Nail ÇAVUŞ

 

 

Şehit Düştüğü Tarih: 7 Kasım 2001

 

Şehit Düştüğü Yer: Tekirdağ

 

Doğduğu Tarih: Ocak 1964

 

Doğduğu Yer: Sivas, Zara, Belentarla köyü

 

Mezar Yeri: Gazi Mezarlığı, İstanbul

 

 

Küçükarmutlu’nun bir direniş mahallesine dönüştüğü 2001 yılının 5 Kasım günü, Küçükarmutlu’da zulmün en kanlı günlerinden biri yaşandı. Oligarşinin güçleri, yine “hayat kurtarmaya”, “devletin otoritesini göstermeye” gelip katliam yapıp gittiler.

Onlar devrimciydi. Devrimci oldukları için tutsak edilmişler, devrimci oldukları için zulmün hücrelerinde tutuluyorlardı Böyle olduğu içindir ki, Küçükarmutlu’da atılan bombaları kendilerine atılmış saydılar.

Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nde Nail Çavuş ve bir tutsak daha, Kandıra F Tipi Hapishanesi’nde Eyüp Samur yoldaşımız, Sincan F Tipi Hapishanesi’nde Muharrem Çetinkaya yoldaşımız, Armutlu katliamına hücrelerde gerçekleştirdikleri feda eylemleriyle cevap verdiler.

Nail Çavuş ve Eyüp Samur yoldaşlarımız 7 Kasım’da, Muharrem 12 Kasım’da şehit düştüler.

 

Nail Çavuş, 16 yıldır, devrimci mücadelenin çeşitli alanlarında halkı için emek veren, işkenceler gören, tutsaklıklar yaşayan bir yoldaşımızdır. Bilinçle, iradeyle, net bir tercihle yer alıyordu bu kavgada: “Uğruna mücadele ettiğimiz bağımsızlık demokrasi ve sosyalizm davasına, halkımıza, vatanımıza canım feda olsun.

1964 Ocak’ında Sivas'ın Zara ilçesinin Belentarla köyünde dünyaya geldi. (Nüfus kağıdında doğum tarihi 16 Nisan 1966 olarak geçmektedir. Ancak gerçek doğum tarihi budur.) Kürt milliyetinden, Zaza ve Aleviydi. 1971'in Sonbaharında İstanbul Hasköy'e taşındılar. Hem okudu, hem çalıştı.

Çevresi ve yaşam koşulları nedeniyle devrimcilere sempatisi vardı. Hasköy lisesinin orta bölümünde okurken, daha yakın ilişki kurma imkânı buldu. Ama bu ilişkiyi geliştiremeden, 12 Eylül cuntasıyla karşı karşıya kaldı.

Zulmün  milyonlarca insanımızı doğrudan etkilediği bu dönemde, ağabeyi devrimci faaliyetlerinden dolayı, amcası ve eniştesi DİSK davasından tutuklandılar. Yine aynı yıllarda yengesi İzmir'de katledildi. 12 Eylül onun beynindeki devrimci düşünceleri pekiştirdi, faşizme karşı kinini, öfkesini büyüttü.

1983'de Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu'na başladı. Cuntanın terörünün ve apolitikleştirme politikalarının gençlik üzerinde etkili olduğu bu dönemde, o gençliğin örgütlenmesine ve mücadelesine önderlik edenlerden biri oldu. BYYO öğrenci derneği çalışmalarında kurucu, yönetici olarak yer aldı. Aynı yıllarda, devrimci hareketle ilişki kurdu. 1987'de okuldan mezun olduktan sonra Yeni Çözüm dergisinde çalışmaya başladı.

Sık sık gözaltılar ve tutsaklıklar yaşadı. 1989 1 Mayıs’ında, 1990 Mayıs'ında Ankara Mücadele bürosunda çalışırken, Ekim 1991'de Sivas Mücadele bürosunda çalışırken gözaltına alındı ve aylar süren tutsaklıklar yaşadı. Eskişehir Hücre Tipi Hapishanesi’nde tutuldu, hücrelere karşı ilk direnişini burada yaşadı.

