalamaca başlamıştı. Bir süre böyle devam ettikten sonra polisin
peşini bıraktık ve Niyazi'yle birlikte üç saat daha dolaştıktan sonra eve
döndük. Eve gelince Niyazi'ye biraz da şakayla karışık "Böyle de olmaz ki,
yorgunluktan ayaklarıma kara sular indi. Seninle bir daha dışarı çıkmam. Hem
polis kaçtıktan soııra üç saat fazladan dolaşmak da
neyin nesi oluyor" dedim. Niyazi hem benim söylediklerime hem de polisin
kaçışına kahkahalarla gülüyordu. Sonra sokak gezintisinin hiç de boş
olmadığını, devrimci birinin mutlaka sokakları tanıması gerektiğini, takibin
olmadığına emin olduktan sonra kaldığı yere geri dönmesi gerektiğini uzun uzun anlattı ve "Bunları öğrenmelisin, yarın sana da
lazım olur" dedi. Bir süre bizde kaldıktan sonra gitmesi gerekti ve bağımız
koptu.
Niyazi her anını öğrenmek ve öğretmekle geçiriyordu.
Kalması için evini açmış bir Devrimci Sol taraftarı olan bana bile çok kısa
zamanda pek çok şey öğretmişti. 12 Temmuz 1991'de çatışarak şehit düştü. Onu
asla unutmayacak ve unutturmayacağız. O mücadelemizde yaşamaya devam ediyor.