Nilüfer ALCAN'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Yoldaşlarının ortak anlatımıdır:

 

NİLÜFER ALCAN:    "Artık sıra bana gelmeli"

 

Bolu-Göynük'de 1964 yılında doğan Nilüfer, Sünni kökenli bir ailedendi ve Türk milliyetindendi.

Devrimci bir ailenin çocuğu olarak büyür. Genç yaşında ailesinden birinin yaşadığı işkence ve tutsaklıklara tanık olur. Gördüğü, tanık olduğu herşeyden etkilenerek devrimci değerlerin neleri ifade ettiğini, bu değerler için gerektiğinde her türlü bedelin karşılanabileceğine inanır. Derin bir halk sevgisi taşır yüreğinde. İlişkilerinde yapıcı ve sıcak yaklaşımı ile herkesin gönlünde taht kurar.

Cunta sonrası örgütlü mücadelede yer almaya başlar. Tutsakları sahiplenir, aile örgütlenmesi içinde yer alır.

1986 yılında Netaş grevini desteklemek için yapılan bir eylemde, ilk pratik adımını atar. Bir tutsak yakını olarak tutsak ailelerininin, Tayad'lıların mücadelesinde, eylemlerinde düşmanı tanır, kendini geliştirir.

Bu süreçte kurulan Özgür-Der'in kurucu ve yöneticilerinden birisidir. Özgür-Der'in faaliyetlerinde tükenmek bilmeyen enerjisiyle çalışır. 1991 yılında düzen partilerine karşı "istiyoruz, vermezseniz alacağız" kampanyasının örgütleyicilerinden biridir artık. "İlk defa Mücadele dergisinde görmüştüm. Sessizce masasında oturup işleriyle ilgilendiğini gözlemledim sadece... Her gittiğimde masanın başında görmek mümkündü onu. Yaptığı işi hakkıyla yapmaya çalışırdı... Kimseyi kıramaz, ters birşey söylemek istemezdi..."

1992 yılında yaşanan 16-17 Nisan operasyonunda kuşatma altındaki Sabo'nun telefon ettiği yerde, ahizeyi kulağına yanaştırarak direnişi an an yaşayanlardan birisi de Nilüfer'dir.

Ve o andan sonra "onların mücadele ettikleri değerler için ölünebileceği" kararına vararak daha çok şey yapma zorunluluğu hisseder... Yaptıkları ile yetinmez... Ve bundan sonra mücadelesini illegale çekilerek yürütmeye başlar.

Her anında Sabo'ların direniş destanı, slogan sesleri, ölüme giderkenki rahatlıkları ve dalgalandırdıkları bayrakları vardır. "Yoldaşlarımız sizi cezalandıracak" güveniyle dolup taşar...

İç düşmanın örgütlülüğü arkadan hançerlemeye çalıştığı günlerde daha da bilenir. İlişkileri kopmasına rağmen asla karamsarlığa, sıkıntıya düşmez... İlişki kurmak için tüm olanaklarını seferber ederek ilişki kurar. Görevler bekler.

'95 yılında tutsak düşer. Aynı coşku ve kararlılıkla şubeden çıkar. Artık yeni mücadele mevzisi Bayrampaşa Hapishanesi'dir.

"Herkesle rahat diyalog kuran bir yoldaşımızdı. Dışarıdayken uzun süre aile örgütlenmesinde çalıştığından birçok aileyi tanır, hassaslıklarını bilirdi. Ziyaret kabinlerinde ilişki kurmakta sıkıntı yaşadığı tek bir aile yoktur. Ailelerin bir eyleme gitmede tereddütü mü var, Nilüfer kabine girince daha söze başlamadan kendine has gülüşü ve bakışlarıyla ne demek istediğini anlatır, aileler "tamam tamam gidiyoruz" diyerek kalkarlardı..."

Hapishane onun için de okul görevi görür. Aile örgütlenmesine vakıf olduğundan ve ailelerin yaşantılarını, sıkıntılarını, ruh hallerini bildiğinden nasıl yaklaşması gerektiğini bizzat pratiğiyle öğretir.

Sadece aileler içinde değil, bir bütün olarak yaşamının her anında yaptığı işin hakkını vermeye ve bunun için ilişki yürüttüğü herkesle güçlü bağlar kurmasıyla öne çıkar. Hiç kimseyi kırmaz. Kırmamak için yanlış birşey olduğunda dahi her yönüyle düşünür, öyle yaklaşır.

"Koğuşumuzda Nilüfer'in çok ayrı bir yeri vardı herkes öyledir ama kimisi daha ağır basabiliyor, daha farklı etkiler yaratibiliyordu.

Herşeyden önce şefkatliydi. Öylesine yardım severdi ki... O an elinde bitirmesi gereken bir iş varsa bile yardım istendiğinde hayır yapamam dediğine ben hiç rastlamadım."

Evet şefkatlidir Nilüfer. Sever, sayar, emek harcar, elinden gelmeyen iş olsa da yardım etmek için ağır ağır, azimle çalışarak o işi bitirmeyi başarır.