1992 Mart'ında Antep, Adana, Osmaniye bölgesinde görevlendirildi. Artık illegal alanda faaliyet yürütüyordu. Bu alandaki çalışmalarını sürdürürken Akdeniz Bölge Komitesi Siyasi Sorumluluğu’na atandı. 1993’te tutsak düştü. Adana Kürkçüler ve Malatya E Tipi Hapishanelerinde bir süre kaldıktan sonra 1995'te Çanakkale Hapishanesi’ne sevk edildi.

Hücreler gündeme geldiğinde oradaydı. Ölüm orucuna gönüllü oldu. 19 Aralık katliam saldırısına karşı Çanakkale direnişini gerçekleştiren yoldaşlarımızdan biriydi.

Tekirdağ F tipine atıldıktan sonra da, o yine direnişe, savaşa devam etti. Alnına kızıl bantı kuşanmakta ısrarlı oldu. 4. Ölüm orucu ekiplerinde yer aldı.

Küçükarmutlu katliamını duyduğunda, tutuşturduğu bedeniyle zulme cevap oldu.

31 Temmuz 2000’de yazdığı mektubunda şöyle diyordu: “MGK, 31 kez hapishaneleri gündemine almış. Ne yazar. Değil 31 kez 500 kez de gündemine alsa, biz özgür tutsakları yenemeyeceğini görecek. Türkiye alev alev yanacak bedenlerimizle, memleketi, onlara dar edeceğiz. Bunun için bedel ödememiz gerekiyor. Ödemeye gönüllüyüm...

Hücrede bedenini tutuştururken, 16 yıllık mücadelesini, yoldaşlarının eline bir meşale olarak teslim etti. Bu meşaleyi, zafere kadar ellerimizde taşıyacağız.  

 

(Yukarıdaki bilgiler, Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi Basın Bürosu’nun 8 Kasım 2001 tarihli, 221 No’lu Açıklamasından alınmıştır.)

 

***

 

NAİL ÇAVUŞ'UN PARTİYE GÖNÜLLÜLÜK YAZISI

 

"Partime, Parti-Cepheli özgür tutsaklar olarak içinde bulunduğumuz zorlu sürecin bilincindeyim. Bizlere dayatılan "ölüm hücreleri"nin halkımızı teslim almaya yönelik devlet politikasının bir parçası olduğu da kesin. Devletin teslim alma, sindirme, ezme, siyasal varlığımızı yok etmeye yönelik bu saldırılarına karşı analarımız, duyarlı, demokrat, devrimci insanlarımız aylardır seslerini yükseltmenin çabası içindeler. Onların bu onurlu direnişleri gurur verici. Ancak, karşı-devrimci terör dalgasını bedenlerimizle öreceğimiz setlerle durdurup, yenilgiye uğratabiliriz. Tıpkı 1996 yılında olduğu gibi bugün de biz devrimci tutsakların önündeki temel görevlerden biri ölüm orucu. Sürecin ölüm orucuna evrileceği muhakkak. Halkımız için, vatanımız için ölüme yatmak kutsal bir görevdir. Biliyorum, şimdi yüzlerce tutsak yoldaşım böylesi onurlu ve kutsal bir görevi omuzlamanın, kızıl bantları alınlarına takmanın sabırsızlığı içindeler. Bundan daha doğal ve güzel bir şey düşünemiyorum. Ben de bir Parti-Cepheli özgür tutsak olarak ölüm orucuna gönüllü olduğumu belirtmek istiyorum. Ben de diğer gönüllü yoldaşlarımla birlikte ölüm orucu onurunun kıvancını tatmak istiyorum. 1984 ve 1996 ölüm orucu kahramanlarımızdan bize miras kalan direniş ve baş eğmezlik geleneğine, partimizin orak-çekiçli bayrağı altında yer alan neferlerinden, temsilcilerinden olmayı arzuluyorum. Böylesi bir göreve gönüllü olmama birçok neden sıralayabilirim. En başta da gerçek bir Parti-Cepheli olabilmenin yolu günü geldiğinde tereddütsüz ölebilmektir. Bunun öyle bir çırpıda kazanılamayacağını da biliyorum.

