Nazım
KARACA'yı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Gerilla birliğinden bir yoldaşı
anlatıyor:
Dersim İbrahim Erdoğan Kır Silahlı Birliklerimizde
Komutanlık da yapan Nazım (gerillada bizim kullandığımız kod adı Cemal'di)
yoldaş, öylesine çok yönleriyle yaşam içerisinde kendisini hissettirmekteydi
ki, güvenin, üretimin, coşkunun ve bağlılığın adı oluyordu. Gerilla
birliğimizin alt yapı çalışmalarında onun alınteri ve
emeğini görebilmekteyiz. İlk gerilla birliğimiz olmalarından dolayı, bundan sonrası
için yapacakları çok şeyleri vardı. Halk ilişkilerinden silah-teçhizat teminine
ve ilişkisine, sığınak-barınağından yiyecek tedariğine,
arazi keşif ve sabit düşman karargâhlarının tespitine kadar birçok temel
çalışmayı büyük bir özveri ve fedakârlıklarla yerine oturtmuşlardı. Onlar, bir
taraftan bu hazırlıkları yaparken, diğer taraftan en isabetli eylem planlamaları
da yaparak ve uygulayarak, Kürdistan'da Devrimci Sol'u, şehirlerden sonra
kırlarda da halkla tanıştırıyor, Parti-Cephe'ye giden yolu inşa ediyorlardı.
Bu gruptaki yoldaşlarımızın her birinin apayrı bir
güzelliklerinin, özverilerinin yanı sıra Nazım yoldaşın, ayrıca bölgeyi ve
bölge halkını çok iyi tanımış olmasından dolayı, köylülüğün içerisinde de
apayrı bir yeri vardı. Bölgede onu tanımayan yoktu, en küçük çocuğundan
ninesine-dedesine bütün halkımız Nazım'ı çok iyi tanıyordu. Bu insanlarla,
hepimizi kıskandıracak denli ilişkiler kurma yeteneği vardı. Boş yere
sohbetlerden kaçınmaya büyük özen gösterirdi. "Halkımızla konuşulan her
şey politikamıza hizmet etmelidir" derdi ve öyle de yapardı. O
konuştuğunda herkes pür dikkat kesilip dinlemenin hazzını almaya çalışırlardı.
Yalnız köylüler için değil, bu durum kendi içimizde de geçerliydi. Ayrıca
yaptığımız iç eğitimimizin yanı sıra köy çalışmalarımızdaki programlarımızda,
onun tarzıyla, yapılanlarda da köylünün yanı sıra bizler de eğitimimizi
tamamlıyorduk.
Halkın peynir sorunundan orman sorununa, arazi-mera
sorununa kadar daha birçok soruna yaklaşımında devrimci adaletimizi büyük bir
hassasiyetle uygular ve sorunların çözümüne kadar da ısrarlı bir takipçisi
olurdu.
Örnekti ve yaratıcıydı. Faaliyet yürüttüğümüz bütün
köylerde ayrıca değinilmesi gereken bir özellik vardı: Ne zaman alacakaranlıkta
bir köye yaklaşıyor olsak, çocuklar tarafından fark edilmemizle birlikte, bütün
çocuklar toplanır, slogan ve türkülerle müfrezemizi karşılamaya koşarlardı.
Birbirimize karışır, kimi kucağımızda, kimi elimizden tuttuğu halde türkü ve
sloganlara eşlik ederek köye öyle girerdik. Nazım ya da Halil İbrahim yoldaşlar
yoktu yanımızda ancak bu çocukların yaklaşımları onların eseriydi. Gösterilen
içten ve sevecen yaklaşımlar onları gerillaya öylesine mükemmel bağlamıştı
ki... Nazım, ne zaman sazı eline alsa "Bize Ölüm Yok" türküsünü
mutlaka öncelikle söyler ve öyle devam ederdi. Ve o, bu türküyü çocuklara da
öğretmişti. Şimdi ise o köylerde bütün çocuklar, çocuklarımız özellikle bu
türküyü çok iyi bilirler.
Silahıyla olan ilişkisi, o güne kadar ne okunan
romanlarda, ne teorik çalışmalarda ne de yapılan sohbetlerde örneğine
rastlanabilir. Aşırı bir düşkünlüğü vardı silahına karşı. Genel silah bakımının
dışında, her yürüyüşümüzün sonunda evde ya da arazide, istisnasız her seferinde
duruma göre silahının bir kaç parçasını sökerek temizlik yapardı. Ya da,
mekanizma kısmını temizleyecek kadar imkan
bulabiliyorsa mutlaka silahının dış kısmını özenle silerek parlatırdı. Bu
yüzden onun silahında ne bir çizik vardı ne de en ufak bir paslanma...
Silahlarımız duruma göre bazen çatılı, bir ağaca dayalı veya hemen yanımızda
yerde, duruma göre de elimizde-kucağımızda dururdu. Ancak bu genel durum Nazım
yoldaş için geçerli değildi. Çünkü istisnasız her yerde, hangi koşulda olursa
olsun o, silahını elinden ya da koynundan ayırmazdı. Uyurken de silahıyla
birlikte uyuyordu. Onun bu davranışını bugün birçok yoldaşımız halen
taşımaktadır.