Halk oyunlarının eğitmenidir... Her anma-kutlama etkinliğinde, yeni yeni oyunlar üretmede yaratıcılığını sergiler. Halk oyunu ekibinin giyiminden sahne tasarımına kadar herşeylerinin hazırlanmasında bizzat yer alır.

Böylesi anlarda herşeyin iyi olması için o bilinen kimseyi incitmek istemeyen Nilüfer gider, yerine daha farklı bir Nilüfer gelir:

"Program hazırlığı yoğun gidiyordu... Halk oyunları da yetişecek mi yetişmeyecek mi bunun telaşı vardı. Aksaklıklar çıkıyordu... Nilüfer rahattı ama çalışma anında bize nefes aldırmazdı. Sık sık yapılan yanlışları sabırla anlatır, gösterirdi. Bazen de sert çıkar uyarırdı. Normalde çok tercih etmediği birşeydir. Ama düşününce öyle yaklaşmayıp teker teker anlatmaya çalışsaydı böylesine sonuç alamazdık. Nilüfer birşeye kızmış gibi olduğunda hemen kendimizi toparlardık. Çünkü yanlış yapıldığına herkes hem fikirdir. Çalışma anında otoriterdir Nilüfer... Çalışma sonrası yine aynı şekilde devam ederdi. Ve biz çok kısa sürede onca oyunu başarıyla sonuçlandırıyorduk. Onun payı büyüktür."

Halk oyunlarını eskiden biliyordu Nülifer. Bu yüzden o konudaki bilgi birikimi de genişti. Hapishanede daha çok savaş oyunları seçilse de Nilüfer Trakya ve Marmara bölgesinin oyunlarını da sevdirmişti.

Sadece bunlar yoktur hapishane yaşamında.

"Hem yazar-üretirdi, hem de kültür-sanat faaliyetlerini yönetenler içinde yer alırdı. Bir yandan yeni yoldaşlarımızın eğitimi için hazırlanan broşürleri yazarken, diğer yanda yazı grubunda araştırma yapandır. İşini severek yapardı. Herşeye olumlu yanıyla bakardı. Nasıl ki karşısındaki insana sevecen, sıcak yaklaşıyorsa, yazdığı yazıya, aldığı göreve de aynı şekilde yaklaşıyordu... Onun doğasında bu vardı. Önce olumlu yönüyle bakmayı, kendine güvenmeyi bilirdi."

Güven en büyük silahtır. Kendine güvenen bir insanın istediğinde başaramayacağı hiçbir şey yoktur... Nilüfer'in önündeki engelleri aşmasındaki güç de burada saklıydı.

1996 Ölüm Orucunda gönüllülerden biri de Nilüfer'di. Yılların birikmişliği ile 2000 yılı Ölüm Orucunda yine gönüllüydü ve bu kez daha ısrarcı oldu... 96 yılında önceliği olanları anlayışla karşılar. Ama bu sefer mutlaka yer alacaktır... Her anında bunu yaşar. Sohbetlerde, gönüller arasında yaptığı tahminlerde kendini listenin başına koyar... Kimilerinin rahatsızlığı nedeniyle, kimilerinde sınırlı sayıda kişinin yola çıkacak olmasından dolayı dışında kaldığı Ölüm Orucu ekiplerine, Nilüfer de görevlerinden dolayı katılamaz. Bu durum netleştiğinde duygulanır, sessizleşir Nilüfer de.

Alnına kızıl bantı takmayı çok istemişti. "Artık sıra bana gelmeli, yıllardır mücadelenin içindeyim, birlikte mücadele içinde tanıdığım, sevdiğim bir çok yoldaşımı kaybettim. Artık onların yerine gitmeliyim" diyordu...

Yürekten söylüyordu bunu: "Bant takamamak çok üzmüştü onu. Ama o gece -19 Aralık gecesi- boranlardan önce defalarca fırlattı kendini öne... Her zamanki sadeliği, gülen yüzü ve inancıyla karşıladı ölümü... O gece çok fazla yan yana gelemedim... Son bir defa sesini duymayı ne de çok istemiştim."

Tıpkı Sabo'nun sesine olan özlem gibi Nilüfer de Sabo'nun sesini ahizeden dinlerken akıtmıştı yüreğine. O sesler dilden dile, kulaktan kulağa yayılmaya devam ediyor.

"Ölenlerin listesinde onun da ismi yazılmıştı: «Nilüfer ALCAN!».. Bu kadar kolay telaffuz ediliyordu. Ama benim yüreğiminin bu gerçeği kaldırması o kadar kolay olmadı. Uykusuz gecelerimizde birbirimize ikram ettiğimiz bir tek sigara o mahpus damında, o yoklukta nasıl da değerliydi. Hem de zulada... Böyle zulalarımız olurdu günü geldiğinde yine birlikte patlatırdık zulayı. O sigarayı yine birlikte içerdik. Biz bunu paylaşmıştık."

Ve daha paylaşılan onlarca şey vardı. Çünkü Nilüfer'in uğruna ölebileceği değerleri vardı. Onları paylaşmış, yüreğine işlemişti. Halkı için, vatanı için, devrim ve sosyalizm için ölebilirdi.