Halkımı ve vatanımı seviyorum. Partimi, yoldaşlarımı ve şehitlerimizi seviyorum. Ve bu sevginin içi boş, soyut olmadığını göstermem gereken günler yaşadığımızı da biliyorum. Aynı zamanda ölüm orucunun düşmanla açık bir irade çarpışması olduğunun da bilincindeyim. Tıpkı, 84 ölüm orucu şehitlerimizden Haydar Başbağ yoldaşımızın belirttiği gibi bu yolda ilerlerken en ufak bir tereddüde yer olmadığı da kesin. Şöyle bir düşünüyorum. Onbeş yıllık geçmişimi, 7 yıllık tutsaklığımı (...) Her defasında örgütüm bana doğruyu, güzeli gösterdi. Bugün de ölüm orucu gönüllüsü olmaya karar verirken, hala birçok eksiğimin, zaafımın olduğunu biliyorum. Ama bunlara rağmen de fedakârlık yapabileceğimin dinamiklerini taşıyorum. Çünkü Parti-Cephemize güveniyorum. Ve biz devrimcilerin inançlarımız uğruna ölmekte ne kadar tereddütsüz olduğunu da dosta düşmana göstermemiz gerek. 1996 Ölüm Orucunun o çetin günlerinin canlı tanığıyım. Ölüm Orucu gönüllüsü yoldaşlarımızın gün gün, hücre hücre bedenlerinin erimesine ama sarsılmaz inançlarına tanık oldum. Diyebilirim ki, bugün ölüm oruççusu olma isteğimin tohumları o günlerden düştü içime. Hesaplaşmayı o günlerden yaşamaya başladım. O, Ölüm Orucu, adım atmamda ateşleyici bir rol oynamıştı.

Ondan sonraki dönemde hep kendimi direnişlere motive ettim. Direnişçilerin bir neferi olmaya çalıştım. Ve bugünlere geldim. Ölüm tabutluklarının gündeme gelmesiyle birlikte Vatan'da ölüm orucu üzerine vurgu yapan yazılar çıkmaya başladı. Nisan’dan itibaren ve ben o zaman kendimi ölüm orucu gönüllüsü olmaya motive ettim. Kendi kendime dedim ki çatışmanın en ön mevzisinde yer almalıyım. Bugüne kadar yaptığım devrimciliğime bir anlam kazandırmalıyım. Mayıs ayı içinde, koğuşta ve Parti-Cepheli tutsaklar olarak bizler arasındaki hava, yakında ölüm orucu başlayacak. Ve gözlemliyordum. Bir çoğumuz bunun gönüllüsü olmanın istek ve coşkusu içindeydik. Hatta şehit düştüğümüzde hangi mezarlığa gömülmeyi arzu ettiğimizi de belirtiyorduk. Benim gönlümde Gazi mezarlığı öncelikti (...) Devlet de Mayıs’ta "ölüm tabutlukları"nı açma işini erteledi. Bu gelişmeler üzerine ölüm orucu tartışmaları bir nebze sıcaklığını yitirdi. Ancak biliyorduk ki yakında tüm sıcaklığıyla yeniden gündeme gelecek. Öyle de oldu.

Devlet, bizden teslim olmamızı istiyor. Devletin teslimiyet dayatmasına, Ulucanlar'da ve Burdur'da yoldaşlarımız nasıl ki "ölürüz teslim olmayız" cevabıyla karşı durdular, kontraların ağzının payını verdilerse, bu defa da sıra bizde. Bir kez daha devrimci tutsakların Parti Cepheliler’in "ölürüz ama teslim olmayız" gerçeğini göstereceğiz. Bedel ağır olacak, bunun bilincindeyim. Çünkü devrimle karşı-devrimin siyasal iradeleri çarpışacak. Çünkü devlet, kararlılık gösterisinde ısrarlı olduğunu, güçlü olduğunu göstermeye kalkacak. Ama bizim devrimci kararlılığımız karşısında devletin kararlılığı beş para etmeyecek.

MGK, 31 kez hapishaneleri gündemine almış. Ne yazar. Değil 31 kez 500 kez de gündemine alsa, biz özgür tutsakları yenemeyeceğini görecek. Türkiye alev alev yanacak bedenlerimizle, memleketi, onlara dar edeceğiz. Bunun için bedel ödememiz gerekiyor. Ödemeye gönüllüyüm. Aynı zamanda halk sevgimin, halka bağlılığımın ete kemiğe bürünmesi açısından da benim için bir sınav. Açık söylüyorum, bu sınavda varım. Fedakârlık şart. Hem de ölümüne bir fedakârlık. Bedenlerini ölüme yatıracak Parti-Cepheli özgür tutsaklardan biri de ben olmalıyım. Evet, ben de olmalıyım.