Politik ve askeri olarak kendisini çok iyi
yetiştirmiş ve bunu da savaşımıza en iyi şekilde sunmaktaydı. Soğukkanlı ve iyi
bir istihbaratçı ve planlamacıydı. Gidilmez, vurulmaz, dönülmez denilen bir
karakolun son istihbaratını gidip bizzat kendisi çıkartmıştı, hem de çok ilginç
bir yöntemle; Köye misafir olarak giriyor, bu esnada köyün gençleriyle
karakolun askerleri arasında futbol maçı oynanmak üzere. Oyuna kendisini de dahil ettiriyor. Oyunun bitimi süresince oyun sahasının
bitişiğindeki karakolun son istihbaratını da tamamladıktan sonra karakol
komutanıyla gayet soğukkanlı bir şekilde vedalaşıp ayrılıyorlar...
Güçlü bir inisiyatifi
vardı. Bunu ise daha çok emekçi ve yaratıcı yanını yaşamın her anında hissettirerek
sağlıyordu. Fedakarlık ve paylaşımında tüm davranışlarını
içi dolu şekilde sıradanlaştırmıştı. Yoldaşlarının kıyafet ya da teçhizatlarında
bir eksiklik gördüğünde, bunu kendisinden vererek tamamlamaya çalışırdı. Bu
yüzden Nazım yoldaş, çoğu zaman pantolonunu bir iple tutturmak zorunda kalırdı
veya soğuk havalarda parkesiz dolaşmak zorunda kalırdı... Ona has bir özellik
vardı ki, ne olursa, nerede olursa olsun eldekinin dışında mutlak bir
alternatif arayışına girerdi. Bir yerde konaklamışsak, buna alternatif daha
güvenlikli bir yer arardı ya da bölgede yeniysek, bir kullandığımız yolu bir
daha kullanmazdı. Ta ki en kısa ve güvenli yolu bulana kadar denerdi.
Eylemlerin en önünde ve örgütleyicisiydi. Hızlı,
çevik ve iyi bir nişancıydı. Çalışmalarımızda pratiğe ağırlık veren bir tarzı
vardı. Konaklama yerinde, yürüyüş kolunda ya da nöbette olsun fark etmezdi, o,
her yerde pratik yapar, yaptırırdı. Teorik çalışmaları mutlaka uygulamalarla
bütünleştirirdi. Denetleme işi onun için vazgeçilmez bir davranış biçimiydi,
özellikle nöbetçilerin yanına sessizce, fark ettirmeden yaklaşmaya çalışarak
sık sık kontrol etmeyi alışkanlık haline getirmişti.
Ya da yürüyüş koluna aniden silah sıkarak pusu atar veya diğer örgütlerin
bulunduğu alana sızarak onlara bir merhaba derdi. Hatta çoğu kez nöbetçilerini
dahi enterne ettiği olurdu. Bu davranışıyla da diğerlerine de öğretici olarak
daha dikkatliolmaları sağlanıyordu. Bu, onun için bir
savaş oyunuydu ve bunu da en iyi şekilde kurallarına göre oynuyordu.
19 Mart sabahı düşman kuşatmasının başlamasıyla,
kullanmış olduğu ani gelişme karşısındaki isabetli insiyatifiyle
yoldaşlarımızın düşmanın ilk atışlarından kurtulmasını sağlamıştır...
Yoldaşımızın silahına olan tutkunluğu, son nefesini verdikten sonra dahi
sürmüş, kini ve öfkesiyle sımsıkı tuttuğu silahını elinden zorla almıştık.
Cemal yoldaşın şehit düştüğünü halkımız da
kabullenmekte güçlük çekti. Şahanların hepsi de
onların gözünde birdi ancak Cemal'in yeri çok daha başkaydı... Bu olay,
köylünün düşmana olan kinlerini daha da arttırmış, intikamlarının alınması
için, ilginçtir, o süreçte ellerinde ne varsa gerillaya sunmaya çalışmışlardı.
Çatışma alanından çekiliş köylere girdikten sonra, şehitlerimizin haberleriyle
birlikte köylülerimiz, olaydan duydukları öfkeyle ve kararlılarla, düşman
çemberi içerisindeki alana girerek yoldaşlarımızın cesetlerini getirmeye
çalışmışlardı. "Nerede yatıyorlar tarif edin de gidip getirelim" diyorlardı.
Dersim'in çocukları ise bir başka
şekilde karşıladılar şehitlerinizi. Bildikleri türkülerin sözlerini
değiştirerek yoldaşlarımızın adlarıyla birlikte çatışmayı anlatan sözler
koyarak bundan sonra öyle söylemeye başladılar türkülerini.
***
Bir yoldaşı anlatıyor:
“Gerçek bir komutandı ve savaşçıydı”
Nazımı 91de tanıdım. Birlikteliğimiz pek olmadı. Fakat onun mütevazılığını, sıcaklığını, konuşmasını unutamam. Nazım'ın
konuşmasını hep dikkatle dinlerdim, "sen hep dinliyorsun, hiç
konuşmuyorsun" diyordu. Konuşurken şunu derdi "gerçi savaş konuşmayla
sürmüyor ama bir yere kadar götürüyor" demişti. Bir kere birlikte yemek
yerken "sen hep beni konuşturup yemekleri götürüyorsun" diye espri
konusu bile yapmıştı bu özelliğimi.
O gerçek bir komutandı ve savaşçıydı. Onun mütevaziliği, halkla kaynaşması sayesinde gidilen her yerde
Komutan nerede diye sorsalardı. Saatlerce binlerce kişilik düşman güçleriyle
çatışıp, yoldaşlarını kurtararak şehit düştü. Halkın onu şehit olduktan sonra
sahiplenmesi, onun halkla iç içe olduğunu gösteriyordu zaten.