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

«Herkesin Nilüfer ablası»

 

Nilüfer Abla'mız. Dernekte yaşı ondan büyük de olsa herkesin Nilüfer ablası. Aynı şekilde demokratik alandaki diğer kurumlardaki insanlarımızın da aynı ölçüde saygı gösterdiği, sevdiği bir insandı o. Çünkü o yaşının üstünde ağırbaşlı, olgun, devrimcileşmiş, inatçı, öğretici, sorumluluk bilinci gelişmiş kişiliğiyle bu saygıyı, ablalığı hakediyordu. Örgütlü yaşama adım atmamla ilk işim insanları incelemek, gözlemlemek olmuştu. Çünkü, devrimciliği çok zor ulaşılacak birşey, insanları da süper insanlar olarak gören bir anlayışa sahiptim. Nilüfer ile tanışıp, diyalogumuz geliştikçe bu bakışın kırılması süreci de başladı benim için. Nilüfer mütevazı, olgun, içinden çıktığı halkı gibi yalın davranışları ve yaklaşımlarıyla, örnek ve öğretmenimizdi. Belirttiğim gibi örgütlü yaşama demokratik alanda aileler örgütlenmesinde adım attım. Biraz geç yaşta devrimciliğe adım attığım ve bunun bende yarattığı acelecilik ile mücadeleye girmemde en büyük etken olan silahlı mücadelenin sıcak alanlarında, en başta dağ gerillası olma gibi yakıcı özlemlerim vardı. Geri bilincimden dolayı mücadelenin bütünselliğini çözümleyemiyordum. Böyle olunca da demokratik alanı, özellikle de dernek çalışmasını küçümsüyordum. Bu eksik bakışımın değişmesi yönünde müthiş bir çaba harcadı, emek verdi Nilüfer. Sadece benim değil aynı alanda çalıştığımız diğer arkadaşların da eksik yaklaşımlarına aynı şekilde müdahale edip dönüşmemiz, doğru politikaları kavramamız için inatçı, azimli bir çaba içerisinde oldu. Nilüfer yeri geliyor sabırla saatlerce doğruları, olması gerekenleri anlatıyor, ancak ördüğümüz küçük burjuvaca duvarların aşılmasına, yıkılmasına izin vermediğimiz noktada da, bu zaaflarımızı ezip parçalamak için bizi şaşırtan ölçüde sertleşebiliyordu. Kendi önümüze ve dolayısıyla mücadelenin önüne diktiğimiz bentleri parçalamak için bir Ana sabrıyla çabalarken bize karşı daha fazla kırıcı olmamak için gözlerinin dolduğu oluyordu. Ama tüm bunların mutlaka sonucunu alıyordu. Zaten Nilüfer'in hedeflediklerinden sonuç almadan bıraktığını hiç görmedim.

Bugün önemi daha iyi anlaşılacağı üzere tutsak ve şehit ailelerinin mücadelesinin, hareketinin önemini o günlerde de bize bıkmadan usanmadan anlattı. Her anımızın onlarla dolu olmasını, onlara öğretmemizi, en önemlisi de onlardan öğrenmemizi öğütlüyordu. Bizim diğer alanlardaki insanlarımıza göre daha şanslı olduğumuzu, çünkü devrimciliğin temel niteliklerden birisi olan halk sevgisini bu alanda, ailelerimizin arasında yüreğimize bilincimize yerleştirebileceğimizi söylüyordu. Sürekli programlı, planlı olmamızı söyleyen Nilüfer, gündüzki çalışmalarımızdan sonra da zamanımızı, akşamları ayrı ayrı ailelerin arasında olmaya göre programlamamızı istiyordu. İlgilendiğimiz insanlarla ne kadar çok aynı havayı solursak o kadar çok onların sorunlarına vakıf olup çözümler geliştirebileceğimizi, bunun paralelinde devrimcileşmemizi hızlandırabileceğimizi, ve bunun da aileleri de devrimcileştireceğini anlatıyordu.

Demokratik alanda birçok kurumun birçok sorunuyla ilgilenirken, bu kadar koşuşturmacanın arasında hem bizlere hem de ailelere zaman ayrıyordu. Aynı zamanda da sürecin partileşmeye doğru hızlanmasından dolayı da mücadelenin diğer alanlarının da sorunlarına kafa yoruyordu. Evet, partileşme hedefine ulaşmakta, sürecin hızlanmasını sağlayan isimsiz kahramanlardan biridir o da.

Dünya ve ülkemiz sınıf mücadeleleri tarihinde bir ilk, bir direniş manifestosu olarak yerini alacak olan 19 Aralık görkemli hapishaneler direnişinde de, her zamanki mütevaziliği ve sadeliğiyle Ölüm Orucundaki yoldaşlarını ve direnme hakkını korumak için oluşturulan barikatın ateşten toplarından biri olurken, genelde tüm ezilenler özelde de tüm kadınlar için kurtuluşun yolunu gösteren, devrimin yanıp küllerinden yeniden doğan Anka Kuşu olarak ölümsüzleşti.

 

 

Geri