Bu tarihi bir görev ve ben de bu göreve talibim. Tümüyle gönüllüyüm. Biliyorum büyük bir sınav. Uğruna mücadele ettiğimiz bağımsızlık demokrasi ve sosyalizm davasına, halkımıza, vatanımıza canım feda olsun.

Bu çoşku ve kıvançla Partimi selamlıyorum.

31 Temmuz 2000

 

***

 

Nail Çavuş’un bir mektubundan:

“Bu karanlığın bir sabahı var”

 

Öncelikle yıllardır görüşememenin hasreti ve özlemiyle tüm sıcaklığımla kucaklıyor, gözlerinden öpüyorum. Ve tüm emekçi canlarımıza yürek dolusu sevgilerimi gönderiyorum.

Onur ve namus kavgasındaki yürüyüşümüzde şimdi nöbet sırası bizde. Biz de buradan beş can kuşanıp bantlarımızı düştük boranlarımızın peşine. Yüklendiğim sorumluluğun, tarihsel siyasal sorumluluğun bilincindeyim. Ve o bilinçle taşıyacağım bandımı. Bana duyulan güvene leke sürmeyeceğim.

Bu karanlığın bir sabahı var. Buna tüm kalbimle inanıyorum. Geçen Cuma akşamı arkadaşlar bizim için bant takma töreni düzenlediler. O bandı E tipinde ben de çok takmayı arzulamıştım. Ama kısmet olmadı. Ve şimdi F tipinde muradıma erdim. Aynı 'odayı' paylaştığım canım İhsan Cibelik de benim gibi 4. Ekipte. İhsan'ım alnıma kızıl bantı takarken yüreğim küt küt atıyordu. Vay be dedik, vay be!... Yaşadığım heyecanı tahmin edebilirsin.

İDİL'imizin okulunda yetiştik. Fidan’ımız baş öğretmenimiz. İlker’imiz, Fatma’mız, İbili’miz, Cengiz’imiz, Şenay, Gülsüman ablalarımız, Canan’ımız ve daha tek tek ismini sayamayacağım tüm kardelenlerimiz, öğretmenimiz, yolumuzun ışığı, güç ve moral kaynağım.

Onların sevdası şimdi bizim sevdamız... Umutları bizim umudumuz... Ne mutlu ki böylesi onurlu, gururlu bir okulun öğrencileriyiz... Ağır bedeller ödeyerek bugünlere geldik ve ağır bedeller ödeyerek menzile varacağız. Ama mutlak varacağız...

Böyle bir göreve layık görülmek buradaki ve biliyorum ki, diğer hapishanelerdeki ve dışarıdaki tüm canlarımızın dört gözle beklediği bir müjdeydi. Ve o müjdeyi alan şanslı insanlardan biri olarak sevinç ve coşkumu sizlerle paylaşmak istedim. Sevgiler, sevgiler...

Nail ÇAVUŞ

15 Mayıs 2001 - Tekirdağ F Tipi

 

(Nail Çavuşa ait yukarıdaki açıklama Yaşadığımız Vatan dergisinin 4 Haziran 2001 tarihli 93. sayısında kısmen yayınlanmıştır.)

 

***

 

NAİL ÇAVUŞ’TAN MEKTUPLAR

F Tipi Hapishane A-5/15 Tekirdağ

 

Erol Ekici’ye 

 

Analarla, kardeşlerle

yarınlara aydınlığa yürüyoruz...

26 Nisan 2001

 

Sevgili Erol Abi, Boranlarımız birer birer, ardı ardına gökyüzüne kanat açıyor. Bugün Sedat ve Erdoğan'ımızı yüreğimize, bilincimize gömdük. Ne gözyaşı ne de yas!...

Canlarımızı türkülerimizle, marşlarımızla yolcu ettik. Onlar, halkımızın, insanlığın onurunu dimdik ayakta tutmak için tereddütsüz canlarını feda ettiler. Ne mutlu ki halkımıza böyle yiğit evlatları var. Kahraman evlatlarınızla ne kadar gurur duysanız azdır.

Önümüz 1 Mayıs... Emeğin, emekçinin bayramı. Açlığa ve zulme göğüs gerenlere kutlu olsun... Boranlarımız, bizler 1 Mayıs'ta tüm benliğimizle omuz başınızda ve coşkunuza ortak olacağız...

Boranlarımızın anıları daima yolumuza ışık olacak. Az kaldı...

Gecenin gündüze dönmesine az kaldı... Sabahın coşkusuyla sizleri selamlıyor, sımsıkı kucaklıyoruz.

NAİL ÇAVUŞ-......

 

Bir gün Yine geleceğiz dostlar

Vedasız gittik buradan Selamsız döneceğiz

Gecenin bir yarısı bıraktığımız gözlerinden öpeceğiz yavrularımızın

Sonra ellerinden tutup gezdireceğiz

Gezdireceğiz yıkanmış toprağını yurdumuzun

doğan günle birlikte

akıp gitmiş olacak acılarımız

 

 

Bülent Çavuş’a

 

Bizler sağlık ve moral olarak iyiyiz. Kulağımız gelecek haberlere kilitli 21 Mart gününün akşam üzeri Cengiz'imizin tohum olup toprağa düştüğünü öğrendik. Birçok duyguyu bir arada yaşadık... Cengiz toprağa düşen ilk cemre oldu biliyoruz ki, onu yeni cemrelerimiz izleyecek. Cengiz yeni gün'ün müjdecisi oldu. Ve ondan nöbeti bizler devraldık... Tabii ki başka hapishanelerde de Cengiz'den nöbeti devralan arkadaşlarımızın olduğunu biliyorum.

Üç mevsim... Dile kolay. Sonbaharda kervan çıktı yola ve şimdi baharın bir ayını da geride bırakıyoruz. Geçen yaz, kervanın başında yer kapabilmek için yarışmıştık. O zaman kınayı yakmak kısmet olmamıştı bana. Ama kervanın içinde olmak, bir parçası olmakta onurdu, şerefti ve bu gün muradıma geçte olsa erişmenin bahtiyarlığını, mutluluğunu paylaşmak için sana bu satırları yazıyorum.

 

 

Bilgesu Erenus’a

 

Merhaba

Sevgili Bilgesu Ablam

Sevgili Müştak Baba,

Sizleri bir evlat sıcaklığıyla kucaklıyor, ellerinizden öpüp, hasret dolu sevgilerimi gönderiyorum.

Hepimiz turp gibiyiz. Maratoncularımız yollarına, büyük bir inanç ve kararlılıkla devam ediyorlar.

Hiçbir şey, ölüm de dahil bizdeki bu neşeyi, coşkuyu tüketemez.

Hem ölüm ne ki? Çanakkale'de o 55 saatte ölümle hep koyun koyunaydık inanın ki.

Fidan’ın meşaleye dönüşen bedeni en karanlık anda yolumuzu aydınlatan bir kutup yıldızı oldu ve öyle de kalacak...

Sizlerin ve özellikle Müştak Babamızın sağlık haberini ve o sımsıcak selamlarınız neşemizi arttırdı, içimizi ısıttı.

Sevgili ablacığım, bir süre önce sana bir faks çektim. Ama evin adresini tam hatırlamıyordum, bildiğim kadarıyla yazdım. Sanırım elinize ulaşmadı. Sağlık osun. Şunu bilin ki, zor anımızda yanı başımızda olan dostlarımızı asla unutmayız. Ve şuna inanıyorum, insan vefa duygusunu yitirmemeli asla.

Günlerimiz oldukça hareketli geçiyor. Aramızda sürekli haberleşiyoruz.

Birbirimizle (hapishane içinde "villa"lar arasında) yazdığımız mektuplardan kalem tutan ellerimizin ortanca parmağının köşesi nasır tuttu. Ne yapalım. Kendi imkânlarımızla aramızda duyguları-düşünceleri paylaşıyoruz.

Ve inanıyoruz ki, bu karanlığın sonu aydınlık. Her akşam ağız dolusu, türkülerimizi haykırıyoruz gökyüzüne... İnsanları, hayatı, bu vatanı seviyoruz.

Varoşlara çıkıp türkülerimizi söyleyeceğimiz günlerin özlemiyle, bir kez daha can-ı gönülden sevgilerimle sizi selamlıyorum.

NAİL ÇAVUŞ

 

 

 

Hakkında Daha Geniş Bilgi İçin...


2000-2007 Büyük Direnişi:


Yoldaşları, yakınları Nail Çavuş’u Anlatıyor:

 

 

 

Geri